• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi14
Bugün Toplam659
Toplam Ziyaret3154167

Dil ve Türkçe üzerine - 5: Dil konusunda dil bilimcilerinin görüşleri…


Dil ve Türkçe üzerine - 5:
Dil konusunda dil bilimcilerinin görüşleri…

01 Nisan 2020

Şimdiye kadar yazdığım üç yazıda Türkçe’de ye alan yabancı sözcüklerden bahsettim. Bu beşinci yazımda da bundan sonra dil konusunda yazacaklarımın daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla dil konusunda dil bilimcilerinin görüşlerine kısaca yer vermek istiyorum... Dil bilimi alanında çalışma yapmış çok bilim adamı vardır. Ancak ben bunlardan üçü Batı'dan birisi Doğu'dan dört dil bilimcinin görüşlerini anlatacağım… Gerçi her biri ayrı bir yazı konusu ama ben konuyu dağıtmamak için bu dört dil bilimcinin görüşlerini kısaca özetleyeceğim.

Wilhelm Von Humboldt

Dil denince ilk akla gelen 1700’lü yılların sonları ve 1800’lü yılların başlarında yaşamış olan Alman düşünür Wilhelm von Humbolt’dur. Wilhelm von Humbolt"un 17 cilt tutan ''Gesammelte Schriften'' isimli kitabı dil ve kültür ilişkisi konusunda temel bir eserdir.

Ülkemizde Wilhelm Von Humboldt'un dil ve kültür ilişkisini en iyi inceleyen ‘’Wilhelm Von Humboldt'da Dil-Kültür Bağlantısı’’ (Remzi Yayınevi, İstanbul, 1984) isimli kitabı ile Bedia Akarsu’dur. 

Bedia Akarsu, Humbolt’un düşüncelerini eserinde şu şekilde verir;

İnsanı insan yapan dildir. Dil olmasaydı insan olmazdı. 

Dil düşünceyi yaratır. Düşünceyi yaratan ve ileri götüren dildir. Dil, gerçek etkinliğini de düşüncede gösterir.

Dilini oluşturan, yükselten bir toplum gerçek bir düşünce etkinliği gösterebilir.

Dilin içinde bulunan yaratıcı yaşam ilkesi (Lebensprinzip) ve insanda bulunan ruh gücü (Geisteskraft) dille birlikte düşünceyi de geliştirir. Gelişmiş bir kültür, ancak gelişmiş bir dille kazanılabilir. Dili insanın ruhu (Geist) meydana getirmiştir. Dile gelen insan ruhudur.

İnsanın konuşurken (ve de yazarken) kullandığı kelimeler ve konuşurken ses tonu ve vurgulamaları o insanın ruhuna ayna tutar. Dil konuşanın içini gösterir.

Bir ulusun ruhu da dilinde kendini açığa vurur. Dil aynı zamanda ulusun ruhunun dış görünüşüdür; ulusun dili ruhudur, ruhu da dili.

Bir ulusun dilinin, sözcüklerinin açık ve anlaşılır oluşu düşünce yaratmalarına götürür.

Uluslar dil ile bilinçlenmişler ve dilden bilgileri anlaşılır duruma getiren şeyler kazanmışlardır. Dil, insanları buna erişecek kadar entelektüel bir duruma getirince, insanların duyguları gelişerek, insanlar varlıklarını daha iyi duyumsamışlardır.

Dil tamamlanmamış bir şeydir, sürekli gelişir…

Humboldt’a göre isimlerin, kelimelerin, sözcüklerin bizim hayal ettiğimizden daha derin sırları vardır.

'’Sözcük; varlığın bir simgesi, adlandırılması, göstergesi değildir, onun gerçek bir parçasıdır.'’ diyor Humboldt eserinde… Yine Alman filozof Martin Heidegger de Humbolt’u desteklercesine ‘’Dil varlığın evidir’’ derdi…

Humbolt’a göre ‘’dünyayı dil yoluyla kavrıyoruz’’. Bu düşünce felsefe tarihinde pek çok filozofta karşımıza çıkar. Örneğin; Humboldt’da olduğu gibi: “Dünyayı kavramlara dönüştürme”, Cassirer: “Dünyayı simgeleştirme”, Wittgenstein: “Dünyayı resimleme”, Weissgerber, “Dünyayı sözcüklendirme, adlandırma”dan söz ediyorlar.

