• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi20
Bugün Toplam486
Toplam Ziyaret3153994

Tarihi dönüşüm içinde Rusya – Ukrayna Savaşı


Tarihi dönüşüm içinde Rusya – Ukrayna Savaşı


05 Mart 2022

Günümüzde, neredeyse Avrupa’nın göbeğinde hiç kimsenin beklemediği bir savaş yaşanıyor. Tabii ki bu savaşı medyada onlarca bilim adamı, siyasetçi ve askerler yorumluyor. Ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da yorum yapanlar çoğunlukla eşek sırtından düşmüş Acem karpuzu gibi ikiye bölünüyor. Tee Doğu Roma’dan beri devam eden ve genlerimize kadar işlemiş olan  "Maviler" ve "Yeşiller"' kamplaşması, gruplaşması, bölünmesi bir gelenek olarak bu konuda da görülüyor. Türk aydınının çok büyük bir çoğunluğu "Maviler" ve "Yeşiller’’ gibi olaya ‘’Siyah’’ veya ‘’Beyaz’’ olarak bakıyor… İdeolojik saplantılar jeopolitik körlüğe sebep oluyor. Yazılarımda hep kullanırım ya; bu arada da yalnız ve güzel ülkem aydın karanlığında alev alev yanıyor…

Esas yabancı dilimin Almanca olması nedeniyle Alman ve Avusturya basınını takip ediyorum... Bu ülkelerde bilim adamları, akademisyenler ve siyasetçilerin, Ukrayna konusunda ne birbirleri arasında görüş ve fikir ayrılığı bulunuyor ne de kimse bir diğerini ‘’etki ajanı’’ diye suçluyor. SPD’den Almanya şansölyesi Olaf Scholz, 27 Şubat 2022 tarihinde Alman Parlamentosunda dünya çapında ses getiren tarihi bir konuşma yapıyor. Bu konuşmayı Almanya’da Yeşiller Partisi (Grünen) dâhil desteklemeyen parti, kişi ve kuruluş bulunmuyor...

Ben de bu konuda iki yazı yazdım. Bu üçüncüsü… Şeytan ayrıntıda gizli ancak önce büyük resmi görmemiz gerekiyor… Bu yazımda bazı konulara mükerrer olarak yer vermiş olsam da hoş göresiniz…

Günümüzü anlamak için her zaman olduğu gibi ‘’Tarih Baba’’ya başvurmamız gerekiyor…

Vestfalya Anlaşması

Avrupa’da 1618-1648 yılları arasında yaşanan 30 Yıl Savaşları (ki mezhep savaşlarıdır) Vestfalya (Westphalia) Anlaşması ile sona eriyor. Bu anlaşma ile uluslararası ilişkilerin ve güvenlik konusunun paradigması değişiyor…

Vestfalya Anlaşması Avrupa’ya; Devletlerin egemenliği ve siyasal ‘’Self Determinasyon’’ (Geleceklik Hakkı) esasları prensibini, devletlerarası (yasal) eşitlik prensibini ve bir devletin iç işlerine başka bir devletin karışmaması prensibi getiriyor. Revizyonistler, bu antlaşmanın Avrupa’da statükoyu sürdürmeye hizmet ettiğini savunuyor.

Vestfalya Barışı ile Avrupa’da artık devletler daha seküler (dünyevi) bir düzlemde pozisyon alıyor ve ‘’din’’i devletin tekeline alarak toprakları üzerinde devletin mutlak egemen olmasını sağlıyor.

Dolaysıyla Vestfalya Anlaşması ile devletlerin güvenlik anlayışında da esaslı değişiklikler oluyor. Güvenlik demek artık; seküler dünya düzeni, egemenlik ve eşitlik demek oluyor.

Vestfalya Anlaşması,  bu nedenlerle çoğu tarihçiler tarafından modern çağın başlangıcı olarak kabul ediliyor…

Ancak 1789 Fransız İhtilali ile 1648 Vestfalya anlaşması ile Avrupa’da kurulan denge bozuluyor.

1815 Viyana Kongresi

1815 Waterloo Savaşı ve ardından yapılan 1815 Viyana Kongresi ile Avrupa’da gerçek anlamda bir statüko oluşturuluyor..

Viyana Kongresinden sonra Avrupa’da oluşan statüko nedeniyle Rusya yönünü Osmanlı İmparatorluğuna çeviriyor. Bu tarihten sonra Rusya, Osmanlının Balkanlar, Kırım ve Kafkasya’daki topraklarına yöneliyor. Ancak Osmanlı Avrupa'daki bu değişimi ve Rusya’nın bu yönelişini bir türlü göremiyor. 1853-1856 Kırım Harbinde Avrupa, Osmanlı yanında yer alarak bu statükonun Rusya lehine bozulmasına izin vermiyor.

