Aydın karanlığında alev alev yanmak
Aydın kavramının eski dildeki karşılığı ‘’münevver’’dir. Karşılığı ise aydınlatandır. Aydının değişik yazarlara göre tanımları farklı farklıdır:
Tevfik Fikret’e göre: Aydın "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür insan’’dır. Fikret’e göre aydın olmanın, olmazsa olmaz koşullarında birisi de "özgür ve bağımsız düşünmektir."
İlbey Ortaylı'ya göre: Aydın dünyaya, atalarından devraldığı değerlerle veya tartışmasız bir tavırla değil; kendi kavram ve araçlarıyla bakan kişidir.
Macit Gökberk'e göre: Aydınlar, düşünceleri ve değer ölçüleriyle topluma öncülük etmek görevini yapan ya da bunu yapmaları gereken kişilerdir.
Emre Kongar'a göre: Aklı ve bilgisi ile toplumuna öncülük eden kişidir... Aydın, evrensel olarak her şeyi sorgular. (Türkiye'de ise her şeyi sorgulamak aydın olmak değil, ancak "hain" olmakla olanaklıdır..)
Melih Cevdet Anday'a göre: Aydın, akıllı zeki ve bilgili olmanın yanında, sadece aydınlanmış değil aydınlatıcı da olmalıdır.
Kısaca aydın, Toplumu aydınlatandır, evrensel değerleri kendi ülkesi için de isteyendir. Aydın olmanın olmazsa olmaz koşullarından birisi de özgür düşüncedir.
Ancak günümüzde kullanılan ''entel'' sözcüğü ile ''aydın'' arasında da bir fark vardır. Ahmet Taner Kışlalı ise aydın ile entel arasındaki farkı şu şekilde açıllardı: “Aydın, kendini toplumundan sorumlu sayar. Gerçeği arar. Entel için ise toplum, sadece araçtır. Amaç, kendi kendini tatmindir. Entel, moda olan düşüncenin peşindedir...”
Yani ''entel'' demek ''aydın'' demek değildir...
Ve aydın denince de aklıma Yalçın Küçük’ün beş ciltlik ‘’Aydın Üzerine Tezler’’ isimli kitabı gelir. (Tekin Yayınevi, 1990) Ve Yalçın Küçük denince de aklıma onun 12 Eylül’den kalan şu öyküsünü hatırlarım: Yalçın Küçük 12 Eylül zindanlarında yatarken kendisine kullandığı ilaçları demir parmaklıklar arasından vermek isterler. Yalçın Küçük; ‘’Ben Türk aydınının gururunu ve onurunu taşıyorum. Bana bu şekilde davranamazsınız.’’ der ve ilaçlarının bu şekilde kendisine verilmesini kabul etmez.
“Aydın Üzerine Tezler”de Yalçın Küçük, aydın sorununu şöyle anlatıyor:
“Türkiye, tarihinin en aydınsız dönemini yaşıyor. 10 yıllara sıkışan bu yüksek tansiyon, Türkiye aydınında süreksizlik yaratıyor. On yılda yükselen, arkasından gelen on yılda alçalıyor, alçalmayı, ebedileştiriyor. Bunun edebiyatını yapmaya çalışıyor. Aydın, aklıyla ve inatla mücadele eden insandır. Mithat Paşa’nın Taif’de boğulması aydın tarihinde bir dönüm noktasıdır. O tarihten bu yana aydın etkinliğini kaybetmiştir. Günümüzde ise aydınlar toptan kırıma uğradığından, aydınlanma doktrininin yerini postmodernizm ile dinsel gericiliğin aldığı bir dönem yaşıyoruz. Olumsuzluklara tepki göstermeyen, buyruklara boyun eğen, pasifize edilmiş toplumda, aydınlar toplumun aykırı bireyleri olarak küçümsenir hale gelmiştir.”
Yalçın Küçük 1980’li yıllarda aydın sorununu böyle anlatıyordu. Ancak o günden bu güne ise ilaçlarının bile kendisine demir parmaklar ardından verilmesini kabul etmeyen aydından siyasi iktidara yamanan, el etek öpen ve emir kulu haline getirilen aydınlar zamanına geldik…
Aydınlar sorununa teşhisi teee on dokuzuncu yüzyıldan Osmanlı devlet adamı ve şâiri Keçecizade İzzet Molla koymuştu. Teşhisin aslı Osmanlıca;
''Meşhurdur ki fısk ile olmaz cihan harap
Eyler onu müdahanei âliman harap''
Türkçesi ise şu şekilde;
''Cihan ahlaksızlıkla harap olmaz,
Onu âlimlerin dalkavukluğu harap eder.''
Sığ politikacı, halkın gözünü boyar. Gerçek aydın, halkın gözünü açar. Başımıza ne gelmişse gerçek aydınların pasifize edilerek küçümsenmeleri ve sahta aydınların dalkavukluğundan gelmiştir.
Aydını gerçek aydın olmayan toplumların sonu karanlıktır.
ABD’li şair Irwin Allen Gisberg, “Bir ülkenin kötü durumu yüzünden politikacıları suçlayamayız... Suçlu olan şairlerdir... Çünkü politikacıların bir ülkenin durumu hakkında bilinçleri ve kapasiteleri yoktur ama şairlerin vardır” derdi.
Türkiye kadersiz bir ülkedir çünkü aydınının “bilinç ve kapasitesi” anca politikacılarınınki kadardır.
Bu nedenledir ki ülke şimdi olduğu gibi aydın karanlığında alev alev yanmaktadır.
Osman AYDOĞAN