• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi22
Bugün Toplam480
Toplam Ziyaret3153988

Diktatör yoktur. Eksik olan muhalefettir!


Diktatör yoktur. Eksik olan muhalefettir!


18 Ağustos 2023


Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra ülkenin ve Türk siyasetinin vaziyeti ve manzara-i umumiyesi

Mustafa Kemal Atatürk'ten sonraki iktidarlar ülkeyi, İngiliz şair, oyun yazarı ve edebiyat eleştirmeni Thomas Stearns Eliot’un (kısaca T.S. Eliot diye tanınır) ‘’The Waste Land’’ (Çorak Ülke) adında şiirindeki gibi hiçbir kökün kavramadığı, hiçbir dalın büyümediği bir taş döküntü, çorak bir ülke haline getiriyor… (What are the roots that clutch, what branches grow / Out of this stony rubbish? ‘’Hangi kökler kavrar, hangi dallar büyür / Bu taş döküntüde?’’)… Bu taş döküntü sonucu; ormanları yakıla yakıla, ağaçları kesile kesile, doğası katledile katledile sadece ülke coğrafyası çoraklaşmıyor, Mithat Paşa’nın Taif’de boğulmasından beridir ülke aydınları da katledile katledile ülkenin zihni de çoraklaşıyor, çölleşiyor… Bu çoraklaşma ve çölleşme nedeniyle ülkenin en meşhur şairleri bile Fransız şairler Baudelaire’nin, Mallarme’nin, Verlaine’nin taklidinden öte gidemiyor…

Böylesi bir çoraklaşmanın sonucundan sadece edebiyat, sanat ve kültür nasibini almıyor, bu çoraklaşma ve çölleşme sonucu olarak hem Türk Sağı hem de Türk Solu edebi, felsefi ve siyasi olarak köksüz kalıyor, gelişip büyüyemiyor…  


Türk Sağı
 
Bu çoraklaşma ve çölleşme sonucu Türk Sağı'nın elinde körü körüne bir ABD yandaşlığı, eşbaşkanlığı ve jandarmalığı dışında ellerinde hiçbir şey bulunmuyor... Türk Sağı’nın elinde sadece içeriğini bile bilmedikleri ve okumadıkları, okusalar bile anlayamadıkları ve meta haline getirip ticaretini yaptıkları bir kutsal kitap, Arap hayranlığı, ne olduğunu bile bilmeden peşine sürüklendikleri ve ırkçılık olarak anladıkları kuru bir milliyetçilik ve taklit bir liberallik kalıyor.  Türk Sağı'nın zihninde ve fikrinde ne edebiyat ne felsefe ne sanat ne tarih bilinci ve ne de demokrasi bilinci bulunuyor. Türk Sağı, ‘’demokrasi’’yi hedefe gelince inilecek bir tramvay olarak görüyor. Türk Sağı, tarihlerini dizilerde, geçmişlerini masalda, geleceklerini ise falda okuyor…  

Vazgeçtim ''Hukukun Üstünlüğü'' ilkesini, vazgeçtim ''Hukuk Devleti'' ilkesini, Türk Sağı, ''Kanun Devleti'' ilkesine bile sahip bulunmuyor. Türk Sağı'nın zihninde ''Hukuk'' bir araç, ''Adalet'' ise sadece dillerinde yer alan sıradan ve işlevsiz bir kavram olarak kalıyor... Türk Sağı’nın elinde gelenek diye bildiği; Emevilerden aldıkları kisrâ (saray, lüks, ihtişam, israf ve kof bir gurur), emperyalizm işbirlikçiliği, kumpas, talan, yağma ve nepotizm alışkanlığı ile bilime, sanata, aydınlığa ve çağdaşlığa duydukları kin, nefret ve intikam duyguları bulunuyor…   

''Din'' de ''Hukuk'' gibi Türk Sağı'nın elinde kullanılan bir araç haline getiriliyor… Günümüzde bile dinin en yüksek temsilcisi Diyanet İşleri Başkanı Ortaçağ’da Papa’nın cennetten toprak satması gibi Kur’an kurslarına yardım edenlere Hz. Peygamber’in bile vaat etmediği cenneti vaat ediyor. (Gazeteler, 10.02.2020) Aynı Diyanet İşleri Başkanı, bir camii açılışında elde kılıç, ülkenin kurucusuna lanet okuyor.

