Elias Canetti ve ''Körleşme''
18 Aralık 2019
I. ve II. Dünya Savaşı arasındaki Almanya’yı ve bu süreçteki Hitler’in iktidara gelişini ve yükselişini şimdiye kadar ‘’Weimar Cumhuriyeti’’, ‘’Reichstag Yangını’’ ve ‘’Operasyon Valkyrie’’ olarak siyasi ve askerî yönleriyle anlattım.
Ancak Almanya’da Hitler’in ülkedeki nasıl bir atmosfer içerisinde yükselişini sürdürdüğünü en iyi olarak, güçlü bir felsefi ve edebi geleneğe sahip Alman kültüründen yetişen Alman edebiyatçıları eserleriyle anlatırlar. Ancak bu zorlu bir süreçtir ve bu edebiyatçılar bu eserlerini ancak sürgünde iken verebilirler…
Alman edebiyatında ”Exilliteratur” veya “Emigrantenliteratur’’ (Sürgün Edebiyatı) (*)
İşte bu sürgündeki Alman edebiyatçılar tarafından ”Exilliteratur” veya “Emigrantenliteratur’’ (Sürgün Edebiyatı) akımı oluşturulur... Tıpkı bizde de kumpaslarla Silivri zindanlarına atılan subayların eserlerinin oluşturduğu ‘’Silivri Edebiyatı’’ gibi… Almanya’da 1933 yılında Hitler iktidara geldiğinde 75 bin dolayında Alman aydını, yazarı, edebiyatçısı yurtlarını terk etmek zorunda kalır…
İşte bu sürgündeki edebiyatçıları vasıtasıyla dünya çapında eserler ortaya çıkar. Bu edebiyatçıların belli başlıcaları ve verdikleri eserlerden önemlileri şunlardır:
Elias Canetti; ‘’Körleşme’’ (Die Blendung), ‘’Kitle ve İktidar’’ (Masse und Macht) (**),
Hermann Broch; ‘’Vergilius’un Ölümü’’ (Der Tod des Vergil), ‘’Büyülenme’’ (Die Verzauberung),
Alfred Döblin; ‘’Berlin Aleksander Meydanı’’ (Berlin Alexanderplatz),
Robert Musil; ‘’Niteliksiz Adam’’ (Der Mann ohne Eigenshaften),
Joseph Roth; ‘’Hotel Savoy, Bir Katilin İtirafları’’ (Beichte eines Mörders),
Thomas Mann; ‘’Doctor Faustus’’
Hannah Arendt; ‘’Kötülüğün Sıranlığı’’ ve
Klaus Mann; ‘’Mephisto, Bir Kariyer Romanı’’ (Mephisto, Roman einer Karriere)
Alman Sürgün Edebiyatı’ndaki edebiyatçıların sayısı ve eserleri bu isimlerden daha fazladır… Ancak hemen hemen tamamı bahsettiğim kitapları ve daha fazlasıyla ortak özellikleri; ülkedeki aydın aymazlığını, körleşmelerini, despot bir iktidarın ülkede nasıl yükseldiğini anlatmaları ve bu despot iktidarın yaratacağı felaketleri öngörerek tüm dünyayı uyarıyor olmalarıdır…
Bugünden itibaren bu edebiyat türünden örnekler vererek Hitler’in Almanya’da nasıl bir toplumsal atmosfer içerisinde yükselişini sürdürdüğünü anlatmaya çalışacağım...
Körleşme
Yazı dizimin bu bölümüne Elias Canetti’nin ‘’Körleşme’’ (Payel Yayınları, 2012, sekizinci baskı) kitabı ile başlamak istiyorum…
‘’Körleşme’’ (Orijinal adı: ‘’Die Blendung’’… ‘’Blendung’’un tam Türkçe karşılığı aslında ‘’parıldamak’’ ve ‘’göz kamaştıracak bir şekilde parlamak’’ anlamına gelir. Ancak Türkiye’nin en iyi Almanca çevirmeni Ahmet Cemal ‘’Körleşme’’ olarak çevirmiş) eserlerini Almanca yazan, 1981 yılı Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi olan Avusturyalı sosyolog, deneme, roman ve oyun yazarı Elias Canetti’nin yazdığı ilk ve tek romanıdır.
Elias Canetti “Körleşme”yi 1931’de 26 yaşındayken yazar. Roman 1935’de Viyana’da basılır, 1943’de İngilizceye çevrilir ancak roman İngiltere’de 1946’da basılır. “Körleşme”nin Dünya çapında üne kavuşması da Canetti’nin en büyük eseri olan “Kitle ve İktidar” (Ayrıntı Yayınları, 2014)’ın 1960’da yayımlanmasından sonra olur.
‘’Körleşme’’, ülkemizde ise Ahmet Cemal tarafından yedi yıllık bir çalışmasının sonucu olarak 1981’de yayınlanır... Ahmet Cemal’e de çeviri için fikir veren kişi Oğuz Atay’dır. Ancak Oğuz Atay 1977 yılında vefat ettiği için önayak olduğu romanın basımını göremez…
Dünya edebiyatının başyapıtlarından biri olduğu tartışmasız kabul edilen ‘’Körleşme’’, Almanya'da politikanın kirlenmeye başladığı bir dönemde yazılır… Çoktandır kendi fildişi kulesine çekilmiş bir aydının trajedisinde cisimleşen ‘’Körleşme’’, insanoğlunun kendi eliyle kurduğu, sonra da kendisine yabancılaşmış, düşman kesilmiş bulduğu dış çevreyi, son derece özgün bir biçimde ve en uçta sayılabilecek araçlarla tasvir eder.
