Çanlar kimin için çalıyor?
21 Ekim 2023
Türkiye’nin merkezinde bulunduğu bölge cadı kazanı gibi fokur fokur kaynıyor. Kuzeyimizde halen Rusya - Ukrayna savaşı devam ediyor. Kafkaslar’da Karabağ sorunu, Balkanlar’da, Kosova sorunu derken Filistin’de birdenbire bir savaş patlayıveriyor.
Filistin – İsrail Savaşı
Ancak Filistin savaşı Kafkaslardan ve Balkanlardan farklı olarak birbirlerini sıfırlayarak yok etmek isteyen iki zırdeli güç tarafından yapılıyor. HAMAS, İsrail devletini, İsrail de sadece HAMAS’ı değil tüm bir Filistin’i yok etmek istiyor. Ve bu savaşta savaş hukuku, çatışma kuralları ve insani kurallar uygulanmıyor; siviller öldürülüyor, hastaneler bombalanıyor. ABD Başkanı Biden, İsrail hükumetine destek için İsrail’e gidiyor. AB ülkeleri İsrail’i desteklerini açıklıyor. ABD uçak gemilerini Akdeniz’e gönderiyor.
Filistin – İsrail Savaşı’nın geleceği
Daha önceki yazılarımda hep belirtiyorum; İsrail üç bin yıllık hedefine sadece son yirmi yılda ulaşıyor. Kudüs, artık bölünmeden bir bütün olarak İsrail’in başkenti ilan ediliyor, İsrail için su kaynağı olan Golan Tepeleri artık İsrail’in oluyor. İsrail’i durduracak güç olan Irak, Libya ve Suriye, bizzat Türkiye’den AKP hükumeti ve diğer Müslüman ülkelerin katkısıyla darmadağın ediliyor. Başta Suudi Arabistan olmak üzere bütün Arap devletleri İsrail ile barıştırılıyor.
Dolaysıyla İsrail’in Filistin’e saldırısında İsrail’i durduracak veya bu saldırıyı etkileyecek tek fiziki güç İran ve İran’ın desteklediği Yemen’deki Husi’ler ile Lübnan Hizbullahı kalıyor. Dolayısıyla yakın bir gelecekte, ABD ve İsrail tarafından Lübnan Hizbullahı’nın hedefe oturtulacağı, Yemen’deki Husi’lerin baskı altına alınacağı ve İran’ın ise dikkatini başka yere çekecek olaylara gebe bırakılacağı bekleniyor.
Bu şekilde, engelsiz bir şekilde Gazze Şeridi İsrail tarafından tamamen yerle bir edilene ve HAMAS bölgede tamamen etkisiz hale getirilene kadar İsrail’in saldırısının devam edeceği değerlendiriliyor.
Büyük resim
Büyük resmi görmek için etrafımıza dikkatle bakmamız gerekiyor. Bölgemizde, 1914 yılındaki Birinci Dünya Harbi’nin bütün koşulları ve bütün aktörleri yineleniyor. Bölgemizde Rus Çarlığı yerine Rusya bulunuyor. İngiltere’nin yerini ABD alıyor. Almanya ve Fransa yerine AB olarak yine aynı Almanya ve Fransa yer alıyor. Araplar yine aynı Araplar oluyor. Osmanlı İmparatorluğu yerine Türkiye Cumhuriyeti bulunuyor. Yine Kafkasya, Balkanlar, Ukrayna, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz kaynıyor. Ancak bugün bir de fazladan göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir Çin faktörü bulunuyor.
Tarih tekerrür ederek Dünya yine iki kutuplu hale geliyor. Dünya; bir tarafta ABD, AB, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda diğer tarafta, Çin, Rusya, İran, Kuzey Kore olarak şekilleniyor. Bu bloklaşma süreci, Güneydoğu Asya’da, Orta Asya’da, Ortadoğu’da birçok ülkeyi taraf olmaya zorluyor. Özetle geçmişte İngiltere – Rusya çatışmasına sahne olan bölge günümüzde ABD – Rusya çatışmasına beşiklik ediyor.
Son yıllarda bütün Batılı düşünürler Avrupa'nın 5'inci yüzyılda girdiği Orta Çağ gibi Ortadoğu'nun da bu yüzyılda kendi Orta Çağına girdiklerini iddia ederek 1618 ile 1648 yılları arasında Avrupa devletlerinin çoğunun katıldığı ve temelinde bir Protestan-Katolik mücadelesi yatan mezhep savaşları dizisi gibi Ortadoğu'nun da bir otuz yıl sürecek mezhep savaşlarına (Şii - Sünni) girmekte olduğunu yazıyor.
