İzmir depreminin düşündürdükleri
31 Ekim 2020
İzmir'in Seferihisar açıklarında 30 Ekim 2020 günü saat 14.51'de 6.9 büyüklüğündeki bir deprem meydana geldi. Deprem İstanbul’da da hissedildi. AFAD, depremde İzmir’de bazı binaların yıkıldığı, çok sayıda binada da hasar oluştuğunu, biri boğulma olmak üzere 36 kişinin hayatını kaybettiğini, 885 kişinin yaralandığını bildirdi.
Marmara Denizi’nde de, Malatya – Elazığ hattında da günlerdir değişik büyüklüklerde deprem oluyor… 1999 depreminin bir benzeri hatta daha büyük ölçekte olanı da yıllardır İstanbul’da bekleniliyor...
Deprem bir güvenlik sorunudur.
Depreme tekrar dönmek üzere kısaca insanın güvenlik ihtiyacını ve bu ihtiyaçtaki değişimi kısaca anlatarak tekrar deprem konusuna dönmek istiyorum.
İnsanların ve toplumların güvenlik ihtiyacı ilkel insandan beri var olagelmiş ancak bu güvenlik ihtiyacı teknolojik, ekonomik, sosyal, siyasal ve toplumsal değişimlere de paralel olarak süregelen bir dönüşüm içinde olmuştur.
İlkel insanın güvenlik ihtiyacı
İnsanların güvenlik ihtiyacı Maslow'un gereksinimler hiyerarşisi içerisinde Fizyolojik gereksinimler (nefes alma, besin, yemek, su, cinsellik, uyku, sağlıklı metabolizma, boşaltım) den sonra ikinci sırada yer alır.
Bu ihtiyacı gidermek için ilk insanlar vahşi hayvanlardan korunmak maksadıyla su üzerine ev yapmış ve korunma ihtiyacını bu şekilde gidermişlerdir.
Zamanla sosyalleşen, gruplaşan, kabilelere, dinlere ve mezheplere bölünen insanlar bu ihtiyaçlarını diğer grup, kabilelere ve dinlere karşı korunmak üzere surlar, kaleler, fiziki diğer engeller yaparak ve asker besleyerek sağlamışlardır. Tarihte insanoğlu savunmasını ve güvenlik ihtiyacını 16. yüzyıla kadar bu şekilde sağlamıştır.
Değişen güvenlik paradigmaları
İnsanoğlunun bu şekildeki savunma anlayışı ve güvenlik paradigmaları 17. yüzyıldan itibaren değişime başlamıştır.
Tarihte güvenlik paradigmaları ilk olarak 1648’de ikinci olarak da 1990’lı yıllarda değişmiştir. Değişen güvenlik paradigmalarına göre güvenliğini kurgulayamayan ve güvenlik birimlerini ona uygun araç ve gereç ile teçhiz edemeyen ve eğitemeyen toplumların sonu hüsran olmuştur.
Vestfalya Anlaşması
Avrupa’da 1618-1648 yılları arasında yaşanan 30 Yıl Savaşları (ki mezhep savaşlarıdır) Westphalia (Vestfalya) Anlaşması ile sona ermiş ve bu anlaşma ile uluslararası ilişkilerin paradigması değişmiştir.
Vestfalya Anlaşması Avrupa’ya; Devletlerin egemenliği ve siyasal Self Determinasyon (Geleceklik Hakkı) esasları prensibini, devletlerarası (yasal) eşitlik prensibini ve bir devletin iç işlerine başka bir devletin karışmaması prensibi getirir…
Vestfalya Barışı ile Avrupa’da devletler daha seküler (dünyevi) bir düzlemde pozisyon alır ve dini, devletin tekeline alarak toprakları üzerinde devletin mutlak egemen olmasını sağlarlar…
Dolaysıyla Vestfalya Anlaşması ile devletlerin güvenlik anlayışında da esaslı değişiklikler olur. Güvenlik demek artık; seküler dünya düzeni, egemenlik ve eşitlik demektir.
1815 Viyana Kongresi
1789 Fransız İhtlali, 1815 Waterloo Savaşı ve 1815 Viyana Kongresi ile Avrupa’da gerçek anlamda bir statüko oluşturulur. 1853-1856 Kırım Harbinde Avrupa Osmanlı yanında yer alarak bu statükonun Rusya lehine bozulmasına izin vermezler.
Ancak 1789 Fransız İhtilalinin yağdığı fikir akımları, Sanayi Devrimi, devletlerin Pazar ve hammadde arayışları ve rekabet devletlerarası bloklaşmaları beraberinde getirir.
