Adayımız kazanacak…
06 Haziran 2023
14 ve 28 Mayıs 2023 tarihinde yapılan seçimleri hem TBMM’inde hem de Cumhurbaşkanlığında Millet İttifakı ve CHP kaybetti… Bu kaybın nedenleri konusunda basında ve sosyal medyada her gün yorumlar yapılıyor… Tabii ki bu kaybın tek bir nedeni bulunmuyor. Her bir olayın birçok bileşeni olduğu gibi bu kaybın da çooooook fazla bileşeni bulunuyor… Bugün de ben bu bileşenlerden sadece bir tanesini yazacağım: O da kullandığımız sözcüklerin, kelimelerin önemi ve siyasete etkisi ve bu konuda yapılan muazzam yanlış üzerine…
Ancak önce kelimeler hakkında kısa (!) bir bilgi vermem gerekiyor…
Kelimelerin, işaret ettiği anlamların çok ötesinde çok güçlü anlamları, bizim hayal ettiğimizden daha derin sırları vardır.
Aslında zihnimizden geçirdiğimiz ve kullandığımız bütün kelimeler birer ilaçtır. İngiliz şair, roman ve hikâye yazarı Rudyard Kipling de ‘’Kelimeler insanlık tarafından kullanılan en güçlü ilaçtır’’ derdi… Malum ilaçların zehirli olanları da vardır…
Şu sözler Mahatma Gandi’ye ait oluyor;
‘’Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür,
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür,
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür,
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür,
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür,
Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür,
Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.’’
Yani Gandi’ye göre söylediğimiz bir kelime sonunda kaderimize dönüşüyor…
Dil denince, 1700’lü yılların sonları ve 1800’lü yılların başlarında yaşamış olan Alman düşünür Wilhelm von Humboldt ilk akla geliyor. Wilhelm von Humboldt, 17 cilt tutan ''Gesammelte Schriften'' (De Gruyter Verlag, 1968) adlı kitabında ’’Kelimeler; varlığın bir simgesi, adlandırılması, göstergesi değildir, onun gerçek bir parçasıdır'’ diye yazıyor… Humboldt’a göre adların ve kelimelerin bizim hayal ettiğimizden daha derin sırları vardır. Martin Heidegger de Humbolt’u desteklercesine ‘’Dil varlığın evidir’’ diye tanımlıyor…
Mitolojide bir Yunan atasözü geçiyor: ‘’Kelimenin gücü Tanrı’nın gücüne yakındır.’’ Ve bu Yunan atasözü de şöyle devam ediyor: ‘’İnsanoğlu bilseydi kelimenin gücünü, kötü bir kelimeyi değil kullanmak, aklından bile geçirmezdi.’’
Bir Japon atasözü de şöyle diyor: ‘’Güzel kelimeler güzel doğa, çirkin kelimeler çirkin doğa yaratır.’’
Görüldüğü gibi kullandığımız kelimeler basit birer ses kümesi olarak yer almıyor… Kelimelerin, işaret ettiği anlamların çok ötesinde çok güçlü anlamları, bizim hayal ettiğimizden daha derin sırları bulunuyorçç.
