Türk siyasetinin makûs talihi
06 Kasım 2023
Türk siyasetinin ne yazık ki bilimsel, edebi, felsefi, siyasi, sosyolojik, psikolojik ve stratejik bir derinliği bulunmuyor. Türkiye Sağı ile Solu ile ayrıca siyaseti kurumsallaştıramıyor. Türkiye Sağı ve Solu siyasetini kurumsallaştıramayınca da siyaset, sınıf temelli bir siyaset yerine etnik ve mezhep temelli bir zemine oturuyor. Halbuki gerçek demokrasilerde siyaset, toplumdaki etnik, dini ve mezhebi farklı kimlikleri ortak sınıfsal çıkarları doğrultusunda birleştirip bütünleştiriyor. Ancak demokrasi ile ilgisi olmayan Türk siyaseti ise etnik ve dini kültürel kimlikler üzerinden adeta toplumu kutuplaştırıp ayrıştırıyor. Bu şekilde kültürel kimlikler üzerinden yapılan etnik ve mezhep temelli siyaset ise hem Türkiye’yi dünyada ve bölgesinde yalnızlaştırıyor hem de Türkiye’yi kendi içinde parçalayıp uçuruma sürüklüyor.
Ayrıca Türkiye'de siyaset kurumsallaşamayınca da Türkiye'de siyasi gelişme de olmuyor. Türkiye'de siyasi gelişme olmayınca da siyaset ''sandık demokrasisi''ne hapsolup kalıyor. Bu ''sandık demokrasisi'' ise siyasi çürümeye yol açıyor. Türkiye'de son yetmiş yılda olan biten bu oluyor: Siyasi çürüme!
Yıllardır ülkede, Sağıyla, Soluyla insanların zihni; önyargılar ve duygularla beslenerek, semboller, kült ve idoller tarafından işgal ediliyor. İnsanların okuma, araştırma, analiz etme, mukayese ve muhakeme etme ve neticede ‘’anlama’’ gibi zihni melekeleri engelleniyor. İnsanlar, Sağ'ı ile Sol'u ile hamasetten bilgi seviyesine gelemiyor, rasyonel, metodik ve analitik düşünceye sahip olamıyor.
Yazılarımı takip edenler bilir ben bu durumu yıllardır nazikçe anlatıyorum. Şimdi burada bunları tekrarlamak istemiyorum.
Türk siyasetinin eksikliği keşke bu kadarla kalsaydı. Türk siyasetinin hiçbir bilimsel, edebi, felsefi, siyasi, sosyolojik, psikolojik ve stratejik bir derinliği bulunmuyor ama Türk siyasetinin daha bir başka özelliği bulunuyor. Bu başka özelliği anlatmadan önce üçü yerel birisi genel seçimi anlatmam gerekiyor...
1994 ve 1999 Anakara ve İstanbul yerel seçimleri
Birinci örnek 12 Eylül 1980’den sonra kurulan ve solda yer aldıklarını iddia eden SHP, DSP ve CHP ve sağda yer aldıklarını iddia eden ANAP ve DYP ile ilgili. Bu üç ‘’sol’’ parti ve bu iki ‘’sağ’’ parti 1994 yerel seçimlerinde Ankara ve İstanbul’da ayrı ayrı aday gösteriyor. Bu beş partinin adaylarının hiçbirisinin Ankara ve İstanbul’da tek başına seçimi kazanma şansı bulunmuyor. Ancak bu beş partinin her birisi ayrı ayrı seçime girerek, seçimlerde ayrı ayrı aday göstererek diğerlerinin de kazanmasını engelliyor.
27 Mart 1994 Yerel Seçimleri sonuçları
27 Mart 1994, Yerel Seçimler, Ankara:
Sol partiler:
SHP (Korel Göymen) : %26,89
DSP (Ömer Faruk Sırakaya): %7,76
CHP (Ali Dinçer) : %2,09
Sağ partiler:
ANAP (Rüştü Yüce) : %18,65
DYP (Kemal Çevik) : %8,32
Sonuçta o zaman radikal dinci sağda yer alan partinin adayı %27,34 oy alarak ipi göğüslüyor.
27 Mart 1994, Yerel Seçimler, İstanbul:
Sol partiler:
SHP (Zülfü Livaneli) : %20,3
DSP (Necdet Özkan) : %12,38
CHP (Ertuğrul Günay) : %1,4
Sağ partiler:
ANAP (İlhan Kesici) : %22,14
DYP (Bedrettin Dalan) : %15,46
Sonuçta İstanbul’da o zaman radikal dinci sağda yer alan partinin adayı %25,19 oy alarak ipi göğüslüyor.
