Cariye
28 Aralık 2022
Türkiye’de son yıllarda İslam adına, din adına ahkâm kesen bir kısım tarikatlar ve cemaatler türüyor. Bu tarikatlar tarafından özellikle kadınlar hakkında akla hayale gelmeyen en ahlaksız, en adi, en pespaye fikirler ve görüşler fetva adı altında çeşitli medya organları vasıtasıyla topluma sunuluyor. Bunlardan birisinin ahlaksızlıklarını İsmail Saymaz ‘’Şehvetiye Tarikatı’’ (İletişim Yayınları, 2020) adlı kitabıyla kamuoyuna duyuruyor. Tabii ki bu olay tek olmuyor. Tarikat yurtlarında yaşanan taciz ve tecavüz olayları sık sık basına yansıyor. Daha yeni bir tarikatta yaşanan altı yaşındaki kız çocuğuna nikah kıyılmasını toplum infialle karşılıyor. Devlet, bu duruma başlangıçta seyirci kalıyor ancak bu infial üzerine devlet, olaya müdahale ediyor…
Tarikat ve cemaatlerden kadınlarla ilgili gelen skandal sözlere en son bir yenisi daha ekleniyor. Fatih Ahlak ve Maneviyat Derneği’nden birisi sosyal medyada yayılan videosunda “Cariye ile nikah kıyılır mı?” sorusuna şöyle cevap veriyor:
"Kendi cariyenle nikah kıyamazsın, cariyenle beraber nikahsız beraber olabiliyorsun zaten, ancak başkasının cariyesini sevdiysen o kişiden rica edersin, sana verirse ya satın alırsın veya nikahlarsın ama başkasının cariyesidir nikahlarsan o şekilde olur, yoksa başka türlü olmaz, kendi cariyen olduğu zaman nikahsız beraber olabiliyorsun."
Nasıl bir ahlak anlayışı, nasıl bir namus anlayışı, nasıl bir milli ve manevi değer anlayışı, nasıl bir aile anlayışı değil mi?
Cariye konusu Osmanlı’nın Araplardan alıp devam ettirdiği bir konu. Faruk Nafiz Çamlıbel ‘’Veraset’’ adlı şiirinde bu cariyeleri anlatıyor. Bu şiir Faruk Nafiz Çamlıbel’in ‘’Han Duvarları: Toplu Şiirleri’’ (Yapı Kredi Yayınları, 2019) adlı şiir kitabının 168. sayfasında yer alıyor:
Veraset
''Ninem beş yüz altına alınmış bir köleydi,
Dedem beş yüz altını sayan bir derebeyi.
Kurt kanı, köpek kanı birbirine karıştı,
İkisinden ortaya çıktı bir kurt köpeği.
İki zıt cevheri var nabzımda vuran kanın,
Biri elpençe duran, öteki durduranın.
Duygum sana taparken düşüncem bir hayvanın,
Sırtında bir kadınla aşar karşı tepeyi.
Ben ninemden kölelik, dedemden kin almışım;
Çini bir kâse kadar başkadır içim dışım.
Elini öpmek için yalvarsa da bakışım,
Isır diye tepinir gözlerimin bebeği.''
Bizim tarihçiler pek yazmıyor ama hemen hemen 1850’lere kadar İstanbul’da, Kapalıçarşı’nın Nuruosmaniye kapısı dışındaki “Köle pazarı”nda kadınlar bir mal gibi alınıp, satılıyor… Bu köle pazarında zenginler, sebze pazarında karpuz seçer gibi köle kadını seçip satın alıyor. Zengin kişi bu köle kadını birkaç yıl veya üç beş yıl kullandıktan sonra veya çocuğu olduktan sonra, çocuğu alıkoyup bu kadını bu pazarda tekrar satıyor. Üzerine üç beş kuruş daha verip daha genç ve daha güzel bir köle kadını satın alıyor. Bizim yazarlar pek yazmıyor bu kadın köle pazarını, bu köle pazarındaki alınıp satılan bu köle kadınları ancak daha çok İstanbul’a gelmiş yabancı yazarlar yazıyor...
