• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi11
Bugün Toplam549
Toplam Ziyaret3154057

''Bad el harab-ül Basra''


''Bad el harab-ül Basra'' (*)


26 Kasım 2022

AKP hükumeti, özelikle 2010 yılından sonra başta Irak ve Suriye olmak üzere bütün komşularıyla, AB ve ABD ile Başta İsrail olmak üzere bölge ülkeleri Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile ilişkilerini bozuyor. Ancak bu ülkelerle arayı bozacak ülkeler arasında gerçek bir problem bulunmuyor. Bahsi geçen ülkelerle olan ilişkileri bozma gerekçesi ulusal çıkarlara ve  rasyonel nedenlere değil de sadece ve sadece mezhep güdüsüne ve İhvan sevdasına dayanıyor.

Şimdi ise AKP hükumeti kendi bozduğu bu ilişkileri kendisi onarmaya çalışıyor. Suudi Arabistan ve BAE’nden sonra son olarak Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile de altı gün önce el sıkışılıyor.

Ancak bu arayı bulma, barışma ve ilişkileri düzeltme işi bana eski bir atasözünü hatırlatıyor: ''Bad el harab-ül Basra'' (Basra harap olduktan sonra). Çünkü Türkiye bu ülkelerle yaşanan gerginlik nedeniyle devasa ekonomik kayıplara uğruyor.

Mısır’dan başlayalım

Mısır, tarih boyunca Arap halklarının siyasi ve kültürel yaşamında önemli bir yer tutuyor, onlara kutup oluyor. Mısır’da hangi siyasi rejim, hangi siyasi iktidar olursa olsun daima Arap ülkelerine liderlik ve rehberlik ediyor. En güzel ve doğru Arapça (Fasih Arapça) Kahire'de konuşuluyor. En güzel ezan Kahire camilerinde okunuyor. Mısır; sanayisi, turizmi, eğitimi ve ekonomisi gelişmiş, Batı dünyasına en yakın bir Arap ülkesi olarak biliniyor. Bu nedenle Mısır Arap dünyasında ihmal edilmeyecek kadar büyük ve gelişmiş, mücevher bir Arap ülkesi oluyor.

Günümüzde Mısır, Arap ülkeleri içinde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ardından üçüncü, Afrika kıtasında ise Güney Afrika’dan sonra ikinci büyük ekonomiye sahip oluyor.

Türkiye, Mursi döneminde Mısır’a sattığı on paket ANKA İHA için Eximbank’tan 300 milyon dolar kredi çıkarıyor. Bu kredi Mısır parlamentosunda onaylanıyor. Ancak darbe sonrası bu satış bizzat AKP hükümeti tarafından iptal ediliyor. (Bu sırada ABD, Mısır’a bize vermediği on adet Apaçi helikopterini Mısır’a veriyor.) Eğer Mısır’a ANKA İHA satılsaydı muhtemel olarak Mısır’ı başta Kuzey Afrika ülkeleri olmak üzere diğer Arap ülkeleri takip edecekti.

Mısır ile Türkiye arasındaki darbe öncesi (2012) 5 milyar dolar (3 milyar 679 milyon dolar ihracat, 1 milyar 342 milyon dolar ithalat Kaynak: TUİK) seviyelerinde olan ticaret hacmi gün geçtikçe düşüyor ve bir daha bu seviyeye ulaşamıyor. Mısır’da 2 milyar doları aşan doğrudan Türk yatırımları da bulunuyor. İlişkilerin gergin olması nedeniyle bu yatırımların da önü kesiliyor.

Dahası, Mısır ile ilişkilerin gerginleşmesi üzerine Mısır Süveyş Kanalından geçen Türk Ro-Ro gemilerine verdiği izni 22 Nisan 2015 tarihinden itibaren iptal ediyor. (Bir süre kapalı kaldıktan sonra tekrar açılıyor.) Bu şekilde Kızıldeniz yolu Türkiye’ye kapanıyor ve Kızıldeniz üzerinden Arap ülkelerine ve Afrika Kıtasının güneyine yapılan Türk ihracatına sekte vuruluyor.

