Yarattığımız dünya bizim düşünce biçimimizin ürünüdür.
Şu sözler Mahatma Gandi’ye ait;
‘’Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür,
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür,
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür,
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür,
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür,
Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür,
Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.’’
Gandi’ye göre; ‘’düşüncelerimiz kaderimizdir.’’
Zaten çoook önceden Mevlânâ da aynı şeyi söylememiş miydi?
‘’Kardeşim sen düşünceden ibaretsin.
Geri kalan et ve kemiksin.
Gül düşünürsün, gülistan olursun.
Diken düşünürsün, dikenlik olursun.’’
Bilenler bunu böyle söylüyor; düşüncelerimiz kaderimizdir!
Yaşadığımız her şeyin temel kaynağı düşüncelerimizdir!
Avusturyalı düşünür Ludwig Wittgenstein ‘’Tractatus’’ isimli eserinde ‘’düşünce’’yi ‘’tasarım’’ olarak kabul edip şöyle yazıyor;
‘’Olguların mantıksal tasarımı, düşüncedir.’’ "Bir olgu bağlamının düşünebilir olması şu demektir: Biz onun bir tasarımını kurabiliriz.’’
‘’Doğru düşüncenin toplamı, dünyanın bir tasarımıdır.’’
‘’Düşünce, düşündüğü olgu durumunun olanağını içerir. Düşünülebilir olan, olanaklıdır da.’’
Burada Wittgenstein’ın en önemli tezi şu cümlede yatıyor;
‘’Düşünülebilir olan, olanaklıdır da.’’
Alfred Adler ‘’İnsanı Tanıma Sanatı’’ isimli kitabına Heredot’un ‘’Düşünce’’yi ‘’ruh’’ ile özdeşleştiren şu sözü ile başlar; "insanın ruhu onun yazgısıdır."
Bu görüşe göre; ruhsal yaşamda geçen bütün olaylar, birey tarafından saptanan bir amaca hazırlık niteliği taşır.
En küçük atomdan en büyük yıldıza kadar evrende her şeyin devinim içinde olduğunu söyleyen, Hippocrates’in çağdaşı olan Abdera’lı Democritus şöyle söylerdi:
‘’İnsanın mutluluğu ya da mutsuzluğu kazandığı altın ya da eşyayla bağıntılı değildir. Mutluluk ya da üzüntü kişinin ruhundadır. Bilge bir kişi her yerde kendini evindeymiş gibi hisseder. Evrenin tümü onurlu bir ruhun evidir.’’ Democritus’a göre; ‘’mutluluk ya da üzüntü kişinin ruhundadır.’’
Evrende her şey iki kere yaşanır; olaylar önce zihinde tasarlanır, sonra da gerçekleşir, tıpkı bir mimarın bir binayı tasarlayıp planını çizmesi ve mühendisin de onu inşa etmesi gibi… Zihinde tasarlanmayan hiçbir şey evrende gerçekleşmez.
Düşler kurarız kelimelerle, düşüncelerle ve zamana bırakırız bu düşleri, onlar da tıpkı toprağa düşen tohumlar gibi, zamanla filizlenip gelişirler ve yaşadığımız gerçek olarak karşımız çıkarlar.
Yaşadığımız dışsal gerçeklik aslında kendi içsel psikolojimizin somutlaşmış halidir. Her şey düşüncemizde başlar ve onunla somutlaşır. Bir Çin atasözü düşüncelerimizin evrene saldığımız bir frekans olduğunu söyler; düşüncelerimizin evrene bir etkisi ve evrenin de buna bir tepkisi olurmuş.
Kendimiz dünyadan ve evrenden ayrı değil, dünya ve evren ile bir bağlantı halinde ve o muazzam evrenin, organik bir bütün olan evrenin bir parçasıyız. Öyle organik bir bütün olan evrenin parçasıyız ki, bir Çin atasözünde söylendiği gibi ‘’bir ot yolarsanız tüm bir evreni sarsarsınız.’’
Fransız filozof Michel Foucault da 1996 yılında yayınladığı ‘Kelimeler ve Şeyler’ (Les Mots es les choses) isimli kitabında da ‘’bakanın bakılan olduğu’ tespiti yapar. Günümüz Kuantum düşüncesi de farklı bir şey söylemez zaten; ‘’gözlemci ile gözlemlenen ayrılmazdır, birdir, bütündür.’’
İslam tarihindeki üç büyük düşünürden birisi olan Muhyiddin İbn-i Arabî’nin ortaya koyduğu Vahdet-i Vücud (Varlık birliği) tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek kaynaktan geldiğini ve "bir" olduğunu savunur.
