Kur’an’ı Türkçe okumak!
24 Aralık 2020
Diyanet İşleri Başkanlığı, 23 Aralık 2020 Çarşamba günü kendi İnternet sitelerinde ‘’Türkçe ibadet ve ezanla ilgili açıklama’’ başlığı altında bir duyuru yayınlayarak kısaca Kur’an’ın ve ezanın Türkçe okunmasının doğru olmadığını ifade etti…
Önce bu açıklama neden yapıldı onu anlatayım..
Şeb-i Arus
‘’Şeb-i Arus’’ kelimesi Farsça; Şeb ve Arapça; Arus kelimelerinden oluşan bir isim tamlaması olup “Düğün Gecesi” anlamına gelir.
Mevlânâ, ölümün aslen bir cismin ortadan kalkması değil, Allah’a doğru uçması anlamına geldiğini düşündüğünden, ölüm gününü “Hakk’a vuslat”, “Yaratana Kavuşma” ve ‘’Düğün Gecesi’’ olarak adlandırır. Mevlânâ için ölüm, kişinin aslına dönüşü olması nedeniyle ölümü “Allah’a dönüş” olarak yorumlar. ‘’Şeb-i Arus’’ kelimesi bizzat Mevlânâ’nın şiirinde geçer: “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” diyen Mevlânâ ‘’Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür’’ der…
Mevlânâ Celaleddin Rumi, 17 Aralık 1273 tarihinde gece vefat eder. Bu nedenle Şeb-i Arus, Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin vefat ettiği gece olarak anılır. Her yıl 7-17 Aralık tarihleri Mevlânâ Haftası olarak kabul edilir ve bu maksatla yapılan anma törenleri halk arasında "Şeb-i Arus" olarak anılır…
Bu çerçevede Hz. Mevlânâ'nın vuslata erişmesinin 745. yıl dönümü olan 17 Aralık 2020 tarihinde Mevlânâ Haftası etkinlikleri kapsamında, başta Konya olmak üzere birçok ilde düzenlenen törenlerle Mevlânâ anıldı…
İBB’nın Şeb-i Arus töreni
İşte bu etkinlikler kapsamında İBB ve Evrensel Mevlânâ Âşıkları Vakfı (EMAV) tarafından Mevlânâ’nın 747. vuslat yıldönümünde 17 Aralık 2020 Perşembe günü Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde Şeb-i Arus töreni düzenlenir… Salgın hastalık nedeniyle seyircisiz düzenlenen törende Kur'an-ı Kerim tilaveti, Ezan ve Naat-ı Şerif Türkçe okunur…
İBB’nın Şeb-i Arus törenine DİB’nın tepkisi
Ancak bu törene bazı kurum ve kişiler tepki gösterirler. Bu törene tepki gösteren kurumların başında Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) gelir… 23 Aralık 2020 Çarşamba günü Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan kendi İnternet sitelerinde ‘’Türkçe ibadet ve ezanla ilgili açıklama’’ başlığı altında bir duyuru yayınlar.
DİB bu duyurusunda kısaca ‘’Kur’an’ın ve ezanın Türkçe okunmasının doğru olmadığı’’ ifade edilir.
DİB’nın açıklamasında "Kur’an-ı Kerim’in meal ve tefsirlerini okumak gerekli olmakla birlikte okunan bu tercümelerin Kuran olarak isimlendirilmesi caiz olmadığı gibi mealin Kuran yerine okunması da doğru değildir." denilir. Ayrıca bu duyuruda ezanın Türkçe okunmasıyla ilgili de açıklama yapılarak ezanın asli halinin dışında herhangi bir dil ile okunacak çağrının, uygun olmadığı belirtilir. Duyuru metni uzun ama kısaca verilen mesaj şu şekildedir: ‘’Kur’an’ın ve ezanın Türkçe okunması doğru değildir.’’
