Genç Werther’in Acıları
17 Haziran 2020
Hem geçen haftaki yazımda Özdemir Asaf'ı anlatırken hem de dünkü yazımda Herman Hesse'nin ''Gertrud'' isimli eserini tanıtırken Goethe'nin ‘’Genç Werther'in Acıları’’ (Can Yayınları, 2007) isimli kitabından bahsetmiştim. Adını da zikredince Goethe'nin bu kitabını artık anlatmasam olmazdı...
‘’Genç Werther’in Acıları’’ (Almanca: Die Leiden des jungen Werthers), Johann Wolfgang von Goethe (1749 - 1832) tarafından 1774 yılında, 25 yaşında iken ve iki haftada yazılmış bir mektup romandır.
‘’Genç Werther’in Acıları’’, Werther adındaki genç bir hukuk stajyerinin nişanlı bir kadın olan Lotte ile intiharına kadar kurmuş olduğu ıstırap dolu ilişkilerini konu alan, Goethe’nin mektup tarzındaki romanının ismidir. Lotte de kayıtsız değildir bu aşka ama Lotte Albert’le nişanlıdır ve verilen sözler, ahlaki değerler önemlidir. Lotte Albert ile evlenir. Werther ise bir aile dostu olarak yer alır yanlarında. Ne var ki aşk ve dostluk arasındaki sınır çizgisi zayıftır. Sınırı geçmekten korkan Lotte, bir daha görüşmemeleri gerektiğini bildirir genç adama. Werther’in bu acıya dayanması ise imkânsızdır.
Werther bu halet-i ruhuye ile son mektubunda Lotte’ye şöyle yazar: “Bak Lotte! Bana ölümün sarhoşluğunu tarttıracak olan o soğuk ve korkunç kadehi elime alıyorum. Onu bana sen uzatıyorsun, ben de alırken hiç duraksamıyorum. Hayatımın bütün istekleri ve ümitleri yerine geldi. Ölümün çelikten kapısını vurmak öylesine titretici ve çetin ki” diyen Werther, “Silahlar dolu. Saat on ikiyi vuruyor. Alınyazısı bu, önüne geçilmez. Lotte! Elveda Lotte! Elveda” sözleriyle mektubuna ve yaşamına son verir.
Werther’deki bu halet-i ruhiye aşkın soyluluğunu ve soysuzluğunu yansıtır. Bu haleti ruhiye Attila İlhan’ın bir şiirini anımsatır; ‘’Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur.’’ Bu rezilce korkuyu kimler yaşamaz ki!
Gerçek hayatta ise Goethe hayatı boyunca kendine kusursuz eş arar... Hatta 1-2 kez evlenir fakat aradığını bulamaz... Bu kitapta Goethe sıkça bu sorununa vurgu yapar. Romanın kahramanı Lotte, kitabın oluşum safhasında, genç Goethe’nin tanışmış olduğu Maximiliane La Roche’den de izler taşıdığı Alman edebiyatçılarınca yazılır, söylenir.
Goethe'nin hakkında "eğer romanda Werther ölmeseydi, ben ölecektim" dediği eserdir bu roman. Sadece aşk acısı ve kara sevda açısından bakmamak gerek bu kitaba çünkü romanda psikoloji var, romanda bir iç çatışma var, romanda karşıtların çatışması var, romanda diyalektik de var.
Platonik bir aşkı anlatır Goethe bu kitabında. Bu kadar büyük bir aşk ancak platonik olur zaten dedirtiyor insana. Çünkü insan aşkı elde edince ne kadar değerli olursa olsun onun için artık sıradandır. Halil Cibran derdi zaten; ‘’ulaşamadıklarınız ulaşmış olduklarınızdan daha değerlidir.’’
Goethe eserinde; kişinin acı çekmekten zevk almasını, kendisini nasıl da kendi zoruyla bir uçuruma çektiğini, hayatın anlamsızlaşmasını ve karşılıksız aşkı, mükemmel bir şekilde anlatır…
Başkarakter, bizlere, aşkın; karşı taraftan ziyade kendi içimizde yaşadığımız, büyüttüğümüz, putlaştırdığımız bir duygu olduğunu, en yakın arkadaşına yazdığı mektuplarla içten bir dille izah eder. Âşık olduğumuz "şey" aslında çoğu zaman da bir hayalden ibarettir. Ona atfettiğimiz her şey bizimle, kendimizle ilgilidir. Onu güzel–yakışıklı bulmamız, çok akıllı ve zeki olduğunu düşünmemiz, dünyada eşi benzeri olmayan bir dürüstlüğe sahip olduğuna inanmamız, bizimle ilgilidir. Çünkü aşk, bir aşık ile aynanın karşılaşmasından, sevdiğimiz şey ise aslında kendi yansımamızdan, kendi hayallerimizden başka bir şey değildir. Werther'de de böyle olmuştur. Halil Cibran derdi zaten; ‘’Her erkek iki kadına aşık olur. Biri hayallerinde yarattığı diğeriyse henüz doğmamış olandır.’’ Werther hayalindeki kadına aşık olmuştur aslında.