1789 Fransız İhtilalinin yağdığı fikir akımları, sanayi devrimi, devletlerin pazar ve hammadde arayışları ve rekabet devletlerarası bloklaşmaları beraberinde getiriyor.

1870 Sedan Muharebesi ile 1648 Vestfalya Anlaşması ile engel olunan Alman birliği ve İtalyan birliği kuruluyor. Böylece 1815 Viyana Kongresi ile Avrupa’da kurulan statüko bozuluyor. Ve Avrupa’da gerilim başlıyor…

Dünya Savaşına doğru

Bu tarihten sonra dünya iki bloka ayrılıyor. Bir tarafta İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya, Sırbistan, Karadağ, Belçika, Yunanistan, Japonya, Romanya ve ABD’nin oluşturduğu İtilaf devletleri, diğer tarafta ise Almanya, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı devletinin oluşturduğu İttifak devletleri yer alıyor…

İtilaf devletleri Fransız İhtilalinin doğurduğu; ‘’özgürlük’’, ‘’eşitlik’’ ve ‘’kardeşlik’’ fikirlerini savunurken, İttifak devletleri ise Prusya’nın başını çektiği; ‘’düzen’’, ‘’şeref’’, ‘’itaat’’ ve ‘’milli duygular’’ fikirlerini savunuyor.

Ancak; gerek İtilaf devletlerinin ve gerekse de İttifak devletlerinin savunduğu bu fikirler sadece kendi ülkelerine, kendi iç kamuoyuna dönük oluyor. Gerek İtilaf devletleri ve gerekse de İttifak devletleri, savundukları bu fikirleri kendi jeopolitik arzu, iştah ve hedeflerine ulaşmak için paravan olarak kullanıyor…

Dönemin Güvenlik Anlayışı ve teorisyenleri

Bu dönemde güvenlik anlayışı da ‘’Bölge – Arazi – Coğrafya’’ zemininde yoğunlaşarak vücut buluyor. Bu dönemin fikir babalarını ve teorisyenliğini: "Heartland theory" (yani coğrafyayı, doğu Avrupa’yı Kalpgah’ı) kim yönetirse dünyaya o hükmeder fikri ile İngiliz Mackinder, ‘’hayat sahası’’ fikri ile siyasi coğrafyanın babası olan Friedrich Ratzel, ‘’deniz gücü’’ fikri ile Alfred Mahan, yine ‘’coğrafya’’ fikri ile Hitler’in fikir babası Karl Haushofer, ‘’askerî güç’’ fikri ile Machiavelli ve savaşı politikanın başka araçlarla devamı olarak gören Clausewitz oluşturuyor…

Bütün bu teorisyenlerin ortak özelliği belli bir bölge, arazi ve coğrafyayı askeri bir güç ile ele geçirerek güvenlik, hayat sahası ve pazar alanı sağlamak oluyor. Bir başka deyişle devletler, imparatorluklar, jeopolitik arzu, iştah ve hedeflerine ulaşmak için ideolojilerini paravan, bu teorisyenlerin görüşlerini de araç olarak kullanıyorlar…

I. ve II. Dünya Savaşları

Bu kutuplaşmalar, rekabet ve bu teorisyenlerin etkisi altında gerilen dünya 1914’de Birinci Paylaşım Savaşı’na giriyor. Saraybosna’da, Avusturya Macaristan veliahttı Franz Ferdinand ve karısının bir Sırp öğrenci tarafından öldürülmesi sadece ve sadece bu paylaşım savaşının bahanesi oluyor…


Bu savaş sonunda bazı devletler, bazı imparatorluklar tarih sahnesinden siliniyor. Ancak gruplar arasında hesaplaşma tam olarak yapılamıyor. Bu durum 1939 yılında İkinci Paylaşım Savaşı’na yol açıyor… Aslında her iki paylaşım savaşı bir bütün oluyor. Sadece 1918 ile 1928 yılları arasında 20 yıl paylaşım savaşına mola veriliyor…

Soğuk Savaş dönemi

Bu iki paylaşım savaşı sonunda dünya iki kutba ayrılarak 1870 Sedan savaşından sonra başladığı kutuplaşmalar kurumsal hale geliyor: Batı, kapitalizmin temsilcisi ABD liderliğinde NATO’yu, Doğu, komünizmin temsilcisi Sovyet Rusya liderliğinde Varşova Paktı’nı oluşturuyor… Ve adına ‘’Soğuk Savaş’’ denilen bir denge kuruluyor…