Cumhuriyet kurulduktan hemen sonra bu cariye konusu mecliste tartışılıyor. Türk Parlamento Tarihi Araştırma Grubu Başkanı Kâzım Öztürk’ün hazırladığı ‘’Türk Parlamento Tarihi, TBMM. II. Dönem, 1923 -1927’’ (II. Cilt, TBMM Vakfı Yayınları, Ankara 1993) adlı eserde 221. ve 230. sayfalarda bu tartışma şu şekilde yer alıyor:
‘’1925 yılı 15 Şubatında Dahiliye Vekâleti Bütçesinin görüşülmesi sırasında Erzurum Mebusu Ziyaettin Efendi (Gözübüyük) söz alarak emniyet ve asayiş kadar toplumun manevi değerlerinin de korunması gerektiğini söyler. Dans salonlarının açıldığını, Müslüman kadınların sahneye çıkarıldığını, fuhuşun yaygınlaştığını, Florya'da çıplak kadın ve erkeğin birlikte denize girdiklerini, hem de buna resmen izin verildiğinden yakınır. Devletin dini İslâm olduğu halde, bir kısım zevk düşkünü zenginlerin laiklikten ve ladinilikten bahsettiklerini belirterek, bunların hangi kahrolası kaynaktan cesaret alıp nereye dayandıklarını sorar. Acımasız ve korkusuzca yapılan bu saldırıları kapsayan konuşmalar aynen alınmıştır. (s.221)
ZÎYAETTtN EFENDİ (Devamla) — Gazeteleri okursan ne gibi olduğunu anlarsın. (Handeler) (Devam sesleri) İşte onu da. ne gibi olduğunu da söyleyeceğim. Rivayete nazaran, İstanbul'da 14 000 meyhane, 800 tane dans salonu açılmış - mektep salonları tabi hesaptan hariç - işret saikasıyle yevmiye vukubulan cinayet şayanı hayret ve tetkik bir surette ilerlemektedir. Asayişin yalnız maddî cihetlerini düşünmek değil, maddi asayişi ihlâl eden manevî haller ne ise, onu da nazarı itibare almak lâzımdır. (Doğru sesleri) Hatla işret beliyesi kadınlara kadar sirayet etmiş. (Maatteessüf sesleri) Gazeteler yazıyorlar. Kucağında çocuğu olduğu halde kadınların da meyhaneye devam ettikleri görülüyormuş! (s. 221)
ZİYAETTİN EFENDİ (Devamla) — Hürriyeti içtimaiye namına yapılan rezaletlere müsamaha etmek, kepazeliklere mümanaat etmemek kifayet etmiyormuş gibi bu yazın İstanbul civarında Filorya denilen yerde hiçbir Hıristiyan hükümetinin müsaade etmediği, çıplak erkek ve kadınlar birlikte deniz hamamlarında icrayı ahenk etmişlerdir. (Handeler) Hem de resmen ruhsat verilmiştir. Gazetelerde belki görmeyen yoktur. (s. 222)’’
Bu bölüme kaynak olarak ‘’Tutanak Dergisi’’ (C: 13/1, Sa : 413-414, Ta : 14.2.1341, 1925) veriliyor.
