• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi16
Bugün Toplam528
Toplam Ziyaret3154036

Suriye seferine giderken


Suriye seferine giderken

01 Eylül 2013

Rivayettir ki Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra, Bizans’ın ünlü bir kâhininin zindanda olduğunu öğrenir. Kâhini huzura çağırır, sorar: “Seni niye zindana kapattılar?” Kâhin, Kral Konstantin’in geleceği öğrenmek için kendisini çağırdığını, krala “Sonunuz yaklaştı, Bizans yıkılacak, Türklerin eline geçecek” demesi üzerine kralın kızdığını, kendisini zindana attırdığını söyler. Fatih, “Bizans’ın sonunu görmüşsün, peki bizim geleceğimiz ne olacak” diye sorar. Kâhin, “Sizin sonunuz da Bizans’a benzeyecek” der. Fatih’in, “Nasıl olur, Anadolu’da birliği sağladık, Balkanlar elimize geçti, akıncılarımız Avrupa ortasında at oynatıyor” itirazı üzerine kâhin; “Sizi parça parça koparacaklar” öngörüsünde bulunur. 

Gerçekten Osmanlı İmparatorluğu parça parça koparıldı, Sevr Antlaşması’yla son nokta konulacakken Atatürk ve silah arkadaşlarının çabası, özverisi ile bu süreç durduruldu, geri kazanımlar başladı. 

Emevilerin yıkılmasından sonra, Endülüs’te (Güney İspanya) Endülüs Emevi Devleti 756’da kuruldu ve 1492’ye değin 736 yıl süreyle varlığını sürdürdü.

Türklerin Anadolu’daki birliği Fatih’le sağlandı. Bu birliğin kuruluşunu 1450 yılı olarak alsak henüz birliğin kuruluşunun üzerinden 562 yıl geçmiş olacak. Endülüs Emevi Devleti’nin yaşam süresi kadar bile değil henüz.

Sanıyoruz ki Anadolu’nun mülkiyeti sonuna kadar, sonsuza kadar bize ait. Unutkan bir toplum olduğumuz için etrafımızdaki ve uzaklardaki aç kurtların ve akbabaların varlığını görmezden geliyoruz.

Günümüzdeki gelişmelere bakıldığında Bizans kâhininin Fatih’e söylediği sürecin işlediğini görüyoruz:

Bir taraftan Güneydoğu’da fiilen ve resmen PKK hâkimiyeti kuruluyor, ‘’Kürt açılımı’’ ve sözde ‘’barış süreci’’ diye bu hâkimiyet perçinleniyor, Anadolu’nun birliğini parçalayacak anayasa değişikliği hazırlanılıyor, terörle mücadele edenler uyduruk belgelerle derdest ediliyor, terörle mücadele edenler ‘’terörist’’ diye itham ediliyor, gerçek teröristler ‘’sayın’’ oluyor, içeride Cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar mezhep ayırımcılığı yapılıyor, bu konuda mümbit ülkenin her tarafına kin ve nefret tohumları ekiliyor, devletin birliğini sağlayan laik devlet ilkesi yok ediliyor, mülkün temeli adalet devlet eliyle insafsızca yok ediliyor.

Diğer taraftan bizim olmayan bir savaşa, Suriye'ye ABD adına taşeronluk yapıyoruz,  Irak’a, Suriye’ye, Mısır’a mezhep güdüsüyle düşmanlık yapıyoruz, sanki ikisi de farklı bir siyasal yapı imiş gibi İsrail'e düşman, ABD ile dost (!) oluyoruz, Mısır'daki ihtilaf yüzünden Suudiler, Katar, BAE, Bahreyn ile ters düşüyoruz,  AB'ye ders verirken bir yandan da BM'e efeleniyoruz. Her taraftan ve paçamızdan lime lime akan yalnızlığımıza ‘’değerli yalnızlık’’ diyoruz.

Muhtemel Suriye savaşı 1974 Kıbrıs Harekâtına benzemez. Birden karşımızda Rusya'yı, İran'ı, Irak'ı, bütün Arapları ve hatta Çin'i bile bulabiliriz. Arkamızda da kimse bulunmaz. Muhtemel bu savaş Türkiye'yi bölebilir, parçalayabilir, bin yıllık bir kinin ve nefretin tohumlarını ekebilir.

Malumdur ki tarih tekerrürden, ama biraz da tefekkürden ibarettir. Bu konu sık tartışılmasına rağmen yaşanan olaylar; tarihin tekerrürden ibaret olduğunu, ancak pek de tefekkürden ibaret olmadığını defalarca göstermiştir. Millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy bu konuda şu manzum cevabı veriyor:

“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

Millî şairimizin söylediği gibi tarih ders alınmadığı için birebir tekerrür etmektedir.

