• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi7
Bugün Toplam522
Toplam Ziyaret3311039

Zaman geçer, biz göçerken (1)


Zaman geçer, biz göçerken (1)

29 Aralık 2016


‘’Bundan 4 milyar 600 milyon yıl önce, eriyik bir kitle vardı. Bağrından koptuğu anasının yörüngesinde, alevler içerisinde dolanıp duruyordu. 800 milyon yıl geçmesi gerekti azıcık soğuması, kendine gelebilmesi için. Sonra geçirdiği 1 milyar yıl boyunca yalnızdı. Havada kesif bir amonyak, metan kokusuyla birbirini kovaladı 100 milyon yıllar.

Daha sonra nerden geldiği bilinmez bir konuğu oldu; bir canlı bir bakteri (cyanobacteria). Artık üzerinde bir hayat, bir kader ortağı vardı. Bu bakteriler milyarlarca sene sürecek hayatlarına ve fotosentezle falan kitleler oluşturmaya başlamışlardı.

Zaman su gibi akıp gidiyordu. Günümüze 2 milyar 600 milyon yıl kala karalar da oluşuyordu. Bir 800 milyon yıl daha. Artık sahnede Eukaryotic hücreler de vardı. Hani şu hayvanları, bitkileri, mantarları oluşturan hücreler.

1 milyar 300 milyon yıl daha geçiverdi. Çok hücreli hayvanlar, deniz yaratıkları boy göstermeye başlamışlardı. Şunun şurasında günümüze 434 milyon yıl kalmıştı. Kocaman tek bir süper kıta vardı: Goldwana. Kuzey yarım küre tamamen okyanustu. Daha sonra Goldwana kuzeye doğru hareket edince, muazzam buzullar oluştu. Deniz suyu seviyesi düştü ve zar zor oluşmuş canlıların yüzde 60'ı telef oldu. Bu yeryüzündeki ve denizlerdeki canlıların yediği ilk büyük darbeydi.

Zamanla, günümüze 400 milyon yıl kala hava sıcaklıkları mevsim normallerine geldi, istikrar sonucu denizler yeniden yükseldi ve ilk çenesiz balıklar ortaya çıktı. Artık tohumlu bitkiler, ormancıklar da görülmeye başladığında, günümüze daha 354 milyon yıl vardı. Örümceklerin atası kanatsız böcekler de mutlu yaşayıp gidiyorlardı.

Derken tüm canlıların yüzde 70'inin telef olduğu ikinci büyük darbe geldi çattı. Dünyaya freni patlamış bir asteroit çarpmıştı.

100 milyon yıl daha geçti. Carboniferous döneminde her tarafta buzullar oluşurken, buzulların ve suyun basınçla altında kalan ormancık bölgelerinde günümüzün kömür havzaları oluştu. İşte 286 milyon yıl sonra, o kömür havzaları yüzünden çıktı ilk dünya savaşı, döndü ağır sanayi çarkları.

Şunun şurasında, 250 milyon yılcık kalmışken; Permian döneminde üçüncü ve en büyük darbe geldi. Deniz seviyesi en az 150 metre düştü. Günümüzdeki St. Helens Yanardağı'nın patlamasından 1 milyon misli volkanik patlamalar oldu. Güneş gözükmez oldu. Kapkara yeryüzü seraya döndü ve deniz canlılarının yüzde 97'si, kara vertebralarının yüzde 75'i, yapraklı kara bitkilerinin yüzde 97'si yok oldu. Bu badireyi atlatanlardan yeni türler, yeni bitkiler, yeni sürüngenler gelişti.

Ve 213 milyon yıl önce muhteşem bir dönem başladı; Jurassic dönem. Çeşit çeşit dinozorlar türedi. Dünya, Spielberg filmlerine dönmüştü. Dev yaratıkların, dev deniz mahluklarının, dev kuşların birbirini yediği efsane dönem olarak ders kitaplarındaki ve bilimkurgu filmlerindeki yerini aldı.

Çeşit çeşit böcekler, çiçekli bitkiler, modern memeliler ortaya çıkarken, yüz binlerce senede bir görülen bir darbe daha geldi. 10 kilometre çapında olduğu sanılan bir asteroid, şimdiki Meksika'nın Yucatan Körfezi dolaylarına çarptı. Tarifi olanaksız çarpma, buharlaşan kayalar, şok dalgalarıyla dünyanın diğer tarafında harekete geçen volkanlar, havalanan toz ve kil tabakasıyla kaplanıveren atmosfer, kararan - soğuyan dünya. Sonuç: Güzelim dinozorların sonu.