Bu Soğuk Savaş döneminde ABD, 1977 yılında Başkan Jimmy Carter döneminin ulusal güvenlik danışmanı olan Zbigniev Brzezinski tarafından Yeşil Kuşak Projesi ile komünizmin ve Sovyetler Birliği’nin ilerleyişini durdurmak ve petrol zengini körfez ülkelerinde ve bölge üzerinde etkisini engellemek amacıyla radikal İslam’ı kalkan olarak kullanılıyor…

Yeşil Kuşak Projesi ile ABD; Afganistan, Pakistan, İran ve Türkiye gibi ülkelerde komünizme, Sovyetler Birliği’ne ve Çin’e karşı demokratik yönetimleri güçlendirmek, ekonomiyi kalkındırmak yerine komünizme ve Sovyetler Birliğine karşı bu bölgelerde radikal İslamcı akımları destekliyor. Bu kapsamda; Afganistan’da Babrak Karmal’a karşı El Kaide ve Usame Bin Ladin ortaya çıkarılıyor. İran’da Batı yanlısı Şah Rıza Pehlevi, Ayetullah Humeyni tarafından devriliyor, Pakistan’da Zülfikar Ali Butto, General Ziya Ül Hak tarafından asılıyor, Filistin’de El Fetih gözden düşürülüp Hamas güçlendiriliyor…

Bu projenin Türkiye’deki tezahürü de 12 Eylül 1980 askerî darbesi ile oluyor. Bu darbe ile beraber Türkiye’de Türk-İslam sentezi uygulanmaya başlıyor. Bu proje çerçevesinde bilim ve siyaset dünyasında ve ordu içerisinde aydın, Atatürkçü ve antiemperyalist sol ve milliyetçi sağ düşünceler tasfiye edilirken ABD eliyle İslami akımlar güçlendiriliyor…

Küreselleşme

20 yüzyılın sonlarına doğru 1989 yılında Sovyetler Birliği dağılıyor… Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Soğuk Savaş ile Batı ile Doğu arasında kurulan denge bozuluyor ve dünya tek kutuplu hale geliyor. Ardından dünyada bir ABD hegemonyası başlıyor. Yine bu dönemde dünya ekonomilerin birbirine entegre olduğu bir ‘’Küreselleşme’’ dalgası başlıyor. Rusya ve Çin kapitalist devletler haline geliyor…

Bu süreçte Avrupa Solu, Avrupa siyaseti, Avrupa edebiyatı bocalıyor. Schröder’ler, Blair’ler, adları ‘’Sol’’ da olsa iktidarları boyunca hep ‘’neo liberal’’ politikalar uyguluyor.  Almanya’dan bir daha Heinrich Böll, Günter Grass, Thomas Mann, Fransa’dan bir daha Albert Camus, Jean Paul Sartre, Samuel Beckett, İngiltere’den bir daha Oscar Wilde, William Shakespeare, Thomas More kalitesinde yazar ve düşünürler çıkmıyor…

Bu dönem içerisinde ‘’küreselleşme’’nin dayatmasına karşılık insanlık; ‘’etnik-dini’’ bir yeniden ‘’kavimleşme’’ ile ‘’ümmetleşme’’ ile ‘’ırkçılık’’ ile ve ‘’popülizm’’ ile cevap veriyor. Sanayi kapitalizminin yapısı çöküyor. Sanayi kapitalizminin yerini finans kapitalizmi alıyor. Sendikacılık tükeniyor… İşçi sınıfı kalmıyor. Bunlar geleneksel siyasetin hep içeriğini dolduran kavramlar oluyordu. Gerek Avrupa’da ve gerekse de Türkiye’de bu değişimi anlayamayan, algılayamayan, bu değişime göre politika belirleyemeyen, çözüm üretemeyen ve çare bulamayan düşünceler, sol ve sosyal demokrat içerikli partiler bocalıyor, sürekli oy kaybediyor. Hem dünyada hem de Türkiye’de meydan; kavimleşmeyle, ümmetleşmeyle, ırkçılıkla ve popülizmle hemhal olan siyasete ve siyasetçilere kalıyor…

