Dil ve Türkçe üzerine - 6: Türkçe’deki ‘’nicelik’’ sorunu…
02 Nisan 2020
Dil konusundaki altıncı yazım… Daha ilkyazımda bahsetmiştim, konunun basit olmadığını, yanlış anlamaya ve anlaşılmaya müsait olduğunu ve netameli bir konu olduğunu… Bu riske göze alarak mayınlı sahalara doğru yazılarıma devam ediyorum...
Bu yazımda Türkçe’deki ‘’nicelik’’ sorununa, basitçe Türkçe’de az kelime kullanıyor olmamıza değineceğim.
Nasıl ki günümüzde tarım alanlarının ve sulak alanların azalması, aşırı kullanma, kirlenme, bilinçsiz tarım, küresel ısınma ve nüfus artışı gibi nedenlerle ülkemizdeki ‘’biyoçeşitlilik’’ azalıyorsa farklı nedenlerle de zihnimizi besleyen kullandığımız kelimeler de azalmış, azalıyor ve azalmaktadır.
Dil beyin hücreleri gibi yaşayan bir organizmadır. Beyinde bir kısım hücrelerin ölmesi gibi dilde de bir kısım kelimeler ölür, kullanılmaz hale gelir. Ancak beynin yeni hücreler üretmesi gibi dilde de yeni kelimeler üretilir. Yeni kelime üretilmezse beyin ölümünün kişiye verdiği sonucu dil topluma verir.
Redhouse – Osmanlıca İngilizce Sözlük ve Gramer Kitabı
Geçmiş kelime haznesi olarak daha zengindi. Örnek olarak 19. yüzyılda hazırlanmış bir Osmanlıca - İngilizce sözlüğü göstermek istiyorum: ‘’Redhouse – Osmanlıca İngilizce Sözlük ve Gramer Kitabı’’. Bu sözlük Osmanlıca – İngilizce sözlük niteliğinde Osmanlıcadan İngilizceye yapılan ilk ve kapsamlı bir sözlüktür. 1890’da 12 cilt halinde yayımlanır. Sir James W. Redhouse’ın el yazması olan eserinin orijinali bu gün British Museum’da bulunmaktadır. Bu sözlük tam tamına 150.000 kelime içermektedir.
Şimdi en babayiğit Türkçe - İngilizce sözlük en fazla 30.000 kelime içermektedir. Kaybettiğimiz 120.000 kelime ne idiler? Kaybettiklerimiz sadece kelimeler değildiler elbet! Kaybettiklerimiz; sanatımızdılar, edebiyatımızdılar, felsefemizdiler, tarihimizdiler, kültürümüzdüler, ufkumuz, âfâkımız, düşünme kapasitemizdiler, muhakeme yeteneğimizdiler, nezaketimizdiler, letafetimizdiler, sevgi ifademizdiler! Yerlerine yenisini koymadan bizi bırakıp da gittiler...
Oxford Sözlüğü
Yabancı dilden bir başka örnek: Oxford Sözlüğü. 1858 yılında yazımına başlanılıp 1928 yılında tamamlanan ancak hemen hemen her yıl güncellenen Oxford sözlüğü 20 cilt.
Bu noktada kısaca Oxford Sözlüğünün nasıl hazırlandığını hatırlatmak istiyorum. İngiliz-Amerikalı yazar ve gazeteci Simon Winchester, yazdığı ‘’Dahi ve Deli ’’ (Sabah Kitapları, 2000) (Kitabın orijinal adı: The Professor and the Madman: A Tale of Murder, Insanity and the Making of the Oxford English Dictionary) kitabı Oxford Sözlüğünün hazırlanış sürecini anlatıyor.
