• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi18
Bugün Toplam484
Toplam Ziyaret3153992

Türkiye Cumhuriyeti biterken!


Türkiye Cumhuriyeti biterken!


22 Ocak 2021

Dün, 21 Ocak 2021 tarihinde ajanslara şu haber düşüyor: ‘’Anayasa Mahkemesi, Enis Berberoğlu’nun, daha önceki hak ihlali kararının yerel mahkeme tarafından uygulanmaması üzerine yaptığı yeni başvuruyu görüştü. Kararını yineleyerek oy birliğiyle ikinci kez ‘ihlal var’ diyen Yüksek Mahkeme, karar örneğinin, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine hükmetti.’’

Tabii aradan uzuuun yıllar geçti. Neyin ne olduğu unutuldu gitti. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı ne anlama geldiğini anlamamız için olayın teee başına, tam tamına altı yıl önceye, 2014 yılı Ocak ayına kadar gitmemiz gerekiyor.

MİT tırları

19 Ocak 2014 tarihinde Suriye'ye giden üç TIR, Hatay'da savcılık emriyle yapılan bir jandarma-polis operasyonuyla durduruluyor. Bu haberi yazan gazeteci Fatih Yağmur yaşananlarla ilgili bilgi sahibi olduktan sonra haberin hazırlanma sürecini, 2015 yılında te BBC Türkçe'ye şu sözlerle anlatıyor (özetle):

"Bu süre zarfında haberi ilk aldığımda haber merkezimle paylaştım ve internet sitemizde habere yer verdik. Türkiye gündemini bir anda alt üst eden olayda ilk olarak yaşananlar gizlenmeye çalışıldı. TIR'ların durdurulduğu da resmi makamlarca kabul edilmiyordu. İlk gelen bilgiler de çelişkiliydi.

Önce TIR'ların İHH'ya ait olduğu ifade edildi. Sonrasında ise 20 Ocak 2014 tarihinde savcıların olay yeri tutanağını ve Hatay Valisi'nin imzasını taşıyan, tırların MİT'e ait olduğu ifade edilen talimat yazısını Radikal'de yayınladım. Yayınlanan resmi belgelerden sonra TIR'ların MİT'e ait olduğu iktidar partisi tarafından da kabul edildi ve insani yardım içerdiği ifade edildi. Yetkililerden gelen ilk açıklamalar, TIR'lardaki malzemenin devlet sırrı olduğu yönüne oldu.’’

Olayın hemen ardından ve sonrasında ilerleyen süreçlerde, TIR'ların durdurulması ile ilgili savcı, asker ve polisler hakkında soruşturma başlatılıyor. Süreç içinde bazı savcı, asker ve polislerin görev yerleri değiştiriliyor, bazıları açığa alınıyor, bazıları ise "terör örgütü üyeliği’’ suçlamasıyla tutuklanıyor.

21 Ocak 2014 tarihinde Aydınlık gazetesi, söz konusu TIR'larda cephane taşındığını öne süren bir haber yayımlıyor…


"İşte TIR'daki cephane" başlıklı haberde, "Adana'da durdurulan MİT'e ait üç TIR'dan mühimmat çıktı. Aydınlık, arama fotoğraflarına ulaştı. TIR'larda 'insani malzeme' değil, top mermisi taşındığı belgelendi" ifadeleri yer alıyor. Haberde, ilaç kutularının arasında gizlendiği belirtilen top başlıklarının fotoğrafları da yayımlanıyor.


29 Mayıs 2014 tarihinde de Cumhuriyet gazetesi "İşte Erdoğan'ın yok dediği silahlar" manşetiyle çıkıyor…



Haberde 19 Ocak 2014 tarihinde üç TIR'ın durdurulması operasyonundan fotoğraflar ve bilgiler paylaşılıyor. Bu TIR'larla Suriye'deki gruplara silah ve cihatçı sevk edildiği iddia ediliyor ve kanıt olarak da savcılık dosyasından alındığını belirtilen görüntüler veriliyor. Cumhuriyet, yine ana sayfasından "Neden yayımlıyoruz?" başlığıyla bir açıklama da yapıyor. Kısa süre sonra da görüntülere yayın yasağı getiriliyor…


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘’'casusluk faaliyeti' diye tanımladığı habere tepki göstererek "Bu casusluk faaliyetinin içine o gazete de girmiştir. Haberi yapan bedelini ağır ödeyecek" diyor...