1990’lı yılların güvenlik kuramları: Jeoekonomi ve Jeokültür

Ve 1990’lı yılların ortalarında iki kavram doğuyor: Jeoekonomi ve Jeokültür. Bu tezlere göre dünya siyasetinde Hard Power faktörler (sert güçler; coğrafya, boğazlar, arazi, silah, silahlı güçler) ağırlığını ve önemini yitiriyor. Dünya siyasetinde yükselen güç Soft Power faktörler (ekonomik ve kültürel güç) güç ve ağırlık kazanıyor…

1990’ların sonlarına doğru artık dünya, devletler dünyasından toplumlar ve ekonomi dünyasına dönüşüyor. Burada bahsedilen Soft Power faktörler içerisinde de devletlerarası kuruluşlar; IMF, Dünya Bankası, BM, NATO, AP, Medya kuruluşları, Sosyal medya, CNN, Google, Microsoft, Eccon ve NGO’lar oluşturuyor. 1909 tarihinde 176 olan NGO’lar 2019 yılında 20.000 üzerine çıkıyor. Bu dönemde sanayi kapitalizmi yerini finans kapitalizmime bırakıyor, sanayi kapitalizminin ana unsuru olan ağır sanayi, işçiler ve sendikalar önemini kaybediyor.

Bu çerçevede ‘’Jeokültür’’ kavramının içeriği şu olgular oluşturuyor: Hukuk (Evrensel-laik hukuk), adalet, insan hakları, kadın hakları, özgürlükler, demokrasi, azınlık hakları, çevre sorunları, uzlaşma kültürü, sanat, edebiyat, felsefe ve dil. Bu içerik sabit olmayıp günün koşullarına ve ihtiyaçlarına göre genişletilebiliyor.

Uzlaşma Kültürü

1648 Vestfalya Anlaşması ile başlayan dönemde güvenlik kurgusunun ‘’Bölge – Arazi – Coğrafya’’ zemininde yoğunlaşarak vücut bulduğunu, bu dönemin fikir babalarından ve teorisyenlerinden birisinin de savaşı politikanın başka araçlarla devamı olarak gören Clausewitz olduğunu yazmıştım.

1990’larda İngiliz Kraliyet Akademisinden John Keegan bir kitap yayınlıyor ‘’Die Kultur des Krieges’’ (Savaşın Kültürü) (Rowolt Tb. 2007). Bu kitabında John Keegan, Clausewitz’in aksine şu tezi ileri sürüyor: ‘’Savaş, toplumun kültürü tarafından şekillendiriliyor. Çatışma kültürünün hâkim olduğu toplumlarda savaş kaçınılmaz oluyor.’’ Bir başka deyişle ‘’uzlaşma kültürü’’nün olmadığı toplumlarda çatışmalar kaçınılmaz oluyor…

Ilımlı İslam Projesi ve Türkiye

Ancak bu Küreselleşme Dönemi’nde ABD’nin ‘’Yeşil Kuşak Projesi’’, 1989 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ters teperek kendi yarattığı güçlerin hedefi haline geliyor…

ABD’ye yapılan 11 Eylül 2001 saldırıları bu konuda bir milat oluyor. Bu sefer de ABD, kendi yarattığı radikal İslam’ı dizginleyebilmek adına ‘’Ilımlı İslam Modeli’’ni ileri sürerek bu doğrultuda BOP (Büyük Orta Doğu Projesi)’ni uygulamaya koyuyor. BOP’a göre Türkiye dâhil olmak üzere 22 devletin sınırlarının değişmesi öngörülüyor. Bunun sonucu olarak da ilk olarak Irak ABD ve müttefikleri tarafından işgal edilip dağıtılıyor, Irak kuzeyinde IKBY kuruluyor, ardından Tunus’ta başlayıp Mısır, Libya ve Yemen ‘de iktidar değişiklikleri sağlanıyor. Libya, ABD güdümünde NATO tarafından bombalanıyor… Ancak bu proje Suriye’de Rusya’nın devreye girmesiyle sekteye uğruyor… Bu proje Suriye’de sekteye uğramasaydı sıranın hangi ülkeye geleceğini bilmek için de müneccim olmaya gerek bulunmuyor... ABD; BOP çerçevesinde Irak’ı ve Libya’yı bombalarken, Suriye’de iç karışıklık çıkarılırken ABD’ye en büyük desteği BOP’un eşbaşkanları sağlıyor…

Bu dönemde, özellikle Barack Obama zamanında Somali, Yemen, Afganistan ve Pakistan ABD tarafından bombalamıyor…

