• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam271
Toplam Ziyaret3335203

ABD ve AB'nin Rusya karşısında politika değişiklikleri 


ABD ve AB'nin Rusya karşısında politika değişiklikleri 

16 Mart 2025


Biz içeride gürültüyle, tozla dumanla diplomayla, önseçimle, seçimle, geçimle ve kayyumlarla uğraşırken dünyada ABD, AB ve Rusya arasında baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. ABD, Ukrayna’yı Rusya karşısında yalnız ve AB’yi de sanki cami avlusuna bırakırcasına Avrupa’da Rusya ile baş başa bırakıyor.

Bu tarihi gelişmeleri önce tarih sırasına göre gün be gün, gazete haberlerini esas alarak kısaca bir bakmamız gerekiyor.


12 Şubat 2025

Trump, AB ve Ukrayna’yı atlayarak doğrudan Putin ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından, Ukrayna'da savaşı bitirmek amacıyla iki ülke arasında müzakerelerin başlatılması konusunda mutabık olduklarını açıklıyor.

14 Şubat 2025

61. Münih Güvenlik Konferansı başlıyor Münih Güvenlik Konferansı’nda ise ABD ve AB karşı karşıya geliyor. ABD, Münih Güvenlik Konferansı'nda Ukrayna barış müzakereleri için bastırıyor. ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, Konferansta yaptığı konuşmada AB’yi “demokrasiniz zayıflıyor” ve ‘'kendi seçmenlerinizden korkuyorsunuz’ 'diye suçluyor. Ardından da JD Vance, Alman aşırı sağcı parti ile ilişkiye geçiyor.

18 Şubat 2025

Riyad’da yine AB ve Ukrayna katılmaksızın Rusya ve ABD heyetleri arasında Ukrayna'da barışı için görüşmeler yapılıyor. Ancak bu görüşmelere AB ve Ukrayna davet edilmiyor.

20 Şubat 2025

ABD, G7'nin Ukrayna'daki savaşın üçüncü yılına ilişkin hazırladığı bildiride Rusya'nın "agresör" (saldırgan) olarak nitelendirilmesine karşı çıkıyor. Ayrıca ABD, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne desteğini vurgulayan ve Rusya’yı "saldırgan” olarak kınayan BM kararına ortak imza atmayacağı bildiriliyor. BM taslak metninde, “Ukrayna’nın egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve uluslararası tanınmış sınırları içindeki toprak bütünlüğüne bağlılık” vurgulanıyor. Daha önceki yıllarda ABD, bu tür kararların ortak destekçisi olurken 2025 yılında ABD’nin bu belgeye imza atması beklenmiyor.

21 Şubat 2025

ABD meclisinde Cumhuriyetçiler, ABD’nin BM üyeliğinin ve finansmanının tamamen durdurulmasını öngören bir yasa tasarısını Kongre’ye sunarak, ABD’nin Birleşmiş Milletler’den çıkış sürecini başlatıyor. Tasarıda, ''ABD Başkanı, ABD’nin BM üyeliğini tamamen sona erdirmeli ve BM’ye bağlı tüm kurumlar, komisyonlar ve ajanslarla ilişkisini kesmelidir” ifadelerine yer veriliyor.

22 Şubat 2025

ABD, BM Genel Kurulu’nda AB ülkelerinin hazırladığı ve Rusya’yı suçlayan, Ukrayna’yı destekleyen tasarıya “hayır” oyu veriyor. Ardından ABD bir başka tasarı hazırlıyor ancak bu tasarının içeriği AB ülkelerinin önergeleriyle tamamen değişiyor. ABD bu tasarıya “çekimser” kalıyor. ABD, BM Güvenlik Konseyi’nde oylanmak üzere üçüncü olarak “Rusya’yı rahatsız etmeyecek” bir tasarı hazırlıyor. ABD, bu tasarının oylamasında da BM Güvenlik Konseyi’nin daimî üyeleri İngiltere ve Fransa’yla ters düşüyor.

