Yeraltından Notlar
15 Ekim 2020
Dostoyevski’nin, ilk olarak 1864 yılında basılan “Yeraltından Notlar” (Can Yayınları, 2011) isminde güzel bir kitabı var. Kitabın adı her ne kadar ‘’Yeraltından Notlar’’ ise de yer üstünde yazılmış en iyi eserlerden birisidir. Dostoyevski'nin en güzel eseridir.
Bu kitap, Dostoyevski'nin başta Albert Camus olmak üzere birçok Batılı düşünürü varoluşçu anlamda etkileyen bir klasik olarak kabul edilen kısa romanıdır. Nietzsche kitap için “Yeraltından Notlar, hakikati kanla haykırır” der. Kitap aslında Dostoyevski'nin o dönemki Rus aydınına karşı seslendirdiği bir haklı sitemdir.
Kitapta, insanın psikolojisi mükemmel bir şekilde yansıtılır… Kitapta, insanın kendi içinde düştüğü anlaşmazlıkları acımasızca yüzene vurularak, çaresiz bir insanın hayat karşısında tutunamamasının, ruhsal olarak yaralanmasının, varoluşunu dünyaya haykırmak isterken giderek kabuğuna çekilmesinin hikâyesi anlatılır.
Kitap; ‘’Ben hasta bir adamım... Gösterişsiz, içi hınçla dolu bir adamım ben’’ diye başlar. Kitap, okuruna "yeraltı" diye adlandırdığı bir ruh halinden seslenen kahramanın uzun, çılgınca söyleviyle bu şekilde başlar. Ardından, bu ahlakçı, uyumsuz, dürüst kişinin yaşadığı bir aşağılanma olayı anlatılır.
Dostoyevski’nin, “Yeraltından Notlar”ında, “insanın en iyi tanımlaması” diyerek şu saptamayı yapar: “İki ayaklı nankör bir yaratık. Hepsi bu kadarla kalsa gene iyi… Çünkü böylece en büyük kusuru unutulmuş olurdu. İnsanın en büyük kusuru, erdemsizliğidir. Erdemsizlik ve buna bağlı olarak ölçüsüzlük. Ölçüsüzlüğün erdemsizlikten ileri geldiği çoktandır bilinen bir gerçektir.”
Ve kitabın başka bir yerinde de şöyle devam eder: "İnsan olmak, gerçek insan, etiyle kemiğiyle insan olmak bile ağır gelir bize. Utanırız bundan, insan olmayı yüzkarası sayarız, benzeri olmayan toplumsal birtakım insanlar olmak için çabalarız. Ölü doğmuş insanlarız biz ve uzun zamandır canlı babaların çocukları değiliz, giderek daha çok hoşlanıyoruz böyle doğmuş olmaktan. Zevk duyuyoruz bundan. Çok yakın bir gelecekte bir şekilde düşüncelerden doğmanın yolunu bulacağız."
Kitaptan beğendiğim birkaç cümle:
"Ben, sizlerin yarım yamalak bıraktığı şeyleri sonuna kadar götürdüm. Sizler, korkaklığınıza ‘ölçülü davranış’ kılıfını geçirip, onunla teselli buluyorsunuz. Şu halde, sizlerden daha gerçek bir hayat sürüyorum ben."
"Umutsuzluk en yakıcı zevktir, özellikle içinde bulunduğun durumun çaresizliğini açıkça kavramışsan. Tokadı yiyince, bilinç öyle bir ezilir ki pestile döner."
‘’Kolay elde edilmiş bir saadet mi, yoksa insanı yücelten ıstırap mı daha iyidir?’’
"İki kere iki çekilmez bir şey. İki kere iki dört, bana sorarsanız bir küstahlıktır. İki kere iki dört ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa sola tükürük atan bir külhanbeyinin ta kendisidir. İki kere iki dördün yetkinliğine inanırım ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir."
"Acı çeken kimse inlemekten zevk alır; almasa inlemesini pekâlâ tutardı."
"Bir de bakarsınız, asıl amaç uçup gitmiş, sebepler toz olmuştur; suçlu ele geçmemektedir, aşağılanma aşağılanmadan çıkıp diş ağrısı cinsinden kaderin cilvesi haline gelmiştir. Yapacağın tek şey kalıyor, o da duvarı daha sert yumruklamak."
"Umutsuzluk en yakıcı zevktir, özellikle de içinde bulunduğun durumun çaresizliğini açıkça kavramışsan.’’
"...gerçekte ne istiyorum biliyor musunuz? Hepiniz cehennemin dibine gidin, işte onu! Huzur istiyorum. Bütün dünyayı şu saniye, tek kuruşa satarım, sırf rahatsız edilmemek için. Dünya cehennemin dibine batacak mı, yoksa çayımı içemeyecek miyim? Batarsa batsın derim, ben çayımı içeyim de."
"Aslında hepimiz mutluyuz, farkına varabilsek."
"Sevgi ile kin kalpte uzun süre barınamaz."
"Geçmişe baktığım vakit, boşa harcadığım tüm anları, yaşam hakkındaki bilgisizliğim yüzünden yanılmalarla, yanılgılarla, önemsiz işlerle yitirdiğim tüm anları düşündükçe bir kan damlası yüreğimi kaplıyor. En iyiye ulaşmak için değiştireceğim kendimi. Tüm umudum bundadır."
“Ve görüyorsun ki; alnımıza yazılanla, kalbimize kazınan bir olmuyor...”
"Öyle ya, belki yalnızca mutluluğu sevmiyordur insan. Belki aynı ölçüde acıyı da seviyordur? Belki acı da mutluluk kadar çıkarınadır? Ayrıca insan kimi zaman acıyı tutkuya varan bir sevgiyle arzular."
"Bizler arzu edilenden ziyade arzu etmeye aşığızdır."
‘’İnsana lüzumlu olan tek şey, onu nereye sürükleyeceği belli olmayan hür iradedir.’’
"Baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıyla bir hastalık."
''Bizler artık hayatın bu çeşit tatlılıklarından faydalanamayacak kadar baltalandık. Acının fazlası, daha doğrusu bu kadar manasız sıklığı, uyuşturuyor, kurutuyor.''
Günümüz, ülkemiz ve bizler
Dostoyevski’nin kitapta geçen bir sözü vardır ki tam da günümüzü, bizleri, aydınlarımızı, aydın karanlığında cayır cayır, alev alev yanan ülkemizi ve ülkemizin kaderini anlatır:
“Çağımızın bütün aydınlarınınki gibi bende de hastalıklı bir zihin gelişimi vardı. Bu aydınların tümü de birbirinden mıymıntı, bir sürünün koyunları gibi birbirinin aynıdır. Belki de dairemizde emek verenlerin içinde yalnız ben aydın olduğum için, kendini ürkek, köle ruhlu duyumsayan tek kişi de bendim. Yalnız duyumsamak olsa yine iyi, ben gerçekten köle ruhlunun, korkağın alçağın biriyim. Çağımızda aklı başında olan her insan korkaktır, köle ruhludur ve ne yazık ki böyle olmak zorundadır.”
Acı olan şu ki; Dostoyevski bu kitapta kendini anlatmış gibi gözükse de aslında bizleri anlatıyor, çoğunuz böylesiniz demek istiyor, siz işte busunuz demek istiyor, gerçekleri acı da olsa yüzümüze yüzümüze bir tokat gibi çarpıyor...
Osman AYDOĞAN