1870 Sedan Muharebesi ile 1648 Vestfalya Anlaşması ile engel olunan Alman birliği ve İtalyan birliği kurulur. Böylece 1815 Viyana Kongresi ile Avrupa’da kurulan statüko bozulur.
Dönemin güvenlik anlayışı ve teorisyenleri
Bu dönemde 18. ve 19. yüzyılın güvenlik anlayışı da ‘’Bölge – Arazi – Coğrafya’’ zemininde yoğunlaşarak vücut bulur. Bu dönemin fikir babalarını ve teorisyenliğini: "Heartland theory" (yani coğrafyayı, doğu Avrupa’yı Kalpgah’ı, özyurtu) kim yönetirse dünyaya o hükmeder fikri ile İngiliz Mackinder; ‘’hayat sahası’’ fikri ile siyasi coğrafyanın babası olan Friedrich Ratzel; ‘’deniz gücü’’ fikri ile Alfred Mahan; yine ‘’coğrafya’’ fikri ile Hitler’in fikir babası Karl Haushofer; ‘’askerî güç’’ fikri ile Machiavelli ve savaşı politikanın başka araçlarla devamı olarak gören Clausewitz oluşturur…
Bütün bu teorisyenlerin ortak özelliği belli bir bölge, arazi ve coğrafyayı askerî bir güç ile ele geçirerek güvenlik sağlamak olmuştur.
I. ve II. Dünya Savaşları
20. yüzyılın başında dünya iki bloka ayrılır. Bir tarafta İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya, Sırbistan, Karadağ, Belçika, Yunanistan, Japonya, Romanya ve ABD’nin oluşturduğu İtilaf devletleri, diğer tarafta ise Almanya, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı devletinin oluşturduğu İttifak devletleri.
İtilaf devletleri Fransız İhtilalinin doğurduğu; ‘’özgürlük’’, ‘’eşitlik’’ ve ‘’kardeşlik’’ fikirlerini savunurken, İttifak devletleri ise Prusya’nın başını çektiği; ‘’düzen’’, ‘’şeref’’, ‘’itaat’’ ve ‘’milli duygular’’ fikirlerini savunurlar.
Sonunda bu iki blok 1914 yılında savaşa tutuşur. Bir ve ikinci dünya savaşları aslında tek dünya savaşıdır. Birinci savaşta hesaplaşamayan devletler kozlarını 1939-1945 yılları arasında tekrar paylaştılar. Savaş sonunda dünya iki kutba ayrılır: Batı (NATO) ve Doğu (Varşova) Sonra da 1990 yıllarına kadar Soğuk savaş dönemi yaşanır…
Küreselleşme
20 yüzyılın sonlarına doğru 1989 yılında Sovyetler Birliği dağılır. Tek kutuplu dünyaya dönülür… Küreselleşme başlar… .
1990’lı yılların güvenlik kuramları
1994 yılında iki kitap yayınlanır. Bunlardan birisi: ‘’ Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri’’ (The Rise and Fall of the Great Powers) (Paul Kennedy, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1990). Paul Kennedy, bu kitabında son beş yüzyılın imparatorlukları üzerine araştırma yapıp şu tezi ileri sürer: ‘’Bir devlet gücünün zirvesine ulaştığında bu gücü korumak için daha fazla askerî güç kullanıyor. Bu fazla askerî güç de devleti ekonomik olarak çökertiyor.’’
Diğer kitap ise ‘’Medeniyetler Çatışması’’ (Samuel P. Huntington, Vadi Yayınları) Huntington bu kitabında tez olarak şu fikri ileri sürer: 1648’ de imzalanan ve modern uluslararası sistemin başlangıcı olarak kabul edilen Vestfalya Barışı’ndan itibaren sırasıyla krallar, uluslar ve ideolojiler arasında meydana gelen mücadeleler; uluslararası politikanın odak noktası haline gelmiştir. Bütün bu mücadelelerin ardından; şimdi sıra medeniyetler arasındaki mücadeleye gelmiştir. Huntington’a göre, demokratik Batı ile komünist Doğu’nun siyasi çatışması olarak nitelenen Soğuk Savaş’tan sonraki dönemde sorunların ve çatışmaların temel kaynağı ideoloji ve siyasi görüşler değil; din ve kültürdeki farklılıklar oluşturacaktır.
Jeoekonomi ve Jeokültür
Ve 1990’lı yılların ortalarında iki kavram doğar: Jeoekonomi ve Jeokültür. Bu tezlere göre dünya siyasetinde Hard Power faktörler (sert güçler; coğrafya, boğazlar, arazi, silah, silahlı güçler) ağırlığını ve önemini yitirmiştir. Dünya siyasetinde yükselen güç Soft Power faktörler (ekonomik ve kültürel güç) güç ve ağırlık kazanmıştır.