Ludwig Wittgenstein

Dil ve kültür ilişkisi konusunda akla gelen ikinci düşünür Avusturyalı Ludwig Josef Johann Wittgenstein’dır. (1889-1951)

Wittgenstein dili felsefenin merkezine oturtan 20’inci yüzyılın en önemli filozoflarındandır. Kişinin ve toplumun düşünce ufkunu dilin sınırları ile belirlediğini iddia eden tek filozoftur…

Wittgenstein’in hayatı boyunca yayınladığı tek kitap, 1921'de Cambridge'de Bertrand Russell'in gözetimi altında bir öğrenciyken yayınlanan Tractatus logico-philosophicus isimli eseridir. (Türkçede; Tractatus logico-philosophicus, çeviri: Oruç Aruoba, YKY Yayınları, İstanbul 1996) (Tractatus Logico-Philosophicus, Metis Yayınları, 2008)

Bütün felsefe problemlerini bir dil problemine indirgeyen Wittgenstein'ın bu eserinin özetinde, dilin kapsamını ve sınırlarını belirleme problemi vardır. Ona göre, dili kullanma, dili anlama, insanları başka varlıklardan ayıran biricik şey, insan yaşamının özünü oluşturan dokudur.

Wittgenstein’nın esas görüşü şudur: “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.”

Wittgenstein’in dil üzerine diğer görüşleri de şu şekildedir;

Dil, yalnızca taşıt değil, aynı zamanda şofördür. Dil, yollardan oluşan bir dolambaçtır. Bir yönden geldiğinde yolunu bilmektesindir; aynı yere başka bir yönden geldiğindeyse yolunu kaybetmişsindir artık. Dil dünyayı resmeder. Tümcelerin toplamı dildir. Dil düşünceyi örter. Bütün felsefe dil eleştirisidir.

Bir de şunu söylerdi Wittgenstein; ''Düşünülebilir olan her şey olanaklıdır da!''

Ferdinand de Saussure 

Ferdinand de Saussure (1857 – 1913), 20. yüzyılın en büyük dilbilimcilerinden sayılan İsviçreli dilbilimcidir. Modern dilbilimin babası sayılır. 


Ferdinand de Saussure, 1916 yılında ‘’Cours de linguistique générale’’ (Payot, 2005) (Genel Dilbilim Yazıları, İthaki Yayınları, 2014) adlı kitabını yayınlar. Saussure,bu kitabında dilin bakış açısını üç farklı biçimde sınıflandırır: İnsanların konuşmasını ifade eden “langage” kavramı, soyut kurallar sistemini ifade eden “langue” kavramı ve konuşmayı ifade eden “parole” kavramı. Ferdinand de Saussure, bu kavramları kitabında uzun uzun anlatır. Ancak Ferdinand de Saussure kitabında üç kavramdan bahsetse de ben ''langage'' ve ‘’langue’’ kavramlarını; ''dil'' ve ‘’parole’’ kavramını da ''söz'' olarak ikiye indirip özet olarak şu şekilde açıklayabilirim:

Ferdinand de Saussure'e göre ‘’dil’’ temel yapıdır, ‘’söz’’ ise onun kişi tarafından pratik hayatta uygulanan şeklidir. Önemli olan ‘’dil’’i anlamaktır. Saussure’e göre "dil’’ toplumsal bir dizge, ‘’söz’’ ise bireysel bir eylemdir." ‘’Dil’’, bireylerin dışında ve üstündedir, toplumsal bir anlaşma ve sözleşmeye dayanır; bütünüyle hiç kimsede bulunmaz. Saussure'e göre, ‘’dil’’ bütünsel, söz ise bölük pörçüktür. ''Dil'' aynı zamanda düşüncenin de ifade aracıdır.

