ABD'inde başkanlık seçimleri
04 Kasım 2024
Türkiye dâhil tüm dünya yarın (05 Kasım 2024) yapılacak ABD seçimleri için aylardan beri ABD ile yatıp ABD ile kalkıyor. Konu ABD başkanlık seçimlerini kim kazanacak; Trump mı? Harris mi?
Herkes kendi meşrebine göre Cumhuriyetçi Trump’ın veya Demokrat Harris’in kazanmasını bekliyor. Yorumlarını da buna gör taraflı bir şekilde yapıyor.
Hamam hep aynı hamam, ama tellaklar değişiyor!
Peşinen söyleyeyim; ben ABD uzmanı değilim. Bir vakitler yetersiz İngilizcemle Atlantik kıyısından Pasifik kıyısına kadar süren iki haftalık bir ABD gezim hariç ABD ile hiçbir işim olmuyor. Ancak şunu bilirim ki tüm dünyada olduğu gibi ABD’de de seçimler sembolik olarak yapılıyor. Seçmenin önüne seçilmesini istedikleri kişiler konuluyor ve bunları seçin deniyor. Seçmen de ehveni şer olanı seçiyor. Konu bu kadar basit oluyor. Özellikle ABD’de seçimlerde ABD politikasına kim uygunsa vitrine seçilmesi için onu konuyor ve o seçiliyor.
En azından yaşayarak hatırladığımız eski Hollywood yıldızı ve California Valisi Ronald Reagan’dan George H.W Bush’a, Bill Clinton’dan oğul George W. Bush’a, ABD tarihinin ilk siyah başkanı Barack Obama’dan Donald Trump’a ve Biden’e kadar bu hep böyle oluyor. Bu başkanlar o dönemki ABD politikasını yürütecek en uygun kişiler olduğu için vitrine konup seçiliyor. Yoksa ABD politikası başkanlar yoluyla hiçbir zaman değişmiyor.
Bunun için bazı örnekler vermem gerekiyor;
Birinci örnek Barack Obama örneği oluyor. ABD, ‘’Ilımlı İslam’’ politikasını yürütürken vitrine ihtiyacı olan siyahi Obama konuyor, ardından da gizli Müslüman olduğu söylentileri yayılıyor. Öyle ki Obama başkan seçildi diye ülkemizde Van'ın Gürpınar ilçesi Çavuştepe köyünde, Barack Obama için 44 adet kurban kesiliyor. (Obama ABD'nin 44. başkanı olduğu için.) (Gazeteler, 08 Kasım 2008) ABD'nin ''Ilımlı İslam'' ve BOP politikası için Türkiye'ye ihtiyacı olması nedeniyle de Obama ilk yurt dışı seyahatini Türkiye'ye yapıyor ve burada kendisine BOP için eşbaşkanlar buluyor.
Bir başka örnek de Trump oluyor. ABD’nin yaşadığı ekonomik ve toplumsal sorunlara karşı ihtiyaç duyduğu ‘’otoriter ve milliyetçi’’ politikalar için de bu sefer bu politikalara uygun karaktere sahip Trump vitrine konuyor. Bir başka örnek de Biden oluyor. ABD hala bu politikalara ihtiyaç duyduğu ve Trump’ın kişiliği nedeniyle dünyada sarsılan ABD imajı için ise aynı politikaları biraz daha yumuşatarak götürecek olan Jeo Biden öne çıkarılıyor. Biden’in önünün açılması için Demokrat aday anti-neoliberal görüşleri ile tanınan Bernie Sanders’in önü antidemokratik bir biçimde kesilerek Sanders devre dışı bırakılıyor.
ABD'de bunlar olup bitiyor.
Dolayısıyla bu seçimlerde de bizdeki TV’lerde ve basında sözde ABD uzmanlarının ahkâm kestiği gibi değişen bir şey olmayacağı değerlendiriliyor. ABD’inde ve dünyada düzen ve politikaların değişmeyeceği, isimler değişeceği ancak dünyada düzülenlerin hep aynı ülkeler olacağı bekleniyor. Bizdeki deyimle hamam hep aynı hamam oluyor ancak tellaklar değişiyor.
Henry Fairlie’nin kulakları çınlasın, konu, eskilerin ‘’müesses nizam’’ dedikleri “establishment” konusu oluyor.
Yine örneklere devam etmem gerekiyor:
ABD’nin gerçek müttefikleri
ABD’nin, kendileriyle gerçek anlamda sarsılmaz çıkar bağları olan, bütün temel konularda aynı görüşleri paylaşan ve aynı politik çizgiyi izleyen iki stratejik ortağı bulunuyor. Bunlardan birisi İngiltere, diğeri ise İsrail oluyor. Churchill, ABD’nin bu iki stratejik müttefiki şöyle ifade ediyor: “Ne zaman Manş ve Atlantik ötesi arasında bir tercih yapmak gerekse hep Atlantik ötesini seçen İngiltere, ikincisi ise kurulduğu günden beri, Ortadoğu’daki en büyük Amerikan jandarması olan, bölgede Amerika’sız varlığını sürdürmesi bile imkânsız İsrail’dir.”