Bu duyuru şimdilik burada kalsın…
DİB’nın yayını bir kitap: ’’Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir’’
Diyanet İşleri Başkanlığı, daha yeni, bu yıl, 2020 yılı Ağustos ayında kendisinin daha önce yayınladığı bir kitabı gözden geçirerek beş cilt halinde yeniden yayınlar: ‘’Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir’’ (Gözden Geçirilmiş Baskı ) (Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ağustos 2020)
DİB’nın yayınladığı bu kitap; Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı, Prof. Dr. İ. Kafi Dönmez ve Prof. Dr. Sadrettin Gümüş gibi alanlarında uzman bir heyet tarafından hazırlanır… Kur'an’ı ibadet olarak okumanın yanında anlamayı hedefleyen bu eser ayetler hakkında özlü bilgiler içerir…
Bu kitabın 3. cildinin 211 ve 212. sayfalarında Yusuf Suresi’nin 2. Ayetinin tefsiri yapılır. Bu ayet meali şu şekildedir: ‘’Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik’’ Bu tefsirde özetle şunlar yazılır:
‘’Bütün insanlık için gönderilmiş olan Kur’an’ın Arabistan’da ve Arapça olarak indirilmesinin coğrafî, sosyolojik, psikolojik ve dil ile ilgili sebepleri vardır… (…..) Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesinin temel sebebi, son peygamberin Araplar arasından seçilmiş olmasıdır. Yüce Allah her peygambere kendi kavminin diliyle hitap etmiş, vahyini onların diliyle göndermiştir ki peygamber Allah’ın emir ve yasaklarını kavmine rahatça anlatsın (İbrâhim 14/4). Şüphe yok ki Kur’an’ın Arap dili ile indirilmiş olması onun sadece Araplar’a indirildiğini ifade etmez. Nitekim bazı âyetler, onun bütün insanlığa hitap ettiğini, dolayısıyla evrensel bir kitap olduğunu göstermektedir (Bakara 2/185; Âl-i İmrân 3/138; Sebe’ 34/28; ayrıca bk. Ra‘d 13/37). Son peygamberin Araplar arasından seçilmesinin doğal bir sonucu olarak önce onlar ıslah ve irşad edilecek, sonra da onların aracılık ve örnekliğinde diğer kavimler İslâm iman ve ahlâkına gireceklerdi. Ayrıca Kur’an yalnız Araplar’ın kutsal kitabı olmadığından Arapça bilmeyenlerin de onu anlayabilmeleri ve böylece İslâm’ı birinci kaynağından öğrenme imkânını elde etmeleri için Kur’an’ın başka dillere çevrilmesi zorunludur.’’
Özetle DİB’nın Ağustos 2020 tarihinde gözden geçirerek yayınladığı bu eserinde İslâm’ı birinci kaynağından öğrenme imkânını elde etmek için Kur’an’ın başka dillere çevrilmesinin zorunlu olduğunu söylüyor.
Şimdi tekrar dönelim DİB’nın dün yaptığı açıklamaya: ‘’Kur’an’ın Türkçe okunması doğru değildir.’’ Demek ki Diyanet İşleri Başkanlığı, kendi yayınladıkları kitapları da okumuyorlar.
Diyorlar ki Kur’an bir mucizedir. Bir başka dile çevrilemez. Anlaşılmayan hiçbir şey mucize değildir. Asıl anladığınızda mucize olduğuna inanacaksınız. Hz. Allah Kur’an’da buyuruyor: “Biz size Kur’an’ı indirdik anlayasınız diye.” (Yusuf suresi ikinci, Fussilet suresi 44. âyeti) Türkçeye çevirip anlamıyorsanız anlamadan niye okuyorsunuz ki o zaman?
Siyasete bulaşmış DİB
Siyasete bulaşmak, siyasetin bir aracısı haline gelmek demek ki böyle bir şey: Kendi yazdığın kitapları bile inkâr etmek…
Mademki DİB’na göre Kur’an’ın Türkçe okunması doğru değildir, o zaman onlarca yabancı dilde binlerce Kur’an basılıp dağıtılırken neredelerdi? Binlerce Kürtçe Kur’an basılıp dağıtılırken, miting kürsülerinde CB elde Kürtçe Kur’an sallarken neredelerdi?
Tabii ki Diyanet İşleri Başkanlığının siyasete bulaşması bununla sınırlı değildir.
Daha dün, Diyanet İşleri Başkanı elde kılıç bir ham ervah gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin banisine cami minberinde ‘’dua’’ yerine ‘’lanet’’ okuyabilmiştir.
Yine daha dün Diyanet İşleri Başkanı, Papa’nın Ortaçağ’da cennetten toprak satması gibi Kur’an kurslarına yardım edenlere Hz. Peygamber’in bile vaat etmediği cenneti vadedebilmiştir. (Gazeteler, 10 Şubat 2020)
Bu liste uzayabilir…
İslam’ın beş şartı var mıdır?
Diyanet İşleri Başkanı; siyasetin bir parçası olarak üzerine vazife olmayan konularla uğraşacağına, üzerine vazife olmayan konularda fetvalar vereceğine toplumu dini açıdan aydınlatmak olan görevlerini yerine getirmek zorunda değil midir?
Ne yazık ki Müslümanlar yüce dinimiz İslam’ı sadece ibadet boyutuna indirgeyerek İslam’ın ahlaki boyutunu görmezden gelmişlerdir. Başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere din adına ahkâm kesenler, insanlarımıza ‘’İslam’ın şartları’’ diye; kelime-i şehadeti, namazı, zekâtı, orucu ve haccı öğretiyorlar… Ancak başta DİB olmak üzere bu ahkâm kesenler insanlarımıza bir türlü; doğruluğu, dürüstlüğü, hakkı, hukuku, adaleti ve barışı öğretmiyorlar, anlatmıyorlar… Başta DİB olmak üzere bu ahkâm kesenler insanlığa, dünyanın imarına, sulha, barışa hizmet eden her davranışın gerçek bir ibadet olduğunu anlatmıyorlar…
Kaldı ki ‘’İslam’ın şartları’’ diye Kur’an’da hiçbir ifade, hiçbir ayet yoktur. Kur’an’da en çok geçen kelime ‘’adalet’’ kelimesidir… ''Adalet'' kelimesinden sonra sırasıyla Kur’an’da en çok geçen kelimeler; ‘’emanet’’, ‘’ehliyet’’, ‘’meşveret’’ ve ‘’maslahat’’ kelimeleridir. İslam’ın beş şartının Kur’an’da geçmiyor ama hadis olduğu rivayet edilir. İslam’ın yüce Peygamberi, Müslümanlara, İslam’ın özü olan ve Kur’an’da çok sık vurgulanan; hak, hukuk, adalet, emanet, ehliyet, meşveret ve maslahat kavramları dururken, şart olarak; kelime-i şehadeti, namazı, zekâtı, orucu ve haccı mı öne sürmüştür? Eğer İslam’da şart aranacaksa bu beş şart Kur’an’da geçtiği şekliyle; adalet, emanet, ehliyet, meşveret ve maslahat olarak sıralanmalıdır. Ancak, ne yazık ki bu kavramlar başta DİB olmak üzere bu ahkâm kesenlere ve bu Müslümanlara yabancıdır. Çünkü bu Müslümanlar İslam’ı bilmezler… Zaten Emevilerden beridir İslam dünyası İslam’sız bir Müslümanlık yaşamaktadır.
