Akdeniz’de bir Ortaçağ korsanlığı
24 Kasım 2020
Son iki gündür gündemi, Akdeniz’de seyir halinde olan bir Türk gemisinin Ortaçağ’daki korsanları andırırcasına bir Alman firkateyni tarafından izinsiz ve yasadışı bir şekilde hem de gemiye asker çıkararak aranması konusu oluşturuyor.
Önce Alman askerî gemisi Akdeniz’de ne arıyor onu bir izah edeyim…
Irini Operasyonu
Birleşmiş Milletlerin (BM) Libya’ya yönelik silah ambargosunun denetlenmesi için Avrupa Birliği (AB) tarafından Akdeniz’de adını ''Irini'' verdikleri bir operasyon başlatılıyor.
BM Güvenlik Konseyinin Libya’ya yönelik silah ambargosunun denetlenmesi için bahsi geçen bu 2292 numaralı kararında Libya’da meşru hükümet olan Milli Mutabakat Hükümeti ile istişare ve izin zorunlu kılınıyor. Ancak hal böyle iken AB tarafından başlatılan Irini Operasyonu için AB, Libya’nın meşru hükumetinden ne izin alıyor ne de konuyu istişare ediyor. Dolaysıyla AB tarafından Akdeniz’de yapılan böylesine bir harekâtın hiçbir meşru zemini bulunmuyor.
Ayrıca AB, bu bahsi geçen yasallığı tartışmalı Irini Operasyonun taktik komutanlığına Doğu Akdeniz’deki Türk Yunan ihtilafı bilindiği halde bir Yunanlı amirali, operasyon komutanlığına bir İtalyan amirali ve operasyon komutan yardımcılığına da bir Fransız amirali veriyor.
Akdeniz’de bir Ortaçağ korsanlığı
Bu operasyonda görev alan Almanya’nın ‘’Hamburg’’ isimli firkateyni de Akdeniz’de Libya'nın Misrata kentine doğru ilerleyen Roselina-A adlı Türk bandıralı yük gemisini, 22 Kasım 2020 Pazar günü Akdeniz açıklarında durduruyor ve gemi uluslararası hukuka aykırı bir şekilde saatlerce aranıyor…
Deniz hukukuna göre, gemilerde arama yapabilmek üzere gemiye personelin çıkabilmesi için bayrak devletinin rızasının alınması gerekmesine rağmen, Türkiye’den böyle bir izin almadan Hamburg Fırkateyni’nin personeli gemiye helikopterden iniş yapıyor. Sonra da Alman askerleri saatlerce gemide arama yapıyor… Ancak gemide insani amaçlı gıda maddeleri dışında bir şey bulunmuyor...
Bu uluslararası hukuk dışı uygulama üzerine Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy konuyla ilgili bir açıklama yaparak: “AB'nin ne meşru Libya Hükümetiyle ne ülkemizle ne de NATO'yla istişare etmeden başlattığı Irini Harekâtının tarafsızlığı hâlihazırda tartışmalıdır. Hal böyleyken, ülkemizden Libya'ya taşımacılık yapan gemilere uygulanan bu çifte standartlı ve hukuk dışı muamele asla kabul edilemez” diyor…
Türkiye Dışişleri Bakanlığı da yaptığı ayrı bir açıklamada müdahalenin “muğlak bir şüphe” üzerine “rıza alınmadan” yapıldığını vurgulayarak, Ankara’daki AB ve İtalya büyükelçileri ile Almanya Maslahatgüzarı’nın (Büyükelçinin Ankara dışında olması nedeniyle) Bakanlığa çağrıldığını ve Bakan Yardımcısı Büyükelçi Sedat Önal tarafından ilgili ülkelere nota verildiği belirtiliyor…
Bakanlık açıklamasında, “Roseline-A adlı Türk ticari gemisine Irini Operasyonu çerçevesinde Türkiye’nin izni olmadan çıkılması ve geminin denetlenmesi olayının protesto edildiği, verilen notada olayın uluslararası hukuka aykırı olduğu ve tazminat hakkının da muhafaza edildiğinin kayıt altına alındığı” vurgulanıyor…
Olay bu şekilde ve Türk Dışişlerinin olaya müdahalesi ve verdiği tepki de yerinde…
Ancak…
BM’ni şartlarına aykırı, Libya’nın meşru hükümetinin haberi, rızası ve onayı alınmaksızın ve NATO’nun da onayı ve haberi olmaksızın AB’nin nasıl böyle bir operasyon yapabildiği ve bu operasyon kapsamında hukuksuz bir biçimde Türk gemisine korsanca müdahale edilebildiği sorgulanmaya muhtaçtır.