BAE ve Suudi Arabistan

Mısır ile yaşanan gerginlikten Türkiye’nin sadece Mısır ile olan ticareti etkilenmiyor. Mısır’ı takip eden BAE ve Suudi Arabistan’la olan ticareti de zamanla etkileniyor.

Türkiye-BAE dış ticaret hacmi 2017 yılında 14,7 milyar dolar iken bugün 5,2 milyar dolara geriliyor. BAE’nin, Türkiye ile anlaşması yapılmış 12 milyar dolarlık kömür santralı yatırımı askıya alınıyor. Türkiye ile Suudi Arabistan’ın ticaret hacmi ise 2015’te yaklaşık 5,6 milyar dolar iken bu rakam ambargolarla 215,1 milyon dolara kadar geriliyor. Suudi Arabistan, anlaşması yapılmış Türkiye’den alacağı savaş gemilerini iptal ediyor. 

Suriye

Suriye ile olan gerilim nedeniyle yaşanan ekonomik kayıpların büyüklüğü rakamlara sığmıyor. Suriye’de iç savaş başlamadan önce, 2010 yılında Suriye’ye ihracat 1 milyar 845 milyon dolar, İthalat ise 663 milyon dolar seviyesindeydi. Daha sonra Suriye ile olan ticaret tamamen sıfıra inmediyse de ticaret rakamları bir daha bu seviyeye ulaşamıyor. İç savaşla beraber Türk şirketlerinin Suriye’deki yatırımları duruyor.

Suriyeli mültecilerin Türkiye'ye faturasının kesin tutarı bilinmemekle beraber 80 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca Suriye’ye yapılan askerî harekâtın maliyeti ve ÖSO için harcanan paraların haddi ve hududu bilinmiyor. 

Doğu Akdeniz Gaz Forumu

Ayrıca Mısır ile olan ilişkiler düzelmeyince bölgede var olan Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya taşınması amacıyla Türkiye dışlanarak İsrail, Yunanistan, İtalya, Ürdün, Mısır ve Güney Kıbrıs tarafından ''Doğu Akdeniz Gaz Forumu'' kuruluyor. Oluşturulan bu forum, ‘’Doğu Akdeniz Boru Hattı’’ (EastMed) projesi ile Doğu Akdeniz'de var olan gazın Avrupa'ya Türkiye'yi dışlayarak ulaştırılması amacını taşıyor. Bu forumda Türkiye'nin yanında Lübnan, Suriye ve KKTC de dışlanıyor. Ayrıca, ''Doğu Akdeniz Gaz Forumu'’, Türkiye ile ilişkileri bir hayli kötü olan Kıbrıs, İsrail, Yunanistan ve Mısır arasında kurulan stratejik bir ittifak haline geliyor. Hâlbuki Türkiye’nin Suriye ve Mısır ile ilişkileri düzgün olsa, 40 trilyon metreküp olduğu tahmin edilen bu gaz projesinin hem Türkiye üzerinden yapılması hem de Türkiye’nin sorunsuz bir şekilde bölgede hakkı olan gazı alması gerekiyordu.

ABD

ABD Başkanı Trump,  2 Ağustos 2017 tarihinde CAATSA (Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası) yasasını imzalıyor. CAATSA, “Rusya Federasyonu’nun savunma ya da istihbarat sektörleriyle ya da bunlar adına çalışan kurum ve kişilerle önemli düzeyde alışverişte bulunan kişi ve kurumlara yaptırım uygulanmasını" öngören ve İran, Kuzey Kore ve Rusya’ya uygulanan yaptırımların da dayanağı olan bir yasa idi.

