Körler Ülkesi
15 Temmuz 2017
Dün, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Portekizli sıra dışı bir edebiyatçı, düşünür ve yazar olan José Saramago’yu ve onun ‘’Körlük’’ adlı kitabını anlatınca, körlük ile ilgili tam da günümüze uygun, ülkemizi, günümüzü ve bizleri anlatan bir başka kitap aklıma geldi: ‘’Körler Ülkesi’’ (Kolektif Kitap, 2015) Bu kitabı anlatmadan geçsem olmazdı...
‘’Körler Ülkesi’’; 19. yüzyıl önemli İngiliz öykü yazarlarından Herbert George Wells’in (1866 – 1946) (Kitaplarında adını ‘’H. G. Wells’’ olarak kullanır) güzel küçük bir öykü bir kitabının adıdır...
Kitaptaki öykü kısaca şu şekildedir:
And Dağları'nın vahşi çorak topraklarında insanların dünyasından elini eteğini çekmiş bir vadi uzanır. Ancak korkunç boğazlar ve buz kaplı bir geçit aşıldıktan sonra ulaşılabilen ‘’Körler Ülkesi’'dir burası. Vakti zamanında İspanyol zulmünden kaçarak vadiye sığınan insanlardan oluşmuştur bu ülke… Yıllardır dünyayla hiçbir bağı kalmamış bu vadide yaşayan insanlar günün birinde çocuklardan başlayarak herkes kör olmaya başlar. Bunun nedeninin mikroplar ya da herhangi bir hastalık olabileceği düşüncesi kimsenin aklından geçmez. İnançlarına göre günahlardır olanların müsebbibi. Şehre ilk gelenler mabet yapmadıkları için olmuştur bütün bunlar. Ve körlük belasıyla cebelleşen bu insanların zamanla dünyayla bağlantısı kopar. Vadiyi on yedi gün boyunca karanlığa gömecek olan bir yanardağ patlamasının ardından da ülke tamamen dış dünyadan kopar...
Bu körlük dertlerine çare bulması için şehrin dışına çıkan ama oluşan felaket yüzünden vadiye bir daha geri dönemeyen bir adamdan bahsedilir kitabın başlarında. Bu adam bütün sevdiklerini ‘’Körler Ülkesi’’’nde bırakıp kendine yeni bir yaşam kurmak zorunda kalır. Yıllarca ülkesiyle ilgili anlattıkları ise bir masal olarak kalıp dilden dile dolaşır...
Derken bu adamın 15. kuşaktan torunlarının yaşadığı zamanlarda Nunez adında bir gözü kör genç bir dağcının yolu düşer bu ülkeye. Tuhaf renklerde binaları görünce “körler herhalde” diye düşünür. Sonra el sallayıp bağırdığı insanlardan karşılık alamayınca da içinde buranın gerçekten de efsanelerdeki ‘’Körler Ülkesi’’ olduğuna dair bir inanç yeşerir...
Bir gözü kör Nunez, madem ki “körler ülkesinde tek gözlü insan kraldır”, öyleyse kral ben olmalıyım diye bir umutla gider köylülerin yanına. Fakat bu insanlar o kadar uzun zamandır kör olarak yaşamaktadır ki, dünyanın sadece yaşadıkları vadiden ibaret bir yer olduğunu düşünürler. Ayrıca kör ya da görmek gibi deyimler de yoktur lügatlerinde. Görmeyi anlatmaya çalışır kahramanımız; fakat duyularının yeterince gelişmediği, yeni yaratıldığı için böyle saçmaladığı sözleriyle karşılanır. Planlar yapar kendince, çünkü kral o olmalıdır...
Bundan sonrasını Çetin Altan’ın ‘’büyük dostum Prof. Sadun Aren, bana H. G. Wells'in bir hikâyesini anlattı’’ diye başlık attığı ve H.G. Wells’in bu kitabındaki hikâyesini anlattığı bir yazısına bırakayım, çünkü benden daha güzel anlatmaktadır Üstad:
‘’Körlerin gözleri yokmuş ama elleri, kulakları, burunları çok hassasmış. Kendilerine göre kurdukları bir düzen içinde yuvarlanıp gidiyorlarmış. Adam şaşkın hallerine bakıyormuş onların. Yürümeleri, konuşmaları doğrusu başka türlüymüş...
Bir gün körlerden biri öteki körün malını aşırmış. Sadece tek gözlü adam görmüş bunu. Bağırarak ilan etmiş:
- ‘Filanca malını çaldı falancanın.’
Körler:
- ‘Nereden biliyorsun o kadar uzaktan duyulmaz ki’, demişler.
- ’Ben duymadım, gördüm. Gözüm var benim. Görüyorum.’
Körler göz diye, görmek diye bir şey bilmiyorlarmış. Uzun yıllar içinde çoktan unutmuşlar bu hissi.
- ‘Ne demek görmek?’, demişler, ‘nasıl görüyorsun yani, duyulmayacak mesafeden anlıyor musun ne olup bittiğini?’
- ‘Anlıyorum tabii...’
- ‘İnanmayız, imtihan edeceğiz seni...’
Adamı almışlar, uzakça bir yere dikmişler. Tecrübeleriyle biliyorlarmış o uzaklıktan hiçbir şeyin işitilmeyeceğini.
- ‘Anlat bakalım, şimdi biz ne yapıyoruz?’ demişler.
Adam anlatmış:
- ‘Oturuyorsunuz, konuşuyorsunuz, şu ayağa kalktı, bu elini oynattı, beriki bacağını sallıyor vs...’
Derken körler bir evin içine girmişler, bağırmışlar:
- ‘Anlatsana...’
- ‘İçeri girdiniz göremiyorum ki...’
Körler bilmedikleri için içeri girmenin ne olduğunu:
- ‘Ne olmuş yani içeri girmişsek. Elli santim fark etti, anlat anlat!’ demişler.
- ‘Arada duvar var görmüyorum.’
Körler :
- ‘Sen atıyorsun’ demişler. ‘Demincek tesadüf etti. Bak, şimdi bilemiyorsun.’
- ’Çıkın dışarı, söyleyeyim.’
- ‘Bu kadar uzaktan duyunca ha içerisi, ha dışarısı, ne çıkar yani...’
- ‘Ben duymuyorum, ben görüyorum’, diyormuş adam.
- ’Öyle şey olmaz’, demişler. ‘Sende bir bozukluk var. Saçmalıyorsun, acayip şeyler söylüyorsun. Hekime muayene ettireceğiz seni...’
Adamı yaka paça köyün hekimine götürmüşler. Hekim de kör tabii... Elleriyle yoklamaya başlamış adamı. Yoklamış ve parmaklarını adamın yüzünde gezdirirken:
- ‘Buldum’, demiş. ‘Bozukluk burada...’
Adamın açık olan gözünü kastediyormuş hekim ve:
- ‘Saçmalaması bundan dolayı’, diyormuş. ‘Ben şimdi hallederim, düzeltirim onu'...''
Çetin Altan'ın yazısında anlattığı hikâye bu kadar. Ancak kitapta hikâyenin gerisi de vardır:
Köyde burnunun iki tarafında üstü kaşa benzer, kirpiği andırır iki çukur bulunan bir kız vardır. Bir gözü kör Nunez o kıza âşık olur. Kız da onu sever. Nunez günün birinde “Benimle evlenir misin” diye sorar kıza. “Evet” der kız, “ancak sen bizlerden çok farklısın. Böyle anormal biriyle evlenemem. Ancak o gören gözünü dağlatıp kör olursan yaşamımı seninkiyle birleştiririm!” Nunez kıza âşıktır, ''Peki'' deyiverir...
Kız anasına, babasına müjdeyi verir ve düğün hazırlıkları başlar...
Körler Ülkesi’nde düğün gününden bir gün önce köy meydanında masalar kurulmuş, kazanlar kaynatılmış ve damadın o gören tek gözünü kızgın demirle dağlayacak adam da bulunmuştur...
Körler Ülkesi’nin tek göreninin aklı son anda başına gelir, kör edilme töreni için tamtamlar çalınıp şişler kızdırılmaya başladığında doğru yolu seçer ve oradan kaçar!
Körler ülkesine kral olmaya kalkan gezginci zor bela kurtarmış kendini oradan...
Kitapta geçen hikâye bu kadar...
Çetin Altan bu hikâyeyi anlattığı yazısını şu cümleyle bitirir:
‘’Körler, görenleri anlayamazlar. Saçmalıyor sanırlar ve onu da düzeltip kendilerine benzetmek için gözlerini çıkarmaya uğraşırlar.’’
Çünkü körler memleketinde görmek, bir hastalık sayılır.
Ve sözü H.G. Wells'in ''Zaman Makinesi'' (İthaki Yayınları, 2014) adlı eserinde geçen ve tam da günümüzü anlatan bir sözüyle bitireyim:
“İnsan hayatı evrenin akışı içindeki bir girdap gibi, yanıltıcı bir şekilde sakindir; bilimse insanın karanlığa yaktığı bir kibrittir ve kibritin ateşi karanlığın sandığımızdan daha da karanlık olduğunu gösterir.”
Arz ederim...
Osman AYDOĞAN
Müzikle ilgilenen arkadaşlarıma bir not: ''Körler Ülkesi'' dışında ''Ann Veronica'' ve bahsettiğim ''Zaman Makinesi'' adlı kitapları da vardır H.G. Wells'in. ''The Alan Parsons Project'' adında 1975 ile 1990 yılları arasında faaliyet göstermiş bir İngiliz senfonik rock grubu vardı. Bu grup tematik albümler yaparlardı. Her albümde farklı bir konu işlenirdi. İşte bu müzik grubunun H. G. Wells’in eserlerinden olan ''Zaman Makinesi''nden (The Time Machine) etkilenip aynı adla çıkardıkları bir albümü de vardır: '’The Time Machine''. Bu grubun 1982 çıkışlı bir albümünün adı de ''Eye in the Sky'' dir. Bu albümde birinci eser ''Sirius'', ikinci eser de ''Eye in the Sky''dir. İkisi de dinlenmeye değer eserlerdir.