Dönemeç
02 Kasım 2020
''Dönemeç'' şiiri, Necip Fazıl Kısakürek’in değeri pek bilinmeyen, ‘’Kaldırımlar’’ kadar da pek tanınmayan, ancak insanın kalbine bir hançer gibi saplanan, insanın beynine bir mıh gibi çakılan hüzünlü şiirlerinden birisidir… Bu şiir, Necip Fazıl’ın ‘’Çile’’ (Büyük Doğu Yayınları, 2013) kitabının ‘’Kadın’’ başlığında geçer:
Dönemeç
Bir gündü, hava ılık
Ve cadde kalabalık
Bir kadın sapıverdi önümden dönemece;
Yalnız bir endam gördüm, arkasından, ipince.
Ve görmeden sevdiğim, işte bu kadın dedim,
Çarpıldım sendeledim.
Bir gündü mevsim bayat
Ve esnemekte hayat....
Dönemeçten bir tabut çıktı ve üç beş adam;
Yalnız bir ahenk sezdim, çerçevede bir endam.
Ve tabutta, incecik, o kadın var, anladım;
Bir köşede ağladım.....
Necip Fazıl Kısakürek, 1940
Şiirin bölümleri
Şiirde iki bölüm vardır. Birinci bölümde canlı bir hayat anlatılır; ''hava ılık ve cadde kalabalık''tır. Bu canlı hayatta bir yıldırım aşkı da anlatılır: ‘’Bir kadın sapıverdi önümden dönemece; yalnız bir endam gördüm, arkasından, ipince. Ve görmeden sevdiğim, işte bu kadın dedim, çarpıldım, sendeledim.’’
İkinci bölüm ise bu ‘’dönemeç’’ten sonraki manzara anlatılır. Bu bölümde mevsim bayattır. Yani zaman geçmiş, hayat akıp gitmiştir. Ve sevilen kadının yokluğu üzerine bayatlamış hüzünlü bir mevsimin tasviri yapılmıştır: ‘’Bir gündü mevsim bayat ve esmekte hayat.’’ Ve ’’o'' ipince endam gidince de bir köşede oturup ağlamıştır.
Hayatınızın bir dönemecinde bir şekilde değmişse o ipince endam onu artık unutmak asla mümkün değildir… Çarpılırsınız, sendelersiniz... Kalbiniz göğüs kafesinizde, kafesine çarpan yabani kuşlar misali çırpın çırpın çırpınır... Bu dönemeçte ''hayat'' vardır... Artık hayatınız her daim bahardır... Öteki dönemeçte ise ''memat'' vardır... Orada da kalbiniz bir sonsuzluğa kadar, bitmemecesine, dinmemecesine kümesine sırtlan girmiş tavuklar gibi çığlık çığlığadır... Ve artık umutsuzca kalbiniz çırpın çırpın çırpınır…
Şiirde geçen ''tabut''; o incecik kadının artık yokluğunu, erişilmezliğini anlatır, yoksa ölümünü değil...
Ve her hayatın birçok ‘’dönemeç’’i vardır.
Ve bu dönemeçlerin her birinde insan bir köşede oturup için için ağlar, hüngür hüngür ağlar, zırıl zırıl ağlar... Dönemeçten önceki mevsimin hatırası insanın yüreğini dağlar... Artık dışarıda mevsim cıvıl cıvıl Haziran, içinizde mevsim hazin hazin sonbahar...
Dönemeç’e tekrar dönmek üzere bu şiirle ilgili bir başka şiiri ve bu başka şiirle ilgili bir bilgiyi aktarmak istiyorum.
Karanfil Sokağı
Ahmet Arif muhteşem şiiri ''Karanfil Sokağı''nda da böylesi bir kadından ve böylesine bir yıldırım aşkından bahseder... Bu şiir Ahmet Arif'in ilk ve tek şiir kitabı olan ''Hasretinden Prangalar Eskittim'' (Metis Yayıncılık, 2008) kitabında yer alır. Şiir şu dizelerle başlar:
‘’Tekmil ufuklar kışladı
Dört yön, onaltı rüzgâr
Ve yedi iklim beş kıta
Kar altındadır.’’