1858 yılında hazırlanmasına başlanılan sözlük için editörler, üç - beş senede sözlüğü tamamlayacaklarını varsayarak yola çıkarlar. Aradan beş sene geçer ancak B harfine gelirler. Çalışmanın başını çeken James Murray, halka bir çağrıda bulunur. Okurlardan kendilerine kelime tanımları göndermelerini ister. Sonrasında halkın her kesiminden sayısız sözcük tanımlamaları gelir. Dolayısıyla sanıldığı gibi Oxford sözlük sadece bir grup elit tarafından hazırlanan bir sözlük değildir. Oxford sözlük tüm İngiliz halkının (avamın) katılımıyla hazırlanan bir sözlüktür. Kitap, bir yandan Oxford sözlüğünün hazırlanmasını anlatırken diğer yandan da insan ruhunun kuytu köşelerine inerek dâhiliğin ve deliliğin kaynağını anlatır. İşte sözlük böyle hazırlandığı için Oxford Sözlüğü hemen hemen dünyanın en kapsamlı sözcük hazinesi olan bir sözlük sayılır.
İşte aynı maksatla da 26 Eylül 1932 - 5 Ekim 1932 tarihleri arasında İstanbul’da Domabahçe sarayında ‘’Türkçe Kurultay’’ adıyla 917 kişilik katılımla gerçekleştirilen Birinci Türk Dili Kurultayı için kurultaya yalnız uzmanların, Türkçe edebiyat öğretmenleri ile yazarların değil, halktan da dileyenlerin katılması öngörüldüğü için, yayımlanan bildiride "Kadın erkek her Türk yurttaş Türk Dili Tetkik Cemiyeti üyesidir. Kendini kurultaya çağrılmış saymalıdır" diye ifade kullanılır. I. Türk Dili Kurultayı’’na katılanlar arasında saz şairleri ve köylü kadınlar da vardır. Çünkü Mustafa kemal Atatürk dil çalışmalarına bizzat halkın katılmasını istiyordur.
Lehçe-i Osmanî
Aslında bu yöntem, yani sözlüğü avamın hazırlaması sadece İngilizlere, Oxford sözlüğüne mahsus değildir. Bizden Ahmet Vefik Paşa’nın 1876 yılında hazırladığı ilk Türkçe sözlüklerden birisi olan ‘'Lehçe-i Osmanî'’ (Türk Dil Kurumu Yayınları, 2000) de bu şekilde halk ağzıyla hazırlanmıştır. Ayrıca Ahmet Vefik Paşa’nın 1852 yılında hazırladığı ‘’Müntehabât-ı Durûb-i Emsâl’’ (Gökkubbe Yayınları, 2005) (Seçilmiş atasözleri) isimli bir kitabı daha vardır. Burada bir açıklama yapmam gerekiyor: ‘’Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye" (Dergâh Yayınları, 2014) isimli Ahmet Mithat Efendi’nin, Şinasi'nin ‘’Durûb-ı Emsal-i Osmaniye'’sinden istifade ederek hazırladığı bir başka atasözleri kitabı daha vardır ki bu kitap genellikle Ahmet Vefik Paşa’nın bahsettiğim kitabı ile karıştırılır tıpkı bugünkü (01 Nisan 2020) yazısında Yeniçağ Gazetesi Yazarı Ahmet Sevgi’nin karıştırdığı gibi.
Ahmet Vefik Paşa (1823 – 1891); Osmanlının devlet adamıdır, diplomatı, çevirmen ve oyun yazarıdır. Türkçülük hareketinin öncüsüdür. Devlet adamlığının yanı sıra aynı zamanda 16 dil bilen bir bilim adamıdır. Bugün de vefat yıldönümüdür. (01 Nisan 1891) Allah rahmet eylesin. (Bu sayfada daha önceleri Ahmet Vefik Paşa’yı anlatmıştım.)