AKP hükumeti, bu yasanın Trump tarafından imzalanmasından 40 gün sonra Rus yapımı S-400 almak için 2.5 milyar Dolara Rusya ile anlaşma imzalıyor. Bu nedenle de ABD, Türkiye’ye karşı CAATSA’yı uyguluyor.

S-400 nedeniyle ABD, Türkiye’yi F-35 programından çıkarılıyor, Türkiye, önceden parasını ödediği (1,25 milyar dolar) F-35 savaş uçaklarını alamıyor. ABD, F-35 üretim programı kapsamında Türkiye’nin üreteceği 11,5 milyar dolarlık ileri teknoloji F-35 parça siparişini de iptal ediyor. Ukrayna krizinden sonra bütün NATO ülkeleri F-35 siparişlerini katlayarak veriyor. CAATSA olmasaydı bu 11,5 milyar dolarlık sipariş de katlanarak devam edeceği tahmin ediliyor. Türkiye F-35 programının kurucu üyesi olduğu için Avrupa'daki bütün F-35'lerin bakım üssü olarak Eskişehir belirleniyor. Otomobillerde bile üretimden ziyade bakım hizmetleri kâr getiriyor. Bu da iptal ediliyor. Türkiye'nin F-35 üretiminden kazanacağı teknoloji göz ardı ediliyor. Türkiye, bugün İHA ve SİHA üretebiliyorsa bunu F-16 üretimi esnasında kazandığı üretim ve tasarım yeteneğine borçlu bulunuyor. Türkiye ile ABD savunma kuruluşları arasındaki ilişkiler donduruluyor. SSB, artık ABD’den teknoloji alamıyor.

Türkiye, S-400 nedeniyle, motoru ABD menşeli olmasından dolayı ABD ihraç lisansı vermediği için Pakistan’a satışını yaptığı 1,5 milyar dolarlık ATAK Saldırı Helikopterini üretip teslim edemiyor.

Yine CAATSA’dan çekinen Almanya izin vermediği için Altay Tankı Projesi, Fransa izin vermediği için Eurasam ile anlaşması yapıldığı halde Samp-T hava savunma sistemi projesi ilerlemiyor. 2014 yılında beş adet prototipi üretilen Altay Tankının önü kesilmeseydi, bugün G. Kore’den M2 tankı alacak olan Polonya muhtemel ki rotayı NATO ülkesi Türkiye’ye Altay Tankına çevirecekti.

Ayrıca Türkiye 2,5 milyar dolar peşin para verdiği S-400’leri de bir türlü aktif hale getirip kullanamıyor. S-400'ler depoda çürümeyi bekliyor.

Almanya

Alman otomobil devi Volkswagen 1,3 milyar Euro tutarında fabrika yatırımı için Türkiye'yi tercih ediyor. Bu maksatla Manisa OSB’den arsa satın alıyor, Ekim 2019 tarihinde şirket kuruyor ancak Almanya ile olan ilişkiler gerginleşince Volkswagen bu yatırımını Slovakya’ya kaydırıyor. Eğer yatırım gerçekleşseydi, Manisa Volkswagen, 2022'de faaliyete geçecek, beş bin kişiye istihdam sağlayacak, fabrikada ilk etapta Skoda'nın Karok ve Seat'ın Ateca olarak bilinen SUV modellerinin üretimini yapılacak ve otomotiv yan sanayine yüklüce bir katkı sağlayacaktı.

Türkiye’den çıkan yerli ve yabancı sermaye

Türkiye sadece komşularıyla ve diğer devletlerle kavgalı olduğu için kaybetmiyor. İçerideki antidemokratik uygulamalar nedeniyle yurt içindeki yerli ve yabancı sermayeyi de ürkütüp ülkeden kaçırıyor. 2012 yılından itibaren Türkiye artık yatırım yapılabilir ülke olmaktan çıkıyor. Türkiye, 2017 yılından itibaren de üretim yapılabilir ülke olmaktan çıkıyor. Son on yıldır Türkiye’ye yabancı sermaye gelmiyor, Türkiye'de hiçbir yerli ve yabancı fabrika açılmıyor.