Siyaset sanatında kelimeler…
Dil bilimcileri ‘’Gerçeğin manipülasyonu için en temel araç kelimelerdir. Kelimelerin anlamına hükmedebiliyorsanız, bu kelimeleri kullanması gereken kişileri de kontrol edebilirsiniz’’ diyor… Mitolojide kelimeler; varlığın bir simgesi, adlandırılması, göstergesi değil, onun gerçek bir parçası oluyor… Mitolojik görüşe göre her nesnenin özü adlarda saklı bulunuyor. Adlara egemen olmasını, onları kullanmasını bilen kimse, nesneler üzerinde de bir egemenlik kazanıyor…
Belki farkında değilizdir ama bu anlamda kelimeler en fazla gerçeği manipüle etmek isteyen siyaset alanında kullanılıyor. Çünkü dil bilimcileri ‘’Gerçeğin manipülasyonu için en temel araç kelimelerdir. Kelimelerin anlamına hükmedebiliyorsanız, bu kelimeleri kullanması gereken kişileri de kontrol edebilirsiniz’’ diyor…
İşte bu nedenle otoriter yönetimlerde kelimelerin içeriğine ve ne anlama geldiğine de güç sahipleri karar veriyor…
Siyaset sanatında gerçeğin manipülasyonu için kimi gayeler zaman zaman tersi sözcük ve kavramlar kullanılarak sunuluyor. Bu politika yeni olmuyor. İkinci Dünya Savaşında Almanlar toplama kamplarını ‘’Die Arbeit macht frei’’ (çalışmak özgür kılar) sözcükleri ile isimlendiriyor…
Ancak günümüzde siyaset sanatında kelimeler öyle ustaca kullanılıyor muhtemelen Goebbels’in kemikleri sızlıyor, mezarında ters dönüyor… Hayıflanıyordur da ben bunları nasıl kaçırdım diye…
Mesela koskoca bir ülke (Irak) işgal ediliyor, milyonlarca insan öldürülüyor, hırsızlıkla, tecavüzlerle, talanla ülke tarumar ediliyor, dokuz milyon insanı yerinden yurdundan ediliyor… Ama adına ‘’demokrasi getireceğiz’’ deniliyor…
Keza askerî bir harekât yapılıyor da adına ya ‘’barış’’ deniyor ya da barışın simgesi olan ‘’zeytin’’in adı kullanılıyor…
Her türlü antidemokratik tasarruf, antidemokratik uygulama yapılıyor, adına da ‘’ileri demokrasi’’ deniliyor, ‘’hukuk’’ deniliyor…
300 insan ihmalden, tedbirsizlikten, kâr hırsında maden ocağında toprağın altına gömülüyor, adına ‘’fıtrat’’ deniliyor… Yine ihmalden, tedbirsizlikten, kâr hırsından, plansızlıktan, rüşvetten, imar affından durduk yerden bina çöküyor, betonların altına 24 insan gömülüyor adına yine ‘’fıtrat’’ deniliyor… Yine ihmalden, tedbirsizlikten, kâr hırsından, plansızlıktan, rüşvetten, imar affından depremde binalar yıkılıyor, şehirler haritadan siliniyor, onbinlerce insan betonların altında kalarak can veriyor, adına yine ‘’fıtrat’’ deniliyor, ‘’şehit’’ deniliyor, ‘’kader’’ deniliyor…
‘’Fıtrat’’, ‘’kader’’, ‘’şehit’’ dini terimler ya, akan sular duruyor, kimsenin aklına artık hesap sormak gelmiyor... Hâlbuki ‘’fıtrat’’ kelimesi Allah’ın canlılara doğuştan kazandırdığı bir özelliktir… ‘’Kedinin fıtratında tırmalamak vardır’’ gibi... ‘’İnsanın fıtratında nankörlük vardır’’ gibi... Ama bir karayolunun fıtratından bahsedilemez... Bir madenin fıtratından bahsedilemez... Bir binanın fıtratından bahsedilemez... Bir depremin fıtratından bahsedilemez... Ama sorgulayan kim?
Kendilerine yakın bir vakıf yurdunda kendilerine emanet edilmiş çocuklar vakıf personelinin ''tecavüz''üne uğruyor; en yetkili bakanı tarafından olaya bakılmayıp ''bir defalık'' deniliyor … Bir ‘’külliye’’ diyorlar, bir kelime ile bin odalı bir israf sarayının üzeri örtülüyor… Keza bir ‘’istikşaf’’ kelimesi deniliyor, sonuçları beğenilmeyen bir seçim yineleniyor… Yurdun âli menfaatleri için Montrö konulu, aslı ‘’duyuru’ olan bir açıklama ‘’bildiri’’ diye servis edilip ‘’darbe’’ iması yaratılıyor… Saymakla bitmiyor…
Oltaya takılan kelimeler…