TDK Türkçe Sözlük
Benim elimdeki onuncu baskı olan ve 2005 basımı TDK Türkçe Sözlük ise tek cilt. TDK Türkçe Sözlük arkasındaki açıklamada; sözlükte yer alan ‘’söz, terim, deyim, ek ve anlamdan oluşan 104.481 söz varlığı’’ndan bahsediyor. Sözlükte bahsi geçen terim, deyim, ek ve anlamı düştüğünüzde kalan sözcüklere bakıyorsunuz, bu sözcüklerin neredeyse yarıdan fazlası yabancı kökenli kelime. Şimdi sözlükte geçen Farsça, Arapça, Rumca, Fransızca, İtalyanca ve diğer yabancı dil kökenli kelimeleri Türkçe mi sayacağız? Zaten TDK Türkçe sözlüğünde her bir sözün ardında kökeni yazıyor. Mesela TDK Türkçe sözlüğü açın, ‘’S’’ harfine bakın… Nerdeyse yarıya yakını Fransızca kökenli sözcükler... İleride yazacağım ama TDK’na bir eleştirim de bu: Bu yabancı sözcükler bu Türkçe sözcükten ayrılıp ‘’Yabancı Kelimeler Sözlüğü’’ olarak ayrılmalıydı. Bu Almanlarda da böyle (Fremdwörterbuch), İngilizlerde de böyle (Dictionary of Foreign Terms in English)…
Türkçe’deki yabancı sözcükler
Sorun Türkçenin yetersizliği değil, sorun yeni Türkçe sözcük üretilememesindedir. Dilimizde yeralan yabancı sözcüğün yerine üretilmeyen ve Türkçede gereksiz yere duran yabancı sözcükler, Türkçelerinin ölümüne neden olmaktadır. Kimi kök sözcüklerin ölü kalması da pek çok yabancı sözcüğe karşılık bulunmasını engellemektedir. Yabancı tek bir sözcük için Türkçe bir kök sözcük ve bu kökten türetilebilecek yaklaşık 400¹² sözcük feda edilmektedir. Bu konuya ayrı bir yazımda değineceğim.
Türkçe sözcük geliştiremeyince, açık yabancı sözcüklerle kapatılmaya çalışılmıştır. Yabancı sözcüklerin varlığı da ulustan kopuk bir aydın kesim yaratılmasına yol açmıştır. Çünkü her yabancı sözcük geldiği dilin kültürel kodlarının taşıyıcısı olmaktadırlar.
Bir başka yönden de anlamı dışında gramer olarak de yabancı sözcükler, Türk Dili'nin ses yapısına aykırı olması nedeniyle Türk Dili'ndeki ünlü ile ünsüz uyumlarını bozarak ses çirkinliğine neden olmuşlardır. Yabancı sözcükler, dilbilgisinde aykırı durumlar yaratarak Türk Dili'nin kurallı yapısını güçsüz düşürmektedirler.
Türkçede yeni sözcükler üretilmediği için Türkçe yoksullaştırılmış ve yoksunlaştırılmıştır. Örnek olarak; ‘’Birinci Dünya Harbinde Çanakkale muharebelerindeki Arıburnu mücadelesi’’ diye ifade edildiğinde üç boyuttan bahsedilmektedir (harp, muharebe ve mücadele). Arapça bir sözcük olan ‘’harp’’ karşılığı Türkçe ‘’savaş’’ iken, yine Arapça bir sözcük olan ‘’muharebe’’ ve ‘’mücadele’’ sözcüklerine Türkçe sözcükler üretilmemiştir. Yukarıda verdiğim örneği ‘’Birinci Dünya Savaşında Çanakkale savaşındaki Arıburnu Savaşı’’ diye söylendiğinde üç boyutlu bir dünyadan tek boyutlu bir dünyaya inerek düşünce yoksulluğu yaratılmıştır.
Ayrıca var olan kelimeler de kullanılmayarak anlatılmak istenen duygu tek bir kelimeye indirgenerek de Türkçe yoksullaştırılmaktadır. Bu konuya birkaç örnek verecek olursam; ‘’şeref, haysiyet, izzetinefis, gurur, saygınlık, itibar’’ gibi sözcükler dururken, bu sözcükler kullanılmayıp, bu sözcükler yerine yerine sadece Fransızca kökenli ‘’onur’’ (Fransızcada honneur, İngilizcede honor ) kelimesinin; “şaheser, şahane, harika, müthiş, mükemmel, emsalsiz, muhteşem, olağanüstü, fevkalade” gibi farklı ifade sözcükleri varken sadece yine Fransızca kökenli ‘’süper’’ (super) kelimesinin ve “kararsızlık, şüphe, endişe, vesvese, merak” kelimeleri varken bütün bunların yerine sadece “kuşku” kelimesinin kullanılması dili yoksullaştırmakta ve yoksunlaştırmakta ifade zenginliğini yok etmektedir.