Türk sağında ayrıca bir de ‘’yönetememe sorunu’’ bulunuyor. Çünkü Türk sağının iktidar olduğunda ülkeyi yönetmek, ülkeyi kalkındırmak, halkı huzur ve refaha eriştirmek gibi bir gayesi bulunmuyor. Türk sağı iktidar olduğunda gayesi Cumhuriyetin kuruluş felsefesini parçalamak oluyor. Bu nedenle de Sağ partilerin iktidar oldukları dönemlerde Türkiye oldukça ciddi insan hakları ihlalleri, demokrasi ve yönetememe sorunlarıyla karşı karşıya kalıyor. Bu da ülkeye hizmet etmediği gibi büyük huzursuzluklara sebep oluyor. Bu ciddi insan hakları ihlali ile demokrasi sorunları yaşayan ve bu şekilde ülkeyi yönetemeyen sağ partiler askerî müdahalelere zemin hazırlıyor. 1960 darbesinde DP, 1971 muhtırasında AP, 1980 darbesinde Milliyetçi Cephe (sağ koalisyon) ve 1997’de 28 Şubat döneminde Refah-Yol hükumetlerinin iktidarda bulunmaları tesadüf olmuyor. Bu noktada Türkiye’de askerin bazı Güney Amerika ve Afrika ülkelerinde olduğu gibi yönetime keyfi müdahalede bulunmadığının da dikkate alınması gerekiyor.


Görüldüğü gibi Türk Sağı bir sefalet içinde bulunuyor…

Türk Solu

Türk Solu da sefalet konusunda Türk Sağı’ndan geride kalmıyor. Türkiye'de Sol hiçbir zaman stratejik düşünemiyor, kişisel hırslar uğruna bölündükçe bölünüyor. Türkiye'de Sol; CHP, SHP ve DSP adı altında üst üste aynı seçimlere girerek ülkeyi ''demokrasiyi hedefe ulaşınca inilecek bir tramvay olarak gören'' bir zihniyete iktidarı altın tepside sunacak kadar siyaset biliminden ve uzlaşma kültüründen yoksun bulunuyor. Hatta Türk Solu'nun bir kısmı ''Hukuk''u böylesine bir zihniyetin emrine verecek bir anayasa değişikliğine ''yetmez ama evet'' diyebilecek kadar kullanılışlı ve idraksiz oluyor. Türk Solu'nun bir kısmı da askerî darbeleri ''iyi darbe'' ve ''kötü darbe'' diye tasnif edebilecek kadar demokrasi bilincinden, ''Enverist'' karakterdeki darbeleri de ''Kemalist'' karakterde zannedecek kadar da tarih bilincinden yoksun bulunuyor. Türk Solu’nun bir kısmı da liboş, bir kısmı kullanışlı aptal (bu tanım bizzat kendilerine aittir), bir kısmı da dönek, bir kısmı da ilkesiz halde bulunuyor… Ve Türk Solu her daim pratiği teoriye kurban ederek darbe üstüne darbe yiyor, yenilgi üstüne yenilgi yaşıyor ve halen de bocalayııııppp duruyor…

CHP dışındaki Türk Solu’nun da hem çok parçalı hali ile halka güven vermiyor hem de bu yapısının bir sonucu olarak da güçlü bir altyapısı, güçlü bir halk ve güçlü bir STK desteği bulunmuyor…

Türk Solu bir Bernstein gibi bir Gramsci gibi teorisyenler çıkaramıyor. Türk Solu bir Matteotti gibi hatip çıkaramıyor… Türk Solu bir Nenni gibi aktivist çıkaramıyor…

Avrupa Solu

Gerçi bu durum sadece Türk Solu’na da özgü olarak durmuyor. Uzun yıllardır Avrupa Solu, Avrupa siyaseti, Avrupa edebiyatı da bocalayıııpp duruyor… Avrupa Solu’nda da bir daha bir Bernstein, bir Gramsci, bir Nenni çıkmıyor. Schröder’ler, Blair’ler, adları ‘’sol’’ da olsa iktidarları boyunca hep ‘’neo liberal’’ politikalar uyguluyor. Almanya’dan bir daha Heinrich Böll, Günter Grass, Thomas Mann, Fransa’dan bir daha Albert Camus, Jean Paul Sartre, Samuel Beckett, İngiltere’den bir daha Oscar Wilde, William Shakespeare, Thomas More kalitesinde yazar ve düşünürler çıkmıyor… Türk Solu bu süreci Avrupa'dan çoook daha önce yaşıyor…

Avrupa Solu da böyle oluyor ancak Avrupa Sol’unda, birinci parti olarak çıktığı seçimde (03 Ekim 1999) bir önceki seçime göre %3 oy kaybettim diye seçim ertesinde istifa eden Sol liderler bulunuyor. (Viktor Klima, Avusturya, SPÖ)

Günümüzde dünyada ve Türkiye’de siyaset

Günümüzde de ‘’küreselleşme’’nin dayatmasına karşılık insanlık; ‘’etnik-dini’’ bir yeniden ‘’kavimleşme’’ ile ‘’ümmetleşme’’ ile ‘’ırkçılık’’ ile ‘’etnisite’’ ile ‘’popülizm’’ ile yanıt veriyor. Sanayi kapitalizminin yapısı çöküyor. Sanayi kapitalizminin yerini finans kapitalizmi alıyor. Sendikacılık tükeniyor… İşçi sınıfı kalmıyor.  Bunlar geleneksel siyasetin hep içeriğini dolduran kavramları oluyordu… Gerek Avrupa’da ve gerekse de Türkiye’de bu değişimi anlayamayan, algılayamayan, bu değişime göre politika belirleyemeyen, çözüm üretemeyen ve çare bulamayan düşünceler, sol ve sosyal demokrat içerikli partiler bocalayıp sürekli oy kaybediyor… Meydan da kavimleşmeyle, ümmetleşmeyle, mezhepleşmeyle, ırkçılıkla, etnisiteyle ve popülizmle hemhal olan siyasete ve siyasetçilere kalıyor.

