Lübnan ve Lijphart’ın ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ modeli
20 Eylül 2024
Lübnan tarihi
Lübnan’ın bilinen ilk yerleşimciler, MÖ 3.000’lerde bölgeye gelen Fenikeliler oluyor. Lübnan, daha sonra sırasıyla Amurru, Mısır, tekrar Fenike, Asur, Babil, Pers, İskender, Selefkiler, Roma ve Bizans yönetiminde kalıyor.
Lübnan, 636 yılında Müslümanların hakimiyeti altına giriyor. Lübnan’a sırasıyla Emevîler, Abbasîler, Tolunoğulları, İhşitler, Fatımîler, Selçuklular, Bizans, Haçlılar ve Memlükler hâkimiyetinde kalıyor. Yavuz Sultan Selim zamanında 1516’da düzenlenen Mısır Seferi’yle Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine giriyor ve 400 yıl Osmanlı hâkimiyeti altında kalıyor. Lübnan, Osmanlı döneminde Suriye’nin sahil kesiminden Akka'ya kadar olan bölgeyi kapsayan Beyrut Vilayeti olarak yönetiliyor.
1861'de Suriye'de Hristiyan-Müslüman çatışmasından sonra Avrupa devletlerinin isteği üzerine Lübnan’da Cebel-i Lübnan Mutasarrıflığı veya Cebel-i Lübnan Sancağı adı ile Osmanlı Devleti’ne bağlı özerk bir idari birim haline geliyor ve Hristiyan valiler tarafından yönetiliyor. Birinci Dünya savaşında Cebel-i Lübnan Sancağı‘nın özerkliği kaldırılıyor.
Osmanlının I. Dünya Savaşı'nda Filistin’den çekilmesinden sonra Lübnan, 1918 yılında İngiliz ve Fransızların işgaline uğruyor. Ardından Fransız mandası altında Lübnan Devleti kuruluyor. 1926 yılında Cumhuriyet, 1941 yılında ise bağımsızlık ilan ediliyor. 1943 yılında bağımsızlık tanınıyor ve 1946 yılında Fransız kuvvetleri Lübnan topraklarından çekiliyor. Fransa, Lübnan’dan çekilirken dinsel ve etnik çoğulluğa bir çare bulmak için 22 Kasım 1943’te Lübnan'da “ulussuz bir devlet” kuruyor. Fransa, Lübnan’dan çekilirken, geride yarı özerk bir yönetim, din ve mezheplere bölünmüş feodal bir toplum bırakıyor. Bütün bunlara rağmen Fransa, Lübnan’ı terkettiğinde Lübnan’da dengeli bir demografik yapı bulunuyor.
Lübnan Ulusal Paktı
Lübnan Ulusal Paktı, 1943 yılında Lübnan içinde kurulan güç paylaşımı düzenlemesinin adı oluyor. Bu pakta göre; Lübnan’da cumhurbaşkanının her zaman Maruni Hristiyan, başbakanın Sünni Müslüman, Ulusal Meclis Başkanının ise Şii Müslüman olması gerekiyor.
Etnik ve dini yapılanma
Lübnan’da 1932'den beri ulusal bir nüfus sayımı yapılmıyor. Ancak Lübnan nüfusunun yaklaşık %27'sinin Sünni, %27'sinin Şii, %21'inin Maruni, %8'inin Rum Ortodoks, % 6'sının Lübnan'ın yerli olmayan küçük Hristiyan mezhepleri, %5'inin Dürzi, %5'inin Melkani ve %1’inin de Protestan mezheplerden oluştuğu tahmin ediliyor. Lübnan’da devlet tarafından tanınan 18 dini mezhep bulunuyor. Bunlardan; dördü Müslüman, 12'si Hristiyan, biri Dürzi ve biri de Yahudi oluyor.
Filistinli mülteciler, 1976-90 yılları arasında nüfusun % 35'ini oluşturuyor. Lübnan’da; Sünnî Müslümanlar, kıyı kesiminde, Şiî Müslümanlar; Beka vadisinde ve güneyde, Katolik Maruniler; büyük bölümü Lübnan dağlarında, Dürzîler; Lübnan dağlarının orta kesiminde, Ortodoks Rumlar; kıyı şehirlerinde ve Katolik Ermeniler ise güneyin kırsal kesimlerinde yaşıyor.