Ancak o dönem muharebe sahası Avrupa kıtası iken bugün muharebe sahası olarak (mamur Avrupa mahvolmasın diye) Ortadoğu seçiliyor. Bu muharebe sahasında ise; filler (ABD, AB, Rusya ve Çin) inlerinde, vekil muharip güçler (Suudi Arabistan, İran) tetikte, tetikçiler (HAMAS, Hizbullah, Müslüman Kardeşler, Husiller, İŞİD, PYD, PKK) ve istihbarat örgütleri (CIA, M16, BND, DGSE, MSS, KGB, MOSSAD, SAVAK) sahada bulunurken, çiğnenen çimenler (Irak, Suriye, Libya, Yemen, Ukrayna, Lübnan, Filistin) ise yerlerde sürünüyor.
Bu noktada bir kitaba yer vermek istiyorum…
Uyurgezerler
Cambridge Üniversitesi Tarih Profesörü Christopher Clark’ın “Uyurgezerler” (Pegasus Yayınları, 2017) adlı bir kitabı bulunuyor. Yazar kitabında I. Dünya Savaşı’na yol açan krizin nasıl meydana geldiğini anlatıyor.
28 Haziran 1914 Pazar günü Arşidük Franz Ferdinand ve karısı Sophie Chotek, Saraybosna tren garına geldiğinde Avrupa barış içinde bulunuyor. Otuz yedi gün sonra ise tüm Avrupa savaşa tutuşuyor. Bu savaş 15 milyondan fazla insanın ölümü̈, üç imparatorluğun yıkılması ve Dünya tarihinin kalıcı olarak değişmesiyle sonuçlanıyor.
Kitaba göre o dönem Avrupalı güçler, yükselen milliyetçilik ve savaş tehdidini göremeyen “uyurgezerler” halinde bulunuyor. O dönem Rusya modernleşme, Almanya sanayileşme çabası içerisinde, İngiltere şu an ABD’nin olduğu konumda ve en güçlü devlet, Amerika ise kendi iç dünyasında bulunuyor. Osmanlı, Almanya, Fransa, İngiltere, Avusturya- Macaristan, Rusya; hiçbirisinde savaş belirtisi gözükmüyor. Kamuoylarının, entelektüellerin, devletlerin de inancı artık savaşların olmayacağı, sonsuz bir barışa kavuştukları doğrultusunda oluyor. Ancak Franz Ferdinand suikastı ile savaş birdenbire tüm dünyayı sarıyor.
İşte anlattığım gibi şimdi de bazı tarihçiler, içinde bulunduğumuz dönemi Birinci Dünya Savaşı arifesine benzeterek dünya güçlerinin ve kamuoyunun ve entelektüellerin de benzer bir ‘’aymazlık’’ içinde ve ‘’uyurgezerlik’’ halinde olduğu görüşünü savunuyor.
Günümüz dünyası
Günümüz Dünyasında da tıpkı Birinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi yükselen popülist milliyetçilik, ırkçılık, ABD’de yeni Trump- Biden politikası, Avrupa’nın iç kavgaları, Rusya’nın yükselen yeni imparatorluğu bulunuyor. Bir de Birinci Dünya Savaşında olmayan bir Çin faktörü bulunuyor.
Günümüz Ortadoğu’sunda ise; mezhep ve vekâlet savaşları, Irak, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Suriye, İŞİD, YPG, PKK, HAMAS, Hizbullah, Müslüman Kardeşler, Ilımlı İslam, Lübnan, Yemen, İsrail ve Filistin gibi çok karmaşık sorunları bulunuyor.
Üçüncü Dünya Savaşı’na doğru adım adım…
Ancak bu sefer, günümüzde yaşadığımız gibi bir vekâlet savaşı değil, tüm Ortadoğu’yu kapsayacak, arkasında ABD, İsrail ve Mısır’ın bulunduğu Suudi Arabistan ile arkasında Rusya, Çin ve Suriye’nin bulunduğu İran’ın yer alacağı bir Sünni – Şii savaşının yaşanabilme ihtimali bulunuyor. Böylesi bir savaşın Türkiye'yi de en ağır biçimde etkilemesi ihtimali bulunuyor.
Dünya, 1914 yılında içine düştüğü çukurdan öyle kolay kolay çıkamıyor. Dünya, 1914 yılında düştüğü bu çukurdan; iki büyük savaş vererek, devrimler ve karşı devrimler yaparak ve büyük büyük ekonomik krizler yaşayarak çıkıyor. Bu hengâmede ülkelerinin ve kendilerinin güç ve kapasitesinin üstünde amaç, hedef ve politika izleyen liderler kendileri yok olurken ülkelerini de felaketlere sürüklüyor.
