José Saramago
03 Kasım 2016
Gündem, her zaman olduğu gibi can sıkıcı. Hava da ülkenin siyasi havası gibi kapalı, kasvetli ve boğucu. En iyisi böylesi bir günde gelin size sıra dışı bir edebiyatçıdan bahsedeyim. İnanın bu boğucu gündemden sıyrılıp biraz nefes alırsınız. Bu sıra dışı edebiyatçıdan önce edebiyat hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum.
Tarih, sanat ve edebiyat
‘’Edebiyat’’ kelimesi; Arapça ‘’edep’’ kelime kökünden gelir ve görgü, terbiye, yaşam tarzına ilişkin hikâye ve gözlemler anlamlarına gelen bu ‘’edep’’ kelimesinin çoğuludur. Platon, ‘’Devlet’’ adlı eserinde edebiyatı genel anlamı ile hayatın yansıması olarak tanımlar. Çünkü tarih, edebiyat ve sanat, hayatın aynasıdır.
Tarih, edebiyat ve sanat, hayatın aynasıdır. Gündemi mi takip edeceksiniz? Algı yaratmak için manipüle edilmiş haber bombardımanlarının, gündemden uzaklaştırılmak için uydurulmuş cicili bicili rengârenk dizilerin, asıl gündemin üzerini örtmek ve çarpıtmak için yaratılmış suni gündemlerin ve herbokologların atıştığı tartışma programlarının arasında kaybolmayın. Gerçeği mi görmek, günümüzü mü, günümüzün siyasetini mi anlamak istiyorsunuz? O zaman tarihe, edebiyata, sanata sığının. Zaten ne varsa tarihte, edebiyatta, felsefede, şiirde ve sanatta vardır. Günümüzü de gündemimizi de gerçeği de orada görürsünüz. Çünkü tarih, edebiyat ve sanat, hayatın aynasıdır.
Örneğin Shakespeare’in bütün eserlerinde siyaset vardır, siyasetin şifreleri vardır, sınıflı toplumların güç ilişkilerinin, çatışmalarının ana kodları vardır. Shakespeare’i anladığımızda bugün Ortadoğu’yu daha iyi anlayabiliriz. Shakespeare’i anladığımızda bugün ülke içindeki siyasetin kodlarını, güç ve çıkar ilişkilerini, güç ve etkinlik kavgalarını, entrikaları, kumpasları, çatışmaları daha iyi kavrayabiliriz.
ABD’li şair Irwin Allen Gisberg şöyle der; “Bir ülkenin kötü durumu yüzünden politikacıları suçlayamayız. Suçlu olan şairlerdir. Çünkü politikacıların bir ülkenin durumu hakkında bilinçleri ve kapasiteleri yoktur ama şairlerin vardır.” Bu nedenle yüzünden hiddeti, ağzından kini, nefreti, şiddeti eksik etmeyen siyasetçilere değil, şairlere, edebiyatçılara, tarihçilere ve sanatçılara kulak verin derim. Ne varsa onlarda var.
Şimdi gelelim bahsettiğim bu sıra dışı edebiyatçıya…
José Saramago
José Saramago, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli sıra dışı bir edebiyatçı, düşünür ve yazardır. 16 Kasım 1922 tarihinde, Arapça kökenli ve anlamı ''dar yol'' veya ''dar geçit'' anlamına gelen Portekiz'in Azinhaga köyünde doğar ve yaşadığı Kanarya Adaları’ndaki Lanzarote Adasındaki evinde 18 Haziran 2010 tarihinde 87 yaşında iken hayata veda eder.
İlk kitabını yazmaya 50'li yaşlarında başlar, 60'lı yıllarının ikinci yarısında "hayatımda başıma gelmiş en güzel şey" dediği -kendinden 25 yaş küçük sevgilisi ile -evlenir, 70'lerinde ise Nobel ödülünü alır. Bu şekilde hayatı erteleyerek yaşayan, geç kalmışlık duygusu hisseden her insanın önüne bir umut ışığı olur.