Bu haliyle Lübnan, Soğuk Savaş dönemine kadar Ortadoğu'nun İsviçre’si, Beyrut ise barış ve huzurun şehri, Ortadoğu’nun Paris’i haline geliyor.
Soğuk Savaş döneminde Lübnan
Soğuk Savaş döneminde en olumsuz etkilenen ülkelerin başında Lübnan geliyor. 1958 yılanda yaşanan siyasi kriz neticesinde ABD, Beyrut'a çıkarma yapıyor. 1948 tarihinde İsrail'in kurulması ile yüzbinlerce Filistinli mültecinin Lübnan'a yerleşiyor. Lübnan’da dengeli bir demografik yapı varken Filistin’den ve Ürdün’den gelen göçmenlerle bu dengeli yapı bozuluyor. 1948 - 1968 yılları arasında Lübnan’a yaklaşık 200 bin Filistinli mülteci geldiği tahmin ediliyor. Ürdün'deki FKÖ'nün yenilgisiyle, birçok Filistinli militan Lübnan'a yerleşiyor. 1967 yılında İsrail’in zaferi ile sonuçlanan 6 gün Savaşı’nın ardından İsrail’i terk eden Filistinli mülteciler de Lübnan’a sığınıyor.
1970 yılına gelindiğinde kara Eylül Olayları ile Ürdün’den kovulan yüzbinlerce Filistinli mülteci akın akın Lübnan’a yerleşiyor. Birkaç yıl içinde Lübnan’a yerleşen Filistinli mülteci sayısı 1.5 milyona ulaşıyor. Filistinli mülteciler artık Lübnan nüfusunun 3'te 1'ini oluşturuyor. Lübnan’a gelen mülteciler içinde pek çok militan da bulunuyor.
Ancak FKÖ'nün Lübnan’a gelişiyle farklı gruplar arasındaki sürtüşmeyi hızlandırıyor. FKÖ, Güney Lübnan’ı 1969 yılından itibaren kontrol etmeye başlıyor. Bu nedenle Filistinli-Lübnanlı çatışması daha çok Güney Lübnan'da yaşanıyor. FKÖ’nün Lübnan’a yerleşmesiyle FKÖ; İsrail'e karşı silahlı mücadeleyi buradan yapmaya başlıyor.
Lübnan iç savaşı
Filistinlilerin Lübnan’a yerleştirilmesiyle aynı zamanda Filistinliler ile Maronitler ve diğer Lübnanlı gruplar arasında mezhepsel gerilimlerin artmasına neden oluyor. Gerilim çatışmalara dönüşüyor. Çatışmalar da zamanla ülke çapında bir iç savaşa dönüşüyor. 1975 yılında başlayan iç savaş 1990’ların başına kadar sürüyor. İç savaş 150 bin kişinin ölümü, 1 milyon kişinin yaralanması, 350 bin kişinin ülke içinde yer değiştirmesi ve neredeyse 1 milyon kişinin ülkesini terk etmesi ile sonuçlanıyor.
Suriye Lübnan’da
Suriye, iç savaşın ardından 1976 yılında Lübnan'a Suriye ağırlıklı olmak üzere barış gücü askerleri yerleştiriyor. 1990'da savaş bittikten sonra da 40 bin civarında Suriye askeri Lübnan’da kalıyor. Suriye 2005 yılına kadar Lübnan’daki işgalini sürdürüyor.
İsrail işgali
İsrail, 3 Haziran 1982’de Londra büyükelçisinin bir saldırı sonucu yaralanmasını bahane ederek 6 Haziran 1982’de Lübnan’ı işgal ediyor. Hristiyan Falanjistler bu işgalde İsrailli güçlere yardımcı oluyor. İsrail’in bu işgali, İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria'yı ilhak etme hedefini kolaylaştırma amacını taşıyor. Bu esnada Lübnan’da askerî güç bulunduran Suriye ise İsrail işgaline müdahale etmiyor. 2000 yılında İsrail Lübnan’dan çıkarken arkasında Hizbullah örgütünü bırakıyor. İsrail, bu saldırısıyla FKÖ'yü Lübnan’dan çıkarıyor. Yapılan ateşkes anlaşması uyarınca FKÖ milisleri çekilince, Lübnan’daki Filistin mülteci kampları savunmasız kalıyor.
