Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının gerçek nedeni
14 Mart 2022
Ruslar ve Ukraynalıların hepsi değilse de birçoğu aynı dili konuşuyor. Ruslar ve Ukraynalılar; aynı kültüre, aynı dini inanca, ortak tarihsel geçmişe ve akrabalık ilişkilerine sahip bulunuyor. Hal böyle iken bu iki halk ve bu iki devlet arasındaki ilişkiler son yıllarda giderek artan bir gerileme sahne oluyor…
Artan bu gerilimin sonucu olarak Rusya, 24 Şubat 2022 tarihinde bütün Ukrayna’ya saldırıyor… O günden bugüne 19 gündür Ukrayna’ya Rus saldırısı devam ediyor.
Nasıl ki 1914’de Saraybosna’da, Avusturya Macaristan veliahtı Franz Ferdinand ve karısının bir Sırp öğrenci tarafından öldürülmesi, Birinci Dünya Savaşının sadece ve sadece bir bahanesi oluyorsa, Rusya - Ukrayna arasındaki sorunların tamamı da Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının bahanesi oluyor… Çünkü Rusya - Ukrayna arasındaki sorunlar, güce başvurmadan diplomasi ile çözülebilecek sorunlar oluyor
O halde Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının gerçek nedeni ne oluyor? Bu yazımda bu soruya cevap vermeye çalışacağım…
Önce Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının bahaneleri olan Rusya - Ukrayna sorunlarını kısaca anlatmak istiyorum…
Rusya - Ukrayna sorunları
Ukrayna – Rusya sorunlarının birçok nedeni bulunuyor. Bu sorunlardan Kırım, Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı ve Ukrayna’daki açlık felaketi olan ‘’Holodomor’’ sorununu daha önce bu sayfalarda yazmıştım.
Tabii ki Rusya ve Ukrayna arasındaki gerilimin tek nedeni bu iki sorun değil. Asıl sorun iki ülke arasındaki ortak tarihte yatıyor…
Kiev Knyezliği (Prensliği)
Her iki ülkenin Ukrayna ve Rusya'nın tarihsel kökeni, bugün Ukrayna'nın başkenti olan Kiev'e dayanıyor. Hazar Türklerinin kurduğu Kiev; 882-1132 yılları arasında Kiev Knyezliği'nin başkenti oluyor. Kiev Knyezliği ise bugünkü Rusların, Ukraynalıların ve Beyaz Rusyalıların atası sayılıyor. 12. ve 13. yüzyıllarda Kiev Knyezliği'nin Moğolların akınları sonucu dağılarak bağımsız prenslikler haline geliyor. Bu prenslikler de 1600’lü yıllardan itibaren Moskova ve Belarus'un hakimiyeti altına giriyor. Bu nedenle hem Ruslar hem Ukraynalılar Kiev Knyezliği'ni kendi tarihlerinin parçası olarak görüyor. Bu şekilde şimdiki Ukrayna 1600’lü yıllardan 1991 tarihine kadar Rusya’nın egemenliğinde kalıyor…
Sovyetler Birliği'nde 1989/91 yıllarında dağılmasıyla, dünyadaki yoksul ülkelerde yükselen milliyetçilik akımları hem Rusya’da hem de Ukrayna’da yükseliyor. Her iki ülkenin milliyetçileri de Kiev Knyezliği'nin kendilerine ait olduğunu öne sürüyor.
Rus Karadeniz Filosu
Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası ilk olarak Rusya’nın Kırım'daki Karadeniz Filosu iki ülke arasında sorun olarak ortaya çıkıyor… Rusya’nın Karadeniz Filosunun paylaşımındaki sorun nedeniyle artan gerilim iki ülkeyi silahlı çatışmanın eşiğinden döndürüyor. Sonunda 1997 yılında, iki ülke Devlet Başkanları Boris Yeltsin ile Leonid Kuçma, iki ülkenin dostluk ve işbirliğini öngören anlaşmayla beraber Rus Karadeniz Filosu'nun 2017 yılına kadar Kırım'da kalmasını imzalıyor... Bu anlaşmayla iki ülke resmi olarak birbirlerinin sınırlarını tanıyor. Anlaşma 2008 yılında da 10 yıllığına uzatılıyor.
Rus yolcu uçağının düşürülmesi
2001 yılında Karadeniz'in üzerinde Rus yolcu uçağının düşürülmesi, iki ülke arasında yeni bir gerginliğe sebep oluyor. Rusya, 88 yolcusuyla birlikte Tel Aviv-Novosibirsk seferini yapan TU-154 tipi uçağın, Ukrayna'nın tatbikatı sırasında S-200 roketiyle vurulduğunu iddia ediyor. Ukrayna ise bunu kabul etmiyor… Dünya havacılık tarihi ise TU-154 tipi Rus uçaklarını çok sık düşmelerinden dolayı ''Uçan Tabut'' olarak tanımlıyor.. Aşağıdaki haritada son yıllarda düşen TU-154 uçaklarının tarih ve yerleri gözüküyor.
Turuncu devrim
2004 yılında Ukrayna’da yapılan Devlet Başkanlığı seçimlerinde bir kırılma yaşanıyor. Seçimde dönemin Rusya yanlısı Başbakanı Viktor Yanukoviç'in karşısına, muhalif güçleri etrafında toplayan ve Batı'nın desteğini arkasına aldığı yorumları yapılan, "Naşa Ukrayna" bloğu lideri Viktor Yuşçenko aday olarak çıkıyor.
Seçimin ikinci turunda, Rusya yanlısı Yanukoviç yüzde 49,4, Batı yanlısı Yuşçenko yüzde 46,6 oy alıyor. Uluslararası gözlemcilerin seçimlerde ciddi ihlal ve hileler olduğunu öne sürmesiyle Yuşçenko, taraftarlarına sokağa çıkmaları çağrısı yapıyor...
Ardından, Kiev'deki Bağımsızlık Meydanı başta olmak üzere ülkede kitlesel gösteriler başlıyor. Yuşçenko'nun seçim kampanyasında turuncu rengi kullanmasından dolayı bu olaylara "turuncu devrim" adı veriliyor…
Gösterilerin büyümesi üzerine seçim sonuçları geçersiz ilan ediliyor. Seçimlerin yenilenmesine karar veriliyor. Yeniden yapılan seçimlerde Batı destekli Yuşçenko yüzde 51,9 oy alırken, Rusya yanlısı Yanukoviç'in oyları yüzde 44,2'de kalıyor. Böylece Yuşçenko ülkenin yeni devlet başkanı oluyor…
Batı yanlısı Yuşçenko iktidarının ilk yılında Ukrayna ile Rusya arasında doğal gaz krizi patlak veriyor. Uzun süren müzakerelerin sonunda Ukrayna, Rus gazının fiyatını iki kat artıran anlaşmayı imzalıyor…
2010 yılında yapılan devlet başkanlığı seçimlerinde ise Yuşçenko'nun oyları yüzde 5'e kadar düşerken, bir önceki seçimleri kaybeden Rusya yanlısı Yanukoviç, bu sefer en yakın rakibi "turuncu prenses" lakaplı Yuliya Timoşenko'yu mağlup ederek devlet başkanı oluyor…
Yanukoviç’in ilk işi dönemin Rusya Devlet Başkanı Dmitriy Medvedev ile masaya oturarak Rusya’nın Karadeniz Filosu'nun Kırım'da bulunma süresini 2042 yılına kadar uzatan anlaşmaya imza atıyor. Bu anlaşma Ukrayna'da Rusya karşıtları ve milliyetçilerin sert tepkilerine yol açıyor…
Ukrayna’da kaos
Kasım 2013'te Rusya yanlısı Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in Ukrayna-AB Ortaklık Anlaşması'nı imzalamayı reddetmesi üzerine Kiev'de Rusya yanlısı Yanukoviç'in iktidardan inmesi talebiyle büyük olaylar başlıyor. Bu olaylar, polis ve göstericiler arasında silahlı çatışmalara dönüşerek Kiev’i savaş alanına çeviriyor. Çoğunluğu radikal milliyetçilerden oluşan eylemciler ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalarda 100'ü aşkın kişi hayatını kaybediyor, yüzlerce kişi yaralanıyor. Bu olayların ardından Yanukoviç ülkeyi terk ediyor. Batı destekli muhalefet iktidara geliyor.