Kendisinden 25 yaş küçük eşiyle aşk hikâyesini şöyle anlatır: “Kendisini on beş dakikamı çalmak isteyen bir okur olarak tanıtıp beni Lizbon’a çağırdığında kabul ettim. Öğleden sonra saat 4’te buluştuk. O 36, ben 63 yaşındaydım. Deli gibi konuştuk ve romanlarımın geçtiği yerlerde dolaştık. Gitti ama içimde bir yere dokunmuştu. Kısa süre sonra ona bir mektup yazdım: ‘Hayat koşulların elveriyorsa görüşmek isterim.’ Bu, evli olup olmadığını sorma şekliydi. Her şey böyle alevlendi.”
Saramago 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanır. Ödül almasından hemen sonra kendisiyle yapılmış bir söyleşide; "Nobel ödülü hakkındaki değerlendirmeniz?" sorusuna verdiği cevap ilgi çekicidir: "Hayatımda aldığım en büyük ödül karım Pilar’dır. İşin aslına bakılırsa, en büyük devrim aşktır."
Eserleri ve düşünceleri
Saramago; eserlerindeki üslubu, yazım biçemi, kelime kullanımı, cümle yapısı ve mizahi ile çok farklı ve usta bir yazardır. Düz yazılarında, noktalama işareti olarak nokta ve virgülden başkasını kullanmaz. Eserlerindeki sıra dışı hayal gücü, sevecenlik ve ironiyle anlaşılması zor gerçeklerin kavranmasını sağlar. Eserlerindeki bu haliyle kendine özgü bağımlılık yapan bir anlatım tarzı vardır.
Ancak kalitesine rağmen cümle kurgularının zorluğundan dolayı birçok insan okumakta zorluk çeker. Öyle ki; ‘’Baltasar ve Blimunda’’ (Gendaş Kültür, 2000) adlı romanındaki çok derin bir aşkı sanki okuyucu anlamasın diye yazmıştır.
Farklı siyasi düşünceleri vardır. Bir ara gittiği İsrail'de, işgal altındaki topraklara da uğrar ve buraları Nazi Almanya’sı işgali altındaki yerlere, mülteci kamplarını da Auschwitz'e benzetir. Yazılarında Hıristiyanlığı, Haçlı Seferlerini ve Engizisyon Mahkemelerini eleştirir.
‘‘İsa'ya göre İncil’’ (Merkez Kitaplar, 2006) adlı kitabı Katolik dünyasında bir tür küfür ve hakaret olarak yorumlanır. Çünkü bu kitapta Hıristiyanlık, İsa'nın gözüyle tekrar anlatılırken, Tanrı'nın her şeye kadir olmadığı ve Şeytan'ın da neredeyse bir iyilik meleğine dönüştüğünü görülür ve Tanrı'nın bu dünyadaki işlerini açıklamak için kitapta İsa tarafından denir ki: ‘‘Ey İnsanoğlu, O'nu affet, çünkü ne yaptığını bilmiyor.’’
Saramago, dinlerin insanları birbirinden uzaklaştırdığını söyleyip ilginç bir de öneride bulunur; "Herkes ateist olursa, gezegen daha barışçıl olabilir."
Saramago bir ateisttir. Ateist olduğunu da şu şekilde anlatır: "Evet, su katılmamış bir ateistim ve bunun bin tane sebebi var. Sadece bir tanesini hatırlatayım size. Kâinat yaratılana kadar, ebediyette, Tanrı hiçbir şey yapmadı. Sonra, nedendir bilinmez, onu yaratmaya karar verdi. Altı günde yaptı bunu, yedinci gün istirahate çekildi. O günden beri istirahatte. Ebediyen de istirahate devam edecek. Ona nasıl inanılabilir ki?"
Son kitabı ‘’Kabil’’ (Kırmızı Kedi Yayınları, 2011) adlı eserinde bütün insanlık tarihini tek cümlede şöyle özetler: "İnsanlık tarihi, Tanrı'yla anlaşmazlıklarının tarihidir; O bizi anlamaz biz de O’nu anlamayız."
