Lale Devri
24 Mart 2025
18’inci yy.da Osmanlı zayıflamaya başlamıştır. 1718′de Padişah 3. Ahmet sadrazamlık görevine Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı getirir.
Bu dönem, 28 Mehmet Çelebi’nin Paris sefaretinden döndükten sonra Sefâretnâme’sini padişaha sunduğu dönemdir. Mehmet Efendi’nin, "Fransa’nın vesait-i umran ve maarifine dahi layıkıyla kesb-i ıttıla ederek kabil-i tatbik olanların takriri" için gönderildiği elçiliğini anlattığı Sefâretnâme’si tarihi ve edebi açıdan önemlidir. Mehmed Çelebi'nin elçiliği, İbrahim Müteferrika'nın matbaası ve Paris'teki Tuileries Sarayını örnek alan Lale Devri'nin ünlü Sadabad Kasrı ve Bahçeleri ile Osmanlı Devleti'ne kısa vadede önemli yansımaları olur. Sefaretnamesi 1757’de Fransızca’ya çevrilir, Osmanlı Devleti’nde ise ilk defa 1867’de basılır.
Artık Osmanlı için bir ''Lale Devri'' vardır.
Kâğıthane’deki Sâdâbâd Kasrı yapılır. Kâğıthane deresinin iki tarafı beyaz köşklerle donatılır. Bu köşkler âdeta Paris civarındaki Versailles’a nazîre olur. Daha sonra; Salıpazarı’nda Emnâbâd, Cağaloğlu’nda Ferahâbâd, Alibeyköy’de Hüsrevâbâd, Bebek’te Hümâyunâbâd, Defterdar’da Neşatâbâd ve Üsküdar’da Şerefâbâd kasırları yapılır. Ayrıca Üsküdar ve Kadıköy sahillerinde köşkler inşa edilir. Bâb-ı Hümâyun önündeki III. Ahmet Çeşmesi inşa edilir. Bu çeşme daha sonra Azapkapı, Tophane ve Üsküdar meydanında yapılanlara örnek olur. Bu arada şehrin birçok köşesi latif bahçelerle süslenir. Boğaz sırtlarında konaklar, köşkler, bahçeler, havuzlar, fıskiyeler, yollar inşa edilir. Bir yanda zevk-u sefa, lüks araba saltanatı, yatlar, katlar alır yürür.
Damat İbrâhim Paşa, III. Ahmet’e daima sükûnet ve neşeli bir ortam hazırlamaya özen gösterir. Bu doğrultuda yapılan eğlence ve şenliklerin sembolü de lâle olur. Sadece bahçelerin değil pencere pervazlarının da en gözde çiçeği olan lâlenin 839 türü yetiştirilir. Yeni türlerin üretimi için yarışmalar düzenlenir. Lâle soğanlarının fiyatı çok artınca hükümet spekülasyonları önlemek amacıyla Ekim 1722’de bir ferman çıkararak lâle fiyatlarına narh koyar. (Ahmet Refik, ‘’Asırlar Boyu İstanbul Hayatı’’, Kitapevi Yayınları, s 94-95) Çiçekçilik bu dönemde gelişir, bir meslek haline gelir ve bu alanda “şükûfenâme” adı altında kitaplar yazılır.
Özellikle yaz gecelerinin eğlenceleri çok gösterişli olur, başta Beşiktaş’taki Sahilsarayda olmak üzere lâlelerin altında kandiller ve yürüyen kaplumbağaların üzerinde mumlar yakılarak çırağan (‘’çerâqân’’ Farsça'da "aydınlatıcı’’, ‘’lamba" anlamında kullanılır) şenlikleri yapılır. Çok defa bu ziyafet ve eğlencelere elçiler de katılır, bunların bazısı yanlarında ressam da bulundurur. Geçmiş asırlara göre iyice dünyevîleşen eğlenceler geniş halk kitlelerince de benimsenir ve sık sık verilen ziyafetler sonunda nişan tâlimleri, at ve yüzme yarışları, güreş vb. etkinlikler yapılır.