Günümüze 66 milyon yıl kala memeliler, çeşit çeşit bitkiler, ilk atlar, Moby Dick'in ataları yaşam sahnesindeydiler. Oligocene, Miocene, Pliocene dönemleri birbirini takip etti. Kimler geldi kimler geçti; ne memeliler, ne primatlar, ne hominidisler, ne homohabilisler.

Ve gelindi 1 milyon 800 bin yıl öncesine, dördüncü jeolojik devre. Dünyanın güneşe göre astronomik pozisyonunun değişmesiyle korkunç bir buzul çağı dönemi başlamıştı. Buzullar, Avrupa'nın Asya'nın ve Kuzey Amerika'nın büyük bir kısmını kaplamıştı. Yıllık sıcaklık ortalamaları sıfır derecenin çok altlarındaydı. Ara sıra ılık dönemler de olmuyor değildi; ama buzul dönemleri 100 bin yıl sürüyorsa, ılık dönemler sadece 10 bin yılcık sürüyordu. Pleistocene döneminde artık ilkel insan da ortaya çıkmıştı. Henüz modern değildi.

Günümüze 10 bin yıl kala, son buzul dönemi bitip, ılık Holocene başladığında, yeryüzü asteroidden beter bir belayla, insanın evrimleşmişi ile tanıştı: Homosapiens. Ve medeniyet başladı. Gerisini biliyorsunuz. İki buzul dönemi arasındaki 10 bin yıllık kısacık ılık dönemin sonlarındayız. Havalar gene sapıtmaya, buzullar gene oynamaya başladı. 100 bin yıllık buzul çağına, yok oluşa yaklaşıyoruz.

Ömrünüz, şu anda "küresel ısınma var" diye dövünürken, ardından mutlaka gelecek uzun buzul çağını görmeye, şu bir derecelik ısınmanın kıymetini anlamaya, ondan korkmamaya yetmez.

Belki şu anda bunaltan hayat pahalılığından, dönüp duran dolaplardan, aslında milyarlarca yıldır yaşamaya uygun yegâne minicik, mikroskobik koşullarda ve zaman dilimciğinde olduğumuzu bu müthiş şansı anlamaya da yetmez.

Kıtalar yükselmeye, hareket etmeye, dünyanın dikey aksı, güneşin etrafındaki yörüngesini değiştirmeye devam edecek. Kaçınılmaz olarak ekinoks - yani güneş ışınlarının ekvatora dik olarak geldiği, gece ile gündüzün eşit olduğu tarihler yine değişecek ve içinde bulunduğumuz ılık dönemden on misli daha uzun sürecek bir buzul çağı daha mutlaka gelecek. Belki Hasan Dağı patlayacak, belki yıldızlı bir gecede komşunun bahçesine üzerine Küçük Prensi'yle bir asteroid düşüverecek. Dinozorlara bile yar olmamış yeryüzünde, bizim de neslimiz tükenip gidiverecek, fosillerimiz bulunacak kuruttuğumuz nehir yataklarında, Mars çiçeği tarlalarında.’’ (*)

Metin, 4 milyar 600 milyon yıllık varoluştan bahseder. Çok yavaş bir varoluştur. Franz Kafka, ’’Güneşin batışı yavaş yavaş görünür. Eğer güneş birdenbire batsaydı korkunç olurdu.’’ (Man sieht die Sonne langsam untergehen und erschrickt doch, wenn es plötzlich dunkel ist) der. Olan biteni korkunç görmeyişimiz, bu evrendeki kendi zamanımızı kısa görmeyişimiz, kendi zamanımıza dair korkunç yanılgımız ondandır.


Şu kalan minicik, minnacık zaman diliminde.
Henüz vakit varken.
Ve
Hala gönderebilirken.
Sevgiler hepinize.
‘’Yeni yıl’’ diye adlandırdığımız ve sıcak geçen on bin yılın son yıllarından biri olacak olan ve Dünyanın Güneşin etrafındaki bu yeni turunda mutluluk ve esenlikler hepinize.

Osman AYDOĞAN

(*) ‘’Düş Hekimi’’ (Dr. Yalçın Ergir, Çınar Yayınları, 2002)


 


Yorumlar - Yorum Yaz