Geldiğimiz yer
Peki bu durumdan kurtulmak için, düzelmek için umut var mı? Aşağıda bazı istatistikler vereyim umut var mı yok mu buna da siz karar verin…
Yazar Orhan Tüleylioğlu “Yalnız Kitap” , (UM:AG Araştırmacı Gazetecilik Vakfı, 2014) isimli eserinde şu istatistiki bilgileri veriyor:
* Türkiye’de son 5 yıl içinde (2009 -2014 arası) 10 binin üzerinde kitapçı kapandı.
* Türkiye’de günde ortalama televizyon karşısında geçirilen zaman 5 saat, kitaba ayrılan zaman ise yılda sadece 6 saat.
* Bir Japon yılda ortalama 25, bir İsviçreli 10, Fransız 7, Türk ise 10 yılda ancak bir kitap okuyor.
* Almanya’da 14.372, İngiltere’de 5.183 kütüphaneye karşın Türkiye’de 310 kütüphane bulunuyor.
* Almanya kütüphanelerinde 150 milyon kitap bulunurken Türkiye’de 13 milyon kitap yer alıyor.
* Türkiye’de ihtiyaç maddeleri sıralamasında kitap, 235. sırada yer alıyor.
Bunun neticesi ne mi olmuştur?
Yapılan bir araştırmaya göre; ilköğretimi bitiren bir öğrenci ABD’inde 71.000, Almanya’da 60.000 civarında sözcük ile karşılaşıyor. Bu miktar Suudi Arabistan’da ise 12.000 civarındadır. Bizde ise bir öğrenci ilköğretimi bitirdiğinde 6.000 civarında bir sözcükle karşılaşıyor. Bu mukayese Türkçedeki sözcük hazinesinin ne kadar yoksullaştığını ve yoksunlaştığını gösteriyor.
OECD'nin yürüttüğü ve her üç yılda bir yapılan PISA testinde 2015’te yapılan ve 6 Aralık 2016 tarihinde açıklanan ortak sınav sonuçlarını içeren raporunda OECD üyesi 35 ülkenin de aralarında bulunduğu 72 ülkede uygulanan sınavlarda, Türk öğrenciler fen bilimlerinde 52., okuma becerilerinde 50., matematikte ise 49. sırada yer aldığı, Türkiye’nin, üç ders alanında da OECD ortalamasının bir hayli gerisinde kaldığı belirtildi. OECD’nin 35 ülkesi arasında ise 34. sıradayız. Bizden kötü tek bir ülke var; o da Meksika. Romanya, Arnavutluk ve Uruguay'ın bile gerisindeyiz. Böylesi bir sonucu başka nasıl izah edebiliriz ki?
Türkçe o kadar yoksullaştırılmış ki; yabancı dilden Almanca, İngilizce, Fransızca veya Arapça bir sözlük alın, rastgele herhangi bir yabancı sözcük seçin ve Türkçe anlamına bakın. Bu yabancı sözcüğün Türkçe anlamı olarak muhakkak ki birden fazla Türkçe sözcük bulacaksınızdır. Çünkü tam karşılığı bir Türkçe sözcük olmadığı için açıklama için birden fazla sözcük kullanılmaktadır. Dünyanın en zengin ve en güzel dilinin geldiği hale bakın.