ABD’nin bu ‘’Ilımlı İslam Politikası’’na ve projesine uygun olarak da Türkiye’de FETÖ palazlandırılıyor, FETÖ, AKP ile ittifaka sokularak Türkiye’de bu Ilımlı İslam Projesine ters düşen veya bu politikaya engel olabilecek ülke içindeki bütün ulusal değerler ve varlıklar, ordu dâhil tarumar ediliyor. Zaten 1950'lerden beri bozulan laik eğitim sistemi iyice terk ediliyor. Balyoz – Ergenekon kumpas davaları da bu çerçevede yapılıyor.  ABD'nin Ilımlı İslam ve BOP çerçevesinde Irak'ın, Libya'nın ve Suriye'nin parçalanmasında koç başı olarak Türkiye kullanılıyor... Bu süreçte özelleştirmelerle, siyasi uygulamalarla, hukuksuzluklarla ve rejim değişikliği ile Türkiye’nin devlet kapasitesi zaafa uğratılıyor…

Rusya, jeopolitik arenaya çıkıyor

1989 dönüşümünden sonra Sovyetler Birliği dağılınca Sovyetler Birliğinin ardılı olarak Rusya Federasyonu kuruluyor. 1991 yılında Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Belarus arasında imzalanan anlaşma ile Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) kuruluyor. Bu anlaşma ile Sovyetler Birliği resmen yıkılmış oluyor. Anlaşmanın imzalanmasından iki hafta sonra da Letonya, Gürcistan, Estonya ve Litvanya hariç tüm eski Sovyet Cumhuriyetleri bu anlaşmayı imzalıyor…1993 yılında Gürcistan da bu anlaşmayı imzalıyor. Ancak Gürcistan, 2008 Güney Osetya Savaşı sonrasında 15 Ağustos 2008’de BDT’den ayrılıyor. Türkmenistan ise 2005’te üyelikten ayrılıyor ve Topluluğa gözlemci ülke olarak katılıyor. Üye ülkeler sırasıyla: Azerbaycan, Belarus, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Özbekistan, Rusya ve Tacikistan oluyor…


1996 yılında Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan arasında Şanghay İşbirliği Örgütü (Shanghai Cooperation Organisation) veya bilinen adlarıyla Şanghay Beşlisi, Şanghay Paktı oluşturuluyor. 2001 yılında Özbekistan'ın katılımıyla üye sayısını altıya çıkıyor. 2017 yılında Hindistan ve Pakistan'ın örgüte katılması ile üye sayısı sekize çıkıyor. Gözlemci statüsünde olan İran'ın 2021 yılında Şanghay İşbirliği Örgütüne tam üye olarak kabul edilmesi ile üye sayısı dokuza ulaşıyor

Bu süreçte özellikle Putin zamanında Rusya federasyonu kendisini toparladıktan sonra ardılı olduğu Rus Çarlığının jeopolitik arzu, hedef ve iştahı doğrultusunda eyleme geçiyor.

Bu kapsamda Rusya, 2011 ve 2012 yıllarında, BM Güvenlik Konseyi'nde, Suriye hükûmetine karşı olası yaptırımlar veya askerî müdahalesini önlemek için, Batı ve Arap ülkeleri tarafından desteklenen kararlara karşı, Suriye lehine veto yetkisini kullanıyor. Sonunda Rusya, 30 Eylül 2015 tarihinde Esad hükûmetini desteklemek amacıyla Suriye’ye giriyor.

2008 yılına Rusya, G. Osetya ve Abazya’nın Gürcistan’dan ayırıyor. Ardından Rus askerleri G. Osetya ve Abazya’ya giriyor. 2014 yılında Rusya, Kırım’ı Ukrayna’dan ayırarak ilhak ediyor.

2022 yılının başında, 21 Şubat 2022 tarihinde de Rusya, Kırım’ın özerk bölgesi olan Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri'ni tanıma kararı alıyor. Ve hemen ardından Rusya, 24 Şubat 2022 tarihinde bütün Ukrayna’ya saldırıyor…

Ulusların genlerine taşınan jeopolitik iştah

Tıpkı bir insanın genlerini çocuklarına, torunlarına taşıması gibi İmparatorluk artığı devletler de ardılı oldukları imparatorlukların jeopolitik heveslerini, arzularını ve iştahlarını taşıyorlar. Tıpkı günümüzdeki ABD’nin; İngiliz İmparatorluğunun jeopolitik heveslerini, arzularını ve iştahlarını taşıdığı gibi...  Tıpkı günümüzdeki Almanya’nın; Alman İmparatorluğunun, Prusya’nın jeopolitik heveslerini, arzularını ve iştahlarını taşıdığı gibi… Tıpkı günümüzdeki Rusya’nın; Rus Çarlık İmparatorluğunun, Sovyet İmparatorluğunun jeopolitik heveslerini, arzularını ve iştahlarını taşıdığı gibi... 