24 Şubat 2025

ABD, Ukrayna’dan BM Genel Kurulu’na sunduğu ve Rusya’yı kınayan karar tasarısını geri çekmesini talep ediyor. Başlangıçta Washington, Kiev’den metni yumuşatmasını isterken, daha sonra tamamen geri çekilmesini talep ediyor. ABD, Ukrayna’nın tasarısının yerine kendi hazırladığı daha “ılımlı” bir metnin sunulmasını istiyor. Ukrayna, ABD’nin bu talebine uymayı reddediyor. Urayna, ABD’nin sunduğu tasarıyı “Rusya yanlısına yakın” olarak değerlendiriyor. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, ABD’nin kendi hazırladığı BM karar tasarısını 24 Şubat’ta Genel Kurul’a sunacağını açıklıyor.

28 Şubat 2025

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray'da basına açık toplantı yapıyor. Bu toplantıda Trump ve ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, uluslarası diplomatik teamüllere aykırı olarak Zelenskiy'i kameralar önünde aşağılıyor. Trump, Zelenskiy’e ‘’(Rusya ile) ya bir anlaşma yapacaksınız ya da biz yokuz", "Ülkenin başı büyük bir belada’’ diye hitap ediyor. Trump, Zelenskiy’den Ukrayna madenlerinin %50’sini talep ediyor.

02 Mart 2025

Avrupa ülkeleri Londra’da Ukrayna konulu zirvede buluşuyor. Fransa ve İngiltere liderleri, Rusya ve ABD arasındaki müzakereleri göz ardı ederek Ukrayna krizinin sona erdirilmesine yönelik kendi planlarını sunuyor. Paris ve Londra’nın girişimi, Ukrayna’ya yönelik askerî desteğin sürdürülmesi ve Rusya üzerindeki baskının artırılmasıyla birlikte “havada, denizde ve enerji altyapısına yönelik bir aylık ateşkes” öngörüyor. Paris ve Londra, Kiev ile Washington arasındaki yeni temasları beklerken, önümüzdeki günlerde Ukrayna’ya askerî birlik göndermeye hazır olan Europe-plus grubunu tanıtacaklarını duyuruyor. Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Londra'daki Ukrayna konulu zirvede Avrupa'yı yeniden silahlandırma konusunu masaya getirdiğini söylüyor. İngiltere Başbakanı Starmer "Tarihin dönüm noktasındayız" ifadesini kullanıyor. Liderler zirvesi yayımlanan sonuç bildirgesinde “Avrupa’nın daha egemen, kendi savunmasından daha sorumlu bir yaklaşımla, stratejik bağımlılığı azaltacak NATO’yu tamamlayıcı nitelikte bir genel savunma hazırlığı yapma” kararı yer alıyor.

Yeni bir dünya düzeni mi kuruluyor?


Bütün bu baş döndürücü gelişmelerin özeti; ABD, Ukrayna’yı Rusya karşısında yalnız ve AB’ni de sanki cami avlusuna bırakılmışçasına Avrupa’da Rusya ile baş başa bırakıyor. Bütün bu baş döndürücü gelişmeler yeni bir dünya düzeninin habercisi olarak yorumlanıyor. Hatta bazı yorumcular dünyanın 1648 Westfalya Anlaşması önceki şartlara döndüğünü iddia ediyor.

Bütün bu baş döndürücü gelişmeler bize şimdilik görünür iki politika değişikliğini gösteriyor. Bunlardan birincisi AB’nin Türkiye’ye yönelik politika değişikliği, diğeri ise ABD’nin Rusya’ya yönelik politika değişikliği. Bu iki değişikliğin de mercek altına alınması gerekiyor. Önce birincisi: AB’nin Türkiye’ye yönelik politika değişikliği.

AB’nin Türkiye’ye yönelik politika değişikliği

Tüm bu gelişmeler, Avrupa’nın güvenlik politikalarında Türkiye’ye olan ihtiyacının giderek arttığını ortaya koyuyor. Bu konuda da epey bir zamandır AB ülkelerinden Türkiye’ye yönelik sıcak mesajlar gönderiliyor.

Örneğin;

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ev sahipliğindeki, İngiltere'nin başkenti Londra'da 2 Mart 2025 düzenlenen Ukrayna konulu liderler zirvesine Türkiye de davet ediliyor. Bu zirveye Cumhurbaşkanını temsilen Dışişleri Bakanı katılıyor.