Kırım’ın ilhakı
Bu olayları hemen ardından da Ukrayna’daki Batı yanlısı yönetimin ilk fırsatta Rus Karadeniz Filosu’nun kira sözleşmesine son vereceğini bahane eden Rusya bir ön adım olarak 2014 yılında Kırım’ı ilhak ediliyor. Bu ilhak çatışmasız gerçekleşiyor. Bu konuyu daha önce yazdığım içim kısaca geçiyorum…
Donbass Bölgesi
Olayların devamında da Rus nüfusun ve Rusya yanlılarının ağırlıkta olduğu ülkenin doğusunda bulunan Donbass bölgesinde (Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri), büyük ölçüde Moskova destekli milis örgütlenmeleri ile Batı'nın desteklediği Kiev yönetimi arasında silahlı çatışmalar başlıyor…
Bu çatışmalarda, önemli bölümünü sivillerin oluşturduğu on dört bin kişi hayatını kaybediyor. Bu çatışmalar esnasında Donbass bölgesinde yaşayan Batı yanlıları ülkenin batı bölgesine göç ediyor. Bu göçlerin sonucu olarak Donbass bölgesindeki Rus yanlıların nüfusu artıyor. Bu bölgelerdeki Batı yanlıları da batıya göç edince ülkenin batısında da Batı yanlılarının oranı artıyor…
Buradaki olayları anlayabilmemiz için Donbass Bölgesi’nin tarihinden kısaca bahsetmemiz gerekiyor.
Ukrayna’nın en doğusunda bulunan Donbass, tarihte batıda Polonya, güneyde Kırım Hanlığı ve Osmanlı Devleti, kuzeyde ise Rusya arasında bir tampon bölgesi olarak kalıyor ve burada Ukrayna Kozakları yaşıyor… Donetsk ve Lugansk illerini de içeren bu bölge, 1700’lerin sonundan itibaren Rusya’nın eline geçiyor. 1800’lü yıllarda buralarda kömür maden tesislerinin kurulmasıyla Rusya’dan buraya, büyük kısmı Rus olan işçiler gelip yerleşiyor. Bu bölge zamanla sanayi merkezine dönüşüyor. 1917 Devrimi’ni takip eden dönemde, Lenin, biraz da köylü Ukrayna’yı kontrol etmek için sanayileşmiş, gelişmiş ve Ruslaşmış Donbass bölgesini Ukrayna’ya veriyor.
Bölünmüş bir ülke
Bu tarihsel sebeplerle Ukrayna kültürel ve siyasi açıdan iki farklı bölgeye ayrılıyor… Ülkenin güney ve doğu bölgelerinde, Karadeniz kıyısındaki Odesa, Rusya’nın ilhak ettiği Kırım, doğudaki Donbass, Harkov gibi iller ve bölgelerde Rusça konuşuluyor ve Rus yanlısı eğilimler güçlü bulunuyor. Ülkenin orta ve batı bölgelerinde Rusçadan faklı olan Ukraynaca konuşuluyor ve bu bölgelerde Ukrayna milliyetçiliği, Batı yanlılığı ve Rus karşıtlığı güçlü bulunuyor…
Din konusu
Her iki halk Hristiyan ve Ortodoks olmalarına rağmen aralarında derin bir uçurum bulunuyor. Kiev’de, Ruslar için önemli bir hac merkezi (neredeyse Kabe’si) ve Rus Ortodokslarının en büyük manastırı olan Peçersk Manastırı bulunur. 2018 yılında Fener Rum Patrikhanesi, Ukrayna’nın Moskova Patrikhanesi’nin değil, kendisinin alanına girdiğini ilan ediyor. Bu açıklama hem Rusya’nın tepkisini çekiyor hem de Rus Ortodoks Kilisesi’nin Fener Rum Patrikhanesi ile olan ilişkilerini koparıyor. Bu noktada Fener Rum Patrikhanesi’nin ABD tarafından, Doğu Avrupa’daki halkları etkilemek için desteklendiğini ifade etmem gerekiyor…
NATO’nun doğuya genişlemesi
Bütün bu sorunların krize yol açmasına ve krizin tırmanmasına Rusya tarafından, NATO’nu doğuya doğru genişlemesi ve Ukrayna’nın NATO üyeliği ihtimali olduğu iddia ediliyor. 1989 dönüşümünden sonra eski Doğu Bloku üyesi Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya ve eski Sovyet cumhuriyetlerinden Estonya, Letonya ve Litvanya, NATO üyesi oluyor. Bu durum, Rusya’nın kuşatılmışlık hissini güçlendiriyor. Ancak ABD/AB-Batı Ukrayna’ya hep “tampon bölge” gözüyle bakıyor. 2004-2013 arası gerçekleştirilen AB’nin ve NATO’nun doğuya genişlemesine Ukrayna bu yüzden alınmıyor… Buna rağmen Ukrayna gibi Rusya açısından büyük önem taşıyan bir ülkenin NATO’ya alınma ihtimali de Rusya’yı huzursuz ediyor.
Batı – Rusya ilişkilerinde ve NATO’nun doğuya genişlemesinde bazı kilometre taşlarının da olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Bu kilometre taşlarından birincisi 2008 yılı oluyor. Bu tarih Rusya’nın yükselişe başladığı, Rusya’nın dişlerinin göstermeye başladığı, Rusya’nın Batı ile ilişkilerin bozulduğu ve “Putinizm”in tavan yaptığı bir yıl oluyor… Putin, 2008 Münih Konferansı’nda Soğuk Savaş sonrasında Batı’ya açıkça ilk kez meydan okuyor… Putin, 2008 yılında 14 yıl sonra yapacağı Ukrayna saldırısının ip uçlarını veriyor: Putin, 2008 yılında NATO’nun Bükreş Zirvesi’nde, dönemin ABD Başkanı George W. Bush’a şöyle diyor: “George, Ukrayna diye bir devlet yok. Onun topraklarının yarısını ona biz verdik, diğer kısmı da Polonya’dan aldı…”
Rusya, 2008 yılında ayrıca Gürcistan’a giriyor…
Bu kilometre taşlarından ikincisi 2014 yılı oluyor. Bu tarihte Rusya Ukrayna’dan Kırım’ı ilhak ediyor.
Bu kilometre taşlarından üçüncüsü 2015 yılı oluyor. Bu tarihte Rusya Suriye iç savaşına Esad lehine taraf oluyor…
Ve son olarak Rusya, 2020 yılında Belarus’u işgal ediyor…
Bütün bu gelişmeler üzerine de ABD, 2010 yılından itibaren Polonya’dan başlamak üzere Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan hattında Rusya’ya karşı üsler oluşturuyor. ABD, bu üslere Rus balistik füzelerine karşı yüksek ve orta irtifa füze savunma silahlarını yerleştiriyor. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırdıktan sonra balistik füzeleri kullanacağını ima etmesi de ABD’nin bu tutumuna haklılık kazandırıyor...
Geliyorum yazımın baş tarafına
Donbass Bölgesindeki olayların ardından Donetsk ve Lugansk Halk cumhuriyetleri Rusya’dan da destek alarak Ukrayna’dan tek taraflı olarak bağımsızlıklarını ilan ediyor. 21 Şubat 2022 tarihinde de Rusya, Donetsk Halk Cumhuriyeti ile Luhansk Halk Cumhuriyetini tanıma kararı alıyor. Ve hemen ardından Rusya, 24 Şubat 2022 tarihinde bütün Ukrayna’ya saldırıyor… O günden bugüne 19 gündür Ukrayna’ya Rusya’nın saldırısı devam ediyor.