Türkiye Sağı ile Solu ile ayrıca siyaseti kurumsallaştıramıyor. Türkiye Sağı ve Solu siyasetini kurumsallaştıramayınca da siyaset, sınıf temelli bir siyaset yerine etnik ve mezhep temelli bir zemine oturuyor. Kurumsallaşmış partiler, toplumdaki farklı kimlikleri ortak sınıfsal çıkarları doğrultusunda birleştirip bütünleştiriyor. Türk sağı ve solunda yer alan siyasi partiler ise kültürel kimlikler üzerinden adeta toplumu ayrıştırıyor. Bu şekilde kültürel kimlikler üzerinden yapılan etnik ve mezhep temelli siyaset ise hem Türkiye’yi dünyada ve bölgesinde yalnızlaştırıyor hem de Türkiye’yi kendi içinde parçalayıp uçuruma sürüklüyor.


Yıllardır ülkede, Sağıyla, Soluyla insanların zihni; önyargılar ve duygularla beslenerek, semboller, kült ve idoller tarafından işgal ediliyor… İnsanların okuma, araştırma, analiz etme, mukayese ve muhakeme etme ve neticede ‘’anlama’’ gibi zihni melekeleri engelleniyor… İnsanlar, Sağ'ı ile Sol'u ile hamasetten bilgi seviyesine gelemiyor, rasyonel, metodik ve analitik düşünceye sahip olamıyor…


Türk aydının durumu

Tabi bu duruma Sağı ile Solu ite aydınların da büyük katkısı bulunuyor. Aydının görevi, iktidara yamanmak, ona yalakalık, yandaşlık ve yavşaklık yapmak olmuyor… Aydının görevi, topluma siyasi önderlik yapmak, siyasete tercihlerini dayatmak da olmuyor...  Aydının görevi, toplumu aydınlatmak, toplumu bilinçlendirmek oluyor... Osmanlı aydını, asli görevini, toplumu aydınlatma görevini bırakıp siyasete bulaşıyor, Cumhuriyet aydını da bu hataya düşüyor. Osmanlı aydını da Cumhuriyet aydını da asli görevlerini yapmıyor… Aydının aydınlatmadığı topluma, geçmişte ve şimdi olduğu gibi şarlatanlar, hokkabazlar, dinbazlar ve yobazlar rehberlik etmeye çalışıyor… Sağı ile solu ile Türk aydını toplumdan kopuk ve kendi içinde çatışmacı oluyor. Sağı ile solu ile Türk aydını uzlaşmacı bir karakterde olmuyor… Aydının görevi doğruyu, bilimi, aydınlığı, barışı, sevgiyi ve esenliği esas alarak topluma, iktidarlara ve muktedirlere yol göstermek oluyor, onlara siyasi önderlik yapmak olmuyor…

CHP

Türkiye’nin Sol diye bilinen en büyük partisi CHP oluyor… Sağı ile Solu ile tüm bu anlattığım bocalamaları CHP’de, 10 Kasım 1938’den sonra yaşamaya başlıyor… Bu tarihten sonra CHP, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu parti olarak kalmıyor… Bu tarihten sonra CHP, karşı devrimlerin etkisiz, reaktif, mahcup ve romantik muhalifi oluyor. Türk Devrimi’nin en büyük atılımı Köy Enstitüleri, Sağ’a ve karşı devrimcilere yaranmak adına CHP tarafından kapatılıyor. CHP, DP iktidarında karşı devrim hareketleri karşısında etkisiz, cılız ve mahcup muhalif rolünü oynuyor. O kadar ki DP’nin Arapça ezan yasağının kaldırılması kanun tasarısı teklifine CHP tasarının lehinde oy veriyor. Hatta kanun tasarısı TBMM’nde görüşülürken meclis başkanının ‘’kanun aleyhine’’ konuşmak üzere CHP temsilcisini kürsüye davet ettiğinde CHP temsilcisi ‘’kanun aleyhinde değil, kanun hakkında konuşacağı’’ itirazını yapıyor...