İsrail güçleri 15 Eylül'de Batı Beyrut’u işgal ediyor.16 Eylül'den 18 Eylül'e kadar, İsrail'le ittifak yapan Falanjistler, Sabra ve Şatilla kamplarında yüzlerce Filistinliyi katlediyor. Bu katliam neredeyse bir asrı bulan Ortadoğu mücadelesindeki en kanlı katliamlardan birisi oluyor. Sabra ve Şatilla katliamlarının baş sorumlusu o zamanki İsrail Genelkurmay Başkanı Ariel Şaron oluyor. 1983'te İsrail'de yapılan bir soruşturma, Şaron’un katliamı önlemek için harekete geçmediğine hüküm veriyor.
Lübnan Hizbullah’ı
Lübnan Hizbullah’ı, 1982 yılında başta İsrail'i Güney Lübnan'dan çıkartmak ve ardından İsrail'i yok etmek amacıyla İran tarafından kuruluyor. Hizbullah, Arap dünyasının çoğunda yasal bir direniş örgütü olarak kabul ediliyor. Ancak Hizbullah, ABD, Kanada, İsrail, Avustralya ve Suudi Arabistan tarafından terörist bir örgüt olarak niteleniyor. Hizbullah, Güney Lübnan’da devlet gibi davranıyor.
Hizbullah, Lübnan İç Savaşı esnasında ABD ve Avrupa askerlerinin Lübnan'dan atılması amacıyla birçok eylemde bulunuyor. 1983 yılında ABD Elçiliğine yapılan bir saldırı sonucu 17'si Amerikalı 63 kişi ölüyor. Aynı yıl içinde ABD kışlalarına yapılan saldırıda 241 Amerikalı asker ölüyor. Bu saldırılardan kısa bir süre sonra ABD bütün askerlerini Lübnan'dan çekmek zorunda kalıyor.
Lübnan'da 1989 yılında imzalanan Taif Antlaşması'yla iç savaş son buluyor. Ancak Taif antlaşmasında Lübnan'daki bütün silahlı grupların silahlarını bırakması gerekirken Hizbullah silahlarını bırakmıyor. Hizbullah, Güney Lübnan’da Lübnan Ordusu ve İsrail'e karşı savaşını sürdürüyor. 15 Mayıs 2000 tarihinde İsrail, Lübnan’dan tamamen geri çekiliyor. Ancak Suriye Ordusu Lübnan'daki varlığını sürdürüyor.
14 Şubat 2005 tarihinde eski Lübnan başbakanı Refik Hariri suikast sonucu öldürülüyor.
Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın ölümünün ardından Suriye’nin Lübnan’daki askerî varlığı Lübnan halkı tarafından direniş görmeye ve uluslararası çevrelerce de eleştirilmeye başlanıyor. Sonunda 26 Nisan 2005 tarihinde Suriye de Lübnan’dan ayrılıyor.
Lübnan İç Savaşı sonucu
Lübnan İç Savaşı ile birlikte ülkenin güneyi İsrail tarafından, kuzeyi ise Lübnan hükümetinin çağrısı ile Suriye tarafından işgal ediliyor. İç savaş esnasında Lübnan’da tam bir kaos yaşanıyor. Bir tarafta Suriye ordusu, bir tarafta İsrail ordusu, diğer tarafta silahlı militan gruplar (Hristiyan, Sünni, Şii, Dürzi, Komünist, BAASÇI militan gruplar, Dinle ilgisiz militan gruplar, Filistin Kurtuluş Örgütü ve diğer Filistinli militan gruplar) birbiriyle savaşıyor. Ortadoğu'nun İsviçre’si Lübnan, barış ve huzurun şehri Ortadoğu’nun Paris’i Beyrut tam bir harabeye dönüşüyor.
Taif Anlaşması
15 yıllık Lübnan'da iç savaşın sona erdirmek, o dönemde İsrail'in işgal hegemonyası altındaki Hristiyan ayrılıkçı Güney Lübnan Ordusu tarafından kontrol edilen Güney Lübnan’da Lübnan hükümet otoritesini yeniden tesis etmek ve Lübnan’daki siyasi düzeni yeniden belirlemek amacıyla Suudi Arabistan'ın Taif kentinde müzakere edilen Taif Anlaşması (Resmî olarak ‘’Ulusal Uzlaşma Anlaşması’’) 22 Ekim 1989 tarihinde imzalanıyor. Bu anlaşma 5 Kasım 1989 tarihinde de Lübnan parlamentosu tarafından onaylanıyor.