Bütün bu anlattıklarım girişte yazdığım gibi aslında Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması için yeterli bir sebep olmuyor... Bu sorunların her birisi birer bahane oluyor…
Rusya, Ukrayna’ya neden saldırıyor?
Rusya Devlet Başkanı Putin, 21 Şubat 2022 tarihinde gece vakti Rusya’nın Donetsk Halk Cumhuriyeti ile Luhansk Halk Cumhuriyetini tanıma kararı aldığı açıklamasında TV kameraları önünde uzuuuun bir konuşma yapıyor. Ne yazık ki bu konuşma Türk medyasında hak ettiği önemde yer almıyor. İşte Putin’in bu konuşmasının satır araları Rusya’nın neden Ukrayna’ya saldırdığının şifrelerini veriyor…
Putin, aslında bu konuşmasında yer alan konuların ip uçlarını 12 Haziran 2021 tarihinde Kremlin’in internet sitesinde hem Rusça hem de (bir ilk olarak) Ukraynaca olarak yayınlanan Ukrayna hakkındaki kendi makalesinde yer veriyor. Putin, bu uzun makalesinde iki ülkenin tarihi geçmişine atıflar yaparak; ‘’Ruslarla Ukraynalıların kardeş olduğunu, günümüzde iki ülke arasındaki sorunların, halklardan değil, Ukrayna’yı yönetenlerden kaynaklandığını, Ukrayna’nın şimdi Avrupa’nın en yoksul ülkesine dönüştüğünü’’ söylüyor. Putin’in yazdıklarına, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’den gecikmeden yanıt geliyor: “Biz, Ruslarla kardeş isek, olsa olsa, Habil’le Kabil gibi düşman kardeş oluruz…”
Putin’in, 21 Şubat 2022 tarihinde gece vakti yaptığı bu tarihi konuşmayı vermeden önce bu konuşmayı anlayabilmek için Putin ve çevresine hâkim olan dünya görüşünü ve psikolojisini aktarmam gerekiyor. Bugünün Rusya ve Ukrayna’sını anlamak için, bu dünya görüşünü bilmek gerekiyor…
Putin’in ve çevresinin ideolojisi
Putin yönetimi, 2004 yılından bu yana, muhafazakârlığa dayanan bir resmî ideoloji oluşturuyor. Bu konuda de Rus Ortodoks Kilisesi ile yoğun bir iş birliği yapıyor.
Bu çevrelere göre; Çarlık Rusya’sı, 1. Dünya Savaşı’nda galip gelmek üzereyken, Lenin ve arkadaşları, Alman desteğiyle devrim yapıyor. Bu devrim ise; Rusya’nın savaştan çekilmesine, din karşıtı bir düzenin kurulmasına, Almanya ve müttefikleriyle (Osmanlı da dahil) teslimiyetçi bir barış yaparak Rusya’nın pek çok yeri kaybetmesine neden oluyor.
Ayrıca, Putin ve Rus muhafazakârları, Sovyetler Birliği’nin federasyon şeklinde kurulmasını ve Sovyetler Birliği’nin kurucu cumhuriyetlerine toprak verilmiş olmasını eleştiriyor. Çünkü, bunlara göre, o dönemde federasyonun iç sınırları olarak çizilen sınırlar, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, uluslararası sınırlar haline geliyor ve Sovyetler Birliği zamanında Sovyet Ukraynası’na bırakılmış olan Kırım, Odessa, Harkov gibi şehirler, Ukrayna’da, bazı bölgeler de Kazakistan’da kalıyor.
Putin ve çevresi; Sovyetler Birliği kurumsallaşıp bir nevi Rus devletine dönüştüğünden, 1991 yılında yıkılan Sovyetler Birliği’ni de bir Rus imparatorluğu olarak görüyor... Rus milliyetçi-muhafazakârlarına göre Sovyetler Birliği’nin kurulması ayrı bir felaket, yıkılması ayrı bir felaket oluyor…
Bu nedenle, bu çevreler, Sovyet devriminin lideri Lenin’e ateş püskürüyor. Ancak yine aynı çevreler, bütün muhafazakârlıklarına rağmen, 1930’larda dini kurumlara baskı yapan Sovyet lideri Stalin’e övgüler düzüyor. Çünkü onlara göre Stalin, “devrimci karışıklığa” son veriyor ve yeni bir devlet düzeni kuruyor. Ayrıca, Sovyet Ordularının Berlin’i ele geçirmesiyle, Stalin, Rus çarlarının bile yapamadığını yaparak, Rusları Avrupa’nın ortalarına kadar götürüyor. (Deniz Berktay, Cumhuriyet, 12 Mart 2002)
Şimdi Putin’in, 21 Şubat 2022 tarihinde gece vakti yaptığı bu tarihi konuşmasına gelebiliriz.
Putin’in konuşması
Putin, 21 Şubat 2022 gecesi, bir yanında Rus Federasyonu bayrağı diğer yanında üzerinde çift başlı kartal simgesi taşıyan Romanov Hanedanı ( 1613-1917 yılları arasında Rusya'nın hükümdar kraliyet ailesi) bayrağı önünde yaptığı ‘’ulusa sesleniş’’ konuşmasında tarihe hep atıfta bulunarak uzun uzun Ekim Devrimini ve Bolşevikleri anlatıyor. Putin, konuşmasında; “Sovyetler Birliği’nin yıkılması, 20. yüzyılın en büyük trajedisidir” diyor. Putin, konuşmasında yukarıda verdiğim ideolojik inancını açık ve net dile getiriyor…
Putin konuşmasında özetle şu mesajları veriyor:
Ukrayna’ya dönük ifadeler:
‘’Ukrayna hiçbir zaman bir devlet olmadı. Ukrayna, Rusya tarafından yaratılmıştır. Ukrayna'yı Sovyetler kurmuştur, Rusya’sız Ukrayna yoktur. Ukrayna'nın doğusu eski Rus toprağıdır. Ukrayna’yı tarih boyunca Ruslar korudu, 18. yüzyılda Ukrayna şehirlerini, Karadeniz kıyısını Türklerden Rusya korudu, komünizm rejimi devam ederken de bu koruma devam etti. Osmanlı devletinden savaş ve anlaşmayla kazandığımız topraklara 19. yüzyılda da asker çıkarmış ve başarısız olmuşlardı. Yine başarısız olacaklar, çünkü oralarda hala Rus komutanların ismi yazıyor.’’
‘’Ukrayna bize şantaj yaptı, tek taraflı bir ilişkiyle gazımızı çaldı. Ukrayna'da insanlar zor şartlar altında yaşıyor, diplomayı alanların yarısı diğer ülkelere göç ediyor, enerji fiyatları çok arttı i halk yoksulluk içinde yaşıyor… 6 bin doktor Ukrayna’yı ekonomik kriz sebebiyle terk etti. Kiev yönetimini azınlıklara işkence yapıyor.’’
*Ukrayna'nın nükleer füze geliştirecek teknolojisi var. Ellerinde Sovyet döneminden kalma teknolojiler ve halihazırda Toçka-u füzeleri var. Diğer devletlerin desteği ve yardımıyla nükleer silahlar geliştirip Rusya’nın güvenliğini tehdit edebilirler."
‘’Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlıklarını tanıyacağız. Donbass tarihsel olarak Rusya’nın bir parçasıdır.”