CHP’nin yakın tarihteki lideri Ecevit, partisini zaman zaman seçimlerin birinci partisi yapıyor ancak partisini bir türlü ‘’iktidar’’ yapamıyor. Ecevit, öngörüsüzlüğü ve beceriksizliği sayesinde ülkeyi MC hükumetlerine teslim ediyor. Ecevit, 12 Eylül’den sonra Sol’da bir ‘’bilen’’ olacağına bir ‘’bölen’’ haline geliyor… 12 Eylül sonrası kurulan Sol partiler (SHP, DSP ve CHP) aralarında zerre fark olmamasına rağmen uzlaşmayı dahi beceremiyor ve yılların Sol’un kalesi olan Ankara ve İstanbul’un yerel yönetimlerini İslamcı ve gerici yönetimlere elbirliği ile altın tepside ikram ediyor…  

AKP karşısındaki sözde muhalif CHP

Hizipçi Baykal, Sol’u toparlayacağına daha da dağıtıyor. Öngörüsüz ve romantik Baykal sayesinde kişiye özgü yasalar değiştirilerek birilerinin önü açılıyor... Baykal’dan sonra ise kimseciklerin bilmediği bir bürokrat olan Kılıçdaroğlu partinin başına getiriliyor.

Kılıçdaroğlu’nun yönetiminde CHP de, tıpkı DP karşısındaki CHP gibi, AKP iktidarının karşı devrim hareketleri karşısında etkisiz, cılız ve mahcup muhalif rolünü oynayarak AKP’nin açık, gizli, kapalı, alenen, mahcup destekçisi oluyor.

Yargıyı siyasetin emrine veren ve “Yetmez ama ‘Evet’çi” liberal solcular tarafından desteklenen 12 Eylül 2010 halkoylamasında CHP etkisiz ve yetersiz kalıyor…

2010 yılında Millî Eğitim Bakanlığı’nın Kur-an kursları ve pansiyonlarla ilgili sahip olduğu ‘’hukuka uygunluk ve denetim’’ görevi elinden alınıyor…  2012 yılında ise yasa çıkarılıyor, Kur-an kurslarının yanına yeni eğitim birimleri de ekleniyor… Bu şekilde Kur-an kursları ve pansiyonların tamamı denetimsiz bırakılıyor… CHP, sanki komşu ülkenin muhalefet partisiymiş gibi bütün bu yasa değişikliklerine sessiz ve tepkisiz kalıyor…

Belediye meclisi üyelerinin bile seçime girmek için kamu görevlerinden istifa etmeleri gerekirken, o zamanki Başbakan'ın Başbakanlık görevinden ayrılmadan, tüm yetki ve imkânlarıyla, 2014 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimine katılmasında CHP yetersiz ve etkisiz kalıyor… Bu seçimlerdeki CHP’nin Ekmeleddin İhsanoğlu vakası tam bir öngörüsüzlük, basiretsizlik ve beceriksizlik örneği oluyor…


2015 Türkiye genel seçimlerinde kampanya sloganı olarak “Milletçe alkışlıyoruz" ifadesi yayınlanan görsel reklam vidolarında sert ve mutsuz bir yüz ifadesi ile kötü gidişattan sorumlu olanları alkışlayan insanların görüntüleri konuyor. Ancak alkış Kuzey Avrupa ülkelerinde bir ‘’protesto’’ aracı, Günay Avrupa ve Akdeniz ülkelerinde ise alkış bir ‘’onay’’ aracı olduğu CHP yönetimi tarafından görülmüyor… CHP, bilmeden seçim sürecinde AKP’nin reklamını yapmış oluyor…

7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında çoğunluğu yitiren AKP yönetiminin iktidarı bırakmaması ve ülkeyi 1 Kasım’da tekrar seçime götürmesi sürecinde CHP, AKP’nin ‘’İstikşafı görüşmeler’’ oyalamasında figüran rolü oynayarak oltaya takılıyor, CHP yine yetersiz, etkisiz ve edilgen kalıyor…

2016 yılı Mayıs ayında hakkında fezleke düzenlenmiş olan milletvekillerinin dosyalarını kapsayan ‘’dokunulmazlık’’ hakkında bir Anayasa değişikliği gündeme geldiğinde Kılıçdaroğlu; “Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen ‘evet’ diyeceğiz” açıklamasıyla tam bir basiretsizlik, idraksizlik ve hukuksuzluk örneği veriyor ve CHP’nin katkısıyla geçen Anayasa değişikliği ile ilk önce CHP milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırılıyor…  

15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe kalkışması sonrasında 20 Temmuz’daki AKP iktidarının OHAL sivil darbesinde CHP yine yetersiz ve etkisiz kalıyor… CHP bununla da yetinmiyor, 7 Ağustos 2016 tarihinde yapılan Yenikapı AKP mitingine figüran olarak katılıyor…

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” diye adlandırılan ve parlamenter demokrasiyi bitiren ve ucube bir rejimi yürürlüğe sokan ve OHAL koşullarında, yoğun bir baskı ortamında, eşitsiz koşullarda, gayri meşru biçimde ve yasalara aykırı uygulamalarla yapılan 16 Nisan 2017 halkoylamasında CHP yine yetersiz ve etkisiz kalıyor, bu halkoylamasında da CHP yine figüran rolünü oynuyor… 