Lâle mevsimi sona erip kış soğukları başlayınca bir yandan Sultan Ahmet ile veziri her tarafı kapalı mekânları ısıtarak lâle ve karanfil yetiştirmeye çalışırken, öte yandan helva ziyafet ve sohbetleri devreye girer, yapılan şölenlere şairler, edipler ve mûsikişinaslar da davet edilir. Hânedan mensuplarının sünnet ve evlilik düğünleri günlerce, hatta haftalarca süren eğlencelere yol açar. Bu eğlencelerde Medreselerdeki âlimler, Sadrazamı övmede yarışa başlar. Şâir Keçecizade İzzet Molla'nın şu değişini bu âlimler için söylediği rivayet edilir. Deyişin aslı Osmanlıca;
''Meşhurdur ki fısk ile olmaz cihan harap
Eyler onu müdahanei âliman harap''
(Cihan ahlaksızlıkla harap olmaz
Onu âlimlerin dalkavukluğu harap eder.)
Osmanlı tarihi kaynakları bu zevk ve safa döneminde sarayın da etkisiyle ahlâk, yaşayış ve âdetlerde değişmeler başladığını ve lüks tüketimin arttığını belirtir. Devlet adamlarına orta sınıfın da katılmasıyla başlayan aşırı harcamaların önlenmesi için bir ferman dahi çıkarılır. Dönem Edebiyatının temsilcisi olan Nedîm, Lâle Devri’nin özellikle eğlenceye bakan safhasını şiirlerinde yansıtır.
Dönem Şairi Nedim, Lâle Devri'nin günlük hayatını ve İstanbul'un tasvirini aşağıdaki unutulmaz mısralarla yapar: Kasidenin adı bile ‘’vasf-ı İstanbul ve sitayiş-i Sadrazam İbrahim Paşa’’dır.
‘’Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedadır
Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır’’
(Bu İstanbul şehri ki, paha biçilmez ona
Tüm İran mülkü feda olsun tek bir taşına
Öyle tek bir incidir iki deniz arasında
Yeridir dünyanın güneşi ile tartılsa)
(Bî-misl ü behâ: Eşi benzeri olmayan. Seng: Taş. Yekpâre: Tek parçadan ibaret, bütün. Mülk: Ülke. Gevher: Mücevher. Bahr: Deniz. Hurşîd: Güneş. Cihân-tâb: Dünyayı aydınlatan. Sezâ: Uygun, lâyık)
Dönemin tarihini ise Râşid Mehmet, Çelebizâde Âsım ve Arpaeminizâde Mustafa Sâmi yazar.
Lüks, şatafat, adam kayırma ve liyakatsizlik
Başta padişah ve sadrazam olmak üzere devlet ricâlinin gelenekleri zedeleyecek dereceye ve israfa varan eğlence düşkünlükleri bazı çevreleri rahatsız etmekte gecikmez. Sarayın ölçüsüz masrafları, geleneklerden kopma, sadrazam tarafından konulan aşırı vergiler başta ulemâ olmak üzere halkın büyük çoğunluğunun hoşuna gitmez. Askerî reformlardan endişe duyan yeniçeriler de gayri memnun halkı destekler. Zira boş vakitlerinde ticaretle uğraşan yeniçeriler gibi küçük zanaatkârlar da son konulan vergilerden memnun değillerdir.
Önemli devlet mevkilerine sadrazam ve şeyhülislâm yakınlarının getirilir. Özellikle sadrazam, akrabalarından oluşan bir ekip kurar ve bunları önemli görevlere getirir. Bu durum içten içe iktidar kavgalarına yol açar. Sefer giderleri için yeni vergiler konması da bardağı taşıran son damla olur. Merkezdeki hoşnutsuzluğa taşradaki asayişsizlik sonucu İstanbul’a yönelik göçler, artan işsizlik ve esnafın karşılaştığı zorluklar da eklenir. Halk iyice yoksullaşır. Halkın büyük bir kısmı zor durumdayken Bab-ı Âli’de bazı devlet büyüklerinin gelenekleri zedeleyecek dereceye ve israfa varan eğlence düşkünlükleri huzursuzluklara sebep olur.