NATO, ABD ve Batı’ya yönelik ifadeler:
‘’NATO ile 1997'de daha doğuya genişlememesi için anlaşma yaptık, uymadılar. Litvanya’ya kadar geldiler. Almanya birleşirken Doğu Avrupa’ya dönük bir ordusu olmaması için anlaşma yaptık, uymadılar. Zamanında Bush'a Rusya da NATO’ya girmek isterse buna tepkiniz ne olurdu diye sordum, renkten renge girdi. NATO savunma amaçlıdır dediler, sınırlarımıza Tomahawk füzeleri yerleştirdiler. Bu füzeler savunma değil saldırı amaçlıdır ve Ural dağlarının ötesini bile vurabilir. Moskova'yı 4 dakikada vuracak silahlar yerleştirdiler. Rusya kıskaca alınıyor, NATO hiçbir sözünü tutmuyor ve buna Ukrayna’da tolerans göstermeyeceğiz. Ukrayna halkı bilmelidir ki asıl tehlike NATO’dur. Bizim tarih birliğimiz var. Onlara değil bize güvenmek zorundalar. Yaşananlar ABD’nin savunma kisvesi altında uzun soluklu bir saldırı politikasıdır. ABD dış politika metinlerinin hepsinde en büyük tehlike olarak hala Rusya tanımlı. ‘’
Putin’in konuşmasında NATO’dan istekleri
‘’NATO’nun doğuya doğru genişlemesi durdurulacak. Rusya sınırına silah yığınağı yapılmayacak. NATO, NATO ve Rusya arasında 1997'de imzalanan anlaşmanın özüne uygun yapıya dönecek.’’
Türkiye’ye dönük ifadeler
Putin konuşmasında, üstü örtülü ifadeyle, Polonya ve Finlandiya’nın bağımsız olduğu, Osmanlı Devleti’nin de Kars-Ardahan ve Batum’u geri aldığı Brest Litovsk Anlaşması’nı eleştiriyor…
Putin, konuşmasının bütününde Çarlık Rusya’sının ve eski Sovyetler Birliği topraklarından bahsediyor. Putin, konuşmasında; Azerbaycan'dan Baltık'a, Kazakistan'dan Tacikistan'a gelecek yıllarda devasa bir coğrafyayı tehdit eden sözleri kameralar karşısında canlı canlı sarf ediyor. Putin, konuşmasında açıkça ve net olarak ‘’Ukrayna diye ayrı bir ülkeyi tanımıyoruz, bizim olmazsa zorla yapacağız’’ diyor. Putin, bu konuşmasıyla Ukrayna’nın da topyekûn işgalinin zemini hazırlanıyor.
Putin, konuşmasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) Anayasa’sında bağlı cumhuriyetlere tanınan ‘’kendi kaderlerini tayin hakkı’’nın da devletin temeline konulmuş bir mayın olduğunu söylüyor. Dolayısıyla Putin’in Lenin’e yönelik eleştirisi ve hak iddiası sadece Ukrayna’yla sınırlı bulunmuyor. Putin, konuşmasında Sovyetler Birliğini tekrar kurmaktan söz ediyor... Ukrayna’dan sonraki hedefinin Baltık ülkeleri, Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri olduğu gözüküyor.
Putin modern dönemin Adolf Hitleri gibi davranıyor. Önce Gürcistan, sonra Kırım şimdi de sıra Ukrayna’nın bütününü hedef alıyor…
Putin’in bu politikası Nazi Almanya’sının yürüttüğü “Lebensraum” politikasını andırıyor… Argümanlar çok benziyor. Avusturya ve Suderland bölgesinin bu iddialar ile ilhakının ardından, yine aynı iddialarla Polonya’nın ilhakını anımsatıyor. Ayrıca Putin, Ukrayna’ya Hitler’in aynı Çekoslovakya’ya yaptığı muameleyi yapıyor. Aynı Hitler’in Südetenland'ı aldığında durmadığı gibi Putin, Kırım, Lugansk, Dontesk'tan sonra tüm Ukrayna’yı istiyor. Belarus’u zaten işgal etmiş durumda bulunuyor. Bundan sonra Baltık ülkeleri ve Kafkaslara sıra geliyor… 2-3 sene sonra Putin; Estonya Rus toprağıdır, hakkımızdır, Azerbaycan da Rus toprağıdır hakkımızdır diyerek oralara da saldırıya kapı açan konuşmaları yapıyor.
Putin’in bu konuşması bizdeki Neo-Osmanlı heveslilerinin Lozan ve Montrö anlaşmasını beğenmeyip Musul, Kerkük, Batı Trakya ve Ege Adaları üzerine hayal kurmalarına benziyor. Ancak arada büyük fark bulunuyor. Putin, bu hayalini gerçekleştirebilecek politik, ekonomik ve askerî güce sahip bulunurken bizdeki Neo-Osmanlıların heveslerini gerçekleştirebilecek bir gücü, çap ve kapasitesi bulunmuyor. Ancak uluslararası ilişkilerde aktörler bazen söylemlerinizi ciddiye alıp tedbirler alıyor… Dolayısıyla Neo-Osmanlıların bu söylemleri uzun vadede Türkiye’ye büyük zarar verebilecek nitelikte gözüküyor... Bir vakitler çok erken ve gereksi telaffuz edilen ''Adiyatik'den Çin Seddi'ne Türk dünyası'' söylemi nedeniyle Türkiye'nin başına epey bir çorap örülüyor...
Sonuç
Bu uzun yazıdan çıkacak sonucu farklı alanlarda şöyle sıralayabilirim:
Tıpkı bir insanın genlerini çocuklarına, torunlarına taşıması gibi İmparatorluk artığı devletler de ardılı oldukları imparatorlukların jeopolitik heveslerini, arzularını ve iştahlarını taşıyorlar. Tıpkı günümüzdeki ABD’nin; İngiliz İmparatorluğunun jeopolitik heveslerini, arzularını ve iştahlarını taşıdığı gibi günümüzdeki Rusya da Rus Çarlık İmparatorluğunun, Sovyet İmparatorluğunun jeopolitik heveslerini, arzularını ve iştahlarını taşıyor. Putin’in aktardığım bu konuşması ve nihayetinde Ukrayna'ya saldırması Rus Çarlığı'nı kurma girişiminin ete kemiğe bürünmüş bir hali oluyor.
Ukrayna’da 21. yy.’da 19 gündür Rus saldırısı altında yaşıyor. Binlerce insan ölüyor. ABD emperyalizminin Vietnam'da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de, Güney Amerika’da yaptığı vahşet hiçbir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasına gerekçe olmuyor. Ancak Türk aydınının bir kısmı ise ABD emperyalizmi karşıtlığı nedeniyle bütün bu olup biteni görmezden gelip Rusya güzellemesi yapıyor… İdeolojik saplantılar jeopolitik körlüğe neden oluyor… Rusya’nın Ukrayna’da gerçekleştirdiği askerî harekât uluslararası hukuka da aykırı bulunuyor… Zaten hiçbir saldırının hiçbir haklı gerekçesi bulunmuyor...
''Savaşta önce gerçekler ölür'' diye anonim bir söz bulunuyor. ABD emperyalizmi Irak'ı işgal ederken ''Irak'ta nükleer silah tesisleri var'' yalanına sarılıyor. Aradan bir yirmi yıl geçtikten sonra bu sefer de Rus emperyalizmi Ukrayna'ya saldırıken ''Ukrayna'da biyolojik silah tesisleri var'' yalanını uyduruyor...
Rusya bu saldırıda 18. yy.da kalmış, emperyalizmin bir aracı olan ve ’’Bölge – Arazi – Coğrafya’’ zemininde yoğunlaşarak vücut bulan jeopolitik düşünceyi kullanıyor. Halbuki 21. yy’ın emperyalizmi araç olarak jeopolitik düşünceyi değil, ‘’jeoekonomi’’ ve ‘’jeokültür’’ düşüncesini kullanıyor. 20 yy. sonlarından itibaren dünya siyasetinde artık emperyalizmin araçları olarak Hard Power faktörler (sert güçler; coğrafya, boğazlar, arazi, silah, silahlı güçler) ağırlığını ve önemini yitiriyor ve dünya siyasetinde emperyalizmin araçları olarak yükselen güç Soft Power faktörler (ekonomik ve kültürel güç) önem ve ağırlık kazanıyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısında kullandığı demode olan bu jeopolitik düşünce kısa vadede kazançlı gözükse bile uzun vadede mutlaka kaybediyor. Bu düşünceyi Paul Kennedy, son beş yüzyılın imparatorlukları üzerine araştırma yaparak yazdığı ‘’Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri’’ (The Rise and Fall of the Great Powers) (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1990) adlı kitabında şöyle dile getiriyor: ‘’Bir devlet gücünün zirvesine ulaştığında bu gücü korumak için daha fazla askerî güç kullanıyor. Bu fazla askerî güç de devleti ekonomik olarak çökertiyor.’’