Tarihte kısa bir yolculuk
Olayın meşru Libya hükumeti ve NATO dışında ülkemizle olan kısmını anlayabilmek için her zaman olduğu gibi yine geçmişe, tarihe ve tarihte yaşanan olaylara ve bu olaylar karşısında Türkiye’nin tepkisine gidelim… Çok kısa olarak:
Takvimler 01 Ekim 1992 gününü göstermektedir. O tarihte Ege Denizinde ABD ile ortak icra edilen “Kararlılık Gösterisi-92” tatbikatına katılan ABD uçak gemisi Saratoga’dan atılan “Sea Sparrow” güdümlü füze ile Türk donanmasına ait Muavenet gemisi vurularak gemi komutanı dâhil beş asker şehit edilir… Ancak bu olayı hem Türk Dışişleri Bakanlığı hem Genelkurmay Başkanlığı hem de Türk Devleti sineye çeker. Bu saldırı karşısında verilmesi gereken tepki verilmez… Bu olayın detaylarını sayfamda anlatmıştım. (TCG Muavenet)
Takvimler 04 Temmuz 2003 gününü göstermektedir. Irak’ın Süleymaniye kentinde Irak’taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan askerlerince Türk ordusunun seçme birlikleri derdest edilip başlarına çuval geçirerek kaçırırlar… Bu olay da hem Türk Dışişleri Bakanlığınca hem Genelkurmay Başkanlığınca hem de Türk Devletince sineye çekilir. ABD’ye nota bile verilmez...
Takvimler 31 Mayıs 2010 tarihini göstermektedir. Mavi Marmara isimli yolcu gemisi birçok, milletten, dinden aktivistler, gazeteciler, sanatçılar, gönüllüler ile birlikte İsrail'in Gazze'ye uyguladığı ambargoyu kırmak için diğer beş gemi ile birlikte Akdeniz'de, İsrail'den 70-80 mil (130-150 kilometre) açıktaki uluslararası sularda bulunmaktadır. Bu tarihte İsrail, uluslararası karasuları kanunlarında karasuyu sayılmayan bu bölgede Mavi Marmara gemisine operasyon düzenler. İsrail’in onlarca asker, gemi ve helikopterle düzenlediği operasyonda 9 Türk vatandaşı hayatını kaybeder. Birçok yolcu da bu operasyonda yaralanır. Geri kalan gemiler ve yolcular da rehin alınır…
Türkiye, bu olay üzerine İsrail ilişkilerini sona erdirerek ilişkilerin tekrar normalleşebilmesi için üç şart koyar: İsrail'in yaşanan olay üzerine özür dilemesi, saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine tazminat ödenmesi ve İsrail'in Gazze ablukasını sona erdirmesi. İsrail; olaydan üç yıl sonra uluslararası baskılar neticesinde Türkiye'den resmi olarak özür diler, saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine tazminat ödemeyi kabul ederek olaydan yaklaşık altı buçuk yıl sonra 20 milyon Dolar tazminat öder. Ancak İsrail Gazze ablukasını hafifletse de asla kaldırmaz… Ölenler öldükleriyle kalırlar.
Takvimler 02 Haziran 2016 tarihini göstermektedir. O gün Alman Federal Meclisi 1915 olaylarını '’soykırım’' olarak niteleyen kararını almıştır. Ancak Türkiye bu karar karşısında yine yeterli bir tepki göstermemiştir…
Tarihler 01 Ağustos 2018 tarihini gösterdiğinde de ABD, Türkiye’de Türk yasalarına göre tutuklu bir rahibi gerekçe göstererek iki Türk bakan hakkında yaptırım kararı alır. Sonra da tutuklu bu rahip ABD Başkanı Trump’ın ricası üzerine serbest bırakılarak özel bir uçakla ABD’ye gönderilir. Bir başka tutuklu birisi de Alman Başbakanı Merkel’in ricası üzerine hapisten serbest bırakılarak Almanya’ya özel uçakla gönderilir.
ABD Başkanı Trump’ın uluslararası diplomatik kurallara ve nezaket kaidelerine aykırı hakaretler içeren mektupları aynı şekilde Dışişleri Bakanlığı ve Türk Devletince sineye çekilir…
Ve kısa bir fıkra
Yılanın biri, yılanların bilgesine giderek şikâyette bulunmuş: ‘’İnsanlar hep üzerime basıyorlar’’ diye… Bilge yılan cevap vermiş: ‘’Üzerine ilk basanın ayağını ısırsaydın bir daha kimse senin üzerine basamazdı…’’
Sonuç
Dış politika işte böyle bir şeydir… Bugün Akdeniz’de, Kızıldeniz’de, Basra körfezinde onlarca İran gemisi dolaşmaktadır. Acaba neden bir İran gemisinin başına bezer bir hadise gelmemektedir? Bunun cevabı İran diplomasisinde gizlidir. Neden Akdeniz’de bir Türk gemisinin başına böyle bir olay gelmiştir? Bunun cevabı da geçmişte benzer olaylar karşısında izlenilen yetersiz tepkilerde gizlidir.
Basında bu olay karşısında Almanya’ya derhal bir misillemede bulunmaktan bahsedilmektedir. Diplomaside mütekabiliyet esastır. Ancak bunu yaparken yanlışa düşmemek gerekir. Yanlışa yanlışla cevap vermek daha büyük bir yanlıştır. Diplomaside birinci kural saygınlığınızı, soğukkanlılığınızı ve tutarlılığınızı kaybetmemenizdir… Diplomaside saygınlığınızı; kişisel nitelikleriniz, hukuka olan saygınız ve uluslararası alandaki sosyal ilişkilerinizle kazanırsınız… Örnek istiyorsanız eğer beğenmediğiniz şimdiki İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'i alın bir inceleyin derim.
Sorun; ‘’Eyyyy’’ hitaplarıyla dış politikayı bir iç politika enstrümanı olarak görenlerden, kullananlardan kaynaklanmaktadır.
Osman AYDOĞAN