Yabancı sermaye ilk olarak güvenli liman arıyor. Artık ülkemizde o anlamda yabancı yatırımlar için güvenli liman olma özelliği kalmıyor. Ülke, demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden uzaklaşarak artık yabancı sermaye için güvenli bir liman olmaktan çıkıyor.

Bu nedenle ülkeye yabancı sermaye gelmediği gibi var olanlar da çıkabilenler de çıkıp gidiyor. Ben çoğunlukla Alman, Avusturyalı şirketlerini takip ediyorum; Real, Elektro World, Bau Max, C&A, Praktiker, Douglas, OVM, Tesco, Top Shop, Turkven, River Island, Motivi, Promod, Uterque, Kenneth Cole, Habitat, La Senza, Industrie denim, Jatomi, HSBC ticari bölümü, Pay pal, Limango, Citigroup, Darty, Toys'r'us, Best Buy, Camel Active, Wend's, Chevrolet, Daihatsu, Lancia, Conforoma, Lorey Merlin, Printems, Jordache, Chevignon, Quiksilver, Motorola, Esprit, Nintendo, Sunny. Bunlar ülkemizden çıkıp gidiyor. IKEA ve Zara'nın da çıkacağına dair dedikodular bulunuyor. Bu liste uzayabilir. Bunların bir kısmı lüks tüketim markaları idi, bunların bir kısmı da tutunamadıkları için çıkıp gidiyor. Normalde ne işleri vardı ülkemizde, defolup gitsinler diyeceğim de konu anlattığım gibi bu değil.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın verilerine göre 2020 yılında 1050'si batılı, 140'ı doğulu olmak üzere toplamda 1190 yabancı şirket Türkiye’den çıkış yapıyor. Bu düşüşe paralel olarak yabancı sermaye paylı kuruluşların ihracatta aldıkları payda da gerilemeler göze çarpıyor. Yabancı sermayeli şirketlerin genel Türkiye ihracatına katkısı 2020 yılında yüzde 18,6 düşerek 33,9 milyar dolardan 27,6 milyar dolara iniyor. İlgili şirketlerin genel ihracattaki payları ise 2019’da yüzde 18,7 iken, 2020’de yüzde 16,2’ye geriliyor.

Son on yılda Türkiye'ye gelen yabancı sermayenin neredeyse tamamı sadece ve sadece gayrimenkul yatırımı için geliyor.

Yerli sermaye bile Türkiye'de kalmıyor. Ülker Grubu Godiva’yı satın alma bahanesiyle sermayesini Belçika’ya merkezini de Londra’ya taşıyor. Koç Grubu, Romanya Ford’u 2022 yılı başında 715 milyon Euro'ya satın alarak üretimini ve yeni yatırımlarını Romanya’ya taşıyor. Ford, Transit Courier'in Türkiye’deki üretimini sona erdirerek yenisini Romanya'daki fabrikasında üretmeye başlıyor. Ayrıca Ford, Romanya fabrikasında Puma ile otomobil üretimi de planlıyor. Fiat, 2000 yılından beri Bursa’da ürettiği Doblo modelini 2023 yılından itibaren İspanya’ya kaydırıyor. Tekstil fabrikaları makinelerini söküp söküp Mısır’a taşıyor. Nerdeyse ülkede artık üretim yapan tekstil firması kalmıyor.

Aslında ABD baskısı nedeniyle Çin'den çıkan Batı şirketlerinin üretiminin Türkiye'ye gelmesi gerekiyor. Ancak anlattığım gibi Türkiye'nin antidemokratik yönetimi ve İhvan yanlısı politikası bu üretimin Doğu Avrupa'ya kaymasına sebep oluyor. Bugün için Polonya, Romanya ve Macaristan Avrupa'nın üretim üssü haline geliyor. Türkiye ne çok şeyler kaybediyor farkında olmuyor!