Canetti, insanın gerçeklik karşısında ne ölçüde körleşebileceğini, her dönemde ve her toplumda rastlanabilen "aymaz" aydın karakterinde ustalıkla yansıtarak, düşünce ile gerçeklik arasındaki kopuşun hikâyesini anlatır…
Roman aslında Hegel’ci bir bakış açısıyla kendi içinde tezi, karşı tezi ve sentezi içerir. Roman, toplumun senteze erişememe sancılarını birey üzerinden (Prof. Peter Kien) anlatır. Bu anlamda roman, kendi sentezini kuramamış toplumların eleştirisi niteliğini taşır…
Romanın konusu
Roman üç bölüm halindedir; ‘’Dünyasız Bir Kafa’’, ‘’Kafasız Bir Dünya’’ ve ‘’Kafadaki Dünya’’.
Romanın başkahramanı Prof. Peter Kien, evinde sayısı 25.000 kadar olan kitaplarıyla yaşayan ancak kendini kendi iç dünyasına sürgün etmiş bir entelektüeldir. Bu kitaplar ve içinde bulundukları kütüphane, Peter Kien için gelişimin sembolüdür. Prof. Peter Kien’in yaşam biçimi fildişi kulesindeki bir aydının nasıl yaşadığını simgeler. Prof. Peter Kien evdeki hizmetçisi ile evlenir.
Ancak Prof. Kien’in Therese ile evliliği felaketi olur. Hizmetçi Therese evin hanımefendisi olarak yavaş yavaş evin hâkimi olur. Therese açgözlü, para hırsına bürünmüş ve kendinden başkasını düşünmeyen bir karakterdir. Sonunda Prof. Kien kendi evinde sığıntı durumuna düşer. Bu durum karşısında Prof. Kien “körlük”ğe sığınır: “Körlük, zamanı ve mekânı alt etmeye yarayan bir silahtır… (….) Evrende egemen olan kuram, körlüktür. Körlük, birbirlerini görmeleri halinde beraberlikleri düşünülemeyecek nesnelerin ve yaratıkların yan yana bulunmalarına olanak tanır. Zamanın artık çekilmez olduğu, taşınması olanaksız bir yüke dönüştüğü noktada koparılabilmesi ancak körlüğün yardımıyla düşünülebilir” (s. 95).
Sonunda hizmetçi Prof. Kien’i evden kovar. Prof. Peter Kien dış dünyaya çıkmak zorunda kalır. Bu şekilde fildişi kulesinden dışarı çıkan Prof. Kien dışındaki dünyanın gerçeği ile karşılaşarak cahil insanların elinde oyuncak olur. Prof. Kien’in körleşme yoluyla kendini kapaması sorunu çözmez… Sonunda Prof. Kien yarı deli bir halde kapıcısına sığınır.
Son bölümde Prof. Peter Kien’in Paris’te yaşayan kardeşi Georges Kien Viyana’ya gelir. Ağabeyinin durumunu kavrayan Georges Kien, Therese’yi işgal ettiği evden çıkarır, kapıcıyı uzaklaştırır ve ağabeyinin kitaplarını kurtarır. Kitabın sonunda da iki kardeşin hesaplaşır.
Romanın verdiği mesaj
Bu sayfalarda José Saramago’yu anlatırken de yazmıştım: ‘’Dünya körleştikçe faşizmin yıldızı parlıyor...’’ diye… “Körleşme”nin öneminden söz eden eleştirmenler de romanın gelmekte olan Nazizm’in ve kitlelerde meydana gelecek değişiklerin habercisi olabilecek bir içerikte olmasına dikkati çekerler… Canetti’nin anlattığı ‘’Körleşme’’ politikanın kirli dönmelerinde ortaya çıkan bir hastalıktır…
Politikanın kirli ortamında aydının; aymazlaştığı, ödlekleştiği ve körleştiği dönemler toplumun faşizme gebe kaldığı dönemlerdir… Kısaca Canetti kitabında bunu anlatır…
‘’Doğru yolu görüp de oradan gitmemek, yüreksizliktir.’’ (Körleşme, s. 64)
Osman AYDOĞAN
(*) Alman edebiyatında ''Trümmerliteratur'' (Yıkım Edebiyatı)
Almanya’da bu anlattığım ‘’Sürgün Edebiyatı’’nın dışında II. Dünya Savaşı sonrasında şehirlerin bombalanması, yıkılması, ailelerin dağılması, babaların ölümü ve savaş travmaları ile ortaya çıkan bir edebiyat türü daha vardır: ''Trümmerliteratur'' (Yıkım Edebiyatı)
Bu sayfalarda daha önceleri bu ''Trümmerliteratur'’un Heinrich Böll’ ile beraber en önemli temsilcilerinden birisi olan Wolfgang Borchert’i ve onun ‘’Kapıların Dışında’’ (Draussen vor der Tür) (Can Yayınları, 2018) isimli oyunu anlatmıştım…
(**) Elias Canetti “Körleşme”yi sürgünde yazmamışsa da eserin verdiği mesaj açısından bu grupta değerlendirilir.