‘’Olta’’; balık avlamakta kullanılan, istenilen uzunlukta bir misinanın ucuna takılı, özel olarak bu iş için yapılmış çengelli iğnenin adı oluyor… Oltaya bir yem koyuyorsunuz, balık geliyor bu yemi yiyeceğim derken çengele takılıyor, av oluyor…
Siyaset sanatında bu oltaya takılan çok kelime bulunuyor. Bu kelimelere en iyi örnek ‘’Orta Asya’’ kavramı oluyor…
Bütün Tarih kitaplarında bugün ‘’Orta Asya’’ diye ifade ettiğimiz bölgenin adı 18’inci yüzyıla kadar ‘’Türkistan’’ olarak biliniyor… ‘’Orta Asya’’ ifadesi İngilizler icat ediyor. Doğrudur, Londra’dan bakarsanız orası Orta Asya oluyor… İngilizlerin ifadesiyle bu bölgeye ‘’Türkistan’’ yerine oltaya takılan kelimeyi alarak, ‘’Orta Asya’’ diyerek, Türk milletinin üç bin yıllık tarihini ve bu bölge ile olan bağı bir kelimeyle silinip atılıyor… Şimdilerde ne Doğu Türkistan’ı bilen kalıyor ne de Batı Türkistan’ı… Bu sözcükleri telaffuz edenlere bile artık Koranavirüslüymüş gibi şüphe ile bakılıyor… ‘’Sincan’’; Çince ‘’yeni fethedilmiş bölge’’ anlamına geliyor… Adamların lisanıyla konuşuyoruz…
‘’Kelimenin gücü Tanrı’nın gücüne yakındır’’ atasözünün siyasette ne anlama geldiği sanırım şimdi daha iyi anlaşılıyor… Sadece bir kelime ile bir milletin bir bölgeden tarihi siliniyor. Bir kelime ile bir ülke işgal ediliyor…
Aynı şekilde unvanlarında kocaman kocaman profesör yazan bazı akademisyenler Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ülkelerine ‘’Trans Kafkasya Ülkeleri’’ diyor. ‘’Trans’’ öte anlamına geliyor, eğer Moskova’dan bakarsanız doğrudur bu ülkeler Kafkasya ötesi ülkelerdir, dolayısı ile ‘’Trans Kafkasya Ülkeleri’’dir. Ancak Anadolu’dan, Ankara’dan bakarsanız öyle midir? Bu ülkeler her yönüyle ‘’öte’’ denemeyecek kadar Anadolu’nun bir uzantısı oluyor…
Dikkatsiz ve özensiz siyasetçilerin dilinde ters tepen kelimeler…
Siyaset sahnesine soyunmuşsanız eğer çok iyi bir tarih, edebiyat, felsefe, sosyoloji, psikoloji ve sanat bilgisinin yanında çok iyi bir dil bilgisine ihtiyaç bulunuyor…
Dikkatsiz ve özensiz siyasetçilerin dilinde kelimelerin nasıl ters teptiğini üç örnekle açıklamak istiyorum:
Yıl 1983… 06 Kasım 1983 Genel Seçimler... MDP’de Turgut Sunalp, HP’de Necdet Calp ve ANAP’da da Turgut Özal başbakan adayı idiler… Seçimlerden birkaç gün önce TRT’de açık oturum var… O zaman TRT dışında başka hiçbir kanal bulunmuyor. Yani tüm Türkiye merakla bu açık oturumu izliyor. MDP seçimi kazanacağından o kadar emin ki açık oturuma katılmıyor... Açık oturuma HP’den Necdet Calp ve ANAP’dan da Turgut Özal katılıyor… Sunucu konuşmacılara iktidara gelince ne yapacaklarını soruyor… Turgut Özal anlatıyor; barajlar, yollar, köprüler, fabrikalar yapacağını söylüyor… Sunucu tekrar soruyor; ‘’Hangi parayla?’’ Özal cevap veriyor: ‘’Birinci köprüyü satacağım, parasıyla da ikinci köprüyü yapacağım…’’ Köprü gündeme gelince Necdet Calp yumruğunu masaya vuruyor: ‘’Sattırmam!’’ Ancak Necdet Calp farkına varmadan bir ‘’sattırmam’’ kelimesiyle tüm dinleyicilerin bilinçaltına şu formatı atıyor: ‘’ANAP iktidara gelecek, köprüyü satmaya kalkacak ama ben muhalefette kalarak Danıştay’a, Yargıtay’a, AYM’ne giderek satışını yaptırmayacağım’’… Mutlaka diğer faktörler var ama seçim bir kelime ile kaybediliyor…
İkinci örneği fazla uzatmayacağım çünkü daha taze…
Günlerden 04 Mayıs 2018... CHP lideri 24 Haziran 2018 tarihinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi için Cumhurbaşkanı adayını açıklıyor: ‘’Muharrem İnce, gel bakalım buraya!" Yaklaşık iki ay sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi daha o gün o saatte o anda o beş kelime ile sona eriyor: ‘’Muharrem İnce, gel bakalım buraya!"