Haberle ilgili dava açıldığını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, '’yapılanın Bayırbucak Türkmenlerine destek vermek’’ olduğunu söylüyor: "Bu olay Bayırbucak Türkmenleriyle alakalı bir konu. Hep şunu ifade etmişimdir: Özellikle insani yardım noktasında şu anda Milli İstihbarat Teşkilatımız Bayırbucak Türkmenlerine bu desteği vermektedir. Kimden aldın bu rakamları? Paralel yapı. MİT'e yönelik atılan o iftiralar bir ajan, bir casusluk faaliyetidir ve bu gazete de bunların arasına girmiştir. Avukatlarıma talimatı verdim hemen davayı açtım. Burada hakikaten samimi, dürüst olan, onlara verdiğimiz eğitimi çok samimi olarak açıklar. Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek öyle bırakmam onu.’’

MİT tırları konusunda o tarihlerde basında yer alan yorumlar

O günlerde MİT tırları ile ilgili olarak basında çok sayıda yorum yer alıyor. Onlardan üç tanesini burada vermek istiyorum.

Cumhuriyet gazetesinden Ahmet Tan (Cumhuriyet, 21 Ocak 2014) ''Satırbaşlarıyla satır arası’’ başlığı ile şu şekilde yazıyor:

- AKP milletvekilleri şecaat arzeden mert Kıptilere parmak ısırtıyor.

- “Suriye’ye giden TIR’lar Nene Hatun gibi” diyeni, ya Nene’mizin top mermisi taşıdığını unutmuş ya da hükûmet adına “itirafçı” olarak suçu hafitletmek istiyor!

- MİT’in, TIR’lar dolusu “yardımseverliği” ile Örtülü Ödenek’in son 10 başbakanın bütçesini ona katlaması arasında bir bağ var mı? (Yoksa MİT izi it izine mi karıştı?)

- MİT ile Kızılay belli ki kanka olmuşlar. “Yardım” işini birlikte yapıyorlar- yapıyor görünüyorlar. “Türk Kızılayı” önündeki “Türk” ibaresini de belli ki birlikte kaldırdılar. Sıra Milli İstihbarat’ın “Milli”sinde..''

Hürriyet gazetesinden Ahmet Hakan (Hürriyet, 21 Ocak 2014) ise ''Beş TIR'sal soru’’ başlığı ile şunları yazıyor:

- BİR: TIR'da yardım malzemesi varsa... Neden aratmıyorsun?

- İKİ: TIR'da silah varsa... Hangi yetkiyle taşıyorsun?

- ÜÇ: TIR'ı gizlice geçirmek istiyorsan... Nasıl oluyor da yakalatıyorsun?

- DÖRT: Sınırından bir TIR'ı bile gizlice geçiremiyorsan... Esad'a ne kadar zarar verebilirsin ki?

- BEŞ: TIR'ın içindekilerin uluslararası alanda bilinmesini istemiyorsan... Yaptığına nasıl 'meşru' diyebiliyorsun?

Yine Hürriyet gazetesinden Yalçın Doğan, (Hürriyet, 22 Ocak 2014) şunları yazıyor:

‘'Lahey Uluslararası Adalet Divanı bir ülkenin diğerinin içişlerine karışması, silah göndermesi, sınır anlaşmazlıkları gibi karışık durumlara bakıyor. Hollanda’da bir parti ‘Suriye’nin içişlerine karıştığı’ iddiasıyla, Tayyip Erdoğan’ı Lahey’e şikâyet ediyor. O şikâyette TIR yok. Şimdi TIR’lar da şikâyet konusu. ‘Suriye’ye silah gönderiyor’ iddiaları Batı’da ayyuka çıkıyor. Uluslararası hukuk ihlal edildiği gerekçesiyle Türkiye’nin yargılanması isteniyor. Ya içeride? Savcı görevini yapsa, başı derde giriyor, yapmasa görevini ihmal etmiş oluyor, Ankara’dan esen rüzgâra göre. Durum iç hukuku yansıtıyor. Dünyada Türkiye’ye karşı büyük güven kaybı var. Şu anda eleştiri düzeyinde, yakında TIR’lar Lahey’e uzanırsa, sürpriz olmaz.''