Bu strateji doğrultusunda ABD’nin başına bir Cumhuriyetçi Trump mı yoksa bir Demokrat Harris mi gelmiş, seçimde Trump mı yoksa Harris mi seçilmiş fark etmiyor.
Trump ve Biden dönemlerinde yapılanlar
Trump’ın görev süresince İsrail için neler yaptığı biliniyor: Trump, Yahudi asıllı damadı ve danışmanı Jared Kushner'in de etkisiyle, İsrail'in tüm isteklerini bölgedeki dengeleri gözetmeksizin gözü kapalı kabul ederek; Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyarak ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyor, İran ile olan nükleer anlaşmadan çekiliyor, İsrail’in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tanıyor ve İsrail işgali altındaki Batı Şeria’daki yasa dışı yerleşim bölgelerini artık yasa dışı olarak görmediğini açıklıyor.
Jeo Biden ise Barack Obama döneminde Somali, Yemen, Afganistan ve Pakistan bombalanırken ve Türkiye’yi ‘’Ilımlı İslam’’ politikası için kullanırken de başkan yardımcısı görevini yürütüyor. Biden zamanında da İsrail Gazze’yi yerle bir ediyor, İsrai tarafından elli binden fazla Filistinli öldürülüyor. Yani Trump zamanında da Biden zamanında da ABD’nin İsrail ve Filistin politikaları değişmiyor.
Artık günümüze gelmemiz gerekiyor:
Günümüzde ABD’nin ihtiyacı olan nedir? Ve bunu kim nasıl karşılayacaktır?
Çoklu Küresel Kriz, göç sorunları, mülteciler, ABD ekonomisinin güçlendirilmesi, Ukrayna – Rusya Savaşı, İsrail’in Filistin’e saldırısı ve katliamları ve Çin ile olan ekonomik rekabet günümüzde ABD’nin gündemini belirliyor. Bu konularda da Trump ile Harris arasında çok az farklar bulunuyor. Bu küçük farklılıklar da aslında ’müesses nizam’’ tarafından büyük önem arz ediyor.
Ekonomi ve Çin ile olan rekabet
ABD’de yaşanan ekonomik sıkıntılar nedeniyle ABD’de şirketler vergi indirimi ve yüksek gümrük vergileri bekliyor. Bu beklentiler karşısında Trump, 2017 yılında getirdiği yıllık yaklaşık 400 milyar dolar maliyetle vergi indirimlerini kalıcı hale getirmeyi ve kurumlar vergisini %21’den %15 çekmeyi ve Çin’e karşı da %20’ye varan gümrük vergileri koymayı vaat ediyor.
Ukrayna – Rusya Savaşı
Rusya – Ukrayna savaşında Biden yönetimi 92 milyar dolar bir kaynak ayırıyor. Harris bu desteği sürdürmek istiyor. Ayrıca Harris; Bu savaşta Rusya’yı zayıflatmayı, Rusya’ya karşı yaptırımları serleştirilerek devam ettirmeyi, NATO ile işbirliği içinde Ukrayna’ya gelişmiş silah sistemlerini vermeyi istiyor.
Trump ise Ukrayna’ya yapılan yardımların artık çok fazla olduğunu bu yardımların artık kesilmesi gerektiğini, NATO üyelerinin askerî harcamalarını ve askerî yatırımlarını artırması gerektiğini söylüyor. Ayrıca Trump, 2025 yılında Ukrayna ve Rusya’yı barış masasın oturtma sözü veriyor.
İsrail’in Filistin’e saldırısı
Trump, Filistin’e saldıran İsrail’e tam destek veriyor. Burada başta Suudi Arabistan olmak üzere çoğu Arap ülkelerinin İsrail ile ilişki kurmalarını sağlayan Abraham Anlaşmasının da mimarının Trump olduğunu söylememiz gerekiyor.
NATO – ABD ilişkileri
Trump, ABD’nin NATO’ya olan katkılarını kesmeyi ve bu şekilde ABD – NATO ilişkilerini zayıflatmayı düşünüyor.
AB ve ABD ilişkileri
Eğer Trump seçilirse, bu durum; ABD’nin NATO için AB üyelerine sağladığı desteğin sonu ve AB’nin Avrupa’da ABD’siz yalnız kalacağı anlamına geliyor. Bu durumda AB’nin, Almanya ve Fransa önderliğinde yeni bir ''Avrupa Güvenlik ve Savunma Anlayışın''a sahip olacağı değerlendiriliyor.
