John Berger
03 Ocak 2017
Çağımızın en etkili sanat eleştirmeni, senaryo ve belgesel yazarı ve romancı olan John Berger, dün 02 Ocak 2017 tarihinde, 91 yaşında iken hayata gözlerini yumdu. Türkiye'de benden başka Berger'i kimler anar bilmiyorum ama bu vesileyle ben Berger'i anmasam olmaz. Toprağı bol olsun.
Berger, 1926'da Londra'da orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak doğar. John Berger’in Türkiye'yle de iyi ilişkileri vardır. Cevat Çapan ve Latife Tekin gibi yazarlarımızın yakın ahbabıdır. Berger, Filistin sorununda Avrupa'dan farklı yaklaşır, Filistin'in yanında yer alır.
Son 21 yıldır yaşadığı Fransa Alplerinde bir dağ köyünde köylülerin tarlalarında bir takım işler yaparak karşılığında geçimini sağlar. Fransa'da yaşamasının nedeni de; 1972 yılında ‘‘G'’adlı romanıyla Booker Ödülü (*)'nü kazanması ve ödül konuşmasında, McConnell Şirketini Batı Hint adalarında ticari sömürgecilikle suçlaması ve ödülün yarısını Black Panther'lere bağışladığını açıklamasıdır. Bu olaydan sonra Britanya'nın en radikal kişileri arasına giren Berger, Britanya'yı terk ederek Fransa'ya taşınır.
John Berger’in bazı eserleri
Leylak ve Bayrak
Kitaplarından ‘‘Leylak ve Bayrak’’ (İletişim Yayınları, 1996) en önemli eserlerinin başında gelir... (John Berger’in son onbeş yılını verdiği “Onların Emeklerine” adlı üçlemenin son kitabıdır ‘’Leylak ve Bayrak’’) Kitabın açılışı kelebeklerledir… İlk sayfadan itibaren gözünüzün önünde iki sevimli kelebek uçuşmaya başlar ve kitabın sonuna kadar da kaybolmazlar. Onlar, kitabın kahramanı olan, birbirine âşık masum gençlerdir... Tarifi bir mümkünsüz, anlatılması bir imkânsız bir duygudur, bir serüvendir, bir güzelliktir, bir sevdadır ‘‘Leylak ve Bayrak’’. Nadir kitapların sonunda okuyanların gözlerinden tıpır tıpır yaşlar damlar ya, işte bu kitaplardan birisidir ‘‘Leylak ve Bayrak’’. Bugünlerde kitapçılarda ararsanız muhtemel olarak baskısı kalmadı cevabını alacağınız kitabın adıdır ''Leylak ve Bayrak''.
Yedinci Adam
Bir diğer önemli kitabı ‘‘Yedinci Adam’’ (A Seventh Man) (1975), (Agora Kitaplığı, İstanbul, 2011) düzyazıyı, şiiri ve fotoğrafı birleştiren üslubuyla Avrupa'daki Türk göçmen işçilerinin durumunu konu alır. Göçmen işçilerin içindeki parçalanmışlığı şiirsel bir anlatımla ifade eder. ‘‘Yedinci Adam’’ için şöyle der Berger: ‘‘Bir yazar olarak en büyük doyumu hissettiğim anlardan birinin ödüllerle filan hiçbir ilgisi yok. İstanbul’daydım ve arkadaşlarla onların bir tanıdığını ziyarete bir gecekondu mahallesine gittik. Gecekonduda çay içtik, uyduruk bir rafa dizilmiş 20 kadar kitap vardı ve onlardan biri 'Yedinci Adam'ın Türkçesiydi. Bunu görünce yazar olduğum için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Kitaptaki deneyim hayat deneyimiyle buluşmuş ve kabul görmüştü çünkü.’’
Görme Biçimleri
‘‘Görme Biçimleri’’ (Ways of Seeing) (Metis Yayıncılık, İstanbul, 1999) adlı kitabı ise yazarın kesinlikle okunması gereken bir şaheseridir, bir klasiğidir. Bu kitap iletişim fakülteleri birinci sınıfta okutulur. John Berger, görme biçimlerinin bir şartlanma olduğunu ilk anlayanlardan biridir.