Sonuç

Bugün için Türkiye’nin sadece Mısır ile değil Suriye, Irak, İran, Libya, Suudi Arabistan, Yemen, ABD, AB, Rusya ilişkilerinin hiçbirisi rasyonel temel üzerine oturmuyor. Bu irrasyonel, ideolojik ve mezhepsel politikaların bedeli dış siyasette yalnızlığa ve ekonomide ise çöküşe sebep oluyor. Yazımda bahsi geçen kayıp milyar dolarları alt alta yazınca karşımıza korkuuuuunç bir rakam çıkıyor.

Bütün bunlar bana tarihin aktörü ve tanığı Ebû Müslim Horasanî’nin Emevîlerin yıkılışı ile ilgili ve her türlü ittifaklar konusunda bir strateji ilkesi olan şu sözünü hatırlatıyor; ''Onlar; zararından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Düşmanlarını kazanmak için yakınlarına aldılar. Yanlarına aldıkları düşmanları dost olmadığı gibi, uzakta tuttukları dostları da düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu.''

Fakat sürekli ‘’Rabia’’ işareti yapanlarda ne ‘’tarih bilinci’’ ne ‘’diplomasi’’ ne ‘’ekonomi’’ bilgisi ve kaygısı ne de Horasanî'nin bu sözünü anlayacak bir derinlik bulunuyor. Onlar yıllardır ''Stratejik Sığlığın'' kitabını yazmakla meşgul oluyor.

Ancak reel politik her zaman kendisine sırtını dönenlere günü geliyor diz çöktürüp elini öptürüyor. Bu arada Basra harap oluyor. 

Arz ederim.

Osman AYDOĞAN

(*) ''Bad el harab-ül Basra'' (Basra harap olduktan sonra) 

Abbâsîler tarafından Doğu Afrika kıyılarındaki ‘’Zenc’’ adı verilen yerlileri yakalanarak Basra bölgesine getiriliyor. Abbâsiler bu insanları zor şartlarda bölgedeki bataklıkları kurutmak için köle olarak çalıştırıyor. Bu köleler, Abbasîlere karşı 869'da başlayan ve 883'e kadar devam eden bir isyana kalkışıyorlar. İsyan, günümüzde Irak'ın güneyinde yer alan Basra kenti yakınlarında başlıyor ancak İsyan, ilerleyen zamanlarda halifeliğin çeşitli bölgelerine yayılıyor. İsyana 300.000 ile 500.000 kölenin katıldığı rivayet ediliyor. Bu isyan süresince Basra, günlerce süren yağmaya, tahribat ve katliama uğruyor. Basra, yakılıp yıkılıyor. 10.000 civarında Basralı öldürülüyor. Zenc isyanı sonrası Abbasî halifesi Basra’ya isyanı bastırmaya çok geç geliyor. Ancak Abbasî halifesi Basra’ya iş işten geçtikten sonra geliyor. Basra’nın bu yakılıp yıkılmasından ve Basralıların bu katliamının ardından Abbasî halifesinin Basra’ya gelmesiyle işte bu söz atasözü haline geliyor: ''Bad el harab-ül Basra'' (Basra harap olduktan sonra)


‘’Zenci’’ sözcüğü de işte bu Arapça “zenc” sözcüğünden gelerek günlük dilimize giriyor. Türkçeye; ‘’Siyahi’’ sözcüğü Farsçadan, ‘’zenci’’ sözcüğü ise Arapçadan geliyor. Arapça zenc sözcüğü "siyah", zenci sözcüğü ise "siyahî" anlamına geliyor. Ancak zamanla “nigger” ya da “negro” gibi kölelikle özdeşleşmiş ırkçı ifadelerin tercümesinde kullanılmaya başlanıyor. "Negro" sözcüğü de sözcüğü Latince niger (siyah) sözcüğünden İspanyolca ve Portekizceye geçiyor.  


Yorumlar - Yorum Yaz