Karşılıklı sevgiler bir beklenti üzerine kurulmuştur; sen beni seversen! '‘O'’ sevmeden sevmek, ''o'' bilmeden sevmek ve her hal ve şartta onun mutlu olması için çalışmaktır gerçek sevgi… Werther'de öyle yapar; karşılıksız sever, gerçekten sever. Zaten "seni seviyorsam bundan sana ne?" diyen Goethe gibi bir dâhiden başka ne beklenebilirdi ki?
Bu kitabın Türk edebiyatındaki muadili; Mehmet Rauf'un ‘’Eylül’’ isimli psikolojik romanıdır. Kısmen sonu da benzer. Sabahattin Ali'ye ‘’Kürk Mantolu Madonna’'yı yazarken ilham vermiştir. Ayrıca Şeyh Galib'in ‘’Hüsn-ü Aşk’’ı da bu esere benzer...
Kitabin en güzel tarafı Goethe’nin okuyucuya sunduğu şu nottur: ‘'Ey güzel insan, sen de onun gibi bir tutkunun esiriysen, onun acıları sana avuntu olsun, eğer yazgından veya kendi hatandan dolayı bir arkadaş bulamıyorsan, bu küçük kitap dostun olsun.'’
Romanın piyasaya çıkmasının ardından Almanya sokakları bir “Werther salgınına” uğrayarak, ortalığı Werther’in giysileri olan mavi ceket, sarı pantolon giyen duygulu gençler istila ederler.
Okurken yavaş yavaş üstünüze bir ağırlık çöker, kalbiniz sıkışır, tansiyonunuz yükselir, nefes alamaz hale gelirsiniz, öyle ki bu Korona günlerinde kendinizi yoğun bakımlardaki entübe edilmiş Korona hastası gibi hissedersiniz... Ancak yine de bırakamayacağınız hatta tekrar tekrar okumak isteyeceğiniz bir başyapıttır Goethe’nin bu kitabı.
Goethe’nin bu kitabında İçerdiği her mektup hayata dair ayrı bir kitaptır. Cennetle cehennemin nasıl da birbiriyle yoğrulup iç içe geçtiğinden bahseder Goethe bu kitabında.
Bu kitabın dünya üzerinde bunca sevilmiş olmasının nedeni içeriğinden ziyade yazarın kullandığı dildir. Yaşamınızda şimdiye kadar Goethe’nın bu kitabını okumamışsanız eğer çok şey kaçırdığınızı bilin isterim! Eğer Almanca da biliyorsanız kitabı kendi dilinden okumaya da doyum olmaz derim.
Ve kitap son olarak şu mesajı verir aslında: ''Birisini sevmeyi başaramayanı, kimse sevemez.''
Kitaptan bazı bölümler sunuyorum.. Her bir bölüm üzerinde düşünmeniz dileği ile...
Kitaptan bazı bölümler
"Eğer insanlar imgelemleriyle geçmişteki kederin anılarını çağrıştırmak uğruna bu denli çaba gösterecekleri yerde kayıtsız bir şimdiye katlansalardı, çektikleri acı daha az olurdu."
‘'Tanrı’nın bize her gün sunduğu güzel şeylerin tadını çıkaracak kadar kalbimizin kapıları açık olursa, başımıza gelen kötü şeylere katlanacak gücümüz olur.’'
"Ama öte yandan, sabahları doğan güneş güzel bir günü vaat ettiğinde, 'işte yine insanların birbirine zehir edebileceği bir nimeti bağışlıyor gökyüzü' diye haykırmaktan kendimi alamıyorum."
"Ey ulu Tanrım! Önce akıl sahibi olup sonra onu kaybetmedikçe mutlu olmamak insanların kaderi midir?"
"Herkesin aynı olmadığını biliyorum ve hiçbir zaman da herkes eşit olmayacak. Fakat saygınlıklarını korumak için halktan uzak durmaları gerektiğini düşünenler, en az düşmanın karşısında ölüm korkusuyla saklananlar kadar yenilmeyi hak eden kimseler.."
‘‘Sevgili değerli dost, unutulmaması gereken bir şey var, o da: insan duyarlılığı!"
‘‘Sefaletim ve yalnızlığım belki de mutlu edemediğim kişinin bir başkası tarafından mutlu edilmesinden kaynaklanıyor.’’
"Ayrıca yüreğimi değil, aklımı ve yeteneklerimi beğeniyor, oysa her şeyin kaynağı yürektir: Tüm gücün, tüm mutluluğun, tüm kederin. Ah, benim bildiklerimi herkes bilebilir ama yüreğimdir yalnızca bana ait olan.’’