Göçmenler
Göçmenlere karşı her iki aday da daha yumuşak politikalar vaat etseler de Trump, özelikle Meksika sınırına duvar örerek, yasadışı olarak ABD’ye giren göçmenleri sınır dışı etmeyi vaat ederek daha katı bir politika vaat ediyor.
Kürtaj hakkı
Trump’ın, kürtaja karşı olduğu biliniyor. Bu nedenle de Trump, kürtaj karşıtı gruplar tarafından destekleniyor.
Türkiye ile ilişkiler
Hem Trump’ın hem de Harris’in Türkiye’ye karşı bir tutum değişikliğine gidecekleri beklenmiyor. Harris’in kurumsal olarak daha demokratik değerlere önem verirken Trump’ın Türkiye’ye karşı daha pragmatik davranacağı bekleniyor. Her iki aday için de S-400 konusunun aynı ölçüde Türk - ABD ilişkilerinde bir engel olarak duracağı değerlendiriliyor. Ayrıca Harris’in Rusya’ya yaptırımlar konusunda Türkiye’yi zorlayacağı değerlendiriliyor.
Modern Gobbels'ler
Ayrıca Trump'ın arkasında Elon Musk ve Jeff Bezos gibi modern Dr. Paul Joseph Goebbels'ler de bulunuyor.
Dünyanın genel gidişatı
Dünyanın genel gidişatının da ABD seçimlerini etkileyeceği değerlendiriliyor. İşte bu nedenle bu noktada bir mola verip dünyanın genel gidişatını bir gözden geçirmemiz gerekiyor.
Uygarlığın çöküşü ve faşizmin yükselişi
Hem dünya ekonomisi hem dünya demokrasisi hem de dünya uygarlığı artık gözle görülür bir biçimde çöküş dönemini yaşıyor.
Nietzsche’nin (1844 -1900) teee yaşadığı zamanlardan şöyle bir tespitte bulunuyor: ‘’Uygarlık tarafından yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağını yaşıyoruz.’’ İşte bu zamanda tam da Nietzsche’nin bahsettiği zamanları yaşıyoruz.
Nietzsche’nin bu tespitinizi doğrularcasına Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli sıra dışı bir edebiyatçı, düşünür ve yazar olan José Saramago (1922-2010) vefatından kısa bir süre önce 2007 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide yaşadığımız günümüzün tarifini en iyi şekilde yapan şu ifadeleri kullanıyor:
‘’Özgürlüklerin giderek daraldığı, eleştirinin yer bulmadığı, çokuluslu şirketlerin, piyasanın totalitarizminin artık bir ideolojiye bile gerek duymadığı, dinsel hoşgörüsüzlüğün yükselişe geçtiği karanlık bir çağda yaşıyoruz.’’
José Saramago, Berlusconi için; ‘’Berlusconi'nin İtalya'ya faşizmi tekrar getirmek istediğine dair en ufak bir şüphem yok. 30'lu yılların faşizmi gibi kol kaldırmak gibi gülünç hareketlerle vuku bulan bir faşizm değil fakat aynı oranda gülünç hareketleri var’’ diyor. Gerçekten de faşizm artık günümüzde sembol olarak gamalı haç, siyah giysiler taşımıyor, saç ve bıyık şekilleri ve gülünç hareketlerle karakterize edilmiyor. Saramago’nun söylediği gibi; ‘’Siyah gömlekli bir faşizm değil Armani kravatlı bir faşizmdir Berlusconi.’’
Saramago, ‘’Körlük’’ (Can Yayınları, 1999) adlı romanında ise; bir adamın birdenbire kör oluşunu, bunun bir salgın halinde toplumda yayılmasıyla tüm bir uygarlığın dağılmasını anlatıyor. Bu kitapla ilgili bir soru sorulduğunda sanki günümüzdeki bizleri anlatan şu cevabı veriyor; "Ne düşündüğümü merak ediyorsanız, bu kitapla anlatmak istediğim hepimizin körleşmeye başladığı değildi. Bence körleşmiyoruz. Hepimiz körüz. Körüz ama bakıyoruz. Bakabilen ama görmeyen kör insanlarız."
Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf da ‘’Çivisi Çıkmış Dünya’’ isimli eserinde (Yapı Kredi Yayınları, 2009) benzer şekilde ‘’medeniyetler çatışması’’ ve ‘’küreselleşme’’ adı altında uygulanan, bütün dünyada felakete yol açacak olan ve yaşamın devamlılığının olmazsa olmazı olarak gördüğü ‘’hoşgörü’’ kültürünü yok eden politikaları eleştirerek artık uygarlığın tükendiğinden bahsediyor. Her zaman için bozulma ve yok olma önce çivilerin çıkmasıyla başlıyor.