Şiir uzundur ama bu uzunluğu şiirin son kıtası için yazılmıştır. Karanfil Sokağında bir kafede dal gibi, fidan gibi güzel bir kız oturmaktadır. Ancak bu kız oralı değildir; Altındağ’dan ya da İncesu'dandır... Yanakları al aldır, şarkısı bir yangın şarkısıdır. Necip Fazıl bu şiirinde aşık olduğu kadına ''Yalnız bir endam gördüm, arkasından, ipince'' diye hitap ederken Ahmet Arif de bu şiirinde ''Bir dal süzülür mavide'' diye bahseder:
‘’Karanfil sokağında bir camlı bahçe
Camlı bahçe içre bir çini saksı
Bir dal süzülür mavide
Al - al bir yangın şarkısı,
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Kökü Altındağ'da, İncesu'dadır.’’
İşte böylesine büyülü, efsunlu bir kuvvettir şiir... ''İpince bir endam'' ve ''mavide süzülen bir dal'' ile iki ucu birleştirir... İşte bu nedenle derdi zaten Ceyhun Atuf Kansu: ''Şiir yazılan toplumda asla umut kesilmez.”
Ahmet Arif’ten Leyla Erbil’e
Ahmet Arif’in yazımda bahsettiğim ''Hasretinden Prangalar Eskittim'' kitabındaki ‘’Karanfil Sokağı’’ şiirinde geçen kadının Leyla Erbil olduğu iddia edilir. Bu kanıyı güçlendiren ise Ahmet Arif’in âşık olduğu Leyla Erbil'e yazdığı mektuplardan oluşan kitabıdır: ''Leylim Leylim Ahmet Arif'ten Leyla Erbil'e Mektuplar'' (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019).
Ancak ben; Ahmet Arif’in ‘’Karanfil Sokağı’’ şiirinde geçen kadının Leyla Erbil olmadığını düşünüyorum. Şöyle ki; Leyla Erbil İstanbulludur, kentsoyludur ve Leyla Erbil'in tüm tahsil hayatı İstanbul'da geçer... Leyla Erbil Ankara’da hiç bulunmaz… Leyla Erbil, hele hele o zaman bir gecekondu semti olan şiirde de adı geçen ne Altındağ ne de İncesu'dandır... Zaten şiirde de geçen kadının da ''saksıda boy vermesi'' sanki kentsoylu bir kadını değil de taşralı, gecekondudan bir kadın olduğunu anlatır gibidir... Dolayısıyla Ahmet Arif'in bu şiirinde bahsettiği kadının Leyla Erbil olmadığını düşünüyorum...
Ahmet Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı mektupları da değerlendirecek olursam: Bu mektuplarda Franz Kafka'nın Sevgili Milena'sına, Halil Cibran'ın âşık olduğu Mey Ziyâde'ye yazdığı mektuplardaki derinlik yoktur diye düşünüyorum. Bu kadarını söylemek isterim.
Şimdi tekrar dönelim ‘’Dönemeç’’ şiirine…
Şiirde iki bölüm vardı: Birinci bölümde canlı bir hayat, ikinci bölüm ise bayat bir mevsim anlatılırdı. Ve ben şiiri anlatırken insan hayatının da birçok dönemeci olduğunu anlatmıştım.
Sadece insan hayatı değildi ki dönemeçleri olan… Toplumların da devletlerin de dönemeçleri olurdu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin de tıpkı şiirdeki gibi dönemeçleri oldu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, kurulduğunda; ulusal egemenlik, tam bağımsızlık, ulusal onur, ulusal gurur gibi kimliği, sanayileşme, kalkınma, demokrasi, yurtta ve dünyada barış ve muasır medeniyet seviyesine erişme gibi bir hedefi olan cıvıl cıvıl canlı bir bir hayatı vardı.
Türkiye Cumhuriyeti de çok dönemeçten geçti. Türkiye Cumhuriyeti bu dönemeçlerden geçe geçe geldiği noktada; sanatı vıcıklığa, siyaseti tüccarlığa, dini yobazlığa, milleti ümmete, hukuku gukuka, Hakk’ı batıla, gücü despotizme, eğitimi Ortaçağa, bilimi hurafeye, basını yandaşlığa, âlimi dalkavukluğa, derinliği sığlığa, devleti aşirete, zarafeti ve efendiliği kabalığa, niteliği niteliksizliğe dönüşerek bayat bir mevsime dönüştü.
Artık bu bayat mevsimde memat vardır.
Ve tabutta, gencecik bir Cumhuriyet, anladım;
Bir köşede ağladım...
Osman AYDOĞAN