• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi5
Bugün Toplam266
Toplam Ziyaret3335198

‘’Verimlilik’’ ve ‘’etkinlik’’ kavramları ve Suriye


‘’Verimlilik’’ ve ‘’etkinlik’’ kavramları ve Suriye

12 Aralık 2024


Toplum olarak karıştırdığımız bir konu bulunuyor: ‘’Verimlilik’’ (efficiency) ve ‘’etkinlik’’ (effectiveness) kavramları. Toplum olarak verimliliğin en önemli ve en öncelikli konu olduğunu düşünüyoruz. Oysa verimlilikten çok daha önemli, çok daha öncelikli bir kavram bulunuyor: Etkinlik. İyi ama bu iki kavramın Suriye ile ne ilgisi bulunuyor, değil mi? İlgisi bulunuyor tabii ki ancak bu ilgiyi görmek için bu iki kavramı günümüzden ve tarihten (!) örnekleriyle açıklamam gerekiyor.

‘’Verimlilik’’ ve ‘’Etkinlik’’ kavramları

Bu iki konuda kafa yoran Avusturyalı Yönetim Bilimci Peter F. Drucker, ‘’Etkin Yöneticinin Seyir Defteri’’ (Optimist Yayınları, 2007) adlı kitabında bu iki kavramı basitçe şöyle açıklıyor: ‘’Verimlilik; işleri doğru yapmak, etkinlik ise doğru işi yapmaktır.’’ (Efficiency is doing things right; effectiveness is doing the right things.) Peter F. Drucker, aynı kitabında şunu da söylüyor: ‘’Hiç yapılmaması gerekenin verimli bir şekilde yapılması kadar işe yaramaz bir şey yoktur."

Liderlik otoritesi olan ABD’li Yazar Stephen R. Covey de ‘’Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı’’ (Varlık Yayınları, 1999) adlı kitabında Peter F. Drucker’den de alıntı yaparak bu iki kavramı liderlik özelliklerine oturtuyor: “Yönetici işleri doğru yapar, lider ise doğru işleri yapar.” Bu sözü Covey kitabında şöyle örnekliyor: ‘’Yöneticilik, başarı merdivenini tırmanma becerisidir, liderlik ise merdivenin doğru duvara dayalı olup olmadığı ile ilgilidir.’’

Merdiven, yanlış duvara dayandığında

Covey, kitabında ‘’merdiven’’ konusunu hapishane ile ilişkilendirerek şöyle açıklıyor: Bir hapishanenin avlusundan kaçmak istiyorsunuz. Avlu duvarı yüksek ve sürekli gözetleniyor. Gözetlenmeyen çok kısa bir an var. Ve bu andan istifa ederek; avlu duvarına hızla merdiven dayayıp ve merdivenden de hızla tırmanmanız gerekiyor. Bu maksatla güzel bir plan yapıp, duvara hızla merdiven dayama ve merdiveni hızla çıkma konusunda aylarca çalışıyorsunuz, kol kaslarınızı, bacak kaslarınız geliştiriyorsunuz. Yaptığınız provalarla da bu iş size gerekli o kısa anın da altında yapıyorsunuz. Yani çok verimli bir iş çıkarıyorsunuz, yani ‘’işi doğru yapıyorsunuz’’. Ancak hapishaneden kaçma günü merdiveni yanlış bir duvara dayayıp da hapishanenin dışına değil de hapishanenin bir başka avlusuna atlıyorsanız eğer o zaman ''işi doğru yapıyor'' ancak ‘’doğru iş yapmamış’’ oluyorsunuz.

Bataklığa çıkış!

Covey’in kitabında benzer şekilde bir de çangıl ormanından çıkış konusunu örnekliyor: Ormanda kaybolan ekip ormandan çıkabilmek için çok iyi organize edilerek, ormandan hızlı bir şekilde ağaç kesilip çıkış yolu açılıyor. (İş doğru yapılıyor.) Ancak bu yol selamete değil de bir bataklığa çıkıyor. (Doğru iş yapılmıyor.)

Aslında Peter F. Drucker’in ‘’Verimlilik; işleri doğru yapmak, etkinlik ise doğru işi yapmaktır’’ sözü benim anlattığım gibi hiç de hapishaneden ve ormandan çıkış örnekleri gibi basit örneklendirilecek gibi durmuyor. Günümüzde ve Türk tarihinde bu ilkenin çok ama çok acı örnekleri yaşanıyor.