Parlamenter sistemin yerine başkanlık sisteminin getirildiği bu 2017 referandumunda YSK, AKP temsilcisinin talebi üzerine Doğu'da oy sayımı devam ederken, Batı'da ise sandıkların kapanmasına 10 dakika kala mühürsüz pusula ve zarfların da sayılmasının kararını aldığında Kılıçdaroğlu bu alenen ve açık açık yapılan kanunsuzluğu sineye çekerek kabul ediyor ardından da mahcup bir şekilde bu referandumu ‘’şaibeli'' olarak niteliyor… Halbuki Kılıçdaroğlu’nun; ‘’YSK, bu yasa dışı, bu kanunsuz kararını kaldırana kadar seçimi meşru saymıyoruz!’’ demesi gerekiyor.. Kılıçdaroğlu, bu basiretsiz, bu korkak, bu pısırık, bu ürkek tavrı nedeniyle atı alanın Üsküdar'ı geçmesine vesile oluyor…

Kılıçdaroğlu, AKP tarafından CHP milletvekillerine karşı yapılan adaletsizlik karşısında ‘’adalet’’ temalı yürüyüşünü 15 Haziran 2017'de Ankara Güvenpark'ta başlatıyor ve 9 Temmuz 2017'de İstanbul Maltepe'de sonlandırıyor… 420 kilometrelik yolu 25 günde yürüyen Kılıçdaroğlu, yürüyüşün sonunda Maltepe'de bir de miting düzenliyor. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü daha büyük bir toplumsal muhalefeti harekete geçirecek bir kıvılcım olması gerekirken, hareketin devamı gelmemesiyle bu kıvılcım Maltepe miting alanında sönümleniyor… Kılıçdaroğlu, eyleminin devamını getiremeyerek o kadar yolu boşu boşuna yürümüş oluyor…

Bütün bu hataların üzerine Nisan 2018 tarihinde yapılan ‘’Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’’ esnasındaki CHP yine yetersiz ve etkisiz kalıyor. 18 Nisan 2018 tarihinde TBMM’inde alınan OHAL’in üç ay daha uzatılması ile 24 Haziran 2018’deki erken seçim kararının aynı gün alınması karşısındaki CHP’nin tepkisizliği aslında 24 Haziran 2018 seçim sonuçlarının çoktan belirleyicisi oluyor… Özetle; 18 Nisan 2018 tarihinde OHAL’in üç ay daha uzatıldığı gün (aynı gün) OHAL süresi içinde, OHAL şartlarında erken seçim kararı alınıyor… Şaibeli YSK’nın aynı kadrosu ile yasalara aykırı olarak seçime gidiliyor… Muhalif HDP’nin genel başkanı, milletvekilleri ve belediye başkanları hapiste, Güneydoğudaki şehirlerin yönetimi kayyumların elinde iken seçimlere gidiliyor…

Geçen süreçte CHP’nin birinci önceliği OHAL şartlarında ve bu YSK kadroları ile bir seçime gitmemesi gerekirken, siyasetin zaten zemininin kalmadığı bu ortamda bu yasa ile bu şartlarda artık ne sandığa giren oylar demokratik sayılması ne de oradan çıkacak sonuç demokratik kabul edilmesi mümkün değilken CHP, etkisiz, yetersiz, edilgen olarak sesiz sedasız olan biteni kabulleniyor…

Ülke bu şartlarda 24 Haziran 2018 CB seçimlerine giderken bir de ‘’Gel bakalım buraya Muharrem’’ vakası yaşanıyor… CHP, bu seçimin finalini de seçim gecesi ‘’adam kazandı’’ fiyaskosuyla yapıyor…

Kılıçdaroğlu,13 Kasım 2021 tarihinde CHP'nin geçmişte yaptığı hatalara ilişkin "Helalleşme’’ çağrısına başlıyor. Bu tamamen CHP’nin kendisini inkâr süreci haline geliyor… Ülkeyi kısa bir zaman süreci hariç 1950 yılından beri Sağ iktidarlar yönetiyor ancak ‘’helalleşme’’yi Sol yapıyor!... Kullanılan terminoloji ve bu terminolojiyi anlayacak kitle sorunlu halde bulunuyor… Bu süreçte Kılıçdaroğlu'nun söylediği "1930'ların CHP'si değiliz" sözü açıkça CHP’nin kendisini inkârı anlamına geliyor…

24 Mart 2022 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’da değişiklik yapan kanunun 2. maddesi, Anayasa’nın 136. maddesine göre, zaten genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü bulunmasına rağmen bir de ‘’Diyanet Akademisi’’ kurulmasını öngörüyor. Cumhur İttifakı milletvekillerinin yani AKP ve MHP’nin sayısı kanunu yasalaştırmak için yetmiyor. Sanki CHP, karşı devrimin partisiymiş gibi 22 CHP!li, 14 İyi Partili vekil bu yasa değişikliği için olumlu oy kullanarak ‘’Diyanet Akademisi’’nin yasalaşmasını sağlıyor…