''Görme Biçimleri''nde Berger şöyle der ''Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Ne var ki başka bir anlamda da görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek bulunuruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez.''
Kitabın bir başka yerinde de şunu söyler ‘‘Hiçbir söz gördüklerimizi anlatmaya yetmez.’’ Sanat eleştirisine bambaşka bir boyut kazandıran ‘‘Görme Biçimleri’’, çıkış noktasını çağımızın totemi televizyondan alır ve sanatın nasıl algılanması gerektiğini anlatır. İçinde çokça resim ve fotoğraf bulunan ‘‘Görme Biçimleri’’ okuyanları kendine bağımlı kılar. Bu kitabı okuduktan sonra hayata daha bir başka bakar insan.
‘’Görme Biçimleri’’nde Berger resim, algılama, kadın ve reklam üzerine odaklanmıştır.
Kadınlar konusunda şöyle yazar Berger: ''Bir kadının toplumda varoluş biçimi, onun kendine karşı olan tutumunu gösterir. Kadının varlığı hareketlerinde, sesinde, fikirlerinde, yüz ifadelerinde, giysilerinde, seçtiği çevrelerde ve zevklerinde ortaya çıkar. Gerçekten de kadın kendi varlığına katkıda bulunmayan hiçbir şey yapmaz. Varlığı, kadının kişiliğiyle öyle iç içedir ki erkekler bunu bedenden çıkan bir tütsü, bir koku, bir sıcaklık olarak algılarlar.''
Kadın olarak doğmak, erkeklerin mülkiyetinde olan özel, çevrelenmiş bir yerde doğmak demektir. Kadınların toplumsal kişilikleri, böylesine sınırlı, böylesine koşullandırılmış bir yerde yaşayabilme ustalıklarından dolayı gelişmiştir. Ne var ki bu, kadının öz varlığının ikiye bölünmesi pahasına olmuştur. Kadın hiç durmadan kendisini seyretmek zorundadır. Hemen hemen her zaman kendi imgesiyle birlikte dolaşır. Bir odada yürürken ya da babasının ölüsünün başucunda ağlarken bile ister istemez kendisini yürürken ya da ağlarken görür. Çocukluğunun ilk yıllarından başlayarak hep kendi kendisini gözlemlemesi, bunun gerekli olduğu öğretilmiştir ona.
Kadın, olduğu ve yaptığı her şeyi gözlemek zorundadır.
Erkeklere nasıl göründüğü, onun yaşamında başarı olarak sayılan şey açısından son derece önemlidir. Kadının kendi varlığını algılayışı, kendisi olarak bir başkası tarafından beğenilme duygusuyla tamamlanır. Erkekler kadınlara karşı belli bir tutum edinmeden önce onları gözlerler. Bu yüzden bir kadının bir erkeğe görünüşü, kendisine nasıl davranılacağını da belirler. Böylece kadının, bir eşi daha bulunmayan bu kendi kendini etkileme süreci onun kişiliğini oluşturur.
Eylemlerinin her biri –amacı ya da dürtüsü ne olursa olsun- o kadının kendisine nasıl davranılmasını istediğini gösteren birer simgedir. Bir kadın tutup bardağı yere atarsa bu o kadının kendi kızgınlığını nasıl ele aldığını, bu yüzden başkalarından nasıl bir davranış beklediğini gösterir. Erkek aynı şeyi yaparsa bu, yalnızca onun öfkesini dışa vurmasıdır.''
Anlatılanları şöyle özetleyebiliriz: Erkekler davrandıkları gibi, kadınlarsa göründükleri gibidirler. Erkekler kadınları seyrederler. Kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece kadın kendisini görsel bir metaya dönüştürmüş olur.