‘‘Dışa vurduğu ufak sevinçleri elinden almak için, bir insana baskı yapanlara yazıklar olsun. Ne dünyanın tüm armağanları, ne de tüm lütufları, başımızdaki despotun kıskanç sıkıntısının bize zehir ettiği bir anlık neşenin yerini tutar.'’
‘'Gerçi dünyadaki bütün işler değersiz, başkaları istiyor diye kendi tutkusunu, kendi gereksinimini dikkate almadan para, onur ve başka şeyler uğruna kendini yiyip bitiren insan her zaman budalanın biridir.’'
‘'Çünkü her şeyi kendimizle, kendimizi de herkesle karşılaştıracak şekilde yaratılmışız bir kere, bundan dolayı mutluluk ve hüznümüz bağlı olduğumuz şeylerden etkileniyor kuşkusuz, bu durumda en tehlikeli şey de yalnızlık.'’
"Üzerinde zevkle yaşamak için insanın sadece biraz toprak parçasına, altında huzurla yatmak içinse bundan daha azına ihtiyacı var.’’
"Sahip olduğum o kadar çok şey var, ama Lotte için duyduklarım sahip olduğum her şeyi yutuyor; sahip olduğum o kadar çok şey var, ama onsuz her şey bir hiçe dönüşüyor."
“… Sevgili arkadaşım, dünyadaki karışıklıklara yol açan şeyin, kurnazlık ve kötü niyetten öte, belki de yanlış anlamalar ve atalet olduğunu bir kez daha saptadım. En azından ilk ikisine daha az rastlanıyor.”
"Aklımızı, mantığımızı serbestçe kullanmaktan bizi alıkoyacak her şeyden kaçınmalıyız; çünkü ruh özgürlüğüne ancak böyle ulaşabiliriz."
“Kendimizi yitirdiğimizde her şeyi yitirmiş oluruz! Kendimizden yoksunsak, elbette her şeyden yoksun kalıyoruz.'’
“Bazen aklım almıyor; onu yalnızca ben, hem de öylesine içten, öylesine dolu dolu severken, ondan başka hiçbir şey görmez, bilmezken, ondan başka hiçbir varlığım yokken, nasıl olur da onu bir başkası da sever, sevebilir?”
‘‘Sabahları ağır rüyalardan kurtulmaya çalışırken kollarımı ona boşuna uzatıyorum. Çimler üzerinde yanında oturduğumu ve elini tutup binlerce kez öptüğümü gördüğüm mutlu ve masum düşler beni kandırdığında yatağımda çaresizlik içinde onu arıyorum. Ah, uyku sersemliği içinde uyanıyorum, sıkışan yüreğimden gözyaşı seli boşalıyor ve karanlık bir geleceğe doğru tesellisiz ağlıyorum.’’
‘‘Acının insanlarla paylaşıldığı takdirde azalacağı konusunda kuşkusuz haklısın, değerli dostum, keşke insanlar-niçin böyle olduklarını ancak Tanrı bilir!- geçip giden şimdiyi yaşamak yerine, geçmişte kalan bir sıkıntının hatıralarını anımsamak için hayal gücünü bu kadar zorlamasalar.'’
‘'Tembellik neyse keyifsizlik de odur, tembelliğin bir türüdür. Doğamızın buna eğilimi var, ancak toparlanma gücünü bulursak kolaylıkla çalışmamız mümkün olur, gerçek hazzı elde etmenin yolu çalışmaktan geçer.'’
“İnsan doğası sınırlıdır. Sevince, kedere, acılara ancak belli bir dereceye dek dayanabilir. Ve o derece aşılırsa insan yok olur. Yani söz konusu olan birinin güçlü ya da zayıf olup olmadığı değildir. (buraya dikkat!) kendi yaşantısına ne ölçüde dayanabiliyor, soru budur! Hem ahlaki, hem bedensel anlamda…’’
"Yaşamanın bir rüyadan, bir hayalden başka bir şey olmadığını düşünen ilk kişi ben değilim.’’
‘’Bizler aynen zindanların duvarlarına gönül ferahlatan, güzel resimler çizen mahkûmlara benziyoruz.’’
‘’… çünkü sanırım ölmek hayatın türlü cefalarına göğüs germekten daha kolaydır. Öyleyse canına kıymak yiğitlik değil, uyuşukluk, korkaklıktır."
‘‘Ama şimdi hatırlıyorum da içimi kemiren o eski günler neden böyle tatlıydı? Tanrı’nın rahmetini sabırla beklediğim, bana verdiği sevinci içten ve minnet dolu bir kalple duyduğum için mi?''
Sahi siz yaz tatili için okuyacak kitap arıyordunuz değil mi?
Osman AYDOĞAN