Ağustos 2022 tarihinde CHP PM Üyesi Turan Aydoğan katıldığı bir TV programında defalarca “Tekke ve zaviyeleri kaldıran kanun kadük oldu” diyor sanki yüz yıl önce kaldırılan bu karşıdevrimci yapıların şeriat istediği bilinmiyormuş gibi… Ve CHP’den de bu açıklamayı kınayacak hiçbir açıklama yapılmıyor… (Ayrıca CHP’li vekil burada bir de bilgisizlik ve hukuksuzluk sergiliyor. Fransızca “caduc” kelimesinden gelen “kadük”, hukuki geçerliliğini yitirmiş olan -belge, tüzel kişilik vb.- anlamındadır. Hukukta “kadük” olma durumu ise, bir yasama dönemi içinde önerilen bir yasa tasarısının o yasama dönemi içinde yasalaşamaması durumunda önemini yitirmesi, geçerliliğinin kalmamasıdır.
Bir hukukçunun yürürlükteki bir kanun için “kadük” demesi, hukuk devletinden ne kadar uzak olduğunu gösteriyor… Bu şekilde CHP milletvekili mevcut bir yasayı yok sayıyor... )


2022 yılı Kasım ayında CHP tarafından Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilk imzacısı olduğu kamuda başörtüsü serbestisinin kanuni güvenceye kavuşturulması ile ilgili kanun teklifi TBMM Başkanlığı’na sunuluyor... Bu teklif, CHP’nin DP iktidarında karşı devrim hareketleri karşısındaki etkisiz, cılız ve mahcup muhalif rolünü hatırlatıyor…


2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde mevcut cumhurbaşkanının üçüncü defa aday olamayacağı konusundaki mevcut Anayasanın açık, seçik ve net hükmüne rağmen ‘’mağduriyet yaratmayacağız’’ gerekçesiyle CHP tarafından bu anayasa ihlaline itiraz dahi edilmiyor... Siz anayasanın açık hükmü ihlal ederken suskun kalacaksınız da hangi hakkı, hangi hukuku savunacaksınız?

Bütün bu zaman zarfında, dosyaları FETÖ mensuplarınca hazırlanan, davaları FETÖ mensupları tarafından görülen 28 Şubat Davası'ndan mahkum olan emekli askerlere ve Montrö açıklaması nedeniyle haklarında hukuksuzca dava açılan amirallere sanki düşman askerleriymiş gibi sanki vebalılarmış gibi CHP zerre sahip çıkmıyor...

Seçim sürecinde iktidara geldiklerine ne yapacaklarına dair doğru dürüst bir ekonomik program sunulmuyor… ‘’İngiltere’den 300 milyar dolar getireceğim, beşli çetenin çaldıklarını 418 milyar doları geri alacağım’’ sözleri havada kalıyor, hiç de rasyonel olmayan ekonomik sözler veriliyor, bu sözlerin hiçbirisi makul bir zemine oturmuyor.

Bütün seçimlerde CHP milletvekili adayı olarak mücadeleci, yırtıcı, eğitimli adaylar yerine suya sabuna dokunmayan, lidere sadık ve yakın kişiler aday olarak seçiliyor. Bu seçimlerde önseçim, parti içi demokrasi hiçbir şekilde uygulanmıyor. Bazı adaylar dört beş dönem vekil olarak seçiliyor. Son seçimlerde ise FETÖ'nün kumpası Ergenekon ve Balyoz davalarına verdiği tam destekle hatırlanan Adalet eski Bakanı Sadullah Ergin, CHP'nin kalesi Çankaya'dan, FETÖ'nün yayın organı kapatılan Taraf gazetesi yazarı Yüksel Taşkın ise yine CHP’nin kalesi İzmir 1. Bölgede ilk sıradan CHP adayı gösterilip CHP seçmeninin oylarıyla milletvekili yapılıyor…

Bütün bu seçimlerde CHP, seçim sandıklarını korumayı, oylarına da sahip çıkmayı bir türlü öğrenip de beceremiyor...


Altılı ittifak: Millet ittifakı

Kılıçdaroğlu, 12 Şubat 2022'de CHP dışında beş muhalefet partisini birleştirerek önce ‘’Altılı Masa" daha sonra da ‘’Millet İttifakı’’ adını alan bir ittifak kuruyor. Bu ittifak ile Kılıçdaroğlu liderliğinde önce güçlendirilmiş parlamenter sistem mutabakat metni, ardından da 2300 maddelik ortak politikalar metni oluşturuluyor…  

Açıklanan bu mutabakat metninde Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerine (dili, bayrağı, laik yapısı, başkenti) yer verilmiyor ancak Kurtuluş Savası esnasında, Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmamışken o zamanın ahval ve şeraiti içinde hazırlanan 1921 Anayasası’na gönderme yapılıyor!..

