Dreyfus Davası
15 Ocak 2025
1894 yılında Fransız Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un casuslukla itham edilerek Fransa'da yargılandığı davaya ‘’Dreyfus Davası’’ adı veriliyor. Bu konuda Türkiye'de yazılan en iyi eser Sami Selçuk'un ''Dreyfus Davası, Dünyaca Unutulamayan Yargılama Yanılgısı'' (İmge Kitabevi, 2014) adlı eseri oluyor.
Olayın gelişimi
Bu dava, Fransa’ya dair gizli bilgilerin Paris'teki Alman Elçiliğine mektupla aktarılması şüphesiyle başlıyor. Fransız Genelkurmayının başlattığı soruşturmada şüpheler, Fransa’da yaşayan Yahudi zengin bir ailenin oğlu olan Yüzbaşı Alfred Dreyfus üstünde toplanıyor. Çünkü Yüzbaşı Dreyfus’un el yazısı, mektuptaki yazıya benziyor. Yüzbaşı Alfred Dreyfus, Fransa'daki Yahudi düşmanlığına rağmen askerî okulda gösterdiği üstün başarı nedeniyle Fransız Genelkurmayına atanıyor.
Yüzbaşı Alfred Dreyfus, 15 Ekim 1894'te Alman Askerî Ateşesi Schwartkoppen’e yazdığı mektuplarla bazı gizli resmi bilgileri vermekle suçlanıp tutuklanıyor.
Mahkeme ve karar
Bir ay süren hazırlık soruşturmasında aleyhine yeni delil bulunamıyor. Mahkemede Yüzbaşı Alfred Dreyfus’u suçlamaya hiçbir denil sunulamıyor. Yüzbaşı Alfred Dreyfus hakkındaki tek delil, Alman Askeri Ateşesi Schwartkoppen’in evindeki çöp kutusunda bulunan not ile imzasız bir ihbar mektubu oluyor. Nottaki yazının Yüzbaşı Alfred Dreyfus’a ait olduğu iddia ediliyor. Yüzbaşı Alfred Dreyfus, yazının kendisine ait olmadığını ifade ediyor. Yargıçlar, Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un savunmasını neredeyse hiç dinlemiyor. Yüzbaşı Alfred Dreyfus, sözde yargılama sonucu 22 Aralık 1894 tarihinde oy birliğiyle vatana ihanet suçundan müebbet hapse mahkûm ediliyor. 5 Ocak 1895 tarihinde Askerî Akademi (Ecole Militaire) avlusunda halkın “Yahudilere ölüm!”, “hainlere ölüm!” haykırışları arasında Yzb. Alfred Dreyfus’un rütbeleri sökülüyor. Yüzbaşı Alfred Dreyfus, cezasını çekmek üzere Şeytan Adası'na gönderiliyor.
Binbaşı Walsin Easterhazy hakkında açılan dava
1896 yılında Alman Elçiliğinde çalışan bir kadın, bir Alman subayından Fransız Binbaşı Walsin Easterhazy’ye yazılan bir mektubun müsveddesini ele geçiriyor. Bunu üzerine Fransız istihbaratından Binbaşı Georges Picquart’un yaptığı soruşturmada, Dreyfus'ün mahkûmiyetine sebep olan el yazısının Binbaşı Walsin Easterhazy’ye ait olduğunu ortaya çıkarıyor. Soruşturma sonunda elde edilen bilgiler Dreyfus Davasının yeniden görülmesini gerektiriyor.
Mahkûmiyet kararından beri Yüzbaşı Alfred Dreyfus'ün karısı olayı basın yoluyla hep gündemde tutmaya çalışıyor. Basın da konunun üzerine gidince Fransız Genelkurmayı, Binbaşı Walsin Easterhazy hakkında dava açmak zorunda kalıyor. Ancak gönülsüz açılan dava iki gün sürüyor ve Binbaşı Easterhazy oy birliğiyle beraat ediyor. Bu davadan sonra da Binbaşı Picquart görevden alınıyor.