Yukarıda alıntılandığı gibi dünyamızda artık özgürlükler giderek daralıyor, eleştiriye yer kalmıyor, çokuluslu şirketlerin ve piyasanın totalitarizmi alıp yürüyor, artık hiçbir ideolojiye yer kalmıyor, tüm dünyada dinsel ve ırksal hoşgörüsüzlük yükselişe geçiyor. Dünya medeniyeti kapkara bir çağa giriyor. Tarihin sarkacı, geçmişte hiç olmadığı kadar insafsızca karanlığa doğru savruluyor. Her yerde ve her seviyede paçozluk ve eblehlik diz boyu hale geliyor. Bütün dünyayı Neron’lar sarıyor. Tüm bir insanlık Ortaçağ karanlığına doğru doludizgin gidiyor.
Saramago'nun bahsettiği Armani kravatlı faşizm; bugün Rusya’da Putin’den Macaristan'da Urban’dan oradan da ABD'de Trump’tan, İngiltere’ye ve çevremizde rahatça görülebiliyor. Artık dünya liderlerinde Olaf Palme’nin zarafeti, Ecevit’in, Demirel’in nezaketi kalmıyor. Dünya körleşiyor. Ve dünya körleştikçe faşizmin yıldızı parlıyor.
Dünyada eğitim seviyesi düşüp dünya körleşirken aydınlar da ödlekleşiyor!
Küreselleşmenin getirdiği ekonomik sıkıntılar dünya nüfusunun eğitimini düşürüyor. Eğitim seviyesi düştükçe toplumlar körleşiyor ve dünya körleştikçe de kitleler artık güdülecek hale geliyor. Dünya nüfusu ekonomik olarak zayıfladıkça, bunun sonucu olarak eğitim seviyesi düştükçe körleşiyor ve Stalin’in tavuğu haline geliyor.
Stalin’in tavuğuna ise en iyi örneği Zülfü Livaneli, “Gözüyle Kartal Avlayan Yazar - Yaşar Kemal” (Doğan Kitap, 2016) adlı kitabında veriyor:
‘’Yıllar önce sosyal demokrat bir politikacı, Yaşar Kemal’e milletvekilliği önermiş. ‘Gelin’ demiş, ‘sizi önce milletvekili, sonra da kültür bakanı yapalım!’ Yaşar Kemal, ‘İyi ama bu halk beni seçmez, oy vermez!’ diye cevaplamış politikacıyı. İyice şaşıran adam ‘Neden?’ diye sormuş. Yaşar Kemal ‘Ben bu halka hiçbir kötülük yapmadım ki beni, seçsinler’ demiş. ‘Onları ne sömürdüm ne hakaret ettim ne ekmekleriyle oynadım ne geleceklerini kararttım. Bana niye oy versinler ki?’ ‘’
Bu ifade de bana bir başka kitabı anımsatıyor. İsviçre doğumlu İngiliz Filozof Alain De Botton, ‘’Statü Endişesi’’ (Sel Yayınları, 2015) adlı kitabında şu ifadeyi kullanıyor: ‘’Gelişmemiş kültürlerde, oturmamış kişiliklerde insanlar, kendilerini hor gören, hakir gören kişilerin dikkatini çekmek için daha çok çaba harcarlar.’’
Yozlaşan ve despotlaşan feodal zihniyetteki bir iktidara karşı politika nasıl olmalı?
William Shakespeare, ‘’Hamlet’’ adlı eserinde bu tür despot yönetimlerle nasıl mücadele edilmesi gerektiğini teee 1599 ile 1601 yılları arasında yazıyor. Shakespeare, bu eserinde yozlaşan ve feodal zihniyetteki bir iktidara karşı bir Rönesans aydını kafasıyla savaşım vermenin hemen hemen imkânsız olduğunu, bilincin insanı ödlekleştirdiğini, iktidarlar yozlaştıkça aydının da ödlekleştiğini, eylem karşısında aydının kararsız kaldığını yazıyor.
Sonuç
Bu kadar anlattıktan sonra artık ABD’de yarınki seçimleri kimin kazanacağı ayan beyan gözüküyor. Seçimin galibi şimdiden belli oluyor. Sadece seçimin galibinin yarından sonra adının konması bekleniyor.
Ancak bu anlattıklarımdan ve seçim kampanyalarından Türkiye’de CHP’nin de çıkaracağı dersler bulunuyor. Çünkü tarihin sarkacı, geçmişte hiç olmadığı kadar insafsızca karanlığa doğru savrulurken, her yerde faşizmin ayak sesleri yükselirken CHP tarafından da artık günümüzde Rönesans aydını kafasıyla politika yapmasının imkân ve ihtimalinin kalmadığının görülmesi gerekiyor.
Bütün bunları naçizane anlatmak da bana kalıyor.
Osman AYDOĞAN