Burada hazin olan ise her iki şehirde de (Ankara ve İstanbul) sadece sol partiler bile kendi aralarında uzlaşsalar bu seçimi kazanmaya yetiyor. Ancak yılların solun kalesi olan Ankara ve İstanbul bu şekilde radikal dinci sağda yer alan partinin adaylarına altın tepside hediye ediliyor.
Bir yaptığım hatayı bir daha yapmam
İnönü 72 yaşındayken şu sözü söylüyor: ‘’Ben 72 yaşındayım. Bu yaşımda bile hata yapıyorum. Ancak bir yaptığım hatayı bir daha yapmıyorum.’’ Ancak Türk siyasetinde özellikle sol siyasette bu böyle olmuyor. Bu partiler 1994 yılında yaptıkları hatayı bilerek ve isteyerek 1999 yılında da tekrarlıyor.
Aslında birbirlerinden farklı olmayan solda yer aldıklarını iddia eden SHP, DSP ve CHP ve sağda yer aldıklarını iddia eden ANAP ve DYP, 1994 yerel seçimlerinde Ankara ve İstanbul’u bu şekilde kaybettikten sonra 1999 yerel seçimlerinde de hem Ankara’da hem de İstanbul’da ayrı ayrı aday gösteriyorlar. Bir farkla ki 18 Şubat 1995 tarihinde SHP, CHP ile birleştiği için sol parti sayısı ikiye iniyor.
Yine bu sefer de bu dört partinin hiçbirisinin Ankara ve İstanbul’da tek başına seçimi kazanma şansı bulunmuyor. Ancak bu dört partinin her birisi ayrı ayrı seçime girerek, ayrı ayrı aday göstererek 1994 Yerel Seçimlerinde olduğu gibi diğerlerinin de kazanmasını engelliyor.
18 Nisan 1999 Yerel Seçimleri sonuçları
18 Nisan 1999, Yerel Seçimler, Ankara:
Sol partiler:
CHP (Murat Karayalçın) : %31,95
DSP (Doğan Taşdelen) : %10,58
Sağ partiler:
ANAP (Vahit Erdem) : %6,65
DYP (Halil Şıvgın) : %2,63
Sonuçta o zaman radikal dinci sağda yer alan partinin aynı adayı %33,79 oy alarak ipi göğüslüyor.
18 Nisan 1999, Yerel Seçimler, İstanbul:
Sol partiler:
CHP (Adnan Polat) : %13,91
DSP (Zekeriya Temizel) : %20,21
Sağ partiler:
ANAP (Ali Talip Özdemir) : %22,38
DYP (Yalçın Özer) : %3,78
Sonuçta İstanbul’da o zaman radikal dinci sağda yer alan partinin adayı %27,52 oy alarak ipi göğüslüyor.
Burada yine hazin olan ise yine her iki şehirde de (Ankara ve İstanbul) 1994 yılında olduğu gibi sadece sol partiler kendi aralarında uzlaşsalar bu bile seçimi kazanmaya yetiyor. Ancak yılların solun kalesi olan Ankara ve İstanbul bu şekilde radikal dinci sağda yer alan partinin adaylarına ikinci kez altın tepside hediye ediliyor. Hem de aynı hatayı bile isteye ikinci defa yaparak.
2023 Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri.
2017 Anayasa değişikliği Cumhurbaşkanlığı seçimi için iki turlu bir seçim sistemi ve %51’lik salt çoğunluk şartı getirmesi ile zaten seçmenleri doğal bir ittifaka itiyor. Bu seçmen bazında doğal ittifak dışında partilerin ayrıca bir ittifakına gerek bulunmuyor. ‘’TBMM’inde çoğunluk sağlanması için ittifak yapılması gerekiyor’’ iddiası ise zaten 2017 Anayasa değişikliği ile TBMM işlevsizleştirildiği için bir anlam taşımıyor.
Ana Muhalefet Partisi olarak CHP’nin adayı zaten her halükârda ikinci tura kalması bekleniyor. İkinci turda ise ‘’doğru bir söylemle’’ ipi önde göğüslemek hiç de zor gözükmüyor.