Yine yapılan bir araştırmaya göre; bir kişinin dâhi olması için kendi lisanında bilmesi gerek sözcük sayısı 40.000 adet. Alman yazar Goethe bu nedenle meşhur eseri ‘’Faust’’unda bilerek 40.000 farklı Almanca sözcük kullanmış. Bir kişinin yazar, politikacı olarak topluma yön verebilmesi için de bilmesi gereken sözcük sayısı 20.000 adet. Bir kişinin böyle bir iddiası yok da sadece çağını anlayan ve algılayan bir vatandaş olmak istiyorsa bilmesi gereken sözcük sayısı 10.000 adet. Yapılan bir diğer araştırmada ise Türk insanının günde 300 ila 500 sözcük kullandığını gösteriyor. Bu tespit karşısında başka bir yoruma gerek var mı?
İlköğretimi bitirdiğinde akranlarının yedide biri kadar sözcükle karşılaşan, günlük hayatında olması gerekenin yirmi katı daha az sözcük kullanan insanların günümüzün karmaşık dünyasını kavrayışları ve algılayışları mümkün olur mu? Sözcüklerin cüceleştiği yerde düşünceler de cüceleşmez mi? Böyle insanların daracık ve küçücük dünyaları olmaz mı?
Sonuç
Ne yazık ki Türkçemizdeki yabancı dillerin hâkimiyeti nedeniyle ne Wilhelm von Humbolt’un ne de Ludwig Wittgenstein’in düşünceleri doğrultusunda gelişmeler olmuştur. Ne dilimiz gelişmiştir ne de kültürümüz. Türkçedeki sıkıntı Türkçenin yenilenmemesidir, Türkçe'nin donuk kalmasıdır. Yenileşen dil düşünceyi de yenileştirecektir. Düşün dünyamızın zayıf kalması bundandır.
Lisanımızı, Türkçemizi geliştiremedik... Ruhunuzu geliştiremedik... Hep yabancı kelimeler kattık içine... Dil sistematiğimizi bozduk, bozulan dil yoluyla düşünce sistematiğimizi bozduk… Çünkü insanlar sözcüklerle düşünürler. Düşünce, birbiriyle ilintili sözcükten sözcüğe yol bularak insan beyninde oluşmasını sürdürür. Sözcükleri birbiriyle etkileşime sokamayan beyinler kavrama yeteneğinden ve yaratıcılıktan yoksun kalırlar.
Bozulan dil sistematiğimize ve bozulan dil yoluyla bozulan düşünce sistematiğimize iki örnek vermek istiyorum:
Fransızca'dan ‘’şoför’’ (chauffeur), İngiizce’den ‘’ direksiyon’’ (direction) ve ‘’trafik‘’ (traffic) Almanca’dan ‘’otomobil’’ (automobil) aldık...
Türkçede ‘’ak’’ son eki bir ‘’alan’’ı belirtir. ‘’Çorak’’, ‘’sulak’’, ‘’ kurak’’ alanlar gibi… TDK, ‘’uçak’’ sözcüğünü ürettiğinde bu sözcük ‘’havaalanı’’ karşılığı bir sözcüktü… Ancak “uçak” hava alanı olarak değil de uçan nesne olarak kullanılmaya başlanır. Bunu uçurana da Fransızca “pilote” sözcüğünden “pilot” denir.
Bu iki örneği çoğaltmak mümkündür. Böylece aynı konu / alan / faaliyet içerisindeki kelimeler arasında bir bağ kuramadığımız ve sözcükleri birbiriyle etkileşime sokamadığımız için nesneler, olgular ve kavramlar arasında da bir bağ kuramadık ve böylece dil yoluyla düşünce sistematiğimizi bozduk, muhakeme yeteneğimizi yitirdik... Hem edebiyatta hem eğitimde hem iç politikada hem dış politikada ve hem de stratejide düşünce sistematiğimizi bozarak, muhakeme yeteneğimizi yitirerek, pusulamızı şaşırdık, yönümüzü kaybettik, kafamızı karıştırdık.
Wittgenstein’ı anımsarsak, ne diyordu Wittgenstein: “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” Böylesine daracık dünyaları olan insanların Humboldt’un söylediği gibi ruhlarının kıvrımları, incelikleri ve zenginlikleri olur mu? Olmaz; çünkü ifade edilemez... Dil gelişmediği için kültürel gelişme de olmaz... Sosyal gelişme de olmaz… Politika da olmaz; politika üretilemez. Strateji de olmaz; üretilemez.