1990’ların sonlarına doğru artık dünya, devletler dünyasından toplumlar ve ekonomi dünyasına dönüşür. Burada bahsedilen Soft Power faktörler içerisinde de devletlerarası kuruluşlar; IMF, Dünya Bankası, BM, NATO, AP, Medya kuruluşları, Sosyal medya, CNN, Google, Microsoft, Eccon ve NGO’lar oluşturmaktadır. 1909 tarihinde 176 olan NGO’lar 2020 yılında 20.000 üzerine çıkmıştır.
1648 Vestfalya Anlaşması ile başlayan dönemde güvenlik kurgusunun ‘’Bölge – Arazi – Coğrafya’’ zemininde yoğunlaşarak vücut bulduğunu, bu dönemin fikir babalarından ve teorisyenlerinden birisinin de savaşı politikanın başka araçlarla devamı olarak gören Clausewitz olduğunu yazmıştım.
Yine 1990’larda İngiliz Kraliyet Akademisinden John Keegan bir kitap yayınlar: ‘’Die Kultur des Krieges’’ (Savaşın Kültürü) (Die Kultur des Krieges, John Keegan, Rowolt Tb. 2007) (Bu kitap Türkçeye ‘’Savaş Sanatı Tarihi’’ olarak çevrilmiştir, Doruk Yayınları, 2007) Bu kitabında John Keegan, Clausewitz’in aksine şu tezi ileri sürer: ‘’Savaş, toplumun kültürü tarafından şekillendirilmektedir. Çatışma kültürünün hâkim olduğu toplumlarda savaş kaçınılmazdır.’’
Bu çerçevede ‘’Jeokültür’’ kavramının içeriği şu olgular oluşturmaktadır: Hukuk (Evrensel-laik hukuk), uzlaşma kültürü, insan hakları, kadın hakları, özgürlükler, demokrasi, azınlık hakları, çevre sorunları, sanat, edebiyat, felsefe ve dil. Bu içerik sabit olmayıp günün koşullarına ve ihtiyaçlarına göre genişletilebilir…
Günümüzdeki güvenlik paradigmaları
Günümüzde artık güvenlik 18. yüzyılda olduğu gibi belli bir bölge, arazi ve coğrafyayı askerî bir güç ile ele geçirerek güvenlik sağlanmamaktadır. Bölge, arazi, coğrafya ve askerî güç artık önde olan bir güvenlik parametresi değildir.
Günümüzdeki güvenlik parametreleri jeoekonomiyi ve jeokültürü oluşturan güçlerden oluşmaktadır. Jeoekonomik güç olarak uluslararası kuruluşlar, finans kuruluşları, medya kuruluşları, NGO’lar, global şirketler yer almaktadır. Jeokültür olarak da toplumun uzlaşma kabiliyeti, hukuk (Evrensel-laik hukuk), insan hakları, kadın hakları, özgürlükler, demokrasi, azınlık hakları, çevre sorunları, sanat, edebiyat, felsefe ve dil yer almaktadır.
Almanya örneğinde jeoekonomi ve jeokültürün günümüzde kullanımı
Almanya her iki savaşta kaybettiği Prusya topraklarını Alman jeokonomisini ve jeokültürünü kullanarak bir tek mermi bile atmadan tamamen geri almıştır.
Bugün itibarıyla Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Avusturya, Slovenya ve Macaristan’ın hemen hemen bütün fabrikaları, hemen hemen bütün şirketleri, AVM’leri, toptancıları, perakendecileri, ekmek fırınları, pastaneleri, kahvehaneleri, berberleri ve kuaförlerinin neredeyse tamamı Alman şirketleri tarafından satın alınmıştır. Almanya’nın bu gücü İkinci Dünya Savaşında başaramadığı Bulgaristan ve Yunanistan’a kadar da uzanmaktadır. Bugün itibarıyla Yunanistan’ın bütün tur operatörleri, turizm şirketlerinin neredeyse tamamı Almanya’ya aittir.
Almanya’nın da en büyük partneri de sanıldığı gibi üyesi olduğu AB veya müttefiki olduğu ABD değil Rusya’dır. Ve Almanya’nın etrafında kavgalı kimsesi de yoktur.
Almanya bu gücü sayesinde günümüzde yaşanan Korona salgın hastalığını en rahat atlatan devletlerden bir tanesidir.