İngiliz İmparatorluğu, 18. yy ve 19. yy’da dünyaya nasıl hükmetmişse günümüzde de aynı şekilde ABD hükmediyor. 1914’de İngiliz İmparatorluk askerleri Basra’dan Bağdat’a nasıl yürümüşse 2003’te de ABD askerleri, Basra’dan Bağdat’a aynı şekilde yürüyor… İngiliz İmparatorluğu nasıl 1839’dan 1919’a kadar değişik zamanlarda Afganistan’da savaşıyorsa, Afganistan’ı işgal ediyorsa, ABD de 2000’li yıllarda Afganistan’ı işgal ediyor. 1885’de Rus Çarlık İmparatorluğu Afganistan’a nasıl saldırdıysa, Rus Çarlık İmparatorluğunun ardılı Sovyet Rusya da yüz yıl sonra 1979 yılında Afganistan’a saldırıyor. 1914’de Rus Çarlık İmparatorluğu Kafkasya’ya Balkanlar’a nasıl saldırıyorsa, Rus Çarlık İmparatorluğunun ardılı Rusya da 2008, 2014 ve 2022’de aynı şekilde Kafkasya’ya, Kırım’a, Ukrayna’ya saldırıyor. Günümüzde kendilerini Osmanlı İmparatorluğu’nun ardılı gören Osmanlı’nın genlerini taşıdığını iddia eden Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti ise aynı Osmanlı gibi fetih nidaları, naraları ve Kızılelma söylemleri ile daha dün Afrin’’e dalıyor…

Bu tablodan sadece ve sadece Almanya; Alman-Prusya İmparatorluğunun jeopolitik heveslerini, arzularını ve iştahlarını gerçekleştirmek için Alman-Prusya İmparatorluğundan farklı bir yol izliyor. Bu farklı yolla Almanya; hem Alman-Prusya İmparatorluğunun jeopolitik heveslerini, arzularını ve iştahlarını gerçekleştiriyor hem de her iki savaşta kaybettiği Prusya topraklarını bir tek mermi bile atmadan tamamen geri alıyor. Bunun için Almanya askerî gücünü değil de yumuşak gücü olan Alman jeokonomisini ve jeokültürünü kullanıyor.

Bugün itibarıyla Almanya; Alman-Prusya İmparatorluğunun jeopolitik hevesi, arzusu ve iştahı olan; Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Avusturya, Slovenya ve Macaristan’ın; hemen hemen bütün fabrikalarını, bütün şirketlerini, AVM’lerini, toptancılarını, perakendecilerini, ekmek fırınlarını, pastanelerini, kahvehanelerini, berberlerini ve kuaförlerinin neredeyse tamamını satın alıyor. Almanya’nın bu gücü Bulgaristan ve Yunanistan’a kadar da uzanıyor. Bugün itibarıyla Yunanistan’ın bütün tur operatörleri, turizm şirketlerinin neredeyse tamamı Almanya’ya ait oluyor…

Gerilen Dünya…

Dünya Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra ‘’Tarihin Sonu’’ (Fukuyama, ‘’Tarihin Sonu mu?’’, İmge Kitabevi, 2006) gelmiyor. Tam tersine ABD’nin tek kutuplu hale gelen dünyada dünyanın tek hâkimi olarak izlediği politika, Irak, Libya, Yemen, Somali, Afganistan savaşları, İsrail’in cüretkârlığı, göçmen sorunu, dünyanın yeniden bir kimlik krizine girmesi, 2008’den itibaren dünyanın yaşadığı ekonomik kriz ve Rusya’nın 2008 yılından itibaren yeniden jeopolitik arenaya çıkması dünyayı gerdikçe geriyor.

Beni takip edenler bilirler; bu gerilim nedeniyle ben on yıldan beridir bölgemizde, 1914'teki Birinci Paylaşım Savaşının bütün koşullarının ve bütün aktörlerinin yinelendiğini yazıyorum… ‘’Bölgemizde Rus Çarlığı yerine Rusya bulunuyor. İngiltere’nin yerini ABD alıyor. Almanya ve Fransa yerine AB olarak yine aynı Almanya ve Fransa yer alıyor. Araplar yine aynı Araplar oluyor. Osmanlı İmparatorluğu yerine Türkiye Cumhuriyeti bulunuyor, hatta Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlı’ya öykünen bir hükumet yönetiyor… Yine Kafkasya, Ukrayna, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz kaynıyor…’’