11 Eylül saldırısından sonra Afganistan'ın işgali için ABD’nin öncülüğünde koalisyon gücü oluşturuldu. Kabil bu koalisyon güçlerinin denetimi dışında tutuldu. BM Güvenlik Konseyi kararıyla Kabil için bir de NATO komutası altında ''Uluslararası Güvenlik ve Yardım Gücü'' (ISAF) oluşturuldu. Türkiye, 2001 yılı sonunda, ‘’Büyük Devlet’’ ABD’nin ‘’vesayeti altında’’ ISAF’a katılma kararı aldı. ISAF bünyesinde 50 ülkeden 130 bin asker var ve bunların 1646’sı Türk. Türkiye 20’yi aşkın ülkede askerî güç bulundurmasına rağmen bunların içinde en dikkat çekici olanı ve zayiat verdiği ülke Afganistan’dır. Asker bulundurduğumuz diğer bir ülke de Lübnan’dır.

Max Weber’in bilinen bir ‘’Güç Kuramı’’ vardır; ‘’iradenizi bir başkasına zorla kabul ettirmek.’’ Günümüzün ‘’Güç Kuramı’’ ise daha farklıdır; ‘’İradenizin, sanki kendi kararlarıymışçasına müttefikleriniz tarafından kabul edilmesidir.’’ ABD günümüzün ‘’Güç Kuramı’’ doğrultusunda tüm müttefiklerini seferber ederek gerek Afganistan’da ve gerekse de Irak’ta görevlendirdi. Türkiye bile ABD’nin Irak işgaline ortak olmak istedi, bu amaçla TBMM’nden yetki aldı. Bu yetki için o zamanki ve şimdiki T.C. Başbakanı; ‘’Tezkereyi ABD istedi, biz de çıkardık’’ diyerek izah etti.

T.C. Devletinin şimdiki Başkomutanı, Dışişleri Bakanı olduğu zaman söylemişti Kerkük’ü kastederek; ‘’Bizim Irak’ın Kuzeyinde kırmızı çizgilerimiz vardır. Türkiye’nin çıkarları Anadolu’ya hapsedilemez’’ diye. Şimdi hiç Kerkük’ten, Kerkük Türkünden bahseden var mı? Kerkük bizim milli davamız değil miydi? Ne oldu kırmızı çizgilerimize?

Türkiye 30 yıldan beridir terörle mücadele ederken müttefiklerimizin bize karşı hiç mi sorumluluğu yoktu? Büyük ülke Türkiye (!), müttefikimiz (!) Danimarka’dan hâlâ terör örgütünün TV yayınını engelleyemedi! Büyük ülke Türkiye (!) hâlâ teröristlerin NATO’da ittifak içerisinde olduğumuz AB ülkelerindeki mali kaynağını kesebildi mi?

Terörün kökünü kurutmak için taaa Amerika’dan gelip Afganistan’ı işgal eden müttefikimiz ABD, bizim terörün kaynağı Irak’ın kuzeyine girmemize engel olurken bizim de ABD için Afganistan’a asker göndermekteyiz! ABD Suriye’yi işgal etsin, hatta beraber işgal edelim diye çığırtkanlık yapıyoruz. Bu çarpıklığı birisi izah etmeli!

1917'de Ruslar Sivas’a merdiven dayamışken, Galiçya’ya, Makedonya’ya ve Dobruca’ya Alman çıkarları için asker göndermekle; teröristler Irak kuzeyinden, Kandil dağından ülkeme sızarak mayın döşeyip, eylem yaparak askerimizi şehit ederken, ABD çıkarları için Afganistan’a, İsrail çıkarları için Lübnan’a asker göndermek ve yine ABD çıkarları için oluşturulacak Suriye koalisyonun katılmayı istemek arasında ne fark vardır?

Bugün Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de Galiçya’da şehit düşen askerlerimiz için yapılan Türk şehitliği var. Mezar taşları üzerinde sadece ‘’Türk oğlu Ahmet’’, ‘’Türk oğlu Mehmet’’, ‘’Türk oğlu Hasan’’ yazar. Ne baba adı bellidir ne de memleketi… Sadece ‘‘’Türk oğlu Mehmet’’. Geçen senelerde Afganistan’dan şehitlerimiz geldi Amerikan tabutları içinde.. Fark nedir fark?

Suriye’ye karşı bu düşmanlık niye? ABD istedi diye mi? Teröristin başı Şam’da ikamet ederken ve Suriye bize düşman iken ABD neredeydi? O zaman Suriye ABD’nin iyi bir müttefiki değil miydi? O zaman Suriye Basra’daki koalisyon güçlerine ABD yanında asker vermiyor muydu?

Sorun ‘’insan hakları’’ ise kardeş Azerbaycan’ın Karabağ Bölgesi Ermenistan işgali altında, neden Ermenistan’a bir mühlet vermiyoruz da Suriye’ye veriyoruz? Doğu Türkistan’da Çin’in Türklere uyguladığı ve Uluslararası Af Örgütü raporlarına da yansıyan ağır baskılara neden kulaklarınızı tıkıyorsunuz da Suriye gündeme gelince şahin kesiliyorsunuz? Buradaki Uygur Türklerinin dertleri, size neden ’’insani bir görev’’ düştüğünü hatırlatmıyor? Bu konuda sorunları dillendirmek isteyen bir temsilciyi, Rabia Kader’i Türkiye’ye bile sokmadığınız halde, neden Suriye rejim muhaliflerine, PYD’den El Nusra’ya, Müslüman Kardeşlerden Hamas’a teröristlere kucaklarınızı açıyorsunuz? Neden? ABD böyle istiyor diye mi?