1896 yılında İtalya Dışişleri Bakanı Don Onorato Caetani'ın oğlu, Antikçağ edebiyatı ve İslam tarihi uzmanı ünlü bir bilim adamı olan Leone Caetani’nin dokuz ciltlik ‘’İslam Tarihi’’ (Tanin Matbaası, İstanbul, 1924) adlı güzel bir eseri bulunuyor. Mustafa Kemal Atatürk, Leone Caetani’nin bu dokuz ciltlik ‘’İslâm Tarihi’’ adlı eserini okurken, eserin 5. Cilt, 68. sayfasındaki “Tarih, ilerisini göremeyenler için acımasızdır” sözünün altını mavi kalemle çiziyor ve yanına çok mühim olduğunu belirtmek için iki defa çarpı işareti koyuyor. (Gürbüz D. Tüfekçi, Atatürk’ün Düşünce Yapısı, Turhan Kitabevi, Ankara, 1986, s. 47) Bu tür gelişmeleri görmeyenler için tarih çok acımasız oluyor.
Rusya'nın tekrar Batı'ya dişini göstermesi Batı nezdinde Tükiye'nin jeopolitik önemini tekrar hatırlatıyor... Bu gelişme ise benim yıllardır ifade ettiğim tezimi haklı çıkarıyor: Türkiye’nin Batı (ABD-AB) ile olan ilişkilerinin niteliğini Rusya belirliyor. Rusya Batı’ya tehdit olduğu sürece Türk – Batı ilişkileri iyi gidiyor. Batı’ya olan Rus tehdidi ortadan kalkınca da Türkiye, Batı ile olan ilişkilerinde sorunlar yaşıyor. Bu krizde Rusya'nın tamamen yenilip etkisizleşmesi de Batı nezdinde Türkiye'yi yeniden öenmsiz bir ülke haline getirmesi ihtimalini barındırıyor...
Türkiye’nin ise bu savaşla beraber iki kutup arasında artık rahat hareket etme lüksü, yeterli bir hareket alanı, fazla bir manevra sahası kalmıyor. Türkiye için tek çıkar yol olarak, Osmanlının Birinci Dünya Harbindeki hatasına düşmeden Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük öngörüsüyle imzalanan Montrö Anlaşmasına ve Büyük Önder’in ‘’Yurtta sulh, cihanda sulh’’ ilkesine sarılmak kalıyor… Türkiye'nin bekası bunu gerektiriyor. Ancak Türkiye’nin bu düsturu uygulayabilecek nitelikte ve kalibrede devlet adamlarına ihtiyacı bulunuyor. Şartlar ‘’bi taraf olan bertaraf olur’’ atasözündeki anlamda Türkiye’yi zorlayabilecek gibi gözüküyor…
Bundan sonra; devlet kapasitesi gelişmemiş veya çökertilmiş, genel rekabete katılımda ekonomik ve kültürel alanda yetersiz ve güçlü ittifak ilişkileri içerisinde olmayan devletlerin akıbeti de Irak, Suriye, Libya, Yemen ve Ukrayna gibi olacağı gözüküyor…
İbn-i Haldun; “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer” diyor. Mehmet Akif; ‘’Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?’’ diyor… Georg Wilhelm Friedrich Hegel de ‘’Bütün tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir’’ diyerek tarihin tekerrür ettiğini ifade ediyor… Karl Marx da tarihin tekerrür ettiğini Hegel'e cevap verircesine şöyle diyor: ‘’Evet bütün tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Birincisinde trajedi, ikincisinde komedi olarak…’’
Gerçekten de tarih (Birinci Dünya Savaşı öncesi şartlar) günümüzde komedi olarak yineleniyor… Hem de krizin aktörlerinden birisi de gerçekten komedyen oluyor…
Ve tarih, ilerisini göremeyenler için çok ama çok acımasız oluyor...
Osman AYDOĞAN
Meraklısı için 21 Şubat 2022 tarihinde Putin’in yaptığı konuşmanın Türkçe tam metnini veriyorum.
Putin'in konuşmasının tam metni
Rusya’nın saygıdeğer yurttaşları! Değerli dostlar!
Donbass’ta meydana gelen trajik hadiselere, bizatihi Rusya’nın güvenliğinin temin edilmesi meselesine bugün tekrar dönmeyi zaruri görüyorum.
Bu yıl 21 Şubat’taki seslenişimde söylediklerimle başlayacağım. Mesele, bizde özel bir kaygı ve endişe yaratan, Batı’daki sorumsuz siyasetçiler tarafından ülkemize karşı yıldan yıla, adım adım, kaba ve umarsızca yaratılan temel tehditler. NATO blokunun doğuya genişlemesini, askeri altyapısının Rusya sınırlarına yaklaşmasını kastediyorum.
Otuz yıl boyunca önde gelen NATO ülkeleriyle Avrupa’da eşit ve bölünmez bir güvenliğin ilkeleri üzerine ısrarla ve sabırla müzakere etmeye çalıştığımız iyi biliniyor. Tekliflerimize cevap olarak devamlı olarak ya sinik bir sahtekarlık ve yalanla, ya da baskı ve şantaj girişimleriyle karşılaştık; bu arada Kuzey Atlantik İttifakı, bizim bütün protestolarımıza ve kaygılarımıza rağmen mütemadiyen genişliyor, askeri cihaz ilerliyor ve sınırlarımıza bitişecek kadar yaklaşıyor.
Bütün bunlar neden oluyor? Kendisinin biricik olduğu, yanılmaz olduğu, kendisine her şeyin caiz olduğu tutumuyla bu küstahça konuşma tarzı nereden geliyor; bizim endişelerimize ve tamamen kanuni taleplerimize yönelik göz ardı eden, aldırmaz tutum nereden geliyor?
Cevabı ortada, anlaşılır ve açık. Sovyetler Birliği geçtiğimiz yüzyılın 80’li yıllarının sonunda zayıf düştü, sonra da büsbütün dağıldı. O zaman meydana gelen hadiselerin akışı, bizim için bugün de iyi bir derstir; bu, iktidarın, iradenin felce uğramasının tam bir degradasyon ve koma halinin ilk adımı oluşudur. O zaman kendimize olan güvenimizi bir süreliğine kaybetmemiz her şeyin bedeli oldu; dünyadaki güç dengesi yıkıldı.
Bu, eski anlaşmaların, mutabakatların fiilen işlemeyişine yol açtı. Dil dökmelerin ve ricaların faydası yok. Hegemonu, iktidardakileri hoşnut etmeyen her şey arkaik, eskimiş ve gereksiz ilan ediliyor. Oysa tersine, onlara avantajlı görünen her şey, en eksiksiz hakikat olarak servis ediliyor, ne pahasına olursa olsun, en kaba yoldan ve her türlü vasıtayla bastırılıyor. Kabul etmeyenler dizleri üzerine çökertiliyor.
Şimdi söylediklerim sadece Rusya’yı ilgilendirmiyor ve sadece bizi kaygılandırmıyor. Bu, bütün bir uluslararası ilişkiler sistemini, bazen ABD’nin müttefiklerini bile ilgilendiriyor. SSCB’nin dağılmasından sonra dünyanın yeniden paylaşılmasına fiilen başlandı; o zamana kadar ortaya çıkan uluslararası hukuk normları (bunların hayati, temel olanları, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçları olarak kabul edilmiş ve pek çok açıdan bu savaşın sonuçlarını tahkim ediyordu), kendilerini soğuk savaşın galipleri ilan edenleri rahatsız etmeye başladı.