‘’Ertesi gün 16.2.1341 (1925) tarihli birleşimde, İstanbul Mebusu Hamdullah Suphi Bey (Tanrıöver), bu konuşmanın hak ettiği karşılığı vererek inkılâpların temel felsefesini açıklar. Tarihi değeri tartışılmaz bu konuşma aynen alınmıştır. (s.223)
HAMDULLAH SUPHİ BEY (İstanbul) — (Uzun uzun olarak başka konuları konuştuktan sonra) Sarhoş mu arıyorsunuz, teceddüt bu mudur diyen mi gösteriyorsunuz? Müsaade buyurun 150 sene evvelki sarhoşları size göstereyim. Fuhuş mu arıyorsunuz? Yazık ki Millet Meclisinin kürsüsündeyim, size memlekette teşkilât haline geçmiş öyle fuhuş yuvalan göstereyim ki onların yetiştirdiği adamlar bu memleketin başına asırlarca musallat olmuşlardır. (Bravo sesleri, sürekli alkışlar) (.....) Türk kadınları arasında meyhaneye giderek rakı içenler varmış. Elim bir şey, fecî bir şey! Bugünkü Türk münevverleri, Türk milliyet perverleri yani Türk haysiyet ve şerefi üzerine titreyenler bu manzarayı dilsûz bulurlar. Bunu istemezler. Şimdi gözlerin gördüğü bir mevsimdeyiz, kulakların işittiği bir mevsimdeyiz. Eskiyle yeni arasında yeni aleyhine fark var zannediyorlar. Eski devirlerin kör ve sağır olmasından dolayı birçok günahlardan habersiz kaldığımız için maziyi masum bilenler var. Şimdi işiten bir devredeyiz. Bu memleketin bir köşesinde hangi facia olur da siz duymazsınız ve bütün memleket duymaz? Yeni Türkiye teceddüt vasıtaları sayesinde memleketin her köşesini duymanın çaresini bulmuştur. (Bravo sesleri) Muhterem arkadaşlarım! Size eski Türkiye'den bir misal daha alacağım, İstanbul’da Çarşamba tarafında bir avrat pazarı vardı. Biliyorum. Ziya Efendi hazretleri vakitleri olmuş da Üçüncü Sultan Selim zamanında İstanbul'a ait birçok levhalar vücuda getirmiş olan (Meling) in levhalarını seyretmişler midir?
ALİ BEY (Rize) — Tam buldun... (Handeler)
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Devamla) — Belki bunun için vakit ve fırsat bulmamışlardır. Arkadaşlar! Biri Beşiktaş'ta diğeri Çarşamba'da olmak üzere İstanbul'un maruf ve meşhur iki avrat pazarı vardı. Gürcistan'dan getirirler, Çerkez memleketlerinden getirirler. Bir ucu Kafkasya'da, bir ucu Habeşistan'da bir esir ticareti vardı. Bir de istilâ orduları Avrupa'nın içinden Sırbistan'dan, Macaristan'dan Lehistan'dan döndükleri vakit arkalarında renk renk açık koyu saçları ile renk renk gözleriyle kadınlar ve erkekler taşırlardı. Eski ailelerin haremi kadın ve erkek kervansarayı idi. (Doğru sesleri) Efendiler! Hassas ve zahit ruhiyle kuvvetli ahlâk isteyenlere soruyorum. Bu kevansarayların içinde özlediğiniz aile hayatı mümkün mü idi? Odalıklar, müstefreşeler (cariyeler) , asıl ve ismini söylemekten haya ettiğim cins köleler bir evin harimine yığılırsa orada esas olan etlerin iştihası mıdır, yoksa aile fazileti, aile endişesi midir? (s.230)’’
Bu bölüme de kaynak olarak ‘’Tutanak Dergisi’’ (C : 13/1, Sa : 54-61, Ta : 16.2.1341, 1925) veriliyor.
Hani bunlar Osmanlıya öykünüyorlar ya… Hamdullah Suphi Bey’in Meclis kürsüsünden söylediği gibi Osmanlı ailelerin haremi kadın ve erkek kervansarayı idi… Bu kervansarayların içinde özlenen aile hayatı mümkün müydü? Cariyeler, odalıklar, cins köleler bir evin harimine yığılırsa orada aile fazileti kalır mıydı? Bunlar böyle bir aile hayatını mı özlüyorlar?
Ancak hazin olan bu benzeri fetvalar karşısında devletin seyirci kalıyor oluşudur…
Osman AYDOĞAN