‘’Tarih tekerrür ederek Dünya yine iki kutuplu hale geliyor. Dünya; bir tarafta ABD, AB, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda diğer tarafta, Çin, Rusya, İran, Kuzey Kore olarak şekilleniyor. Bu bloklaşma süreci, Güneydoğu Asya’da, Orta Asya’da, Ortadoğu’da birçok ülkeyi taraf olmaya zorluyor. Özetle geçmişte İngiltere – Rusya çatışmasına sahne olan bölge günümüzde ABD – Rusya çatışmasına beşiklik ediyor... ‘’ Tırnak içindeki cümlelerimi ben yıllardır tekrar tekrar yazıyorum…

Savaş ve işgal bahaneleri

Anlattığım gibi Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması şu veya bu gerekçeden dolayı değil tamamen gerilen bu ortamda güçlenen Rus jeopolitik iştahından kaynaklanıyor. ABD’nin; Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Polonya’daki üslerinden dolayı veya NATO’nun genişlemesinden, ABD tarafından kuşatıldığından dolayı Rusya bu işgali yapmıyor. Kaldı ki bu ülkelerdeki ABD üsleri, Rusya’nın, 2007 tarihinde AKKA sürecini askıya alması ve 2015 yılında da tamamen AKKA’dan çekilmesi sonucu Rus balistik füzelerine karşı, ‘’Füze Kalkanı Savunma Projesi’’ çerçevesinde yerleştirdiği savunma amaçlı THAAD (Terminal High Altitude Area Defense) füzelerinden oluşuyor... Rusya’nın Ukrayna saldırısından sonra Putin’in nükleer silahlarını gündeme getirmesi ABD’nin ‘’Füze Kalkanı Savunma Projesi’’ne haklılık kazandırıyor…

Sonuç

Rusya’nın 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna’ya başlattığı saldırı halen devam ediyor. Her iki taraftan binlerce insan ölüyor, insanlar yerlerinden oluyor. Her zaman ama özellikle 21. yüzyılda savunma hariç hiçbir savaşın haklı hiçbir gerekçesi bulunmuyor. Hele bu savaşın hiçbir haklı gerekçesi bulunmuyor.

TV’lerde yayınlanan savaş görüntülerinde Rus askeri teçhizatının, araç ve gereçlerinin, Rus savaş makinasının görüntüleri belgesellerde yayınlanan II. Dünya savaşının görüntülerini hatırlatıyor. Ancak bundan daha vahim olanı ise Rus jeopolitik düşüncesinin askerî teçhizatları gibi 18. yy.’dan kalma olduğunu gösteriyor. Aradan geçen üç yüzyıla rağmen Rus jeopolitik düşüncesi jeokonomi ve jeokültür kavramlarından zerrece nasiplenmiyor.

1991 yılında Varşova Paktı dağılınca Rusya hariç Varşova Paktı ülkelerinin tamamı 1999-2009 yılları arasında NATO’ya giriyor. Bu ülkelerin çoğu AB’ne giriyor... Bu ülkeleri kimse NATO’ya ve AB’ne girmesi için zorlamıyor. Dağılan Sovyetler Birliği’nden ve Varşova Paktı’ndan hiçbir ülke Rusya ile beraber olmak istemiyor. Dünya’da da son kırk yılda göçmenlerden, sığınmacılardan hiç kimse Rusya’ya sığınmak istemiyor. Dışa karşı emperyalist, yayılmacı, sömürgeci de olsa kendi içerisinde hakkı, hukuku, refahı ve özgürlükleri temin eden Batı (ABD-AB) dünyada bir çekim merkezi haline geliyor. Batı, Almanya örneğinde anlattığım gibi jeopolitik iştahını 18. yy. jeopolitik düşünürlerin öngördükleri ve şimdilerde 21. yy.’da Rusya’nın uyguladığı gibi ‘’Bölge – Arazi – Coğrafya’’ zeminine oturtmuyor. Batı, jeopolitik iştahını jeokonomi ve jeokültür vasıtasıyla gerçekleştiriyor. Bugün için ABD dolarının, Batı emtiasının ve Batı kültürünün dünyada işgal etmediği, girmediği köşe bucak bulunmuyor…