Ulaştırma politikalarında ‘’işin doğru yapılması’’ ve ‘’doğru iş yapılmaması’’

Örneğin günümüzde Türkiye’nin ulaşım politikalarında; AB standardında duble yollar, otoyollar, kamyon, otobüs ve otomobil fabrikaları gibi ‘’işler doğru yapılıyor''. Ancak bütün bunlar ‘’doğru iş olarak yapılmıyor’’. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkenin dünyanın en ucuz taşıma aracı olan deniz yolarını ve ikinci ucuz taşıma aracı olan demiryollarını kullanmaması, bu alanlara yatırım yapmaması nedeniyle ‘’doğru iş yapmamış’’ oluyor. Türkiye, hala mevcut ulaştırma politikalarının ülkeyi bataklığa çıkardığı görülmüyor.

Bu örnekler çoğaltıla bilinir. Tarihten de iki örnek verecek olursam:

Galiçya örneği

Bu sayfalarda Galiçya muharebelerini anlatmıştım. Galiçya; Orta Avrupa’da bulunan 80.000 km2’lik bir coğrafya parçası; kuzeyinde Polonya, doğusunda Ukrayna, güneyinde Romanya ve batısında Macaristan ve Slovakya bulunuyor, Podolya Yaylası ve Karpat Dağlarının kuzey yamaçlarını içinde barındırıyor. Birinci Dünya Harbinde Enver Paşa, Almanlara yaranmak için Çanakkale muharebelerinden muzafferle çıkmış orduyu yeniden teçhiz ve teşkilatlandırarak Ruslara karşı Almanlar safında savaşmak üzere Galiçya’ya gönderiyor. Türk ordusu Galiçya’da destan yazıyor. Yani Türk ordusu orada ‘’işini doğru yapıyor’’. Ancak o tarihlerde Ruslar, Erzurum’u, Erzincan’ı ele geçirip Sivas’a merdiven dayamışken, Irak cephesinde, Filistin cephesinde İngilizlere karşı askere ihtiyaç varken Galiçya’ya asker göndermek (doğru iş yapmamak) felaketlere yol açıyor. Bu felaket koskoca bir imparatorluğu batırıyor.

Yine tarihten bir başka örnek vermek istiyorum.

Medine Kaplanı Fahrettin Paşa!

Ömer Fahrettin Türkkan. Biz kendisini bu şekilde değil de I. Dünya Harbi sırasında çıkan Şerif Hüseyin isyanında zor şartlar altında Medine'de yönettiği iki yıl yedi ay süren Medine müdafaası ile ''Fahrettin Paşa'' olarak tanıyoruz. Bu nedenle Fahrettin Paşa; "Medine Müdâfii", "Türk Kaplanı", "Çöl Kaplanı", "Medine Kahramanı" lakaplarıyla da anılıyor. Gerçekten de Fahrettin Paşa zor şartlarda, ikmal yolları Arap aşiretler tarafından kesildiği için askerlerine çekirge yedirerek Medine’yi savunuyor. Hasılı Fahrettin Paşa İslam’ın kutsal şehri Medine’yi çok iyi savunuyor. Yani Fahrettin Paşa ‘’işini doğru yapıyor’’.

Ancak Fahrettin Paşa ‘’doğru iş mi yapıyor?’’ Ne yazık ki bu sorunun cevabı koskocaman bir ‘’hayır’’dır. Fahrettin Paşa, ‘’işini doğru yapıyor’’ (Medine’nin müdafaası) ancak ‘’doğru iş yapmıyor’’. Şöyle ki;

Başkomutan Vekili Enver Paşa, Diyarbakır’dan gelen Mustafa Kemal Paşa ve Kudüs’ten gelen Cemal Paşa’nın katılımıyla 28 Şubat 1917 tarihinde, Şam’da iki gün süren bir toplantı yapıyor. Bu toplantı sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın teklifi ile ‘’Medine’nin boşaltılması ve Hicaz’daki kuvvetlerin Filistin’i savunmak üzere geri çekilmesi kararı’’ alınıyor. Başkomutan Vekili Enver Paşa, Suriye’den döndükten sonra 02 Mart 1917 tarihinde bu kararını kesinleştirerek emre döküyor. (Hikmet Özdemir, ‘’Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk’’, Doğan Kitap, 2019, s. 136) Fakat Fahrettin Paşa bu emri dinlemiyor, Medine’yi savunmaya devam ediyor. Bu savunma esnasında binlerce Anadolu evladı çekirge de yiyerek Arap çölünde kırılıyor, şehit oluyor. Sonunda hem Medine düşüyor hem de savunmasız kaldığı için Filistin düşüyor, Şam düşüyor, o zamanlar Antep kadar Türk olan Halep düşüyor. Yani Fahrettin Paşa, savunma ‘’işini doğru yapıyor’’ ancak ‘’doğru iş yapmıyor’’.