‘’Çatıdaki Pencere’’ (Kırmızı Kedi Yayınları, 2012) adlı kitabında üzerinde düşünmemiz gereken şu ifadeleri kullanır: ''Öyle mi düşünüyorsunuz? Bence değil. Bu yıkıcıysa, o zaman her şey yıkıcı, hatta soluk almak bile. Böyle hissediyorum ve böyle düşünüyorum, tıpkı nefes alır gibi, aynı doğallıkla, aynı ihtiyaçla. İnsanlar birbirlerinden nefret ediyorlarsa yapacak bir şey yok. Hepimiz nefretlerin kurbanıyız. Hepimiz istemediğimiz ve sorumlusu olmadığımız savaşlarda öleceğiz. Gözlerimizi bağlayacaklar ve sözcüklerle içimizi nefretle dolduracaklar. Ne için? Yeni bir savaşın tohumlarını atmak için, yeni nefretler yaratmak için, yeni bayraklar, yeni sözcükler için. Bunun için mi yaşıyoruz? Çocuklar doğurup savaşlara göndermek için mi? Kentler kurup yerle bir etmek için mi? Barışı arzulayıp savaşmak için mi?''
Yine aynı kitabında (Çatıdaki Pencere) mutluluk hakkında şunları yazar: ''Büyüyünce mutlu olmak isteyeceksin. Şu anda mutluluğu düşünmüyorsun ve tam da bu nedenle mutlusun. Düşününce, mutlu olmak isteyince, mutlu olamazsın. Sonsuza dek. Muhtemelen sonsuza dek. Duydun mu beni? Sonsuza dek. Mutlu olma arzun ne kadar güçlüyse, o denli mutsuz olacaksın. Mutluluk fethedilen bir şey değildir. Sana öyle olduğunu söyleyecekler. İnanma buna. Mutluluk ya vardır ya da yoktur.''
Saramago, Nobel ile ilgili bir konuşmasında şunları söyler: "Kayaların yapısını incelemek için başka bir gezegene araçlar gönderebilecek kapasitede olan bu şizofren insanlık, milyonlarca insanın açlık nedeniyle ölmesinden fütursuzca bahsedebiliyor. Mars'a gitmek, komşuya gitmekten daha kolay görünüyor."
Saramago toplum olarak hep karıştırdığımız ‘’sevgi’’yi ve ‘’sahiplenme’’yi şu sözüyle net bir şekilde ayırır; ‘’Sevmek sahiplenmenin en güzel yoludur herhalde, sahiplenmek ise sevmenin en çirkin yolu.’’
Şu söz de Saramago’ya ait; ‘’Dünya tüm anlamını yitirmişse gözyaşlarının ne anlamı kalırdı ki." Ve devam eder Saramago; "insan olmanın ne demek olduğunu her geçen gün daha az bileceğiz."
2007 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide yaşadığımız günümüzün tarifini en iyi şekilde yapan şu ifadeleri kullanır; ‘‘Özgürlüklerin giderek daraldığı, eleştirinin yer bulmadığı, çokuluslu şirketlerin, piyasanın totalitarizminin artık bir ideolojiye bile gerek duymadığı, dinsel hoşgörüsüzlüğün yükselişe geçtiği karanlık bir çağda yaşıyoruz.’’
Saramago’nun Berlusconi hakkında da pekiyi şeyler düşünmez. Saramago, Berlusconi için der ki; ‘’Berlusconi'nin İtalya'ya faşizmi tekrar getirmek istediğine dair en ufak bir şüphem yok. 30'lu yılların faşizmi gibi kol kaldırmak gibi gülünç hareketlerle vuku bulan bir faşizm değil fakat aynı oranda gülünç hareketleri var.’’
Gerçekten de faşizm artık günümüzde sembol olarak gamalı haç, siyah giysiler taşımıyor, saç ve bıyık şekilleri ve gülünç hareketlerle karakterize edilmiyor. Saramago’nun söylediği gibi; ‘’Siyah gömlekli bir faşizm değil Armani kravatlı bir faşizmdir Berlusconi.’’