Şair Nedim de işret dizelerini işte bu sırada kaleme alır:
‘’Rakkas, bu halet senin oyununda mıdır
Aşıklarının günahı boynunda mıdır
Doymadım şeb-i vaslına şeb-i ruze gibi
Ey sim beden, sabah koynunda mıdır.’’
(Rakkas: Erkek dansöz, Halet: Hal, durum, Şeb-i vasl: Kavuşma gecesi, Şeb-i rûze: Oruçlu günün gecesi, Sim-beden: Gümüş bedenli)
İran ile savaş
Bazı ulemânın bu hoşnutsuzluğu körüklemesine rağmen ayaklanma siyasî sebeplerden dolayı çıkar. Rusya’nın bir süredir Hazar sahillerine kadar uzanan bölgeyi işgal etmesi, yöre Müslümanlarının Osmanlı padişahından yardım talepleri ve İran’da gelişen olaylar Osmanlı Devleti’nin dikkatini ister istemez doğuya çevirir. Bazı batı İran şehirlerine giren Osmanlılar ile Ruslar karşı karşıya geldilerse de Fransa’nın İstanbul’daki elçisi Marquis de Bonnac’ın devreye girmesiyle 1724’te bu devletle “ebedî sulh” diye anılan mukāsemenâme imzalanır ve İran’ın bazı şehirleri paylaşılır. Ancak İran’ın doğusunda gelişen olaylar sonunda Şah II. Tahmasb’ın tahttan indirilmesi üzerine yeni İran hâkimi Eşref Şah bu anlaşmayı kabul etmez. 1726’da yapılan Osmanlı-İran savaşını Osmanlılar kaybeder.
Patrona Halil İsyanı
Doğuda gelişen bu olaylar, merkezde III. Ahmet’e ve Sadrazam İbrâhim Paşa’ya muhalefeti giderek arttırır. II. Tahmasb’ı himayesine alarak Osmanlı idaresindeki İran şehirlerini, bu arada Hemedan ve Tebriz’i alan Nâdir Ali Han’ın (Nâdir Şah) başarıları hükümet karşıtlarını harekete geçirir.
Halk Sadrazamın sefere katılmasını ister. III. Ahmet göstermelik bir sefer alayı düzenler. Akşam olunca kayıklarla saraya geri döner. Bu durumun anlaşılması bardağı taşıran son damla olur. Sonunda Tebriz’in elden çıktığı, sadrazamın bunu gizlediği, Üsküdar’da toplanan, fakat bir türlü sefere çıkmayan ordu gibi bahanelerle huzursuzluk iyice artar.
Sonuçta bir yandaki korkunç sefalet ve başıbozukluk ve diğer yandaki zenginlik ve sefahate karşı Patrona Halil önderliğinde bir ayaklanma patlak verir. Şair Nedim damdan dama atlayarak kaçarken öldürülür.
Patrona Halil İsyanı olarak bilinen bu ayaklanma sırasında damadı İbrâhim Paşa’yı feda eden III. Ahmet, âsilerin isteği üzerine tahtı da yeğeni I. Mahmut’a terketmek zorunda kalır. Saltanatının ilk yıllarında âsilerin isteklerine boyun eğen yeni padişah onların lâle bahçelerini, köşkleri ve diğer eğlence yerlerini tahrip etmesine engel olamaz.
İsyan sonucunda Padişah III. Ahmet tahttan indirilir ve yerine I. Mahmut getirilir. Devir teslim sırasında III. Ahmet yeğeni I. Mahmut'a o ünlü sözünü söyler:
‘’Devleti ehliyetsiz sadrazamlara teslim etme.’’
Böylece Lale Devri kan ve ateşler içinde kapanır.
Bu durumu arz etmek de bana kalır!
Osman AYDOĞAN