Elbette, pratik hayatta, uluslararası ilişkilerde, bunların düzenlenmesine yönelik kurallarda, dünyadaki durumda ve bizatihi güç dengesindeki değişiklikleri hesaba katmak şarttı. Ama bunu profesyonelce, düzgün, sabırla, bütün ülkelerin menfaatlerini hesaba katarak ve onlara saygı göstererek ve kendi sorumluluklarını bilerek yapmak gerekirdi. Ama hayır; mutlak üstünlüğün verdiği sarhoşluk hali, bir tür çağdaş mutlakiyetçilik vardı, üstelik de bu, sadece kendisi için kârlı kararları hazırlayan, alan ve pazarlayanların ortak kültür ve haysiyet seviyesinin düşüklüğü ortamında ortaya çıkıyordu. Durum, başka bir senaryoya uygun gelişmeye başlıyordu.
Örnekler için çok uzağa gitmeye gerek yok. İlkin, BM Güvenlik Konseyi’nin onayını almadan, Belgrad’a karşı kanlı bir askeri operasyon yürütüldü, Avrupa’nın tam göbeğinde hava kuvvetleri, roketler kullanıldı. Sivil şehirler, hayati altyapı birkaç hafta boyunca aralıksız bombardıman edildi. Bu olguları hatırlatmak gerekiyor, ama kimi batılı meslektaşlarımız bu hadiseleri hatırlamak istemiyorlar, biz bunlardan söz ettiğimizde de uluslararası hukuk normlarını değil, kendilerince yorumladıkları şartları gösteriyorlar.
Sonra sıra Irak’ı, Libya’ya, Suriye’ye geldi. Libya’ya karşı gayrimeşru askeri kuvvet kullanımı, BM Güvenlik Konseyi’nin Libya meselesindeki bütün kararlarının çarpıtılması, devletin tamamen yıkılmasına, devasa bir uluslararası terörizm odağının ortaya çıkmasına, ülkenin bir insani felakete gömülmesine, halen durmayan uzun yıllara yayılan bir iç savaşın uçurumuna düşmesine yol açtı. Sadece Libya’da değil bütün bir bölgede yüz binlerce, milyonlarca insanın mahkûm edildiği bu trajedi, Kuzey Afrika’dan ve Yakın Doğu’dan Avrupa’ya kitlesel bir göçmen akışını doğurdu.
Suriye’ye de benzer bir kader hazırlamışlardı. Batı koalisyonunun bu ülke topraklarındaki, Suriye hükümetinin ve BM Güvenlik Konseyi’nin rızasını almadan yürüttüğü askeri faaliyetler, saldırganlık ve askeri müdahaleden başka bir şey değildir.
Ancak bu seride en özel yeri kuşkusuz ki Irak’ın hiçbir haklı neden olmaksızın işgali işgal ediyor. Bahane olarak Irak’ta kitle imha silahlarına dair ABD’nin elinde bulunan güya güvenilir istihbaratı seçtiler. Buna kanıt olarak ABD Dışişleri Bakanı bütün dünyanın gözlerinin önünde içinde beyaz bir toz bulunan test tüpünü salladı ve herkesi, bunun Irak’ta hazırlanan kitle imha silahı olduğuna temin etti. Sonra bunun bir hokkabazlık, blöf olduğu ortaya çıktı. Irak’ta kimyasal silah filan yoktu. İnanılmaz, şaşılacak şey, ama olgu, olgudur. Bir devletin en yüksek seviyesinde, BM kürsüsünden yalan söylendi.
En genelde, fiilen her yerde, batının kendi düzenini tesis etmek için gittiği dünyanın bütün bölgelerinde sonuçta kanlı, iyileşme bilmez yaraların, uluslararası terörizm ve ekstremizm çıbanlarının kaldığı izlenimi hasıl oluyor. Söylediklerimin hepsi, uluslararası hukukun ihlalinin en leş kokulu, ama yegâne olmanın çok uzağındaki örnekleridir.
Bu seride ülkemize de NATO’yu doğuya doğru bir inç bile genişletmeme sözleri var. Tekrar ediyordum, aldattılar; halk dilinde ifade edersek, düpedüz kafa buldular. Evet, siyasetin kirli bir iş olduğunu sık sık duymak mümkündür. Olabilir, ama bu kadar değil, bu derece değil. Böyle bir düzenbazlık, sadece uluslararası ilişkiler ilkeleriyle değil, her şeyden önce evrensel moral ve ahlak ilkeleriyle çelişiyor. Burada adalet ve hukuk nerede? Sadece yalan ve ikiyüzlülük.
Yeri gelmişken, Amerikan siyasetçileri, siyaset bilimcileri ve gazetecileri, ABD içinde son yıllarda gerçek bir “yalan imparatorluğu” kurulduğunu kendileri söylüyorlar. Ama tevazua gerek yok: ABD her şeye rağmen büyük bir ülke, sistem oluşturucu bir güç. Bütün uyduları sadece yakınmaksızın ve uysalca boyun eğmekle, her vesileyle onunla aynı telden çalmakla kalmıyorlar, ama onun davranışlarını da kopya ediyorlar, kendilerine sunulan kuralları coşkuyla kabul ediyorlar. Bu yüzden Bu yüzden kesin bir surette ve güvenle, ABD’nin kendi suretinde meydana getirdiği batı blokunun “yalan imparatorluğunun” ta kendisi olduğunu söylemek mümkündür.
Ülkemize gelince, SSCB’nin yıkılmasından sonra yeni çağdaş Rusya’nın görülmemiş samimiyetine, ABD ve diğer batılı ortaklar ile üstelik de tek taraflı silahsızlanma şartıyla dürüst bir şekilde çalışmaya hazır oluşuna rağmen, bizi yoğurmaya, işimizi bitirmeye ve tamamen yok etmeye çalıştılar. 90’larda, 2000’lerin başında, kolektif Batı Rusya’nın güneyinde ayrılıkçılığı ve parayla tutulmuş çeteleri en aktif şekilde desteklerken, durum buydu. Kafkaslardaki uluslararası terörizmin belini tamamen kırana kadar ne çok bedeller ödememiz, ne kayıplar vermemiz, ne tecrübeler yaşamamız gerekti! Bunu hatırlıyoruz ve asla unutmayacağız.
Ve gerçekten, son ana kadar, bizi kendi menfaatleri için kullanmak, geleneksel değerlerimizi imha etmek ve bize, halkımızı içten kemirecek olan kendi sözüm ona değerlerini, kendi ülkelerinde saldırgan şekilde yerleştirdikleri ve insan tabiatıyla çeliştiği için doğrudan doğruya yozlaşma ve dejenerasyona götüren mekanizmaları empoze etmek girişimleri kesilmedi. Bunun olmasına izin verilemez. Bu, hiçbir zaman, hiç kimsenin başına gelmiş değildir. Şimdi de olmayacak.
Her şeye rağmen 2021 aralık ayında ABD ve müttefikleriyle Avrupa’da güvenliğinin temininin ilkeleri ve NATO’nun genişlememesi üzerine bir kez daha müzakere girişiminde bulunduk. Hepsi boşuna. ABD’nin tutumu değişmiyor. Rusya ile, bizim için kilit önem taşıyan meselede müzakere etmeyi zorunluluk kabul etmiyor, kendi amaçlarını kovalıyor, kaygılarımızı ihmal ediyorlar.
Bu durumda, bundan sonra ne yapacağımız, neyi bekleyeceğimiz sorusu doğuyor. Sovyetler Birliği’nin geçtiğimiz yüzyıl 1940’ta ve 1941 başında savaşın başlamasını engellemek veya hiç değilse ertelemek için elinden geleni yaptığını tarihten biliyoruz. Bunun için, en son ana kadar potansiyel saldırganı provoke etmemeye çalıştı, kaçınılmaz saldırıyı geri püskürtmeye yönelik hazırlıklar için en zaruri, aşikâr eylemleri hayata geçirmedi veya erteledi. Nihayetinde atılan bütün adımlar ise felaket doğuracak şekilde gecikmişti.