İlk Türkçe Kur’an
Kutsal kitapları her milletin kendi dilinden okuması tartışmalarını Batı dünyası Ortaçağ’da kanlı bir biçimde yaşadı. Hristiyanların kutsal kitabı İncil, Latince idi. Başka bir dile çevrilmesine Vatikan izin vermiyordu. Ancak 1530 yılında İncil; I. Fransuva (François) tarafından Fransızcaya, VIII. Henri tarafından İngilizceye ve Martin Luther tarafından Almancaya çevrildi. Bu yıllardan sonra bu ülkelerin insanları kutsal kitaplarının ne dediğini okuyup anlamışlardır.
İlk Türkçe Kur’an ise 961-976 yıllarında bir komisyon tarafından yapılmıştır. Bundan başka 11. asrın ilk yarısında Türkçe'ye çevrilmiş Kur'an nüshaları Anadolu kütüphanelerinde bulunmaktadır. (Prof. Dr. Hikmet Özdemir, ''Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk'', Doğan Kitap 2019, s. 525) Ayrıca 1333 yılında Şair Devletşah’ın Türkçenin Oğuz-Kıpçak lehçelerinde yazdığı Kur’an’da vardır. Bu el yazması Kur’an bugün İstanbul Türk İslam Eserleri Müzesi’nde korunmaktadır. 1363 yılında Orta Asya Harezm Türkçesiyle yapılmış bir başka Türkçe Kur’an da İstanbul Süleymaniye Kütüphanesinde bulunmaktadır… Yavuz’la beraber Emevileşen Osmanlı bu Türkçe Kur’an’ları unutup gitmiştir.
Bu unutuluştan sonra Türkler Hz. Peygamberin 632 tarihinde vefatından 1300 yıl sonra ancak Kuran’ı Türkçe okuyabildi. Mustafa Kemal Atatürk parasını (on bin TL) da cebinden ödeyerek aydın din bilgini Antalya Elmalı’lı Hamdi Yazır‘a Kuran’ın Türkçe tefsirini yaptırdı. Bu şekilde Elmalı’lı Hamdi Yazır’ın hazırladığı çalışma dokuz ciltlik “Hak Dini Kuran Dili” adıyla 1935 yılında bastırıldı. Bu şekilde Kuran’ı anlamadan okuma ayıbı bitti.
Kur’an’ın Türkçe okunmasını neden istenmezler?
Eğer Türkler kutsal kitapları kendi dilleri olan Türkçe ile okuyup anlarlarsa sözde din adamlarının İslam’ın ‘’beş şartı’’ diye öğrettikleri; kelime-i şehadetin, namazın, zekâtın, orucun ve haccın Kur’an’da hiçbir şekilde şart olarak geçmediğini görecekler. Eğer Türkler kutsal kitapları kendi dilleri olan Türkçe ile okuyup anlarlarsa Kur’an’da çok sık olarak; ‘’adalet’’, ‘’emanet’’, ‘’ehliyet’’, ‘’meşveret’’ ve ‘’maslahat’’ kavramlarının geçtiğini görecekler ve kendilerinden çok daha iyi Müslüman olduklarını iddia edenlerin bu kavramlarla yakından uzaktan hiçbir ilgilerinin olmadığını göreceklerdir. Türkçe Kur’an’ı istemeyenlerin bilinçaltlarında yatan esas kaygı budur…
Sonuç
Artık açık açık adını koymamız lazımdır: Diyanet İşleri Başkanlığı, son yıllardaki söylem ve eylemleri ile topluma; barış dini İslam'ı, İslam’ın temel kavramlarını ve İslam ahlakını Kur’an’a göre tanıtmak, anlatmak ve açıklamak yerine, verdiği fetvalarla sanki siyasetin bir aracısı olduğu görünümünü vermektedir…
İslam dini, Diyanet İşleri Başkanlığına ve bu Müslümanlara bırakılmayacak kadar yüce bir dindir!
Aslında ben bugün divân edebiyatından örnekler vermeye devam edecektim…
Arz ederim
Osman AYDOĞAN