Londra'da 2 Mart 2025 tarihinde düzenlenen Ukrayna konulu bu zirvenin ardından 25 batılı lider, 15 Mart 2025 tarihinde yine İngiltere'nin ev sahipliğinde düzenlenen çevrim içi bir toplantıda yine Ukrayna konuşuluyor. Bu çevrim içi toplantıya Türkiye de davet ediliyor ve toplantıya Cumhurbaşkanı Erdoğan katılıyor. Ancak bu toplantının konusu ''Ukrayna'ya güvenlik garantisi sağlamak ve Ukrayna'ya asker göndermek isteyen ülkelerden oluşan gönüllü koalisyonu'' oluyor.

Fransa Savunma Bakanı Lecornu, “Avrupa’nın savunması Karadeniz’deki güç dengesi dikkate alınmadan düşünülemez” diye demeç veriyor.

Polonya Başbakanı Donald Tusk, 12 Mart 2025 tarihinde Ankara’ya geliyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Türkiye’nin Avrupa’nın güvenlik çabalarına katılım konusunu görüşüyor.

Almanya Başbakanı Scholz ise Türkiye’yi 20-21 Mart’ta Brüksel’de yapılacak AB liderleri zirvesine davet ediyor.

10 Mart 2025 tarihinde Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Sibylle Katharina Sorg, “yeni Avrupa güvenlik mimarisi” için kurulacak masada Türkiye’nin de olması gerektiğini söylüyor.

NATO Genel Sekreteri Mark Rutte de Şubat 2025 ayı içerisinde AB liderleri ile yaptığı bir görüşmede AB liderlerine ‘’Türkiye ile işbirliğinin artırılması’’ tavsiyesinde bulunuyor.


AB’nin Türkiye’ye yönelik bu ılımlı yaklaşımı Türkiye’de iktidar tarafından karşılıksız bırakılmıyor. Bu gelişmelere Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Türkiyesiz Avrupa güvenliği düşünülemez”, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan; “Türkiye, NATO’nun dağılması halinde oluşacak yeni Avrupa güvenlik mimarisinin bir parçası olmak isteyecektir” demeçleri ile karşılık veriyor. Ayrıca AKP medyasında ise “Ukrayna’ya barış misyonu içinde Türk askeri gönderilmesi” görüşü işlenmeye başlanıyor. Bu düşünceler iktidarın ABD ile AB arasındaki çelişmeden yararlanma niyetini ortaya koyuyor.

Türkiye – AB ilişkilerine dair bir tez

ABD’nin AB’ni, cami avlusuna bırakılan çocuk gibi Avrupa’da Rusya’ya karşı yalnız bırakması Batı nezdinde Türkiye’nin jeopolitik önemini tekrar hatırlatıyor. Bu gelişme ise benim teee 1997 yılında Almanya’da yaptığım yüksek lisansım esnasında verdiğim tezimi haklı çıkarıyor: Türkiye’nin Batı (Almanya - AB) ile olan ilişkilerinin niteliğini Rusya belirliyor. Rusya, Batı’ya tehdit olduğu sürece Türk – Batı ilişkileri iyi gidiyor. Batı’ya olan Rus tehdidi ortadan kalkınca da Türkiye, Batı ile olan ilişkilerinde sorunlar yaşıyor. Bu krizde ise ABD’nin AB’ni Rusya karşısında yalnız bırakması ile Batı, Türkiye'nin jeopolitik önemini yeniden hatırlıyor.

Görüldüğü gibi AB, Türkiye’ye ancak ve ancak Rusya’ya karşı muhtaç kaldığında başvuruyor. Yıllardır Türkiye’yi AB kapısında oyalayan AB’nin bu havucuna Türkiye’nin balıklama atlamaması gerekiyor. Soğuk Savaş döneminde bölgede, ABD adına Rusya’ya karşı ileri karakolu olarak görev yapan Türkiye’nin şimdi de AB adına Rusya’ya karşı ileri karakol vazifesini yapmaması gerekiyor. Rusya, Türkiye’nin jeopolitik alanda hiçbir şekilde ihmal etmemesi ve karşısına almaması gereken en büyük komşusu oluyor. Türkiye, AB'nden tam üyelik garantisi alsa dahi AB'ne bir güvenlik katkısı sunması için çok iyi hesaplar yapması gerekiyor. Türkiye'nin önünde koskoca bir Ukrayna örneği ve kendi yakın geçmişi AB- Türkiye ilişkileri bulunuyor.