Evrende bir etki ve tepki akışkanlığı içerisinde yaşamaktayız. Ne ekersek onu biçeriz. Buğday eken buğday biçer, arpa eken arpa, domates eken domates. Hiç görülmemiştir; patates ekip de ayçiçeği biçen veya biber ekip de havuç ürünü alan!
Bir Japon atasözü de şöyle söylerdi; ‘’güzel kelimeler güzel doğa, çirkin kelimeler çirkin doğa yaratır.’’ Bir Yunan atasözü şöyle der; ‘’Kelimenin gücü Tanrı’nın gücüne eşittir.’’ Ve şöyle devam eder Yunan atasözü; ‘’insanoğlu bilseydi kelimenin gücünü, kötü bir kelimeyi değil kullanmak, aklından bile geçirmezdi.’’
Benzer şekilde hep olumsuz kelimeler kullananın ve düşünenlerin, hep karamsar bir ruh halinde içinde olanların iyi olaylarla karşılaştıkları ve mutlu oldukları hiç görülmemişlerdir.
Mutlu olmak bir ruh hâlidir, bu ruh hâli de kendimize bağlıdır. Nerede ve kiminle olduğumuz önemli değildir. ‘’Nasıl’’ olduğumuz ve ‘’kendimizi nasıl hissettiğimizdir’’ önemli olan. Hem olumsuz duygulara sahip olup, hem de kendimizi iyi hissetmemiz imkânsızdır. Olumsuz düşünce ve mesajların bizlere hiçbir faydası yoktur. Depresyon, öfke, alınganlık, suçluluk duygusu; bunlar olumsuz duygulardır ve kendimizi güçlü hissetmemize izin vermezler. Eğer ortada bir problem varsa buna dışarıdan birisi veya başka bir şey yol açmazlar; kendi düşüncelerimiz kendi problemlerimizi yaratır.
Tasalarımız kendi kendini doğrulayan kehanete dönüşüp öngördükleri felaketlere bizleri sürüklerler. Bilimde “Ters Çaba Kuralı” diye bilinen bir kural vardır. Şu şekilde formüle edilir: ‘’Başınıza gelmesinden korktuğunuz şeyleri fazla düşünürseniz, gerçekleşme ihtimalini artırırsınız.’’
Kendini doğrulayan kehanet düşüncesi, İngilizcesi "Pygmalion Effect" olan eski bir mitolojik öyküden almaktadır. Kıbrıs prensi, heykeltıraş Pygmalion, tüm kadınların kusurlu olduğunu düşünüp ideal bir kadının heykelini yapmaya çalışır. Galatea adını verdiği bu eser, o kadar güzel olmuştur ki, Pygmalion kendi eserine umutsuzca âşık olur ve onun gerçek olduğunu düşünmeye başlar. Daha sonra heykel canlanır. Sonra şu inanış ortaya çıkar; ‘’inanılan her kehanet kendini doğrular.’’
Kötü senaryolar yazmak enerji tüketen ve cesaret kıran saplantılı endişelerin uzak akrabalarıdır. Aklını hayatının karışık yönlerine takan, geçmişindeki şanssızlık ve düş kırıklıklarını tekrar tekrar düşünen bir insan aynı şanssızlık ve düş kırıklıklarını gelecekte de yaşamak için dua etmiş olur.
Yaşadıklarımızın çoğunu geçmişimiz, izlenimlerimiz, biriktirdiklerimiz ve önyargılarımız şekillendirir. Çünkü gerçek; bellek ve algıdan ibarettir. Bunun dışında başka bir gerçek yoktur.
Özetle;
Yarattığımız dünya bizim düşünce biçimimizin ürünüdür.
Yaşadığınız dünyayı iyi tanımlayın!
Çünkü insanlar gördükleri dünyayı tanımlamazlar, tanımladıkları dünyayı görürler.
Çünkü hayat bir ayna gibidir, nasıl bakarsanız öyle görürsünüz.
Çünkü hayat bir vadi gibidir, nasıl ses verirseniz öyle yankı alırsınız.
Çünkü kader bir tasarımdır, nasıl tasarlarsanız öyle yaşarsınız.
Çünkü siz kendi kaderinizin yaratıcısı ve tasarımcısısınız.
Çünkü siz ne düşünürseniz O’sunuz.
(Güzel şeyler düşünün ki, güzel şeyler yaşayasınız!!!)
Osman AYDOĞAN