Türk tarihinde buna benzer daha çooook örnekler bulunuyor. Şimdi ben tarihteki bu örnekleri yazmaya kalksam ‘’burdan köye yol oluyor’’.

Ancak özet olarak demek istediğim şudur: Biz Türkler hep ‘’işi doğru yapmağa’’ odaklanıyoruz. Hem kendimizi hem de insanlarımızı buna zorluyoruz. Ancak ‘’doğru işi yapmak’’ konusunda yalpalıyoruz. Neyse, gelelim, sadette;

Ve Suriye

AKP iktidarının 2011 yılından beri Suriye’deki rejimi devirmek istediği biliniyor. AKP hükumeti bu konuda 13 yıl süreyle çaba harcıyor. Suriye'de 13 yıldır devam eden iç savaşın sonunda, 27 Kasım 2024 tarihinde AKP iktidarının desteklediği radikal cihatçı selefi terör örgütü Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) önderliğindeki diğer terörist grupların İdlib’den başlattığı saldırılar hızla ilerleyerek 7 Aralık 20024 gecesi Başkent Şam'a ulaşıyor. Suriye lideri Beşar Esad da bu arada ülkeden ayrılıyor. Bir başka ifade ile AKP iktidarı işini çok iyi yaparak hedefine ulaşıyor. Suriye'de Esad rejimi devriliyor.

AKP iktidarı Suriye’deki Esad rejimini devirerek ‘’işini doğru yapıyor’’ ancak AKP iktidarı Suriye’de hiç mi hiç ‘’doğru iş yapmıyor’’.

Suriye’de 13 yıl boyunca devam eden iç savaş sonunda devlet kapasitesi büyük yara alıyor. HTŞ’nin saldırmasıyla paralel olarak da İsrail güneyden Suriye’ye saldırıyor. İsrail hava saldırıları sonucu da iç savaştan arta kalan devlet kapasitesi de tamamen imha ediliyor.

Radikal cihatçı selefi terör örgütü HTŞ önderliğindeki diğer terörist grupların saldırıları neticesinde 7 Aralık 20024 günü Suriye’deki etnik ve mezhebi gruplara göre bölünme şu hale geliyor:




Ancak Suriye’deki hiçbir etnik grup hâkim oldukları bölgede tek başına çoğunluğu oluşturmuyor, bir başka ifadeyle bu bölünmüş bölgelerde hiçbir etnik grup kendi içinde homojen bir yapıyı oluşturmuyor. Örneğin YPG, ABD’nin desteği ile Fırat’ın doğusunu kontrol ediyor. Ancak Suriye’de Kamışlı, Haseke vilayetinin kuzeyindeki bölgelerde, Ayn El Arap ve Afrin’de Kürt nüfusu çoğunluğu oluştururken Rakka, Deyrizor, Münbiç ve Tel Rıfat gibi bölgelerde ise Arap nüfusu çoğunluğu oluşturuyor. Bu bilgi nüfusa oranlanırsa; Fırat’ın doğusunda YPG’nin kontrol ettiği bölgenin nüfusunun sadece yüzde 17’si Kürt, kalan büyük kısmı Araplar ve azınlıklardan oluşuyor. Suriye'deki mevcut su kaynaklarının, tarım üretiminin ve petrol yataklarının çok büyük bir kısmının Fırat'ın doğusunda ve YPG'nin kontrol ettiği bu bölgede olması burada yaşanacak olan paylaşım kavgasının şiddetini gösteriyor.


Bu gelişmelerden sonra şu olayların Suriye’de yaşanacağı bekleniyor:

1. İsrail’in Suriye güneyinde kendisine bir tampon bölge kuracağı,

2. İsrail’in Filistin’i tamamen yok etmesi için önünde hiçbir engelin kalmadığı, İsrail’in artık Filistin diye bir sorununun olmayacağı,

3. Miras için kardeşlerin bile birbirlerini boğazladıkları ve hiçbir şekilde uzlaşı kültürünün olmadığı, çatışma kültürünün hâkim olduğu bu coğrafyada; Suriye’deki Dürzi, Nusayri, Arap, Sünni, Kürt ve Türkmen grupların için için yanan yangın yeri gibi tüm bir Suriye’de uzun süreli daha vahşi bir iç savaşı yaşayacakları, ABD, İngiltere, İsrail, Rusya, İran, Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi ülkelerin kendilerine yakın grupları destekleyecekleri için bu iç savaşın da çok uzun süreli ve çok kanlı olacağı,

4. Bu iç savaş esnasında ağıtların Arapça, Kürtçe ve Türkçe olarak yakılacağı, zafer şarkılarının ise İbranice ve İngilizce söyleneceği.