Émile Zola: ‘’J'Accuse...!’’ (Suçluyorum…!)
Beraat kararının ertesi günü, Fransız ve dünya edebiyatının ünlü ismi Émile Zola, ‘’L' Aurore’’ gazetesinde ‘’J'Accuse...!’’ (Suçluyorum…!) başlığıyla Cumhurbaşkanına açık bir mektubu yayımlıyor.
13 Ocak 1898 tarihinde L'Aurore Gazetesi’nde, Émile Zola, Cumhurbaşkanına şu mektubu yazıyor:
“Bu iddianame hiçbir hukuksal değer taşımamaktadır. Bir insanın böylesine bir suçlama yazısı üzerine hüküm giymesi adaletsizliğin mucizesidir. Hiçbir namuslu insanın bu suçlamayı yüreği isyan etmeden okuyabileceğine inanmıyorum. Şeytan Adası’nda çekilen ölçüsüz kefareti düşünüp de çileden çıkmamak elden gelmez. Dreyfus’un birçok dil bilmesi suçtur. Evinde hiçbir tehlikeli belgenin bulunmamış olması suçtur. Ara sıra doğduğu ülkeye gitmesi suçtur. Çalışkan olması, öğrenme kaygısı içinde olması da suçtur. Coşkulanması da suçtur. Coşkulanmaması da suçtur. Ya iddianamenin kaleme alınışındaki aptalca, boşlukta kalan biçimsel iddialar! Bize suçlamanın 14 esas maddeden oluştuğu söylenmişti. Oysaki tek bir maddeden; çizelge maddesinden başka bir şey bulamıyoruz. Ve hatta öğreniyoruz ki bilirkişiler de anlaşamıyorlarmış...”
Émile Zola yazısında, Genelkurmay Başkanını ve diğer yüksek rütbeli subayları görevlerini kötüye kullanmakla ve kamuoyunu yanıltmakla suçluyor. Birkaç gün içinde akademi üyesi bazı profesörler ve aydınlar Millet Meclisine Zola'nın mektubunu destekleyen bir bildiri yolluyor. Ordudan gelen baskıların da etkisiyle Zola aleyhinde orduya hakaretten dava açılıyor. Zola'nın mahkûmiyetiyle sonuçlanan davada avukatlar sözü hep Dreyfus Davası’na getiriyor. Émile Zola, Fransa devlet başkanına hitaben "İtham Ediyorum" makalesini yayınladıktan sonra üzerindeki baskılar yoğunlaşıyor. 26 Temmuz 1898’de Émile Zola’dan Légion d’honneur nişanı geri alınıyor. Émile Zola, üzerindeki baskılardan dolayı Fransa'yı terk edip Londra'da yaşamak zorunda kalıyor.
Binbaşı Walsin Easterhazy’ın itirafı
1898 yılı Haziran ayında yapılan hükûmet değişikliğinden sonra Savaş Bakanlığına getirilen General Cavaignac, Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada Yzb. Alfred Dreyfus hakkında hazırlanan gizli dosyadaki belgelerin bazılarını açıkça okuyor. Binbaşı Easterhazy hakkında soruşturma yürütmüş Yarbay Picquait, bu belgelerin sahteliğini ispatlamaya hazır olduğunu bildiriyor. Yarbayın iddiası üzerine sorguya çekilen Binbaşı Easterhazy suçunu itiraf ediyor. Binbaşı Easterhazy tutuklanıyor ancak Binbaşı Easterhazy gönderildiği hapishanede intihar ediyor.
Yzb. Alfred Dreyfus davası yeniden görülüyor
Bu itiraf üzerine Yargıtay aylarca süren tartışmalardan sonra Yzb. Alfred Dreyfus hakkında verilmiş olan kararı bozuyor. Bu karar üzerine Yzb. Alfred Dreyfus’un yeniden yargılanması gerekiyor.
5 Haziran 1899 tarihinde Émile Zola yargılanmama garantisi alarak Fransa’ya dönüyor. 9 Haziran 1899 tarihinde Yzb. Alfred Dreyfus da Şeytan Adası’ndan tahliye edilerek Rennes şehri hapishanesine konuluyor.