Benim burada uzun uzun anlattığım bu kısmı vaktiyle Çetin Altan bir yazısında bir cümleyle anlatmıştı: “Birkaç yüz kelimeye sığıyorsa dünyanız, Matisse’nin balıklarına bakmayın, anlamazsınız.” (Henri Matisse 1869 – 1954- 20. yüzyılın en önemli ressamlarındandır. Renkleri büyük bir ustalıkla kullanışıyla Picasso ve Kandinsky ile birlikte, modern sanatın en büyük sanatçılarından biri kabul edilir. En önemli eserlerinden birisi de ‘’Red Fish’’ -Gold Fish- Kırmızı Balıklar’dır…)
Çetin Altan böyle demiş ama bugün için elimizin altında Ferit Devellioğlu’nun ‘’Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’’ (Aydın Kitabevi, 2009) veya Mehmet Kanar’ın ‘’Örnekli Etimolojik Osmanlı Türkçesi’’ (Derin Yayınları, 2003) yoksa eğer edebiyata, tarihe, felsefeye, tasavvufa yabancı kalıyoruz... Verâ nedir, masivâ nedir, maverâ nedir, elimiz böğrümüzde baka kalıyoruz... Çünkü bunların yerine yenilerini, Türkçelerini üretip koyamadık...
Derdim de eski kelimeler değildir benim.... Derdim kelimesizliktir, derdim sözcüksüzlüktür, derdim Türkçe’sizliktir benim... Oksijensiz kalmış, entübe edilmiş Koronavirüs hastası gibi yoğun bakımlarda kelimesiz, sözcüksüz, Türkçe’siz kalmış boğuluyorum… Kör kuyularda merdivensiz kalmış gibi, kör kuyularda kelimesiz, sözcüksüz, Türkçe’siz kalmış debeleniyorum… Tarifi bir mümkünsüz, çaresi bir imkânsız derde düşmüş gibi kelimesiz, sözcüksüz, Türkçe’siz kalıp derdimi anlatmak için çırpın çırpın çırpınıyorum… Kendi radyomda harflerin bile gâvurca okunup ‘'er-aş pozitif’' diye kan istenmasinden ve habire ‘'Oşinografi Dairesi’nin bildirilerinin okunmasından tarifi bir mümkünsüz ızdıraplar çekiyorum... Hani derdi ya Orhan Veli Kanık ‘’Anlatamıyorum’’ isimli şiirinde ‘’kelimelerin, sözcüklerin kifayetsiz’’ oluğundan bahsederek:
‘’Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum…’’
İşte benim de uzun uzun yazmam bundandır. Epeyce yaklaşıp, duyup da anlatamayışımdandır. Kelimelerimin, sözcüklerimin kifayetsiz, cümlelerimin bir mümkünsüz oluşundandır. Kelimeler, sözcükler bulup derdimi anlatamayışımdandır...
Bu kadar az okumayla, bu kadar az kelimeyle siyaset yapamazsınız, strateji oluşturamazsınız, güvenlik politikaları kurgulayamazsınız, sanat, edebiyat yapamazsınız, kültür oluşturamazsınız, ittifak yapamazsınız, çağın güvenlik ihtiyaçlarına cevap veremezsiniz… Vazgeçtim tüm bunları, çağınızı anlayıp kavrayamazsınız…
Ve İncil’de geçen bir ayet:
‘‘Sorun; bu dünyada insan olmanın ne anlama geldiğini tanımlamaya yetmeyecek kadar az kelimeye sahip olmamızdır. Ve Dünyada en büyük trajedi, insanoğlunun uyanamadan ölecek olmasıdır.’’
Sorun burada da bitmiyor… Türkçe’nin en büyük sorunu Türkçe’deki ‘’nitelik’’ sorunudur… Onu da yarın ki yazıma bırakayım…
Osman AYDOĞAN