Şimdi de gelelim ikinci politika değişikliğine; ABD’nin Rusya’ya yönelik politika değişikliği.

ABD’nin Rusya’ya yönelik politika değişikliği

Bu gelişmelerle ilgili olarak ABD’nin Rusya’ya yönelik büyük bir politika değikliğine gitmekte olduğu, bir başka açık ifade ile ABD'nin Rusya'ya yanaşmakta olduğu, ABD’nin, Rusya’yı Çin’den koparma stratejisi izlediği ve ABD’nin Rusya’yı bir rakipten ziyade potansiyel bir ortak olarak gördüğü değerlendirmeleri yapılıyor.

Bu değerlendirmeleri doğrulayacak emareler de bulunuyor

Örneğin Trump’ın özel temsilcisi Keith Kellogg, ABD’nin Putin’i Çin, İran ve Kuzey Kore ile ittifaklarını yeniden düşünmeye “zorlamayı” amaçladığını açıkça söylüyor. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, 25 Şubat 2025 tarihinde yaptığı açıklamada, Başkan Trump ve yönetiminin, Rusya ve Çin arasındaki bağları zayıflatmayı amaçladığını söylüyor. Açıklamasının devamında Rubio, "Rusya'nın kalıcı bir şekilde Çin'in küçük ortağı olduğu, onlara bağımlı oldukları için Çin ne derse onu yaptığı bir durum, Rusya, Amerika, Avrupa ve dünya için iyi bir sonuç değil" diye konuşuyor. Bunun ABD için tehlikeli olacağını vurgulayan Rubio, "çünkü burada ABD'ye karşı ittifak yapmış iki nükleer güçten bahsediyoruz" diye konuşuyor.

ABD’nin Rusya’ya yanaşmasına gerekçe olarak Amerikan düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi "Beyaz Saray ve Çin karşıtı şahinler, Çin'i dünyadan izole etmek ve artan küresel varlığına zarar vermek için Rusya ile birlikte çalışabileceklerine inanıyor" diye açıklamada bulunuyor. London School of Economics'te misafir öğretim üyesi Klaus Welle de "ABD, Rusya'nın Çin için bir hammadde kolonisine dönüşmesini istemiyor. Yani, kaynaklarını Çin'e çok ucuza satıyorlar ve bu da Pekin'e ABD üzerinde bir avantaj sağlıyor" diyor.

Nixon ve Kissinger’in Rusya’ya bakışları

Bu noktada geriye gidip ABD eski Başkanı Richard Nixon'ın ve ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın ABD ve Rusya ilişkileri hakkındaki görüş ve politikalarına bir bakmak gerekiyor.

ABD eski Başkanı Richard Nixon, Trump’ın aksine Çin ile ilişki kurarak Rusya'yı tecrit etmek istiyor. Nixon, 1972'de Çin ile bir anlaşma imzalıyor ve o dönem her ikisi de komünist parti yönetimindeki iki ülkenin (Rusya ve Çin) on yıllar boyunca ABD'ye düşmanlıkta birleşmesine son veriyor. Yani Nixon, Çin ile ilişki kurarak Rusya'yı tecrit ediyor. Trump ise Rusya'yla ilişki kurarak Çin'i tecrit etmek istiyor.

ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ise Rusya’nın kültür olarak Avrupa’nın bir parçası olduğu ve bu nedenle de Rusya’nın Çin’in Avrupa’daki ileri karakolu olması istenmiyorsa Avrupa’nın güvenliği için Rusya’nın Avrupa’ya çıpalanması gerektiğini savunuyor. Bu konuda Amerikalı siyaset bilimci ve devlet adamı Zbigniew Brzezinski ise daha büyük düşünüyor. Brzezinski’nin “daha büyük Batı” inşası diye formüle ettiği bu düşüncesine göre; ABD’nin asıl rakibi Çin oluyor, bu nedenle ABD’nin, Çin’e karşı, mevcut müttefiklerinin yanında yeni müttefikler bulması ve Çin’i yalnızlaştırması gerekiyor. Tabii ki ABD, Çin’i yalnızlaştırmak için de Rusya’yı Batı dünyasına çıpalaması gerekiyor.