2023 Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimlerde hiç yapılmaması gereken ittifak CHP liderliğinde İYİ, DEVA, Gelecek, SP ve DP arasında canhıraş bir şekilde yapılmaya çalışılıyor. Sözde bir Millet İttifakı kuruluyor. Avusturyalı Yönetim Bilimci Peter F. Drucker, ‘’Etkin Yöneticinin Seyir Defteri’’ (Optimist Yayınları, 2007) adlı kitabında: ‘’Hiç yapılmaması gerekenin verimli bir şekilde yapılması kadar işe yaramaz bir şey yoktur" diyor. Ancak Millet İttifakı partileri, bunu da beceremiyor, ittifakta sinerji yaratılamıyor, ittifak üyesi her kafadan ayrı bir ses çıkıyor, ittifak üyeleri ittifaka ayrı ayrı katkı yapacaklarına her üye ittifaka, söz ve eylemleriyle ayrı ayrı zarar veriyor. Sonuçta hem 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri hem de genel seçimler kaybediliyor.
31 Mart 2024 tarihinde yapılacak olan yerel seçimler
Asıl ittifak yapılması gereken yer ‘’2024 Yerel Seçimleri’’ oluyor. Çünkü yerel seçimlerde yasa gereği tek turlu ve en çok oyu alan aday seçiliyor.
Ancak Türk siyasetinin makûs talihi yine bu sefer de devreye giriyor. Millet İttifakı sayesinde CHP sırtından TBMM’ne giren dağılmış masanın Millet İttifakı üyeleri ardı ardına 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde ayrı ayrı seçime gireceklerine, her ilde ayrı ayrı aday göstereceklerine dair açıklama üstüne açıklama yapıyor:
Ali Babacan: ‘’Bizim şu anda Türkiye'de kendi listelerimizle ve kendi adaylarımızla seçime girmemiz esas yani 81 ilde 923 ilçede kendi adaylarımızla seçime girmemiz esas.’’ (19.07.2023) Davutoğlu: ‘’Kendi logo ve ismimizle seçimlere gireceğiz.’’ (13.08. 2023) Akşener: ‘’Önümüzdeki yerel seçimlerde kendi kadrolarımızla milletimizin huzuruna çıkacağız ve göreve talip olacağız.’’ (26.08.2023) Akşener, "Onun bunun ağız kokusunu çekmeden, başımız öne eğilmeden kaç kilo ettiğimizi bu seçimde göreceğiz. Artısı eksisi ne olur göreceğiz. Merak etmeyin sonucun sorumlusu benim, gereğini de yaparım." (03.09.2023)
Bununla da yetinmiyor bu Millet İttifakı partileri, CHP sırtından (CHP’li seçmelerin oyları sayesinde) TBMM’ne girdikleri hale CHP’yi aşağılıyor. Davutoğlu: "En son tercihim seçime CHP listelerinden girmekti. Bu sağ seçmen CHP'ye oy vermez, beraber olalım dedim.’’ Akşener: "Biz önce bu parti seçime girebilsin diye CHP’den 15 milletvekili istedik. Hayatımın en büyük pişmanlığıdır.’’
Tabii bu siyasetçilere şu soru sorulmuyor: Bu sağ seçmen CHP'ye oy vermez ise CHP ile ittifakta işiniz ne idi? Tabii bütün bunlar, biz sade vatandaşların asla bilmediği ilkeli ve derinlikli siyaset oluyor?
Dağılmış masanın CHP dışındaki Millet İttifakı üyeleri partilerinin 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde başta İstanbul ve Ankara olmak üzere hiçbir büyükşehir belediyesini tek başına kazanma imkân ve ihtimalleri bulunmuyor. Millet İttifakı üyeleri bu partilerinin adayları tek başına seçimi kazanma imkân ve ihtimali bulunmuyor ancak bazı şehirlerde ana muhalefet partisinin adayının da kazanma imkân ve ihtimalini de ortadan kaldırıyor. CHP dışındaki Millet İttifakı üyeleri partileri, muhalefete muhalafet etmeyi muhalefet zannediyorlar!
Türk siyasetinin bir başka özelliği
İşte bu noktada, bu üç yerel seçim (1994 / 1999 yerel seçimleri ve 31 Mart 2024 yerel seçimleri) ve 2023 CB ve genel seçimleri Türk siyasetinin girişte anlattığım bilimsel, edebi, felsefi, siyasi, sosyolojik, psikolojik ve stratejik derinlik eksikliğinin dışında anlatmak istediğim bir başka özelliğini daha devreye sokuyor.