Cumhuriyet Gazetesine soruşturma açılıyor

Cumhuriyet gazetesindeki bu haber hakkında ‘'devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme’', '’siyasi ve askeri casusluk'’, '’gizli kalması gereken bilgileri açıklama'’, 'terör örgütünün propagandasını yapma’' suçlamalarıyla soruşturma başlatılıyor.

Soruşturma kapsamında da Can Dündar ve gazetenin Ankara temsilcisi Erdem Gül, 26 Kasım 2015 tarihinde tutuklanıyor.

Anayasa Mahkemesi, 26 Şubat 2016 tarihinde iki gazetecinin haberleri nedeniyle tutuklanmasını 'hak ihlali' olarak değerlendiriyor. Bunun üzerine Dündar ve Gül 92 günlük tutukluluk ardından tahliye ediliyor. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Karara saygı duymuyorum, karara uymuyorum" açıklamasını yapıyor… Dündar'a, davanın 6 Mayıs 2016 tarihindeki duruşmasında, İstanbul Adalet Sarayı önünde silahlı saldırı girişiminde bulunuluyor…

16 Mayıs 2016 tarihindeki duruşmada mahkeme, gazetecileri '’devletin gizli belgelerini açıklamak’' gerekçesiyle toplam 10 yıl 10 ay hapse çarptırır. Mahkeme tutuklama kararı vermiyor. Gül ve Dündar'ın '’silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme’' suçundan yargılanmalarının devamına karar veriliyor. Can Dündar dava sürecinde haber kaynağını açıklamıyor…

Aydınlık ve Radikal gazetelerindeki ‘’’İşte tırdaki cephane’’ haberinin akıbeti

MİT tırlarına ilişkin görüntüler, yukarıda bahsettiğim gibi ilk kez 21 Ocak 2014’te Aydınlık gazetesinde yayımlanıyor. Aydınlık gazetesinin sürmanşetinde yer alan haberde “İşte Tır’daki Cephane” başlığı kullanılarak, “Tır’larda ‘insani malzeme’ değil top mermisi taşındığı belirlendi” ifadeleri kullanılıyor…

Cumhuriyet gazetesi ise Aydınlık gazetesinde MİT tırları haberinin yayınlanmasından sekiz gün sonra, 29 Mayıs 2015 tarihinde Aydınlık gazetesiyle benzer fotoğrafların da aralarında olduğu bazı fotoğraf ve videolarla aynı nitelikte bir haber yayımlıyor…

Cumhuriyet gazetesine ve yazarlarına yukarıda anlattığım gibi davalar açılırken, tutuklama kararları verilirken MİT tırları haberini Cumhuriyet gazetesinden sekiz gün önce ve ilk olarak haber yapan Radikal gazetesine, muhabirine ve Aydınlık gazetesine hiçbir şey olmuyor…  

Can Dündar ve Ergem Gül’ün tutuklanmasının ardından bu görüntüleri daha önce haberleştiren Aydınlık gazetesi bir açıklama yapıyor. Bu açıklamada; bazı gazeteci ve yazarların “Aydınlık gazetesi Cumhuriyet’ten çok önce o haberi yayımladığına göre Can Dündar tutukluyken Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni neden tutuklanmadı?” diye sorduğu hatırlatılarak, “Evet, MİT TIR’ları haberini Cumhuriyet’ten önce yaptık. Gelsinler, tutuklasınlar” deniyor. Konuyla ilgili bir başyazı kaleme alan Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım, açıklamasında Ergenekon davası kapsamında beş yıl boyunca tutuklu kaldığını hatırlatarak “Cezaevlerinden çekinmedik, yaptığımız haberlerin arkasında durduk. Can Dündar dostları bedel ödemezken, biz bedeller ödedik” ifadelerini kullanıyor.

Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Mustafa İlker Yücel ise, haber hakkında açılan soruşturma için verdiği ifadesinde, “Kamu yararı varsa haber yapmaktan çekinmeyiz” diyor…

MİT TIR’larının durdurulması ile ilgili haberleri yayınladıkları gerekçesiyle yargılanan Aydınlık Gazetesi’ne açılan dava, 2019 yılında, 4 aylık yasal süreden sonra soruşturma açıldığı gerekçesiyle düşürülüyor…

Yazımın başında verdiğim, MİT tırları ve tırlarda silah taşındığı haberini, savcıların olay yeri tutanağı ve Hatay Valisi'nin imzasını taşıyan, tırların MİT'e ait olduğu ifade edilen talimat yazısı ile beraber 20 Ocak 2014 tarihinde Radikal'de yayınlanıyor. Ancak ne Radikal gazetesine ne de haberi yapan Fatih Yağmur’a bir dava açılmıyor. Hatta TGRT Haber'de yayınlanan ve Fuat Uğur ve Cem Küçük’ün hazırlayıp sunduğu ‘’Medya Kritik’’ programında Türkiye gazetesi yazarı Cem Küçük, ''MİT tırları için herkese dava açıldı. O dönem bunu ilk haber yapan Radikal'di. Peki neden Radikal'e dava açılmıyor.  Aydın Doğan'ın dokunulmazlığı mı var?" diye merakla soruyor…

Enis Berberoğlu’nun tutuklanması ve yargı süreci

Can Dündar, tutukluluğunun ardından yazdığı "Tutuklandık" (Can Yayınları, 2016) adlı kitapta kendisine görüntüleri '’solcu bir milletvekili dostunun getirdiğini'’ yazıyor.

Kitaptaki bu ve benzeri ifadelere de dayanarak, bu kişinin CHP milletvekili Enis Berberoğlu olduğu şüphesiyle Berberoğlu hakkında soruşturma başlatılıyor.

Berberoğlu'na '’Devletin gizli kalması gereken bilgi ve belgelerini askeri ve siyasal casusluk amacıyla temin etme’' ve '’FETÖ-PDY'ye bilerek ve isteyerek yardım etme’' suçlamaları yöneltiliyor…

Soruşturma kapsamında hazırlanan iddianamede şu ifadeler yer alıyor: "Olaylar zinciri içinde Dündar ile Berberoğlu'nun görüşmeden kısa bir süre sonra bir araya geldikleri ve Dündar tarafından açıklanan ve kamuoyu tarafından da basın organlarında yayınlandıktan sonra yalanlanmayan flash disk içindeki suç teşkil eden görüntülerin Berberoğlu tarafından Dündar'a verildiği anlaşılmıştır".

14 Haziran 2017 tarihinde mahkeme, '’devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askerî casusluk maksadıyla açıklamak’' suçundan 25 yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Mahkeme, '’kaçacağı veya saklanacağı’’ hususunu dikkate alarak Berberoğlu'nun tutuklanmasına karar veriyor. Yani hukuk sistemi elinde somut hiçbir delil ve belge olmaksızın bir ''zan'' üzerinden yorum yaparak hüküm veriyor. Bunun üzerine CHP milletvekili Berberoğlu tutuklanarak Maltepe Cezaevi'ne gönderiliyor. Karara tepki gösteren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Ankara'dan İstanbul'a o meşhur ‘’Adalet’’ yürüyüşünü yapıyor…

Enis Berberoğlu'nun avukatları kararın ardından istinaf başvurusunda bulunuyor. Yasal bir süreçten sonra İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, 13 Şubat 2018 tarihli duruşmada, yeniden yargılamasını yaptığı Enis Berberoğlu hakkında yerel mahkemenin verdiği hapis cezası kararını kaldırıyor. Ancak Daire, Berberoğlu'nu "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklamak" suçundan beş yıl on ay hapis cezasına çarptırıyor.