Bu anlaşma, Suudi Arabistan'ın aktif arabuluculuğu, ABD’nin gizli katılımı ve Suriye'nin perde arkasındaki etkisiyle yürürlüğe giriyor. Bu anlaşma ile Suriye askeri güçlerinin Lübnan'dan çekilmesi için bir zaman çerçevesi belirlemiş ve Suriye işgalinin iki yıl içinde sona ermesini öngörmüş olmasına rağmen, Suriye güçlerini ülkeden ancak 2005 yılında çekiliyor.
Bu anlaşma ayrıca tüm ulusal ve ulusal olmayan milislerin silahsızlandırılmasını da sağlıyor. Bu anlaşma Hizbullah'ın güneyde İsrail'le savaşan bir milis olmaktan ziyade bir "direniş gücü" olarak silahlı kalmasına da izin veriyor.
Bu anlaşma ile Lübnan'daki Ulusal Pakt Siyasi Sistemi yeniden yapılandırılıyor. Lijphart’ın, ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) modeli esas alınarak Lübnan’daki siyasi düzen yeniden tesis ediliyor. Ayrıca, Fransız yönetimi döneminde Lübnan'da ayrıcalıklı bir statüye sahip olan Maruni Hristiyan cemaatinden bazı güçleri alınıyor. Anlaşmadan önce, Sünni Müslüman Başbakan Maruni Devlet Başkanı tarafından atanıyordu ve ona karşı sorumluydu. Taif Anlaşmasından sonra başbakan, geleneksel bir parlamento sisteminde olduğu gibi yasama organına karşı sorumlu hale getiriliyor. Bu nedenle anlaşma Hristiyanları kayıran güç paylaşımı formülünü 50:50 oranına değiştiriyor ve Sünni başbakanın yetkilerini Hristiyan cumhurbaşkanının yetkilerine göre artırıyor.
Taif Anlaşmasında esas alınan Lijphart’ın, ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) modelini mercek altına almamız gerekiyor.
Taif Anlaşmasında öngörülen siyasi düzenin kaynağı: Lijphart’ın ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) modeli
Karşılaştırmalı siyaset, seçimler ve seçim sistemleri, demokratik kurumlar, etnik köken ve siyaset konularında uzmanlaşmış Kaliforniya Üniversitesi öğretim üyesi Hollandalı - Amerikalı siyaset bilimci Arend d'Angremond Lijphart, 1969 yılında yazdığı ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) ” (World Politics, Vol. 21, No.2, Jan.1969, s. 207–225) (*) başlıklı makalesinde çoğulcu demokrasiye bir alternatif olarak bir dizi parti ve siyasal oluşum arasındaki iktidar paylaşımına ve yakın işbirliğine dayalı olarak işleyen ve etnik grupların haklarının onlara maksimum otonomi sağlamasını garanti eden demokrasi modelini öneriyor. Lijphart’ın makalesinde ‘’büyük koalisyon’’ adını verdiği ve tüm siyasi güçlerin ülkeyi birlikte yönettikleri bu hükümet modeline ‘’oydaşmacı demokrasi’ adını veriyor.
Lijphart, bu makalesinde; karşılaştırmalı siyaset, siyasal kalkınma ve siyasal kültür üzerine öncü çalışmalarıyla tanınan Amerikalı siyaset bilimci Gabriel Abraham Almond’un 1956'da açıklanan ünlü siyasi sistem tipolojisinde yer alan Batılı demokratik sistemlerin üç türünü birbirinden ayırdığı görüşünden yola çıkarak hazırlıyor. Almond’un Batılı demokratik sistemlerin üç türünü şunlar oluşturuyor: Anglo-Amerikan siyasi sistemleri (Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri örneklerinde), Kıta Avrupası siyasi sistemleri (Fransa, Almanya ve İtalya) ve Aşağı Ülkelerden oluşan üçüncü bir kategori. Almond, üçüncü kategoriye “ortaklıkçı demokrasi” kavramını veriyor. Lijphart, ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) kavramını Almond’un işte bu “ortaklıkçı demokrasi” kavramdan yola çıkarak hazırlıyor.