Ancak altılı ittifak ile topluma karşı çok dağınık bir görüntü veriliyor. Masadaki herkes bir cumhurbaşkanı yardımcılığı bir de bakanlık sözü ile çok parçalı, koalisyon benzeri ve çok dağınık bir manzara sergileniyor… Kılıçdaroğlu, masadaki küçük partilerle CHP’yi bir tutarak CHP’yi küçük düşürüyor... Aslında CHP’nin ittifak partilerine değil o ittifak partilerinin CHP’ye ihtiyacı bulunuyor…

Ayrıca ittifak üyesi her kafadan bir ses çıkıyor. (Davutoğlu; “Cumhurbaşkanı tek başına hareket etmek isterse de o Meclis çoğunluğunu kaybedeceğini bilecek ve tek başına davranmayacak.” Akşener; "Biz Ege Ordusu gibi Güney Ordusu kuracağız. Güney Ordusu o sınırları koruyacak.’’ Babacan: ‘’Cemaatler ve tarikatlar, bu toprakların yüzlerce yıllık bir geleneği. Yasaklamakla hiçbir şeyi çözemiyorsunuz. Yasakladığınızda kayıt dışına çıkıyorlar, daha gizli saklı oluyor her şey. Biz her zaman özgürlüklerden ve şeffaflıktan yanayız.’’ Babacan: "Devletin hemen hemen bütün imkanları, bütün o yardımlar, devletin bütçesinden doğrudan aktarılan kaynaklar, Baykar'a veriliyor. Bu proje 'Kutsal, dokunulmaz' hale getirildi. Kusura bakmayın, dokunacağız tabi ki" vb.) 

‘’Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz’’ diyen Davutoğlu bu konuda zerre gıgını çıkarmayarak bütün bir seçim sürecinde AKP lehinde suskun kalıyor.


Seçim sürecinde de seçime sayılı günler kalmışken Akşener’in ‘’Kazanamayacak aday’’ vurgusuyla masayı devirip sonra da hiçbir şey olmamış gibi geri dönmesi ve CHP’li iki belediye başkanını da cumhurbaşkanı yardımcısı olarak dayatması ve bu iki belediye başkanının da pişkince bu öneriyi kabul etmesi de (ki o zaman cumhurbaşkanlığı yardımcısı sayısı yediye çıkıyor) CHP’ye, Millet İttifakı’na ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’na vurulmuş en büyük darbe haline geliyor…

Sonuçta ittifak üyeleri ittifaka ayrı ayrı katkı yapacaklarına her üye ittifaka söz ve eylemleriyle ayrı ayrı zarar veriyor...

Seçim reklamları


2015 seçimlerinde de olduğu gibi 2023 seçimlerinde de ancak ve ancak Kuzey Avrupa ülkelerinde geçerli olabilecek çiçekli, böcekli, kalpli çok naif semboller kullanılıyor... Bu süreçte, bu sayfalarda ben; yozlaşan ve feodal zihniyetteki bir iktidara karşı bir Rönesans aydını kafasıyla savaşım vermenin hemen hemen imkânsız olduğunu defalarca ve defalarca yazıyorum…  

‘’Hiç yapılmaması gerekenin verimli bir şekilde yapılması kadar işe yaramaz bir şey yoktur." Peter F. Drucker ‘’Etkin Yöneticinin Seyir Defteri’’ (Optimist Yayınları, 2007)

Aslında yazımın girişinde bahsettiğim Sol’un en büyük hatalarından birisi de stratejik ve doğru düşünememiş olmasıdır.

2017 Anayasa değişikliği Cumhurbaşkanlığı seçimi için iki turlu bir seçim sistemi ve %51’lik salt çoğunluk şartı getirmesi ile zaten seçmenleri doğal bir ittifaka itiyordu. Bu seçmen bazında doğal ittifak dışında partilerin ayrıca bir ittifakına gerek yoktu.

Ana Muhalefet Partisi olarak CHP’nin adayı zaten her halükârda ikinci tura kalması bekleniyor… İkinci turda ise ‘’doğru bir söylemle’’ ipi önde göğüslemek hiç de zor gözükmüyor.  