Saramago, ‘’Körlük’’ (Can Yayınları, 1999) adlı romanında ise; bir adamın birdenbire kör oluşunu, bunun bir salgın halinde toplumda yayılmasıyla tüm bir uygarlığın dağılmasını anlatır. Bu kitapla ilgili bir soru sorulduğunda sanki günümüzdeki bizleri anlatan şu cevabı verir; "Ne düşündüğümü merak ediyorsanız, bu kitapla anlatmak istediğim hepimizin körleşmeye başladığı değildi. Bence körleşmiyoruz. Hepimiz körüz. Körüz ama bakıyoruz. Bakabilen ama görmeyen kör insanlarız."
Yine aynı kitabında şunları yazar Saramago; ‘’Papaz giysisi giymekle papaz olunmadığı gibi, eline asa almakla da kral olunmaz, bu gerçeği hiç unutmamak gerekir.’’
Tam bir kurgu ustasıdır Saramago. Kesinlikle bir defa okunup kenara atılacak kitaplar yazmamıştır. Saramago’yu henüz hiç okumamış olanlar için gerçekten fazlasıyla büyük bir kayıp diye değerlendiriyorum. Saramago’yu tanımak ve anlamak için en azından yazarın ‘‘Körlük’’ isimli kitabı okunmalı diye düşünüyorum.
José Saramago, dönemin Portekiz Hükümeti ‘’İsa'ya Göre İncil'’i sansürlemeye kalkışınca, eşi ile göç ettiği Kanarya Adaları'ndaki Lanzarote adasında 18 Haziran 2010 tarihinde vefat eder. Naaşı Lizbon’a getirilir ve Lizbon’da yakılır.
Yazarın küllerinin bir kısmı çocukluğunu geçirdiği Azinhaga köyüne, bir kısmı da hayatının son 17 yılını geçirdiği Kanarya Adaları’ndaki evinin bahçesindeki bir ağacın altına gömülür.
Saramago, kitapları, yazı ve fikirleriyle Vatikan’ın fazlaca canını sıkmış olacak ki, ölümünden sonra bir Vatikan gazetesi O’nun için ‘’Dünyaya kötülük yaymak için gelmişti’’ diye bir ifade kullanır.
Yaşarken yazılarından ve fikirlerinden dolayı sürüldüğü ülkesinde ölümü üzerine ülkesi Portekiz’de iki günlük milli yas ilan edilir. Dönemin Portekiz Başbakanı Jose Socrates yazarın vefatı için; ''Kültürümüzün büyük simalarındandı. Kaybıyla medeniyetimiz bugün fakir kaldı’’ diye demeç verir.
Saramago'nun bahsettiği Armani kravatlı faşizmi bugün Rusya'dan, Macaristan'a, oradan da ABD'ye, İngiltere’ye ve çevremizde rahatça görebiliyoruz artık...
Dünya körleştikçe faşizmin yıldızı parlıyor...
Bu gerçeği arz etmek de bana kalıyor!
Osman AYDOĞAN
José Saramago’nun Türkçeye çevrilen eserleri;
Ressamın El Kitabı (Can Yayınları, 1999)
Umut Tarlaları (Can Yayınları, 2003)
Baltasar ve Blimunda, (Gendaş Kültür, 2000)
Ricardo Reis'in Öldüğü Yıl (Can Yayınları, 2003)
Yitik Adanın Öyküsü (Merkez Kitaplar, 2006)
Lizbon Kuşatmasının Tarihi (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2004)
İsa'ya göre İncil (Merkez Kitaplar, 2006)
Körlük (Can Yayınları, 1999)
Bütün İsimler (Gendaş Kültür, 1999)
Bilinmeyen Adanın Öyküsü (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2001)
Mağara (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2005)
Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş (Merkez Kitaplar, 2007
Küçük Anılar, (Can Yayınları, 2008)
Filin Yolculuğu, (Turkuvaz Yayınları, 2009)
Çatıdaki Pencere, (Kırmızı Kedi Yayınları, 2012)
Kabil, (Kırmızı Kedi Yayınları, 2011)