Reklam konusunda ise şunlara değinir Berger: ''Reklamların inandırıcılığı, söylenenlerin doğruluğu, söz verilen şeylerin gerçekleşebildiğinden değil, uyandırdığı düşlerin seyirci-alıcının düşleriyle çakışmasından doğmaktadır. Yani reklam temelde gerçeğe değil, düşlere dayanmaktadır. Bunu daha iyi anlayabilmek için biraz çekicilik kavramından bahsetmek gerekir:
Çekicilik, çağımızda yaratılmış bir şeydir. Bunun nedeniyse çekiciliğin, kişisel ve toplumsal kıskançlığın ortak, yaygın bir duygu olarak ortaya çıkmasından önce yaratılamayacak olmasıdır. Sanayi toplumu, bu ortak duygunun yaratılabileceği bulunmaz bir ortamdır. Çünkü bir sanayi toplumunda birey olmak ve kişisel mutluluğun peşinde koşmak, kabul edilmiş bir haktır. Sanayi toplumunun bireyi, içinde bulunduğu durumla olmak istediği durum arasındaki çelişkiyi her gün yeniden yaşamaktadır. İşte reklamların nasıl olup da hala inanıla bilirliklerini koruduklarını anlamamıza yardım edecek şey budur.
Reklamın aslında sunduğuyla gelecek arasındaki uçurum, tüketicinin içinde bulunduğu durumla olmak istediği durum arasındaki uçurumla çakışır. Bu uçurum, reklamcılar tarafından çekicilik düşleriyle doldurulmaya çalışılır. Reklam düş üretmez. Reklamın yaptığı yalnızca, tüketiciye kıskanılır duruma henüz ulaşamadığını, ama ulaşabileceğini hatırlatmaktır.''
‘‘Görme Biçimleri’’ bakıp da görmek isteyenlerin okuması gereken bir kitaptır.
Kıymetini Bil Herşeyin
Berger'in Türkçe yayınlanan en son kitabı ‘‘Kıymetini Bil Herşeyin’’ (Hayata tutunma ve direnişe ait notlar) (Metis Yayıncılık, İstanbul, 2009) ismindedir. Bu kitapta Peter Üstünov'un bir sözüne de yer verirdi Berger; ‘‘Terör yoksulların savaşıdır, savaş ise zenginlerin terörüdür.’’ Bugün Afganistan'a Irak'a, Suriye’ye ve Libya'ya baktığımızda Peter Üstünov'un ne demek istediğini ve oralarda neler olup bittiğini daha iyi anlarız. Bu kitapta da güzel bir sözü var Berger’in; ‘‘Galiplerin ömrü kısa olur, mağlupların ise hayal edilemeyecek kadar uzun.’’ Günümüzde kendilerini ‘’galip’’ sananların üzerinde çok iyi düşünmesi gereken bir sözdür bu söz.
Berger neden okunmalı?
İnsan ruhuna dokunmayı başarmış nadir yazarlardan birisidir Berger. Kendisini ve ruhunu tamamlayabilmek için okuyanlardansanız şayet, asla vaz geçilmemesi gereken bir yazardır Berger. Berger'ı okumak hayatı bambaşka bir gözle görmek demektir. Berger’i şimdiye kadar tanımamışsanız tanışma vaktidir derim.
Ve Berger'e ait günümüzde bizleri, hepimizi anlatan bir sözle son veriyorum yazıma:
''Hayır, hapishane bir mecaz değil, hapsedilmişliğimiz bir hakikat.”
Toprağı bol olsun...
Osman AYDOĞAN
(*) Aslı ‘’Birleşik Krallık Booker Ödülü’’dür. İngilizce dili ile yayınlanan ve uluslararası ün ve başarı sağlayan edebi romanlara verilen bir ödül. Ancak bu ödüle McConnell Ltd Şirketi 1969 yılında etkinliğin sponsorluğunu üstlenince adı ‘’Booker-McConnell Ödülü’’ olarak kalır… Ancak kısaca "Booker Ödülü" veya "Booker" olarak tanınır…