Ancak yine bu özelliği anlatmadan önce Ortaçağ ekonomi tarihi üzerinde uzmanlığı ile bilinen, Kaliforniya Üniversitesi’nde profesör unvanı ile ders veren, İtalyan akademisyen ve ekonomi tarihçisi Carlo Maria Cipolla (1922 -2000)’yı hatırlatmam gerekiyor. ‘’Cipolla’’ İtalyanca ‘’Soğan’’ anlamına geliyor (!)
Neşeli Öyküler
Cipalla’nın ‘’Allegro Ma Non Troppo’’ (Il Mulino, 2015) ile ‘’Tre Storie Extra Vaganti’’ (Fazlasıyla Başıboş Üç Öykü) adlı eserleri İtalya’da birleştirilerek yayımlanıyor. Tarih Vakfı da bu kitabı ‘’’Neşeli Öyküler’’ adıyla Türkçeye çevirerek yayımlıyor. (Haldun Taner’in aynı adlı Almanca yazılmış bir kitabı da bulunuyor: ‘’Allegro ma non troppo", Sardes Verlag, 2007. Bu iki kitabın karıştırılmaması gerekiyor.)
Yazar, kitabında tarihe yön veren basit ama komik bazı olayları irdeliyor. Ona göre tarih; büyük çapta aptalların yönlendirdiği komik olaylar ile gelişiyor. Dünyada insan var olalı beri aptallık da bulunuyor, hatta kitabın yazarı ünlü tarihçiye göre yasaları bile bulunuyor! Carlo M. Cipolla kitabın sonunda yer alan makalesinde ‘‘Aptallığın Temel Yasaları‘‘nı irdeliyor. (Sayfa: 72-87) Yazar bu yasaları "nükteli bir buluş" olarak niteliyor. ‘’Aptallığın Temel Yasaları’’ bölümü asıl olarak yazarın ‘’Allegro ma non troppo" adlı kitabında yer alıyor.
Cipolla’ya göre insanlar dörde ayrılıyor
Cipolla, kitabında insanları dörde ayırıyor: Saflar, zekiler, haydutlar ve aptallar.
Cipolla, kitabında, yaptığı eylemden zarar eden, ama bir başkasına da yarar sağlayanlara ‘’saflar’’, yaptığı bir eylemden yarar sağlayan, aynı zamanda bir başkasının da yarar sağlamasına neden olanlara ‘’zekiler’’, yaptığı eylemle kendine yarar sağlayan, başkasına da zarar verenlere ‘’haydutlar’’ olarak tanımlıyor.
Aptallar
‘’Aptallar’’a gelince: Cipolla'ya göre ‘’aptal’’ bir insan, kendisine hiçbir yarar sağlamadan, hatta bazen zarara uğrayarak başka birine zarar veren kişi oluyor. Cipolla'ya göre dünyaya zekilerden çok aptallar yön veriyor.
Haydutlar
Cipolla kendilerine fayda sağlamak için başkalarına zarar verenleri haydut olarak niteliyor, ancak onları da ikiye ayırıyor: Kendilerine az fayda sağlamak için başkalarına çok zarar verenler aptal-haydutlar oluyorlar. Kendilerine çok fayda sağlarken başkalarına az zarar verenler ise zeki-haydutlar oluyorlar. Yine yazara göre siyasiler her ülkede aptal-haydutların arasından çıkıyor.
Cipolla'ya göre demokrasi ise her ülkede eşit oranda bulunan ve ne zaman ne yapacakları belli olmayan aptalların inatla ve sürekli olarak aptal-haydutları iktidara getirmesi olarak tecelli ediyor.
Cipolla, ‘’Neşeli Öyküler’’ adlı bir kitabına temel teşkil eden ‘’Allegro Ma Non Troppo’’ adlı kitabının sunuş yazısında şunu yazıyor: ‘’Bu kitap aptallara değil, onlarla uğraşmak zorunda kalanlara hitap etmektedir…’’
Cipolla, kitabının girişinde Romalı şair Horatius’un şu sözüne yer veriyor: ‘’Ridentem dicere verum quid vetat?’’ (İnsanın gerçeğe gülmesini kim yasaklayabilir?) Ama Cipolla’nın kitabını okuyup da günümüzle de ilişkilendirilince de yaşadığımız gerçeğe Horatius’tan farklı olarak ancak acı acı gülmemiz gerekiyor.