Günümüzde Almanya’nın en büyük güvenlik endişesi Fransa’dan veya Rusya’dan gelecek zırhlı birlikler değildir. Günümüzde Almanya’nın en büyük güvenlik endişesi iki tane mikrobiyologdur, iki tane bilgisayar hackeridir, mültecilerdir, salgın hastalıklar, doğal afetler ve halkın refahında olabilecek kayıplardır.
Günümüzde Almanya’nın askerî bir güç olarak sadece bir tane milli kolordusu vardır: IV. Kolordu. Almanların hepsi kolordu olmak üzere; bir Almanya- ABD, bir ABD-Almanya, bir Fransa-Almanya ve bir de Almanya-Polonya-Danimarka Kolordusu vardır. Ancak Alman Silahlı Kuvvetleri içerisinde Federal Silahlı Kuvvetleri Altyapı, Çevre Koruma ve Hizmetleri Federal Ofisi (BAIUDBw) (Das Bundesamt für Infrastruktur, Umweltschutz und Dienstleistungen der Bundeswehr (BAIUDBw), Sanitätsdienst (Bünyesinde dünyanın en büyük askerî hastaneler zincirini barındıran Tıbbi Hizmetler), Cyber- und Informationsraum (Siber Bilgi Alanı) gibi günümüz tehditlerine cevap verebilecek unsurlarının her biri neredeyse kara, hava ve deniz kuvvetlerine eşit güçtedirler.
Gelelim Türkiye’ye…
Günümüzde Rusya’nın, Yunanistan’ın veya bir başka ülkenin yarın Türkiye’ye saldırma ihtimali yoktur. Bu ihtimal bir hafta sonra da yoktur, bir ay sonrada yoktur, bir yıl, on yıl sonra da yoktur.
Ancak bu yazımı okuduktan bir dakika sonra, beş dakika sonra, beş saat sonra, beş gün sonra, beş yıl sonra veya on beş yıl sonra dünkü İzmir depremi gibi veya daha büyük bir depreme maruz kalma ihtimaliniz çok çok yüksektir.
Veya şimdi olduğu gibi bütün ülkenin boydan boya Koranavirüs gibi bir salgın hastalık, bir epidemi ile karşılaşması çok büyük bir ihtimaldir. İhtimal de değildir bizzat vakadır artık.
Veya ülkenin bir yerinde bir kimya tesisinde bir sızıntı olması, kontrol edilemeyen bir yangın olması da her zaman mümkündür…
Veya bu konularda ülkenin, biyolojik, kimyasal veya nükleer bir saldırıya maruz kalması da her zaman mümkündür.
Ülkede büyük bir deprem olduğunda, Allah korusun İstanbul depremle yerle bir olduğunda, köprüler, tüneller yıkıldığında hayatı normale S-400’ler mi döndürecek yoksa F-35’ler mi, yoksa çok öğündüğümüz Altaylar, Fırtınalar, Panterler, İHA’lar, SİHA’lar mı?
İstanbul’da deprem yardımına ailesi de eşi, çocukları da yıkıntı altına kalmış itfaiye personeli mi koşacak?
Büyük depreme maruz kalmış İstanbul’a ulaşmak için yıkılan viyadüklerin yerlerine S-400’ün füzelerini mi viyadük ayağı yapacaksınız? Nehir üzerinde yıkılan köprülerin işlevini nasıl sağlayacaksınız?
İşte fiilen yaşıyoruz Koronavirüs salgınını… Daha ne olacağı, salgının ne kadar yayılacağı belli değil… Milyar dolarları döktüğünüz o kocaman kocaman AVM’ler mi size hastane olacak?
Nerede sizin askerî hastaneleriniz? Nerde o askerî hastanelerin sahra hastaneleri? Askerî hastaneleri kapatırken aklınızı peynir ekmekle mi yediniz siz? Nerede NBC birlikleriniz, nerede sizin dekontaminasyon birlikleriniz?
Dört milyon sığınmacınız var. Bu sığınmacılar ülkenin sosyal dokusunu, demografik yapısını tehdit etmiyor mu? Sığınmacılar Almanya’nın güvenliğine tehdit de sizin güvenliğinize tehdit değil midir?
Yeni güvenlik paradigmaları ve yeni ordu
Bu sorular çoğaltılabilir. Ordunun mutlaka yeni tehditlere göre şekillenmesi, teşkilatlanması ve teçhiz edilmesi gerekmektedir çatışma kültürünün yoğun olduğu bir coğrafyada yaşadığımızı da unutmadan... Devir Kanal İstanbul ile, üretime dönük olmayan rant projeleri ile ülkenin kaynaklarını ve enerjisini harcama devri değildir.