Yani Lijphart’ın ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) adlı makalesinde önerdiği model, ne Anglo-Amerikan siyasi sistemlerine ne de Kıta Avrupası siyasi sistemlerine uyan, Almond’un ‘’Aşağı Ülkeler’’ olarak tanımladığı ‘’Üçüncü Dünya Ülkeleri’’ kategorisine uyan bir modal oluyor. .
Lijphart’ın bu modelini basite indirgeyerek anlatacak olursam; bu modele göre ülkedeki farklı etnik ya da dini azınlıklara otonomi hakkı veriliyor ve ülke yönetiminde de bunların uzlaşması bekleniyor.
Lijphart’ın ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) modelinin eleştirisi
İşte Taif Anlaşmasında Lübnan’da bu modelin uygulanması öngörülüyor. Anlaşmada Lübnan devlet modeli bu zemin üzerinde yapılıyor. Ancak Doğu toplumlarında uzlaşma kültüründen ziyade çatışma kültürü hâkim olduğundan, derinden bölünmüş toplumların yapıları gereği siyaset, uzlaşma kültüründen ziyade çatışma kültürü üzerine kurulu olduğundan bu modelin Lübnan’da işlemesi mümkün olmuyor. Zaten de işlemiyor. ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) modeli Batı ülkelerinden Belçika’da veya İsviçre’de uygulanabilir ancak böyle bir modelin Doğu toplumlarında uygulanmasının imkân ve ihtimali bulunmuyor. Fakat bu model Taif Anlaşmasıyla Lübnan’da uygulanmaya çalışılıyor.
Ayrıca Taif Anlaşmasıyla Lübnan’da uygulanan Lijphart’ın ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) modeli, Doğulu ve bölünmüş toplumlarında önemli bir kavram olan ‘’kimlik’’ konusunda bireyleri kendi kimliklerine hapsediyor. Bu durum ise hem ‘’ulus’’ olmaya engel teşkil ediyor hem toplumsal bölünmeyi derinleştiriyor hem de bireyleri topluluk karşısında önemsizleştirerek edilgen hale getiriyor.
Lijphart’ın ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) modeli kısa vadede bölünmüş toplumlarda çözüm getirmiş gibi gözükse de bu sistem orta vadede iç çatışmayı hızlandırıyor uzun vadede ise devlet yapısını ve devlet kapasitesini çökertiyor. İşte Lübnan’da görüldüğü gibi.
Lübnan’a bir kez daha İsrail saldırısı
12 Temmuz 2006 tarihinde Hizbullah tarafından iki İsrail askerinin kaçırılması ile Lübnan bir kez daha İsrail saldırılarına maruz kalıyor. 33 Gün Savaşı olarak adlandırılan bu saldırı sonrasında Hizbullah örgütü hem Lübnan içinde hem uluslararası arenada büyük prestij kazanıyor, İsrail ordusu büyük bir başarısızlık ile karşı karşıya kalıyor.
Türk askeri BMBG çerçevesinde Lübnan’da görev alıyor
Lübnan’da Mayıs 2005 tarihinde yapılan seçimlerde Hizbullah oylarını büyük ölçüde artırıyor. Temmuz 2005 yılında kurulan Lübnan Ulusal Birlik hükûmetinde yer alıyor. Ancak Hizbullah ile İsrail arasında sınır bölgelerinde çatışmalar zaman zaman devam ediyor. Bu çatışmalar 2006 yılında Hizbullah ile İsrail arasında bir savaşa dönüşüyor. 2006 yılında BM devreye giriyor, ateşkes sağlanıyor ve Lübnan güneyine, Hizbullah saldırılarına karşı İsrail’i korumak amacıyla BMGK kararı ile BM Barış Gücü (UNIFIL) (United Nations Interim Force in Lebanon) askerleri yerleştiriliyor. Türkiye’de AKP hükumeti tarafından da bu güce (UNIFIL) bir fırkateyn, iki korvet ve bir ikmal gemisi ile bir istihkâm birliği olmak üzere toplam 993 personel ile destek veriliyor. Bu güç görevine halen devam ediyor. Ancak Türkiye’nin katkısı 2013 yılından itibaren sembolik düzeyde kalıyor. 11 Ekim 2023 tarihinde TBMM’inde onaylanan tezkere bu gücün görev süresinin bir yıl daha uzatılmasıyla ilgili oluyor. Bu görev süresi de önümüzdeki ay 11 Ekim 2024 tarihinde sona eriyor.