7 Ağustos 1899 tarihinde Rennes şehrinde Yzb. Alfred Dreyfus’un davası askerî mahkemede yeniden görülüyor. Bir ay süren duruşmalar sonunda Yzb. Alfred Dreyfus yine suçlu bulunuyor. Bu sefer Yzb. Alfred Dreyfus on yıl hapis cezasıyla cezalandırılıyor. Ancak Fransız Cumhurbaşkanı Yzb. Alfred Dreyfus’u affediyor. Yzb. Alfred Dreyfus, suçsuzluğunu kanıtlamak için sonuna kadar çaba gösterme hakkını saklı tutarak af önerisini kabul ediyor.
Yzb. Alfred Dreyfus berat ediyor
Yedi yıl sonra 1904 yılında Yargıtay Genel Kurulu, Savaş Bakanı General André'nin isteği üzerine davayı yeniden ele alıyor. 1906'da verilen kararla Dreyfus beraat ediyor. Yzb. Alfred Dreyfus’un on iki yıl önce sökülen nişanları aynı yerde yapılan törenle yeniden takılıyor. Yzb. Alfred Dreyfus’a, Légion d'honneur nişanı veriliyor. (Napolyon Bonapart'ın 19 Mayıs 1802 tarihinde imzaladığı bir kanun ile oluşturulan ‘’Fransız Şeref Nişanı’’) Rütbelerinin yeniden takılması töreni sırasında halk bu sefer “Çok yaşa Dreyfus” diye bağırıyor. Yzb. Alfred Dreyfus ise bu tezahürata karşı “Hayır beyler hayır, çok yaşa Fransa!” diye cevap veriyor. Yzb. Alfred Dreyfus, Birinci Dünya Savaşı'nda Fransız ordusu saflarında Almanlara karşı Verdun’de savaşıyor.
Dereyfus Davasında yer alanların sonları
Yzb. Alfred Dreyfus, emekliye ayrıldıktan sonra 12 Temmuz 1935 tarihinde Paris'te vefat ediyor.
Émile Zola ise çabaları sonucunda Dreyfus Davası'nın yeniden görülüp adaletin yerini bulması sonucu yaşadığı Londra’dan Fransa’ya dönüyor. Ulusal kahraman haline gelen Émile Zola ve karısı 28 Eylül 1902 tarihinde, kaldığı otelin yatak odasında bacanın tıkanması nedeniyle duman zehirlenmesinden vefat ediyor.
Fransız istihbaratından Binbaşı Picquart 19 Ocak 1914 tarihinde bir binicilik kazasında ölüyor.
Alman Askerî Ataşe Schwartzkoppen ise Birinci Dünya Savaşında Doğu Cephesinde hastalıktan ölüyor. Ölüm döşeğinde “Ey Fransız halkı duyun beni Yüzbaşı Dreyfus masumdur!” diye konuştuğu iddia ediliyor.
Binbaşı Walsin Easterhazy de 1926 yılında İngiltere’de ölüyor.
Sonuç
Dreyfus Davası, bize iki ders veriyor.
Birincisi; Dreyfus Davası, bize, bir iktidarın, bir makamın veya bir kişinin; isteriye kapılması halinde, telafisi bir mümkünsüz, onarılması bir imkânsız adaletsizliğin, haksızlığın ve hukuksuzluğun her zaman başa gelebileceğini gösteriyor.
İkincisi; Dreyfus Davası, bize sadece Yzb. Alfred Dreyfus ve Émile Zola’yı hatırlatıyor. Bu davayı gören hakimleri, savcıları, Yzb. Alfred Dreyfus’a iftira atan kişileri kimse ama hiç kimse hatırlamıyor. Çünkü onları ‘’Tarih Baba’’, sonsuza kadar unutulmak üzere kendi foseptiğinde çürümeye terk ediyor.
Arz ederim!
Osman AYDOĞAN