Bu süreçte Rusya, ‘’uzlaşma kültürü’’nden de nasibini almıyor. Rusya gerek 2008 yılında G. Osetya ve Abazya’yı Gürcistan’dan ayırırken, gerek 2014 yılında Kırım’ı Ukrayna’dan ayırarak ilhak ederken ve gerekse de 2022 yılının başında Ukrayna’ya saldırırken uzlaşı kültürünü hiç kullanmıyor. Rusya, gerek Gürcistan ve gerekse de Ukrayna ile aralarındaki sorunları, örneğin Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda (Md. 1/1) öngörüldüğü gibi (Barışçı yollarla, adalet ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak) ele almıyor. Yine Rusya Birleşmiş Milletler Antlaşması’na (Md. 2/4) (Tüm üyelerin uluslararası ilişkilerinde... başka bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasal bağımsızlığına karşı... kuvvet kullanma tehdidine veya kuvvet kullanmaya başvurmaktan kaçınmak yükümlülüğü) uymadan, başka bir devletin (Ukrayna)  toprak bütünlüğünü ve siyasal bağımsızlığına karşı, tehdit bir yana, bizzat askerî kuvvet kullanıyor.

Dünya, Sovyetlerin dağıldığı 1989/1991 yıllarındaki Dünya olarak ve Rusya’nın sandığı gibi 18. yy’daki bir dünya olarak durmuyor. O günden bugüne Sovyet Rusya’nın aksine Rusya Federasyonu, ABD’nin kötü bir taklidi kapitalist bir devlet haline ve küreselleşen dünyanın bir parçası haline geliyor hem de küreselleşen dünyada kimse hangi gerekçe olursa olsun askerî bir gücün kullanılmasını tasvip etmiyor. Bu durumda Rusya’nın Batı, ABD ve AB’nin alacağı ekonomik ve siyasal tedbirlere göğüs germesi oldukça zor gözüküyor…

Bundan sonra

Bundan sonra Rusya’nın Ukrayna saldırısı nasıl sonuçlanır? Bunu bilmek çok zor. Çünkü savaşı başlatmak elinizde ancak bitirmek elinizde olmuyor. Hasat sonu anız yakan köyleler gibi bazen anız yanarken koca bir orman yanıyor... Savaşların sonucunu kimse bilemiyor. Her savaşın buzdağının üstü gibi kısa vadede kazananı, buzdağın altı gibi de uzun vadede kaybedeni oluyor. Muhtemel ki mevcut şartlar altında bu savaşın kaybedeni uzun vadede Rusya olarak gözüküyor. Bütün otoriter, bütün totaliter, bütün despot, bütün anti demokrat yöntemle yönetilen ülkelerin kaybedeceği gibi…


Tabii ki ülkesinde savaş cereyan eden Ukrayna da ikinci kaybeden olarak gözüküyor.

Girişte bahsettiğim gibi SPD’den Almanya şansölyesi Olaf Scholz’un 27 Şubat 2022 tarihinde Alman Parlamentosunda yaptığı konuşma Avrupa ve dünya için bir dönüm noktasını oluşturuyor... Bundan sonra ABD – AB ve NATO’nun daha bir güçlü ve uyum içerisinde olması bekleniyor. Bunu, bu düşüncede olan ABD Başkanı Biden başaramamıştı ancak bunu Putin başarıyor.  

Türkiye’nin ise bu savaşla beraber iki kutup arasında artık rahat hareket etme lüksü, yeterli bir hareket alanı, fazla bir manevra sahası kalmıyor. Türkiye için tek çıkar yol olarak, Osmanlının Birinci Dünya Harbindeki hatasına düşmeden Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’Yurtta sulh, cihanda sulh’’ ilkesine sarılmak kalıyor… Ancak Türkiye’nin bu düsturu uygulayabilecek nitelikte ve kalibrede devlet adamlarına ihtiyacı bulunuyor. Şartlar ‘’bi taraf olan bertaraf olur’’ atasözündeki anlamda Türkiye’yi zorlayabilecek gibi gözüküyor…

Artık Güneş, 24 Şubat 2022 tarihinden beri başka bir dünyayı aydınlatıyor… Ancak Fransız tarihçi Fernand Braudel’in söylediği gibi bu başka dünya daha mütekamil bir dünya olmuyor… (Braudel, ‘’Bellek ve Akdeniz’’ Metis Yayıncılık, 2016)

Bundan sonra; devlet kapasitesi gelişmemiş veya çökertilmiş, genel rekabete katılımda ekonomik ve kültürel alanda yetersiz ve güçlü ittifak ilişkileri içerisinde olmayan devletlerin akıbeti de Irak, Suriye, Libya, Yemen ve Ukrayna gibi olacağı gözüküyor…

Arz ederim…

Osman AYDOĞAN


Yorumlar - Yorum Yaz