Irak'ta ABD işgali altında üç milyon Müslüman katledilirken, kadın erkek tecavüz edilirken Müslüman değil miydiniz ki hiç itirazınız olmadı, tam tersine işgali desteklediniz, işgalciler evlerine kazasız belasız sağ salim dönsün diye duacı oldunuz.

Soros boşuna mı söylüyordu; ‘’en iyi ihraç ürününüz Ordunuzdur’’ derken?  Mehmetçik, vatan savunması için seve seve şehit olur. Ancak ABD çıkarları için nice seçkin ‘‘Türk Evladı’’ yine tarihte olduğu gibi ülke menfaatlerine aykırı olarak yurt toprakları dışında harcanmak istenmektedir.

Birinci Dünya Savaşında Almanya ile işbirliğine giden Enver Paşa bir Alman gibi düşünebilecek kadar Alman hayranıydı. Şimdilerde ise bir ABD’li gibi düşünebilecek kadar ABD hayranı yönetici yok mu ülkemizde? Fark nedir fark?

Al o zamanki İttihat ve Terakki Fırkasını ve Almanya’yı, koy yerine şimdiki AKP iktidarını ve Amerika Birleşik Devletleri’ni! Değişen ne? Fark eden ne? Dün Birinci Dünya savaşında çıkarlar çatışınca harbin içinde Osmanlı ile Almanya Bakü’deki petrol yatakları için karşılıklı muharebeye girerken, bugün çıkarlar çatışınca müttefikimiz ABD Irak’ta başımıza çuval geçirmedi mi?

Millî şairimizin söylediği gibi; ‘’hiç ibret alınsaydı, Tarih tekerrür mü ederdi?” Hiç ibret alınmadığı için yaklaşık yüzyıl sonra Tarih birebir tekerrür ediyor. Yaklaşık yüz yıl önceki paylaşım savaşı öncesini yeniden yaşıyoruz. Üçüncü Paylaşım Savaşı eşiğinde sadece isimler değişmiştir; Almanya'nın yerini ABD, Osmanlının yerini Türkiye Cumhuriyeti almıştır. Bu yeni isimlerle de Üçüncü Paylaşım Savaşı eşiğinde Tarih birebir tekerrür ediyor.

Bütün Batılı düşünürler Avrupa'nın 5'inci Yüzyılda girdiği Orta Çağ gibi Ortadoğu'nun da bu yüzyılda kendi Orta Çağına girdiklerini iddia etmektedirler. Bütün Batılı akademisyenler 1618 ile 1648 yılları arasında Avrupa devletlerinin çoğunun katıldığı ve temelinde bir Protestan-Katolik mücadelesi yatan savaşlar dizisi gibi Ortadoğu'nun da bir otuz yıl savaşlarına girmekte olduğunu yazmaktadır. Bütün Batılı gazeteler Ortadoğu'nun 1914 Birinci Dünya Harbi öncesi şartları yaşadığını yazmaktadırlar.

Sonuç

Suriye'ye girdiğinizde Şam'da Emevi Cami'nde Cuma namazını eda edip çıkacak değilsiniz. Girdiniz mi çıkamazsınız. Yıllarca bir bataklıkta debelenir durursunuz. Bak daha savaşa girmeden kalbinizde bombalar patlatıyorlar. Siz, Suriye’ye girdiğinizde aslında Suriye size girer. Çünkü savaş, iç savaş ve karışıklılar yaşayan bir ülkenin insanları güvenli ve müreffeh en yakın ülkeye sığınırlar. Suriye’den gelecek mülteci akını ile baş edemezsiniz, altında kalır, ezilirsiniz. Tarih, uygarlıkların çoğunun, savaşlarla değil mülteci akınlarıyla yıkıldığını yazıyor.

Bütün bunlar bana tarihin aktörü ve tanığı Ebû Müslim Horasanî’nin Emevîlerin yıkılışı ile ilgili ve her türlü ittifaklar konusunda bir strateji ilkesi olan şu sözünü hatırlatıyor; ''Onlar; zararından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Düşmanlarını kazanmak için yakınlarına aldılar. Yanlarına aldıkları düşmanları dost olmadığı gibi, uzakta tuttukları dostları da düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu.''

Fakat ülkeyi yönetenlerde ne ‘’tarih bilinci’’ vardır ne ‘’devlet’’ düşüncesi vardır ne ‘’adalet’’ kaygısı vardır ne de Horasanî'nin bu sözünü anlayacak derinlik vardır. Onlar Bizans kâhininin kehanetini hızlandırmak için on yıldır ''Stratejik Sığlığın'' kitabını yazmakla meşguldürler...

Osman AYDOĞAN


Yorumlar - Yorum Yaz