Ferdinand de Saussure, Fransızca yazdığı kitabında ‘’dil’’ ile ‘’düşünce’’ arasındaki bağlantıyı da şu şekilde ifade eder:

''Dil de bir kâğıt parçası gibidir: düşünce önde, ses (dil) arkadadır; kişi aynı anda arkayı kesmeden önden kesemez, düşünce sesten (dilden) o kadar az ayrılabilir ki.''


(La langue est encore comparable à une feuille de papier: la pensée est le recto et le son le verso; on ne peut découper le recto sans découper en même temps le verso; de même dans la langue, on ne saurait isoler ni le son de la pensée, ni la pensée du son.)

Yani, Ferdinand de Saussure’e göre dil ve düşünce bir bütündür. Ne dil düşünceden ayrılabilir ne de düşünce dilden. Kullanılan dil ve sözcükler ne kadar geniş, sağlam ve tutarlı ise ifade edilmek istenilen düşünce de o kadar geniş, sağlam ve tutarlı olur…


Bertrand Russell da ‘’dil’’ ile ‘’düşünce’’ arasındaki ilişkiyi Ferdinand de Saussure gibi yorumlar: ‘’Dil yalnızca düşünceleri ifade etmek için değil, onsuz var olamayacak düşünceleri etkinleştirmek için de vardır.’’

Selâme Mûsâ

Dil konusunda dördüncü olarak da Arap dünyasından Kıpti kökenli Mısırlı yazar ve dilbilimci Selâme Mûsâ akla gelir. Prof. Dr. Bedrettin Aytaç ‘’Selâme Mûsâ ve Arap Dili Üzerine Görüşleri’’ (Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, II, Ankara 2001, s. 120-128) isimli çalışmasında Mûsâ‘nın ‘‘El-Belâga’l-Asriyye ve’l-Luga’l-Arabiyye‘‘ isimli kitabında yer alan görüşlerini de şu şekilde verir:

‘‘Kelimelerine önem vermeyen, yenilemeyen ve yeni kelimeler türetmeyen bir millet, sahte paranın dolaşımına izin veren bir milletten daha kötü durumdadır. Çünkü biz maden ya da kâğıt paralarla bedenin, kelimelerle ise ruhun ihtiyaçlarını satın alırız. “

Selâme Mûsâ’ya göre, Arap diline ilişkin, günümüz Türkiye’si için dile getirilebilecek bir konu da yenilemenin olmamasından dolayı “fosilleşmiş” kelimelerin varlığıdır. Böyle kelimeler de çeşitli zararlara neden olmaktadır. Mûsâ, bu görüşlerini şöyle dile getirir: “Dildeki fosiller içinde Yukarı Mısır’ın bazı ilçelerinde kullanılan kan, öç, ırz kelimeleri vardır. Bu kelimeler, her yıl yaklaşık üç yüz kadın ve adamın öldürülmesine neden olmaktadır.”

Dili kültürün esası olarak gören Mûsâ’ya göre, kültürü geliştirmenin yolu da dili geliştirmekten geçmektedir: “Dilin temeli kültürdür. Çökmüş bir dille gelişmiş bir kültür ve donuk bir dille hareketli bir kültür yaratmak kesinlikle mümkün değildir.’’

Selâme Mûsâ’ya göre yenileşen dil düşünceyi de yenileştirecektir. Çünkü bireyin özgürce düşünmesi ve düşünceyi özgürce açıklaması için tek araç dildir.  Burada da Mûsâ, W. Von Humboldt’un dil-kültür ilişkisine dair görüşlerinin benzerini savunmaktadır.

Ülkemizdeki onca kadın cinayeti ve kadına yönelik şiddetin sebebi üzerinde dil konusunu hiç düşündük mü acaba?

Dil konusunda önde gelen bu dört dil bilimcinin dile getirdikleri görüşler kısaca böyle.

Dil ve Türkçe konusunda yazmaya devam edeceğim…

Osman AYDOĞAN

 


Yorumlar - Yorum Yaz