Sonuçta ülke, 22 Haziran 1941’de savaş ilanı yapmaksızın yurdumuza saldıran Nazi Almanya’sının hücumunu bütün gücüyle geri püskürtmeye hazır değildi. Düşmanı durdurmak ve daha sonra ezmek mümkün oldu, ama devasa bir bedel karşılığı. Saldırganı Büyük Anavatan Savaşı’nın eşiğinde yatıştırma girişimi halkımıza pahalıya patlayan bir hataydı. Askeri harekâtların ilk aylarında büyük, stratejik önem taşıyan toprakları ve milyonlarca insanı kaybettik. Bu hatayı ikinci defa yapmayacağız, buna hakkımız yok.
Dünya hakimiyeti iddiası güdenler, açıkça, karşılığını görmeksizin, ve altını çiziyorum, hiçbir temeli olmaksızın bizi, Rusya’yı düşman ilan ediyorlar. Gerçekten de büyük mali, bilimsel-teknolojik ve askeri olanaklara sahipler. Bunu biliyoruz ve iktisadi sahada bize yönelik devamlı seslendirilen tehditleri de tıpkı bu küstah ve kesintisiz şantaja karşı kendi olanaklarımız gibi objektif şekilde değerlendiriyoruz. Tekrar ediyorum, bunları illüzyona kapılmaksızın, son derece realist şekilde değerlendiriyoruz.
Askeri sahaya gelince, çağdaş Rusya, SSCB’nin dağılmasından ve onun potansiyelinin önemli bir bölümünün harcanmasından sonra bile, bugün, dünyanın en büyük nükleer güçlerinden biridir ve dahası, bir dizi yeni tip silahta da belirgin bir üstünlüğe sahiptir. Bu bağlamda, ülkemize yapılacak doğrudan bir saldırının bozguna ve her tür potansiyel saldırgan için korkunç sonuçlara yol açacağından hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Bununla birlikte teknolojiler, askeri teknolojiler de dahil, hızla değişiyor. Bu alandaki liderlik elden ele geçiyor ve geçecek; sınırımıza bitişim toprakların askerileştirilmesi ise, buna izin verecek olursak, onlarca yıl, belki ebediyen sürecek ve Rusya için devamlı olarak büyüyen, kesinlikle kabul edilemez bir tehdit yaratacak.
Bugün bile, NATO’nun doğuya yayılması ölçüsünde durum ülkemiz için her yıl daha kötü ve tehlikeli hale geliyor. Dahası, NATO yönetimi son günlerde doğrudan doğruya, İttifak’ın altyapısını Rusya sınırlarına ilerletmeyi hızlandırmak, güçlendirmek zaruretinden söz ediyor. Başka bir deyişle, tutumlarını sertleştiriyorlar. Olanları gözlemekle yetinemeyiz artık. Bu, bizim açımızdan tam bir sorumsuzluk olur.
Kuzey Atlantik İttifakı’nın altyapısının genişlemeye devam etmesi, Ukrayna topraklarında başlamış bulunan askerileştirme, bizim için kabul edilemez. Elbette mesele NATO teşkilatının kendisi değil; bu sadece ABD dış siyasetinin bir vasıtası. Problem, bize bitişik olan topraklarda (belirteyim, tarihi olarak bizim olan topraklarda), tamamen dış kontrol altında bulunan, NATO ülkelerinin silahlı kuvvetlerinin yoğun şekilde yerleştiği, en modern silahların doldurulduğu, bize düşman bir “anti-Rusya” yaratılmasıdır.
ABD ve müttefikleri için bu, Rusya’yı çevreleme siyasetidir; açıkça jeopolitik avantajlardır. Ülkemiz içinse neticede hayat ve ölüm meselesidir, halk olarak tarihi geleceğimiz meselesidir. Ve bu bir abartı değildir; olan budur. Bu, sadece menfaatlerimize değil, bizatihi devletimizin varlığına, onun egemenliğine yönelik bir tehdittir. Bu, defalarca sözünü ettiğimiz kırmızı çizginin ta kendisidir. Onlar bunu aştılar.
Bu bağlamda, Donbass’taki durum. 2014’te Ukrayna’da darbe yapan güçlerin iktidarı aldıklarını ve onu, esasen, dekoratif bir seçim prosedürüyle ellerinde tuttuklarını, çatışmayı barışçıl şekilde çözmeyi kesin olarak reddettiklerini görüyoruz. Sekiz yıl, sonu gelmeyen bir sekiz yıl, durumun barışçıl, siyasi vasıtalarla çözülmesi için mümkün olan her şeyi yaptık. Hepsi beyhude.
Bir önceki seslenişimde dediğim gibi, olan biteni acı çekmeksizin izlemek mümkün değil. Bütün bunlara tahammül etmek mümkün değil. Bu kâbusu, orada yaşayan, sadece Rusya’ya güvenen, sadece size ve bize güvenen milyonlarca insana karşı soykırımı bir an önce bitirmek gerekti. İşte bu gayeler, duygular, insanların acıları, Donbass Halk Cumhuriyetlerini tanıma kararımızın başlıca insiyaklarıydı.
Ek olarak şunun da altını çizmeyi önemli görüyorum. NATO’nun önde gelen üyeleri, kendi hedeflerine erişmek için, Ukrayna’daki (Kırımlıları ve Sivastopolluları hür tercihleri, Rusya ile birleşmeleri için asla affetmeyecek olan) aşırı milliyetçileri ve Neonazileri her şekilde destekliyorlar.
Bunlar elbette, Donbass’a olduğu gibi Kırım’a da savaşla, Büyük Anavatan Savaşı sırasından Hitler’in işbirlikçisi olan Ukraynalı milliyetçi çetelerinin cellatlarının savunmasız insanları öldürdükleri gibi öldürmek için sızacaklar. Bunlar, Rusya’ya ait bir dizi toprak üzerinde de açıkça hak iddia ediyorlar.
Hadiselerin bütün gidişatı ve ele geçirilen istihbaratın analizi, Rusya’nın bu güçlerle çatışmasının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Bu sadece bir zaman meselesi; bunlar hazırlanıyorlar, uygun saati bekliyorlar. Bunu yapmalarına imkân vermeyeceğiz.
Daha önce de söylediğim gibi, Rusya, SSCB’nin dağılmasından sonraki yeni jeopolitik durumu tanımıştır. Post-Sovyet coğrafyasında yeniden ortaya çıkan bütün ülkelere saygıyla yaklaşıyoruz ve öyle yaklaşacağız. Egemenliklerine saygı gösteriyoruz ve göstereceğiz; bunun örneği de trajik hadiselerle, devletliliğine ve bütünlüğüne karşı bir tehditle karşı karşıya kalan Kazakistan’a yaptığımız yardımdır. Ama Rusya, günümüz Ukrayna topraklarından kaynaklanan devamlı tehdit karşısında kendisini güvende hissedemez, gelişemez, var olamaz.
2000-2005 yıllarında Kafkasya’daki teröristlere askeri karşılık verdiğimizi, devletimizin bütünlüğünü savunduğumuzu, Rusya’yı koruduğumuzu hatırlatırım. 2014’te Kırımlıları ve Sivastopolluları destekledik. 2015’te Suriye’den Rusya’ya terörist sızmalarına karşı sağlam bir bariyer oluşturmak için silahlı kuvvetlerimizi kullandık. Kendimizi savunmamızın başka bir yolu yoktu.
Bugün de aynısı oluyor. Size ve bize, Rusya’yı, insanlarımızı savunmak için, bugün kullanmak zorunda olduğumuzdan başka bir imkân bırakılmadı. Durum bizden, kararlı ve derhal eylem istiyor. Donbass Halk Cumhuriyetleri Rusya’ya yardım başvurusunda bulundular.
Bu bağlamda, BM Şartı’nın 7’nci bölüm 51’inci maddesi uyarınca, Rusya Federasyon Konseyi’nin onayıyla ve Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti ile yapılan ve Federal Birleşim tarafından 22 Şubat’ta onaylanan dostluk ve karşılıklı yardım anlaşmasının yerine getirilmesi amacıyla, tarafımdan, özel bir askeri operasyon yürütülmesi kararı alınmıştır.