Lübnan’a ikinci mülteci istilası
Lübnan, 2011 yılında başlayan Suriye İç Savaşı ile birlikte bir kez daha mülteci istilasına uğruyor. 1,5 milyon civarında Suriyeli mülteci Lübnan’a sığınıyor. Sonunda 6 milyon nüfuslu bu küçük ülke iflasın eşiğine geliyor.
Siyasi yapı
Lübnan’daki bugünkü siyasi yapı, anlattığım gibi Lijphart’ın, gerçek anlamda Batılı bir demokrasi için değil de üçüncü dünya için hazırladığı ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) modeli doğrultusunda 1989’da imzalanan Taif Anlaşması ile belirleniyor. Buna göre cumhurbaşkanı, Maruni Hristiyanlardan; başbakan Sünnî Müslümanlardan, meclis başkanı ise Şiî Müslümanlardan seçiliyor. Ancak merkezî hükümetin yetkileri sembolik nitelikte kalıyor. Çünkü fiilî iktidar bölgelere göre mezheplere ve gruplara dağıtılıyor. Üst düzey görevler mecliste temsil edilen 18 dinî grup arasında paylaştırılıyor. Ancak dinler ve mezhepler arasındaki bu kota sistemi Lübnan’ın bir ulus devlete dönüşmesini engelliyor. Ayrıca bu durum ortak bir Lübnanlı kimliğinin oluşmasını da engelliyor. Yönetim sistemini de etkileyen bu ayrımlar günümüze kadar gelen süreçte ülkeyi hem içte yaşanan çatışmalara hem de dışarıdan gelen müdahalelere açık bir hale getiriyor.
Lübnan’daki Maruni Hıristiyanlar geleneksel olarak Batı’nın müttefikleri oluyor ve ABD, özellikle Fransa ile yakın ilişkileri bulunuyor. Diasporadaki Lübnanlıların da çoğu Maruni Hıristiyanlar teşkil ediyor. Lübnan’daki Şiilerin ise İran ile ilişkileri bulunuyor. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de Lübnan’daki Sünni Müslümanları destekliyor. Bu şekilde Batı ülkeleri, özellikle ABD ve Fransa ile bölge ülkelerinden Suriye, İran ve Suudi Arabistan, yerel müttefikleri ve vekilleri aracılığıyla Lübnan siyaseti üzerinde güçlü bir etkiye sahip oluyorlar.
Devlet kapasitesinin çöküşü ve iflas
Taif Anlaşmasında esas alınan Lijphart’ın, ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) modeli ile merkezi otoritenin zayıflatılması, etnik gruplara ve mezheplere tanınan otonomi, mülteciler, demografik işgal, demografik yapının değişmesi, demografinin bozulması, ekonomik sıkıntılar, artan huzursuzluk, iç savaş, terörizm, kaos, dış müdahaleler ve işgaller kaçınılmaz olarak devlet kapasitesinin çöküşüne ve bu çöküşün sonucu olarak devletin iflasına yol açıyor.
Günümüzde Lübnan’da dinler ve kültürler arasındaki az bulunan bir arada var olma ve yaşama arzusu ve hoşgörüsü de kalmıyor.
Hayat ileriye doğru yaşanıyor ancak geriye doğru anlaşılıyor. Geleceğe ilişkin öngörüler, kökleri tarihte olan ve buradan beslenen bitkiler gibi oluyor. Lübnan örneği muhakkak ki bize çooook büyük dersler veriyor. Bana sadece arz etmek kalıyor!
Osman AYDOĞAN
(*) Meraklıları için Arend d'Angremond Lijphart, 1969 yılında yazdığı olan ‘’Oydaşmacı Demokrasi’’ (Consociational Democracy) makalesinin bağlantısını veriyorum:
https://is.muni.cz/el/1423/jaro2005/EUP405/lijphart69.pdf