Günümüzde anlattığım gibi güvenlik paradigmaları değişmiştir. Günümüzde bir ülkenin birliği, dirliği ve güvenliği artık anlattığım gibi gelişmiş silahlarla, güçlü ordularla sağlanmamaktadır.
Günümüzde bir ülkenin birliği, dirliği ve güvenliği iki yönlü olarak sağlanmaktadır.
Bir yandan güvenlik politikaları; deprem, sel, salgın hastalık vb. doğal afetlere karşı ordunun yeniden teşkil, teçhiz, eğitimi ve diğer kamu kuruluşlarıyla işbirliğini gereksindirmektedir.
Diğer yandan da günümüz güvenlik politikaları; halkın refahı ile sağlanmaktadır, evrensel hukuk ile sağlanmaktadır, adalet ile sağlanmaktadır, kültür ile sanat ile edebiyat ile sağlanmaktadır, sosyal adalet, sosyal ve siyasal barış ile sağlanmaktadır, demokrasi, insan hakları, özgürlükler ile sağlanmaktadır, güçlü ittifaklarla, güçlü ekonomiyle, güçlü şirketlerle, güçlü toplumla, güçlü bireylerle sağlanmaktadır. (‘’Güçlü ordu, güçlü Türkiye’’ ile değil)…
Hukuk güvenliği olmayan bir ülkeyi artık günümüzde hiçbir gelişmiş silah koruyamaz hale gelmiştir... Ülkenin güvenliğini, birliğini ve dirliğini de hiçbir silah, hiçbir füze, hiçbir uçak, hiçbir ordu ‘’adalet’’ gibi, ‘’refah’’ gibi sağlayamaz hale gelmiştir…
Siyaset, güç kullanmadan sorunları çözme sanatıdır. Dış siyaset dost edinme sanatıdır. Edebiyatsız, sanatsız, felsefesiz, kültürsüz, derinliksiz de siyaset yapamazsınız… Siyaset yapamadığınız yerde, siyasetinizin iflas ettiği yerde, siyasetinizin tükendiği yerde elbette ki güce başvurursunuz…
Ordu demek mutlaka silah, top, tüfek, füze, uçak, gemi demek değildir. Afet ordunuz nerededir? Sağlık ordunuz nerededir? Kültür ordunuz nerededir? Eğitim ordunuz nerededir? Bilim ordunuz nerededir?
Günümüzde ülke için ulusal güvenlik tehditleri
Deprem bölgesi ülkemizde depreme dayanıklı bina yapmayan ve bunu kontrol etmeyen, dere yataklarına, heyelan bölgelerine bina yapan ve yapılmasına göz yuman, imara aykırı binaları imar affıyla yasal hale getiren bir siyaset ülke için ulusal bir güvenlik tehdididir.
Bilim yerine hurafeler üzerine araştırma yapan üniversiteler ülke için ulusal bir güvenlik tehdididir.
Ülke gençliğini bilimle donatıp çağın ihtiyaçlarına göre yetiştirmek yerine onları ‘’kindar ve dindar nesil’’ yetiştirme projesine kurban eden bir siyaset ülke için ulusal bir güvenlik tehdididir.
Sırf kendi partisinden diye ülkedeki makamları niteliksiz adamların eline teslim eden bir siyaset ülke için ulusal bir güvenlik tehdididir…
Komşu ülkelerle barış içinde yaşayıp onlarla beraberce ekonomik işbirliği bölgeleri oluşturmak yerine onlardan düşmanlar yaratıp, sonra da bu düşmanlara göre silah üretip silah ithal ederek halkının refahını düşüren bir siyaset ülke için ulusal bir güvenlik tehdididir...
Ülke refahını artırmayan, evrensel hukuk ilkelerinden, demokrasiden ve sosyal adalet prensibinden uzaklaşan bir siyaset ülke için ulusal bir güvenlik tehdididir...
Ulusal çıkar yerine içte ve dışta ideolojik çıkar peşinde koşan bir siyaset ülke için ulusal bir güvenlik tehdididir...
Sonuç
Değişen güvenlik paradigmalarına göre güvenliğini kurgulayamayan ve güvenlik birimlerini ona uygun araç ve gereç ile teçhiz edemeyen ve eğitemeyen ve ulusal güvenlik ihtiyaçlarını çağın gereklerine göre gidermeyen toplumların sonu hüsran olmuştur. Ve Tarih Baba da ısrarla ve ısrara hep bunu söylemiştir…
Arz ederim
Osman AYDOĞAN