Operasyonun hedefi, sekiz yıldır Kiev rejimi tarafından alaylara, soykırıma maruz kalan insanları korumaktır. Bunun için de Ukrayna’nın demilitarizasyonunu, de-Nazifikasyonunu, keza Rusya Federasyonu vatandaşları da dahil sivil halka karşı sayısız kanlı suç işlemiş olanları yargıya teslim etmeyi hedefliyoruz.
Dolayısıyla, Ukrayna topraklarının işgali planlarımız arasında değildir. Hiç kimseye hiçbir şeyi zor yoluyla empoze etmek niyeti gütmüyoruz. Bununla birlikte, son zamanlarda Batı’da, totaliter Sovyet rejimi tarafından imzalanmış ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonucunu tespit eden belgelerin artık uygulanması gerekmediği şeklinde sözleri gitgide daha sık işitiyoruz. Böyle şeylere ne cevap verilebilir ki?
İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçları, halkımız tarafından Nazizm'e karşı zafer sunağına verilen kurbanlar gibi kutsaldır. Ama bu, savaş sonrası on yıllar boyunca günümüze kadar hazıl olmuş olan gerçeklikten yola çıktığımızda, insan hak ve hürriyetlerinin yüksek değeriyle çelişmez. Keza, BM Şartı’nın 1’nci maddesiyle tespit edilen kendi kaderini tayin hakkını da ortadan kaldırmaz.
Ne SSCB’nin kuruluşunda, na İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, günümüz Ukrayna’sına katılmış olan şu ya da bu topraklarda yaşayan insanlara hiç kimsenin hayatlarını nasıl kurmak istediklerini sormadıklarını hatırlatırım. Bizim siyasetimizin temelinde hürriyet yatıyor, herkesin kendi geleceğini ve çocuklarının geleceğini bağımsız şekilde seçme hürriyeti. Bu hürriyeti, günümüzde Ukrayna topraklarında yaşayan, bütün halkların, bunu isteyen herkesin kullanabilmesini önemli görüyoruz.
Bu vesileyle Ukrayna yurttaşlarına sesleniyorum. Rusya, 2014’te, Kırım ve Sivastopol halkını, Ukraynalıların kendilerinin de “Nazi” dediklerine karşı savunmak zorundaydı. Kırımlılar ve Sivastopollular tercihlerini tarihi vatanlarıyla, Rusya ile birlikte olmak yönünde yaptılar ve biz de bunu destekledik. Tekrar ediyorum: başka türlü davranamazdık.
Bugünkü hadiseler, Ukrayna’nın ve Ukrayna halkının menfaatlerini ihlal etmek arzusuyla ilişkili değildir. Bunlar, Rusya’yı, Ukrayna’yı rehin almış ve onu, ülkemize ve halkımıza karşı kullanmaya çalışanlara karşı savunmakla ilişkilidir.
Tekrar ediyorum, eylemlerimiz bize karşı meydana getirilen tehdide ve bugün olanlardan daha büyük bir belaya karşı meşru müdafaadır. Ne kadar ağır olursa olsun, bunu anlamanızı rica ediyorum ve bunun, bütün problemlerin üstesinden gelinmesi için zaruri şartların yaratması, devlet sınırlarının varlığına rağmen içeriden yekpare birliğimizi tahkim etmesi amacıyla, bu trajik sayfayı bir an önce çevirip kapatmak ve ileriye birlikte yürümek, kimsenin bizim işlerimize, ilişkilerimize karışmasına izin vermemek ve bunları bağımsız şekilde tesis etmek için destekte bulunmaya çağırıyorum. Buna inanıyorum; geleceğimiz budur.
Ukrayna Silahlı Kuvvetleri personeline de seslenmeliyim.
Saygıdeğer yoldaşlar! Babalarınız, dedeleriniz, büyük dedeleriniz ortak vatanımızı savunurken Nazilerle, bugünkü Neonaziler Ukrayna’da iktidarı alsınlar diye dövüşmediler. Ukrayna askerleri, Ukrayna’yı soyan ve kendi halkıyla dalga geçen halk düşmanı bir cuntaya değil, kendi halkına bağlılık yemini ettiler.
Suç anlamına gelen emirleri yerine getirmeyin! Sizi derhal silahlarınızı bırakıp evinize gitmeye çağırıyorum. Açıkça ifade ediyorum: Ukrayna ordusunun bu talebi yerine getirecek bütün personeli askerî harekât alanını engelle karşılaşmaksızın terk ederek ailelerine dönebilir. Olası kan dökülmesinin bütün sorumluluğu, tamamen, Ukrayna topraklarında yönetmekte olan rejimin vicdanına yüklenecektir.
Bir kez daha ısrarla altını çiziyorum: Olası kan dökülmelerinin bütün sorumluluğu, tamamen, Ukrayna topraklarında hüküm süren rejimin vicdanında olacaktır.
Şimdi, meydana gelmekte olan hadiselere karışmak için cezbeye kapılabilecek olanlara çok önemli birkaç söz. Kim bize engel olmak ister, dahası, kim ülkemize ve halkımıza tehdit oluşturmak isterse, Rusya’nın cevabının derhal geleceğini ve sizi, tarihinizde henüz hiç karşılaşmadığınız sonuçlara götüreceğini bilmelisiniz. Hadiselerin her türlü gelişimine hazırız. Bütün zaruri kararlar alındı. Sesimin duyulduğunu ümit ediyorum.
Rusya’nın saygıdeğer yurttaşlar!
Devletlerin ve halkların refahı, varoluşu, başarısı ve hayatta kalışı, orijinini her zaman, atalarının kültürünün ve değerlerinin, tecrübelerinin ve geleneklerinin kökünü teşkil eden kudretli sistemde bulur ve kuşkusuz, doğrudan doğruya, devamlı değişen hayata hızla uyum sağlayabilme kabiliyetine, toplumun kenetlenmişliğine, konsolidasyona, ilerlemek için bütün güçlerini bir araya toplamaya hazır oluşuna bağlıdır.
Güç, her zaman gereklidir, her zaman; ama güç farklı niteliklerde olabilir. Konuşmamın başında sözünü ettiğim “yalan imparatorluğunun” siyasetinin temelinde her şeyden önce kaba, doğrusal bir güç yatıyor. Böyle durumlarda Rusçada şöyle denir: “Gücü var ama akıl lazım değil.”
Siz ve biz, gerçek gücün adalet ve hakikatte yattığını ve onların da bizim tarafımızda olduğunu biliyoruz. Eğer böyleyse, gücün ve mücadeleye hazır oluşun, egemenliğin ve bağımsızlığın temelinde yattığını, geleceğimizi, evimizi, ailemizi, yurdumuzu ancak onun üzerinde kurabileceğimiz biricik ve tek sağlam temeli teşkil ettiğini kabul etmemek güçtür.
Saygıdeğer vatandaşlar!
Rusya Silahlı Kuvvetleri’nin ülkelerine sadık askerleri ve subaylarının görevlerini profesyonel bir şekilde ve yiğitçe yerine getireceklerine eminim. İktidarın bütün seviyelerinin, ekonomimizin, mali sistemimizin, sosyal ortamın sağlamlığından sorumlu uzmanların, şirketlerimizin yöneticilerinin, Rusya’nın bütün iş çevrelerinin uyum içinde ve etkili şekilde faaliyet göstereceklerinden kuşku duymuyorum. Parlamentodaki bütün partilerin ve sosyal güçlerin konsolide, yurtsever tutumlarına güveniyorum.
Nihayetinde, tarihte hep olduğu gibi, Rusya’nın kaderi, çok milletli halkımızın güvenilir ellerindedir. Bu ise, alınan kararların yerine getirileceği, konulan hedeflere erişileceği, yurdumuzun güvenliğinin garanti edilmiş olduğu anlamına gelir.
Desteğinize, vatana olan sevgimizin bize verdiği yenilmez güce inanıyorum.
Çeviri: Hazal Yalın