Nixon’un, Kissinger’in görüşleri ve Trump’ın politikaları doğrultusunda ABD’nin Rusya’ya yanaşması ile Rusya ve ABD ortak bir zemin bulurlarsa eğer; bu durumun ABD’nin Çin’e daha fazla ticaret, teknoloji ve askerî konulardaki baskı yapma imkân ve ihtimalinin artıracağı değerlendiriliyor.

İttifaklar konusunda bir strateji ilkesi

Ülkeler arası ittifaklar ve dostluklar öyle birden bire kurulmuyor. Ülkeler arası dostluk ve ittifak ilişkisinin kurulması bazen yüzyıllar alabiliyor. İşte bu nedenle Trump’ın yukarıda anlattığım AB, Ukrayna ve Rusya politikalarının ve ABD'nin Rusya'ya yanaşmasının nasıl bir sonuç vereceğini şimdiden öngörmek, tahmin etmek oldukça güç gözüküyor.

İşte tam da bu noktada Ebû Müslim Horasânî’nin bir strateji ilkesinin hatırlanması gerekiyor. 


Ebû Müslim Horasânî, köle iken ihtilal önderliğine yükseliyor, Emevîler ve Abbasiler döneminin halk kahramanı olarak biliniyor, Emevîlerin devrilmesi ve halifeliğin Abbasîlere geçmesiyle sonuçlanan Horasan ayaklanmasının önderliğini yapıyor. Gerçek bir tarih yaratıcısı olan Ebû Müslim Horasânî, sadece tarihin figüranı değil baş aktörü rolünü oynuyor. Bu nedenle da adına Horasan Spartaküsü de deniyor.

Ebû Müslim Horasanî’nin Emevîlerin yıkılışı ile ilgili ve her türlü ittifaklar konusunda bir strateji ilkesi bulunuyor:

''Onlar (Emevîler); zararından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Düşmanlarını kazanmak için yakınlarına aldılar. Yanlarına aldıkları düşmanları dost olmadığı gibi, uzakta tuttukları dostları da düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu.''

Sonuç

Anlattığım gibi değişimler baş dönrürücü bir hızla gelişiyor. Henüz hiçbir şey tam ve net olarak gözükmüyor. Sular henüz durulmamış, dalgalı ve bulanık gözüküyor. Bu nedenle bu gelişmeler karşısındaki bütün yorumlara ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor. Çünkü bütün bu değişimlerin altında modern zamanlar, postmodern mekânlar, küreselleşme, internet, ağ toplumu, bilgi çağı, bilişim, anomi, anomik toplum ve yapay zekâ konusundaki gelişmeler yatıyor. Bu politik değişimlere verilecek cevapların da klasik jeopolitik kavramları değil bu yeni kavramları içermesi gerekiyor. 


Ancak bu değişimlere karşı ilk sonuç olarak şunların söylenmesi gerekiyor: Türkiyenin AB'nin havucuna balıklama atlamaması ve birilerinin de Trump’a, Ebû Müslim Horasanî’nin bahsettiğim bu strateji ilkesini hatırlatması gerekiyor.

Bu süreçte bize, tarihin çok iyi bir rehberlik yapması gerekiyor. Çünkü; ‘’hayat ileriye doğru yaşanıyor, ancak geriye doğru anlaşılıyor’’, ‘’geleceğe ilişkin öngörüler kökleri tarihte olan ve buradan beslenen bitkiler gibi oluyor’’ ve ‘’tarih insana ne olduğunu öğrettiği gibi ne olacağını da öğretiyor.’’ Ancak sorun şu ki; yaşadığımız zamanda tarih de çok çok hızlı yaşanıyor. Yaşadığımız zamanı ve çağı algılamak ve tanımlamak neredeyse imkânsız hale geliyor.

Arz etmek de bana kalıyor. 

Osman AYDOĞAN



Yorumlar - Yorum Yaz