Bu arada Enis Berberoğlu, cezaevindeyken 24 Haziran 2018 tarihindeki milletvekilliği seçimlerinde CHP İstanbul milletvekili olarak seçiliyor…

Kararın temyiz edilmesinin ardından dosyayı esastan inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesi 20 Eylül 2018 tarihinde oy çokluğuyla, Enis Berberoğlu'na "gizli kalması gereken bilgileri açıklamak" suçundan verilen beş yıl on ay hapis cezasını onuyor. Yargıtay ayrıca Berberoğlu'nun milletvekilliği sona erinceye kadar cezasının infazının durdurulmasına ve salıverilmesine karar veriyor. Bu kararın ardından Maltepe Cezaevi'nden tahliye edilen Berberoğlu, 1 Ekim 2018 tarihinde TBMM Genel Kurulunda milletvekili yemini ederek hukuken milletvekili oluyor.

CHP'li Enis Berberoğlu’nun hakkında kesinleşmiş yargı kararına ilişkin cumhurbaşkanlığı fezlekesi sürpriz bir kararla TBMM Genel Kurulu'nda okutularak 05 Haziran 2020 tarihinde Berberoğlu’nun milletvekilliği düşürülüyor.

TBMM Genel Kurulunda milletvekilliği düşürülen Berberoğlu, aynı günün akşamı tutuklanarak cezasının kalan infazını tamamlaması için yeniden Maltepe Ceza İnfaz Kurumuna gönderiliyor.

Konu Anayasa Mahkemesi’ne taşınıyor. Anayasa Mahkemesi, 17 Eylül 2020 tarihinde verdiği kararla, Berberoğlu'nun, ‘’seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının oy birliğiyle ihlal edildiği’’ne karar veriyor. Anayasa Mahkemesi ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine hükmediyor. Ancak İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayarak, Berberoğlu'nun yeniden yargılanmasına yer olmadığına karar veriyor…

Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında, Anayasa Mahkemesi kararının Türkiye Cumhuriyetindeki bütün makamları bağladığını yazıyor. (T.C. Anayasası, Md. 153: Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir.  …..  Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.) Yani 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararını tanımayarak anayasayı ihlal suçunu işliyor…

Bunun üzerine Berberoğlu'nun avukatları, Anayasa Mahkemesine ikinci kez bireysel başvuruda bulunarak, ihlal kararının gereğinin yerine getirilmeyerek seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürüyor...

Sonuç

Biraz uzun oldu ama işte yazımın başında verdiğim haber Anayasa Mahkemesinin bu ikinci müracaat üzerine verdiği karardır.

Anayasa Mahkemesi ilk kararını yineleyerek oy birliğiyle ikinci kez ‘’ihlal var’’ diyerek karar örneğinin, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine hükmediyor…

İşte burası öylesine bir devlettir ki vazgeçtim çağdaş bir devlette olması gereken  ‘’Hukukun Üstünlüğü’’ ilkesini, vazgeçtim devlet vasfı için asgari gereken ‘’Hukuk Devleti’’ ilkesini, ‘’Kanun Devleti’’ bile olamıyor. Bir mahkeme, Anayasa Mahkemesini tanımıyor, Anayasa Mahkemesinin kararını uygulamıyor… Ve bu mahkemeye de Türkiye Cumhuriyetinin devlet vasfını sağlamaktan sorumlu olan yetkililerce de hiçbir işlem yapılmıyor, bir tepki gösterilmiyor…

Babil Kralı Hammurabi’nin de kanunları bulunuyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin de kanunları bulunuyor. Hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin bir de Anayasası bile bulunuyor. Ne Babil Krallığında hukuk uygulanıyordu ne de görüldüğü gibi Türkiye Cumhuriyetinde hukuk uygulanıyor. Ancak MÖ 1810 – 1750 yıllarında yaşamış olan Hammurabi hiç olmazsa kendi çıkardığı kanunlara uyuyordu…


20. yüzyılın en önemli filozoflarından olan Ludwig Wittgenstein’ın tek eseri olan ‘’Tractatus’’ (YKY, 1996) şu cümleyle bitiyor: ‘‘Üzerinde konuşulmayan konusunda susulmalıdır.‘‘ (Wovon man nicht sprechen kann, darüber muss man schweigen.)

Bu cümle Wittgenstein’in Tractatus’taki son cümlesi oluyor. Artık üzerinde konuşulacak bir şey kalmıyor... Türkiye Cumhuriyeti, pardon Tractatus işte bu şekilde bitiyor…

Arz ederim.

Osman AYDOĞAN



Yorumlar - Yorum Yaz