Bu iç savaştan en olumsuz etkilenecek ülkenin her yönüyle Türkiye olacağı tahmin ediliyor:

1. İç savaş süresince öncekilerden de çok daha fazla sığınmacının Türkiye’ye akın edeceği,

2. SDG/PYD/YPG’nin uzun vadede Irak Kürtleriyle birleşmek isteyeceği, bu isteğin hayali Büyük Kürdistan iştihasını kabartacağı, bu iştihanın Türkiye’nin Güneydoğu bölgesini etkileyebileceği ve bu iştihanın da ABD ve İsrail tarafından destekleneceği,

3. SDG/PYD/YPG’nin içerisinde çok sayıda PKK militanının bulunması nedeniyle bu oluşumdan PKK’nın destek alarak Türkiye’de azalan eylem gücünün takviye edebileceği,

4. Alman Asya uzmanı Peter Scholl- Latour 1996 yılında yazdığı ‘’Das Schlahtfeld der Zukunft; Zwieschen Kaukasus und Pamir’’ (Siedler Verlag, 1996) (Geleceğin Muharebe Sahası; Kafkasya ve Pamir arası) (ne yazık ki bu eser Türkiye’de yayımlanmıyor) adlı eserinde Kafkasya ve Pamir arasındaki bölgeyi geleceğin muharebe sahası olarak görüyor. Yazara göre bu bölge arasında, özellikle Afganistan ve Tacikistan’da yaşanan iç savaş ideolojik bir ayırımı meydana getirmiştir. Bu ideolojik ayırımın sonuçları da başta Rusya, Türkiye ve Çin olmak üzere tüm bölge ülkelerini derinden etkileyecektir. Peter Scholl- Latour’un öngörüsü 2000’li yılların başından beri tüm bir Ortadoğu’da ve Türkiye’de yaşanıyor. Peter Scholl- Latour’un eserindeki tespitine benzer bir şekilde Suriye’de oluşacak olan radikal cihatçı selefi terör rejiminin uzun vadede Türkiye’yi etkileyebileceği. (Belki de HTŞ’yi destekleyenler HTŞ'yi bunun için destekliyor.)

Sonuç

Yazımın en başında da söylediğim gibi toplum olarak karıştırdığımız ‘’verimlilik’’ (efficiency) ve ‘’etkinlik’’ (effectiveness) kavramlarını Suriye’de de karıştırıyoruz. Toplum olarak bizim şu anda asıl ihtiyaç duyduğumuz kavram ‘’etkinlik’’. Etkin değilseniz verimli olmanızın hiçbir faydası olmuyor. Düşman Sivas’a merdiven dayamış, vatan elden gidiyor, siz Galiçya’da destanlar yaratıyorsunuz. Filistin düşüyor, Kudüs düşüyor, Şam düşüyor, koskoca Suriye düşüyor siz Medine’de destanlar yaratıyorsunuz. Enver Paşa’dan, Fahrettin Türkkan Paşa’dan bir farkınız kalmıyor? Güneyde Suriye’de kendi kuyunuzu kendiniz kazıyorsunuz, sonra da ‘’ne güzel kuyu kazdık’’ diye zafer naraları atıyorsunuz.


Yönetici ''işleri doğru yapan'' kişi oluyor, lider kişi ise ''doğru işleri'' yapıyor. Bu nedenle günümüzde Türkiye’de her seviyede eksikliği hissedilen ''lider'' kişi oluyor.

Bu ülkeye Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra lider gelmiyor.

Mustafa Kemal Atatürk incelediği 4289 kitap arasında Leone Caetani’nin İslam Tarihi ciltleri de bulunuyor. Mustafa Kemal Atatürk bu eseri okurken bir cümlenin altını kırmızı kalemle çiziyor ve o cümlenin yanına da çok mühim olduğunu belirtmek için ikişer çarpı işareti koyuyor. O cümle şöyleydi:

“Tarih, ilerisini göremeyenler için acımasızdır.”


Osman AYDOĞAN

Bir not: Bu adam ne diyor diye düşünüyorsanız eğer, Suriye konusunda on yıl önce yazdığım yazılara tekrar bir bakınız derim.





Yorumlar - Yorum Yaz