Ve Dünya, anlattığım gibi, 1914'teki Birinci Dünya Harbi’nin bütün koşullarını ve bütün aktörlerini yineleyerek yaşıyor. Ve Dünya, bunakların, delilerin, vandalların (Trump, Biden, Netenyahu, Putin, HAMAS vb.) yönetiminde 1914 yılında düştüğü çukura doğru uyurgezer halinde, gözü kapalı koşar adım yaklaşıyor.
Dünya, Üçüncü Dünya Savaşı’na doğru adım adım giderken Türkiye…
Dünyanın; yeniden iki kutuplu bir dünya haline geldiği, II. Soğuk Savaş Dönemi’nin çoktaaan başladığı ve 1914'teki Birinci Dünya Harbi öncesi bütün koşulların yeniden yaşandığı bu ortamda, son yirmi yılda; ordusu, sanayisi, ekonomisi, tarımı, diplomasisi, iç barışı ve demografisi darmadağın edilmiş yalnız ve güzel ülkemin, bu badirenden sıyrılmak için elinde fazla bir serbest hareket alanı, fazla bir manevra sahası da bulunmuyor. Bu süreçte, Türkiye'de, iç politikada muktedirler tarafından sıkça kullanılan ''bitaraf olan bertaraf olur'', ''ya bizdensin ya onlardan'' politikasının ABD tarafından Türkiye'ye uygulanması muhtemel gözüküyor. Ve çember gittikçe daralıyor.
Ancak Türkiye için tek çıkar yol olarak, Osmanlının Birinci Dünya Harbindeki hatasına düşmeden Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’Yurtta sulh, cihanda sulh’’ ilkesine sarılmak kalıyor. Ve tabii ki bu ilkeyi anlayabilecek ve icra edebilecek güçte, çap ve kapasitede devlet adamlarına da ihtiyaç bulunuyor.
Çanlar kimin için çalıyor?
Montaigne bir denemesinde; ‘’Adamın biri, zaten karanlıktan korkarmış. Bir gün büyük bir hangarda elindeki mumla tek başına kalmış. O an o kadar korkmuş ki elindeki mumu üfleyivermiş’’ diyor.
Elde kalan son mumu da üfleyerek tüm Ortadoğu’nun kopkoyu bir karanlığa gömülmesini sağlayacak bir değil, birden fazla deli hevesle bekliyor.
Hal böyleyken, böylesi bir korkunç geleceğe karşı görevi; etrafı gözetmek, buna göre tedbir almak, içeride ve dışarıda barışı tesis etmek, dost kazanmak, ülkede birliği, bütünlüğü ve dirliği sağlamak iken, tüm enerjisini yıllardır dinciliğe, dini ideolojiye, mezhebe, kine, nefrete, illete, zillete odaklayan bir yönetim elindeki ülkenin ve insanlarının, Allah yâr ve yardımcısı olması gerekiyor.
Çanlar; küçük üçlü, beşli, alt sekizli, armoniklerini aşmış üst sekizli olarak hiç olmadığı kadar şiddette çın çın çalıyor. Ancak cevaplanması gereken soru şu oluyor: ‘’For Whom the Bell Tolls?’’ (Ernest Hemingway, Bilgi Yayınevi, 2018)
Bundan sonra da; devlet kapasitesi gelişmemiş veya çökertilmiş, genel rekabete katılımda ekonomik ve kültürel alanda yetersiz, güçlü ittifak ilişkileri dışında kalmış, iç barışı, ortak bir ülküsü ve ortak bir hikayesi kalmamış devletlerin akıbeti de Irak, Suriye, Libya, Yemen ve Ukrayna gibi olacağı gözüküyor. İşte çanlar, bu tür ülkeler için çın çın çalıyor.
Goethe ve Nietzsche'den sonra Alman dilini en iyi kullanan lirik Alman şairi Christian Johann Heinrich Heine, 1844 yılnda yayınladığı ‘’Nachtgedanken’’ adlı şiirinde şu dizleri kullanıyor:
"Denk ich an Deutschland in der nacht,
dann bin ich um den schlaf gebracht"
(Geceleyin Almanya’yı düşündüğümde uykularım kaçıyor.)
Ben de artık son zamanlarda bu dizeleri ufacık bir değişiklikle zihnimde takılmış bir plak gibi şöyle mırıldanıyorum:
"Denk ich an die Türkei in der nacht,
dann bin ich um den schlaf gebracht"
Bu kaygılarımı arz etmek de bana kalıyor.
Osman AYDOĞAN