Üçüncü örnek ise çok çok daha taze. Bu örneği 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşıyoruz…
‘’Zevzeklik etmişler’’ sözcüğü ile sabıkalı, Millet İttifakının güçlü üyesi bir parti lideri CB için aday olan Kemal Kılıçdaroğlu’nu ‘’Kazanamayacak aday’’ iddiası ile masayı deviriyor… Aynı iddiayı bizzat CHP’nin kendi üyeleri de yapıyor: ‘’Kazanamayacak aday’’… Bu iddia psikolojik harp şeklinde sürekli tekrarlanıyor: ‘’Kazanamayacak aday’’… ‘’Kazanamayacak aday’’… ‘’Kazanamayacak aday’’… Bu iddia Midas’ın kulaklarındaki efsane gibi tüm ülke sathına yayılıyor: ‘’Kazanamayacak aday’’… ‘’Kazanamayacak aday’’… ‘’Kazanamayacak aday’’… Ve bu iddia Cumhurbaşkanlığı için aday olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun alnına çivi ile kazınıyor: ‘’Kazanamayacak aday’’…
Halbuki siyaset sahnesinin kurtları bu işi çok daha iyi biliyor: ‘’Masaya ceketimi koysam kazanır!..’’
Halbuki olması gereken söylem şu olmalıydı: ‘’Adayımız kazanacak’’… Ve bu söylem sürekli ama sürekli tekrarlanmalıydı: ‘’Adayımız kazanacak’’, ‘’Adayımız kazanacak’’, ‘’Adayımız kazanacak’’…
Bahsi geçen bu siyasetçinin bu söylemi ve bu eylemi hem kendisine hem partisine hem Millet ittifakına hem de Millet İttifakının CB adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na zarar veriyor… Anılan siyasetçi, “Millet İttifakı’nın partisine oy kaybettirdiği görüşünü’’ dile getirmeden önce aynaya bir bakması gerekiyor. Kendisinin inanmadığı ve kendisinin güvenmediği bir ittifaka ve bir adaya halk niye inansın ve güvensindi ki?
Hani Yunus Emre söylerdi ya, işte aynen öyle oluyor;
‘’Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz
Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz.
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz.’’
Sonuç
Girişte kullandığım cümlede ‘’Kelimenin gücü Tanrı’nın gücüne yakındır’’ diye bir Yunan atasözüne ve bu Yunan atasözünün devamına yer vermiştim: ‘’İnsanoğlu bilseydi kelimenin gücünü, kötü bir kelimeyi değil kullanmak, aklından bile geçirmezdi.’’ Ve ‘’Güzel kelimeler güzel doğa, çirkin kelimeler çirkin doğa yaratır’’ diye bir Japon atasözüne yer vermiştim.
Anlattığım gibi kullandığımız kelimeler basit birer ses kümesi olmuyor. Kelimelerin işaret ettiği anlamların çok ötesinde çok güçlü anlamları, bizim hayal ettiğimizden daha derin sırları bulunuyor...
‘’Boğaz kırk boğumdur’’ derler... Bu söz; konuşmak için, boğazdan bir kelime çıkarmak için kırk kere düşünmek anlamında kullanılıyor… Söz konusu eğer siyaset ise kırk değil seksen kez düşünülmesi, hele hele konuşan siyasetçi ise ve bunu mikrofon ve kamera önlerinde yapıyorsa seksen değil yüz seksen kez düşünmesi ve öyle konuşması gerekiyor…
İşte bu nedenle İsmet İnönü şöyle bir tavsiyede bulunuyor: ‘’Bir devlet adamı, ne konuştuğunun değil, neyi konuşmayacağının hesabını yapmalıdır.‘’
Hoş, bu kadar söze gerek yoktu aslında, atalarımız bir sözünde sadece siyasetçilere değil, herkese az ve öz söylüyor: ‘’Sözünü bil, pişir; ağzını der, devşir.’’ (*)
Her bir olayın birçok bileşeni olduğu gibi bu seçim kaybının da çooooook fazla bileşeni bulunuyor…Ancak anlattığım bu bileşen de seçim sürecinin en büyük, en muazzam ve en gafil yanlışı oluyor…
Arz ederim...
Osman AYDOĞAN
(*) Ağzına gelen her sözü söyleme. Bir sözün nereye varacağını iyi düşün, ondan sonra söyle…