Türk siyasetinin makûs talihi
Cipolla'nın kitabını ve bu görüşlerini Türk siyasetçisi ile ilişkilendirerek Türk siyasetçisinin de söz, söylem, eylem ve davranışlarını ''aptallık'' ve ''haydutluk'' olarak değerlendirmemek, Türk siyasetçisinin bir özelliği olarak saymamak gerekiyor. Cipolla’nın görüşü olsa olsa İtalya’da, hadi hadi en fazla Avrupa’da geçerli oluyor. Bizim kültürümüz, bizim Doğu kültürümüz tabii ki Batı kültürüne uymuyor. Türk siyasetinin bir türlü yenilmeyen makûs talihi de ne aptallıktan ne de haydutluktan kaynaklanıyor. Çünkü Türk siyasetçisi batı siyasetçisi gibi ‘’aptal’’ ya da ‘’haydut’’ özelliklerini taşımıyor. Çünkü bizim siyasetçimiz Cipolla’nın bahsettiği Batılı siyasetçi gibi hem kendisi kaybedip hem ortağına kaybettirip hem de rakibine kazandıracak kadar haydut, aptal ve salak olmuyor!
İşte bu noktada Türk siyasetinin ve Türk siyasetçisinin anlatmak istediğim o bir başka özelliği devreye giriyor. Bu özelliği anlatabilmem için Amerikalı profesör Russel Gough, "Karakteriniz Kaderinizdir" (HYB Yayıncılık, 2002) adlı kitabında geçen şu sözüne gitmemiz gerekiyor: "Doğru ve iyi olanı bilmek ile doğru ve iyi olanı yapmak arasındaki en önemli bağlantı doğru ve iyi olanı yapacak bir karaktere sahip olmaktır." Yani Russel Gough diyor ki eğer karakter gelişmemişse tahsil işe yaramıyor. Bu kültürde politika; ilkelerin ve ülkülerin değil, çoğunlukla çıkarların ve güçlerin mücadele aracı haline getiriliyor. Karakterden, ilkelerden ve ülkülerden yoksun bu kadar tahsil ile oluşan siyaset; para, rant, çıkar, menfaat, yalan, talan, ikbal ve santaj üzerine inşa ediliyor. Bu özelliği ise Turhan Selçuk’un çizgi roman kahramanı ‘’Abdülcanbaz’’ tiplemesindeki şeytani bir zekâya ve süngülü bir bastona sahip, İşrete ve kadına düşkün, düzenbaz, hilebaz, madrabaz ve menfaatperest ''Gözlüklü Sami Bey'' ve Gözlüklü Sami’nin sağ kolu, dostu, dalkavuğu ve has adamı olan ''evet efendim, sepet efendim'’ci, uşak ruhlu, rüzgârgülü karakterli, paraya düşkün, ahlaksız, namussuz, arlanmaz bir tip olan ''Sürmegöz İhsan Bey'' çok güzel anlatıyor. Türk siyasetinin bir türlü yenilmeyen makûs talihini işte bu Gözlüklü Sami Beyler ve Sürmegöz İhsan Beyler belirliyor. Ne güzel gözlemlemişsin Türk siyasetini be Turhan Usta!
Türk siyasetinde akıl dışı bir olay yaşanıyorsa bunun nedeni olarak Cipolla'nın anlattığı gibi Batı kültüründe görünen aptallık, salaklık ve haydutluk değil, -ki haşa Türk siyasetçisi hiç de aptal, salak ve haydut değildir- Doğu kültürüne has, Doğu kültürüne özgü, Doğu kültürüne ait olan ''para'', ''rant'', ''çıkar'', ''menfaat'', ''yalan'', ''talan'', ''ikbal'' ve ''santaj'' söz konusu oluyor!...
Türk seçmeni
Bu noktada son bir söz olarak da Türk seçmeninin bir özelliğini de burada vurgulamak gerekiyor. O da şu oluyor: Türk seçmeni duygularına göre hareket ediyor ve Türk siyasetçisi de Türk seçmeninin duygularını çok güzel kullanıyor. Türk seçmeni ise duygularını aklının önüne değil de aklını duygularının önüne koymadığı sürece Türk siyasetinin bu mâkus talihi de sonsuza kadar sürecek gibi gözüküyor…
Kimsenin kusura bakmaması gerekiyor. Çünkü doğru sözler nazik olmuyor. Zarif sözler de doğru olmuyor, ne yazık ki doğru sözler eğri görünüyor.
Sürçü lisan ettiysek affolunması gerekiyor!
Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan!
Arz ederim…
Osman AYDOĞAN