Bu süreçte; ülkenin kaostan, yok oluş sürecinden kurtulması için birbirleriyle protokol imzalayan, birbirlerine şart şurt koşan, iktidardan bakanlık, makam, mevki, koltuk bekleyen partiler hiç de etik, ahlaki, ilkeli ve dürüst davranmıyor…  

Asıl ittifak yapılması gereken yer yerel seçimler oluyor. Çünkü yerel seçimlerde yasa gereği tek turlu ve en çok oyu alan aday seçiliyor… Türk Solu’nun stratejik düşünememesinin ötesinde salaklığı ve dangalaklığı nedeniyle 1994 ve 1999 yerel seçimlerinde sadece Sol kendi içinde ittifak yapamadığı, kendi aralarında uzlaşamadıkları için o zamana kadar sosyal demokrasinin kalesi olan Ankara ve İstanbul belediyeleri altın tepside Siyasal İslam’a teslim ediliyor. Her iki seçim de de her iki ilde de SHP, DSP ve CHP ayrı ayrı adaylarla seçime gidiyor... Ancak ne yazık ki bu salaklığın ve dangalaklığın müsebbipleri halen Sol cenahta akil kişiler olarak kabul görüyor... Ne de olsa Türk milletinin ama özellikle Türk Solu’nun hafızası balık hafızası oluyor…

Asıl ittifak yapılması gereken yer 2024 yılı yerel seçimleri iken Millet İttifakı sayesinde CHP sırtından TBMM’ne giren partiler ise ardı ardına ittifak yapmayacaklarını beyan ediyor. (Ali Babacan: ‘’Bizim şu anda Türkiye'de kendi listelerimizle ve kendi adaylarımızla seçime girmemiz esas yani 81 ilde 923 ilçede kendi adaylarımızla seçime girmemiz esas.’’ 19.07.2023 - Davutoğlu: ‘’Kendi logo ve ismimizle seçimlere gireceğiz.’’ 13.08. 2023) Bununla da yetinmiyor bu Millet İttifakı partileri CHP sırtından (CHP’li seçmeler sayesinde) TBMM’ne girdikleri hale CHP’yi aşağılıyor. (Davutoğlu: "En son tercihim seçime CHP listelerinden girmekti... Bu sağ seçmen CHP'ye oy vermez, beraber olalım dedim.’’ Akşener: "Biz önce bu parti seçime girebilsin diye CHP’den 15 milletvekili istedik. Hayatımın en büyük pişmanlığıdır.’’)  Bu sağ seçmen CHP'ye oy vermez ise CHP ile ittifakta işiniz ne? Bunlar ilkeli ve derinlikli siyaset oluyor?

Zaten Peter F. Drucker bahsi geçen kitabında; ‘’Hiç yapılmaması gerekenin verimli bir şekilde yapılması kadar işe yaramaz bir şey yoktur" diye yazıp duruyor… Hem cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yapılmaması gereken ittifak iyi yapılmıyor, çok kötü yapılıyor hem de ittifak yapılması elzem olan yerel seçimlerde Millet İttifakı partilerin yaptıkları açıklamalarla neredeyse imkânsız hale getiriliyor… Türk siyasetinde ''ehemmi mühimme tercih edecek'' bir üst akıl sanırım bulunmuyor…

Sonuç

İskoç psikiyatrist Ronald David Laing; "Öldüğünüzde ölü olduğunuzu bilmezsiniz. Bu sadece başkaları için zordur. Aynı şey salak olduğunuzda da geçerlidir" diyor… Laing sanki bu sözü ile CHP’yi anlatıyor. Cumhurbaşkanlığı seçim sonucu CHP açısından kesin bir yenilgiyle sonuçlanıyor… Ancak bu yenilgiyi bir tek CHP bilmiyor ve kabullenmiyor. Ancak CHP’de bu yenilginin incelenmesi ve değerlendirilmesi yapılacağına CHP kendi iç kavgalarına dönüyor… CHP’deki değişim ve dönüşüm tartışmaları da ideolojik temelde yapılmadığı gibi kişi bazına bile indirgenmeden havanda su dövülüyor…   

Yazımın içerisinde de belirttiğim gibi Türk Solu; topluma önderlik edecek, kitleleri peşinden sürükleyecek Gramsci gibi bir teorisyen, Matteotti gibi bir hatip ve Nenni gibi bir aktivist siyasetçi çıkaramamasının bedelini ödüyor… Kaldı ki bu da yeterli olmuyor. Muhalif partilerin sağlıklı, ilkeli ve akıllı bir şekilde uzlaşması ve ayrıca da faşizmin, gericiliğin ve karanlığın saldırılarına direnecek örgütlü bir halk desteğinin de kazanılması gerekiyor. Böylesi bir halk desteği olmaksızın da hiçbir siyasi mücadelenin kazanılmasının imkân ve ihtimali bulunmuyor… Böylesi bir halk desteği için ise böylesi bir halkı ateşleyecek lidere ihtiyaç bulunuyor…

Bu sayfalarda defalarca paylaşıyorum; muhalefetin yetersizliği, uzlaşmazlığı ve romantikliği Weimar Cumhuriyetindeki Hitler faşizmini, İtalya’daki (Gramsci, Matteotti ve Nenni gibi siyasetçilerin varlığına rağmen) Mussolini faşizmini doğuruyor…  

Meşhuuuur bir Alman atasözüdür: “Diktatör yoktur. Eksik olan muhalefettir!” (Es gibt keine Diktatoren. Was fehlt, ist die Opposition.)

Sürçü lisan eylediysek de affola…

Arz ederim…

Osman AYDOĞAN

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz