• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam645
Toplam Ziyaret3154153

İçimden Geçenler


İçimden Geçenler

01 Kasım 2016

Halil Cibran’ın ‘’Deli’’ isimli kitabında ‘‘çoğu zaman geceyi dinlenmenin zamanı olarak düşünür ve anarsınız, oysa gerçekte gece aramanın ve bulmanın zamanıdır’’ diye yazardı. Yine Cibran geceye şöyle hitap ederdi; ‘‘Evet, biz ikiz kardeşiz, ey Gece; çünkü sen evreni görünür kılarsın, ben ruhumu.’’ Ve bana da öyle olur… Her gece, gecenin en zifiri anında uyanır ruhumu seyrederim… Ve ruhumdan; dalından düşen sararmış, solmuş, kızarmış sonbahar yaprakları misali salına salına sözcükler düşer… Ve ruhumdan hızla geçen bir trenin hiç bitmeyen vagonları gibi katar katar cümleler geçer…

Şarkıcı Murat Göğebakan’ı yakın bir zamanda (31 Temmuz 2014) genç yaşta kaybetmiştik. Bora Ayanoğlu'nun ''Yunus'' isimli eserinden uyarlanan ‘’Ay Yüzlüm’’ isimli şarkısını severdim. Bu şarkının girişini hatırladım. Melodisi hep aklımdadır. Bulutlu bir gecede dinlemiştim ilk. Ay ışığı bulutlar arasında saklambaç oynarcasına bir görünüp bir gidiyordu. Ve Murat Göğebakan şarkıyı sanki adı gibi göğe bakarak haykırırcasına, bağır bağır bağırırcasına söylüyordu:

‘’Zaman hancı bulut yolcu
Şimdi gitti en son yolcu
Bitmedi mi hasretin borcu
Neredesin ay yüzlüm.’’

Bu şarkının bağlantısını yazımın sonunda veriyorum…

Hiç kendi kendine kavga etmeyen insan var mıdır ki bu dünyada? İnsanın kendisiyle kavgasında başına adamlar toplanmazmış, araya girenler olmazmış, bu yüzden çok çok uzun sürermiş bu kavgalar.

Geçen yaz… Gecenin bir vakti idi… Uzaklardan sahile vuran denizin dalgalarının sesleri geliyordu… Dalida’nın söylediği hepimizin çok sevdiği o meşhur ‘’I found my love in Portofino’’ şarkısındaki dalga sesleri gibiydi… Gün döneli çok olmuştu, henüz bitmese de yaz, güz rüzgârlarının o ürpertici sesi ve ağaçlarda yaprakların haşırtısı geliyordu…

Çok uzaklardan bir müzik sesi geliyordu, o çok sevdiğim nağmeler: Melihat Gülses’in sesiydi, Arda Şendoğan’ın güftesi, İsmet Nedim Saatçi’nin bestesi o çok sevdiğim ve bana hep hüzün şırınga eden Muhayyerkürdî şarkıyı söylüyordu Melihat Gülses: ‘’Boş çerçeve’’ Ne de olsa hüzün hepimize olduğu gibi bana da mutluluk verirdi. (!)

‘’Artık bülbül ötmüyor
Gül dolu pencerede
Yalnız hâtıran kaldı
Ah boş kalan çerçevede.’’

Birkaç sene önceydi, bir Eylül sonunda Bodrum’da ben ve eşim, Melihat Gülses ve eşi, Grup Eşref Vakti üyeleri ve Bekir Ünlüataer bir konser sonrası bir sahil lokantasında gece 03’e kadar sohbet etmiştik…

“İlahi Komedya”, İtalyan şair Dante Alighieri’nin, bir vecd anında kendini antik çağda yaşamış olan meslektaşı Vergilius’un düşsel rehberliğinde Cehennem`de başlayan, arada kalmışlığın mekânı Araf`ta devam eden ve nihayet günahsızların huzur bulduğu Cennet`te son bulan düşsel yolculuğunu anlattığı bir eseriydi.

Müzik ise, Yunanlıların muhayyilesine göre, insanlığa peri kızlarının armağanı olan bir sanattı. ‘’Müzikteki 24 aralık, altının ‘en saf’ olan 24 ayar hâlinden mülhemdir!’’ (mülhem: esinlenmiş) diye bir veciz söz vardı. İşte "Dante'nin Yolculuğu" da, bu "en saf"ın arayışıdır bir nevî... ‘’Dante'nin Yolculuğu" hayatımızın merkeziydi, kendisiydi aslında…

Ve hayat her şeyin, ama her şeyin ‘’en saf’’ halini aramakla geçerdi, çorak vahalardaki kurumuş kör kuyularda su arar gibi debelenir dururdu insan ve insan ne kadar debelenirse debelensin hiçbir şeyin ‘’en saf’’ hali bulunmazdı bir türlü…

Ve hayat dediğimiz şey aslında çocukluktan sonra kalan bu sonu bitmez, umutsuz debelenmelerdi… Ve derdi zaten edebiyatçılar; ‘’insan hayatı, çocukluktan verilmiş kocaman bir tavizdir.’’

Othello, William Shakespeare'in yazdığı trajedilerden biriydi... Ve oyunda geçen en önemli replik ise şuydu: ‘’Beğendiğimiz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup, aşk sanıyorsunuz!’’ Bu sözdeki trajediyi dünyada yaşamayan yok gibiydi...


Yaşım ilerledikçe daha iyi düşünüyor ve inanıyorum ki düşünce ufku geniş olup felsefe, sosyoloji, hukuk, tarih eğitimi alanlar İslam’ı daha iyi özümsüyorlar, yüceltiyorlardı… İslam’a en büyük zararı da bu nitelikleri olmayanlar veriyordu.

Yunus Emre Müslümanda bulunması gereken bazı nitelikleri, erdemleri şöyle ifade etmişti:

‘’Bir kez gönül yıktın ise 
Bu kıldığın namaz değil! 
Yetmişiki millet dahi, 
Elin, yüzün yumaz değil!

Yol odur ki doğru vara, 
Göz odur ki Hakk’ı göre 
Er odur ki alçakta dura 
Yüksekten bakan göz değil!’’

İnsan başkalarını hor görmeyecek, gönül kırmayacak, insan sevecek, alçakgönüllü, hoşgörülü davranacak, kibirli, yüksekten bakan olmayacak. İnsan, bilgisini çıkar amaçlı kullanmayacak, olduğundan fazla görünerek insanları kandırmayacak, gösterişçi değil, gerçekten bilgili olacak. Bu niteliklere sahip olanların ancak ibadet hakkı olurdu. Yunus Emre bir dizesi ile bu niteliği veciz şekilde ifade etmişti:

‘’Sen elifi bilmezsin 
bu nice okumaktır.’’

Hermann Hesse’nin ‘’Bozkırkurdu’’ isimli romanından birkaç cümle anımsıyorum. Bu sefer de bu cümleler takılıyor zihnime, bir yaz günü gece bana musallat olmuş uyutmayan sivrisinekler gibi:

‘’Her zaman böyle oldu, her zaman da böyle olacak. Zaman ve dünya, para ve güç, küçük ve sığ insanların elinde bulunacak her zaman, asıl insanların elinde ise hiçbir şey. Yalnızca ölüm.’’


‘’Günümüzde yaşamak ve yaşamaktan zevk almak isteyen birinin senin gibi, benim gibi bir insan olmaması gerekiyor. Zırıltı yerine gerçek müzik, eğlence yerine kıvanç, para yerine ruh, gelişigüzel etkinlikler yerine gerçek iş, oyun yerine gerçek tutku arayan birine bu sevimli dünya yurt olamaz.’’

“İnsanların büyük çoğunluğu yüzmesini öğrenmeden yüzmek istemez. Yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için dünyaya gelmişler; suda değil. Ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar; düşünmek için değil! Evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa bundan ileri bir noktaya ulaşabilir. Ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir. Böyle biri bir gün gelip suda boğulur.''

“İnsanlık ile siyaset birbirini dışlar. İkisine birden hizmet etmek hiç kolay değildir”

 “Erkekleri görüyordum; bugün arzuyla, yarın bıkkınlıkla kahroluyor, yana yakıla seviyor, sevgilere hoyratça son veriyor, hiçbir sevgiye güven beslemiyor, hiçbir sevgide mutluluğu bulamıyorlardı.“

“Kadınları görüyordum sevgiden yanıp tutuşan; aşağılanmaları ve dayakları sineye çekiyor, sonunda kapı dışarı ediliyor, ama bağlandıkları erkekten yine de kopamıyor, kıskançlıkları ve horlanmış sevgileriyle onurları çiğnenmiş, köpeksi bir sadakat sergiliyorlardı.”

“…Ayrıca kendim için daha bir sessiz daha bir el altından gözyaşları döktüm; bir başka gezegende yaşar gibi bütün bu insanların arasında yaşayıp hayat denen şeye akıl erdiremeyen, sevgiye susamışlıktan ölen, ama sevgiden de korkmadan duramayan kendim için gözyaşları.”

Güz aylarının son günleridir.. Yaprakların artık ağaçlardaki son demidir. O güzel yaz günleri geçmiş, güneşli sonbahar da bitmiştir. Güneş artık dallar arasından solgun solgun bakmaktadır. Gri gri bulutlar da gökyüzünde kümelenmiştir... Börtü böcek yaz konserlerini kesmiş, kuşların cıvıltıları susmuş, yaz otları da sararıp solmuştur. Doğa bir ürkek, bir mahzun, bir hazin sessizliğe bürünmüştür... Uzaklar da sarı, sapsarı, kahverengi, pastel bir renge dönüşmüştür…

Murat Göğebakan'ın sesi gibi çığlık çığlığa, bağıra bağıra, haykıra haykıra bir sonbahar daha geçmektedir...  Ve içimden; dalından düşen sararmış, solmuş, kızarmış sonbahar yaprakları misali salına salına sözcükler düşmektedir… Ve zihnimden hızla geçen bir trenin hiç bitmeyen vagonları gibi katar katar cümleler geçmektedir...

Yerlerde solgun yapraklar kurumak üzredir. Kış kapıyı çalmak üzredir. İçimden geçenler beni boğmak üzredir…

Osman AYDOĞAN

Murat Göğebakan, ‘’Ay Yüzlüm’’:
https://www.youtube.com/watch?v=AynHhtxEY7c



Yorumlar - Yorum Yaz