Sykes - Picot Anlaşması
16 Mayıs 2016
İngiltere ve Fransa arasında Çarlık Rusya’sının da dâhil olduğu Ortadoğu’nun paylaşıldığı iddia edilen 1916 tarihli Sykes-Picot anlaşmasının (16 Mayıs 1916) bu sene 100. yıldönümü.
Ne yazık ki tarih bilmeyenler tarafından bu anlaşma (Sykes-Picot) temcit pilavı gibi karıştırılıyor. Hatta Kût-ül Ammâre ile de mukayese ediyorlar. (Temcit pilavını sevenler Sykes-Picot anlaşmasının Kût-ül Ammâre zaferinden 17 gün sonra yapıldığını dahi bilmezler.)
1915'te Arabistan Yarımadası'nı ele geçiren İngiltere’nin maksadı, Osmanlı'ya karşı ayaklanan Mekkeli Şerif Hüseyin'i destekleyerek Irak ve Filistin toprakları üzerinde kendisine bağımlı bir Arap devleti kurmaktır. Mekke Şerifi Hüseyin ile Mısır'daki Britanya Yüksek Komutanı Mc Mahon arasında böyle bir antlaşma gizli olarak imzalanır. Fransa böyle bir plana karşı çıkıp Britanya'ya baskı yaparak yeni bir antlaşma yapılmasını ister. Böylece Sykes-Picot anlaşması yapılır.
Anlaşmayı yazanlar Mark Sykes ve François Georges-Picot'tur, İmzalayanlar ise Edward Grey ve Paul Cambon'dur. Bu anlaşma ‘’Küçük Asya Antlaşması’’ (Asia Minor Agreement) olarak da bilinir.
Uzun hikâye; bu anlaşmaya göre bölge İngiltere, Fransa ve Rusya arasında paylaşılıyordu. 1917'deki Rus devriminden sonra Rusya antlaşmadan vazgeçmiş, Lenin gizli olan bu anlaşmayı dünya kamuoyuna açıklamıştır.
Şimdiki sorun şu ki tarih bilmeyenler bölgenin paylaşımının ve bölge ülkelerinin bugünkü sınırlarının çizimini –öncesini hiç görmeyerek, öncesi sanki hiç yokmuş gibi davranarak- “Sykes-Picot” Anlaşmasına dayandırıyorlar. İşte en büyük cehalet burada başlıyor.
“Sykes-Picot” Anlaşması tam anlamıyla Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması değil, parçalanmış, ölmüş, bitmiş, tükenmiş imparatorluğun pay edilmesi anlaşmasıdır. Ancak yukarıda izah edildiği gibi Rusya anlaşmadan vazgeçince bu anlaşma da uygulanamamış, yok hükmüne düşmüştür.
“Sykes-Picot” Anlaşmasını sanki bugünün sınırlarını çizen bir anlaşma olarak görenler; Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgalini görmezler. Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’da kendi hâkimiyetini kurduğunu dile getirmezler. 1882’de Mısır’ın İngilizler tarafından işgal edildiğini hatırlamazlar. Libya hariç Kuzey Afrika’daki Osmanlı varlığının yüzyılın başlarında zaten Fransa işgalleri ile sona erdiğini hiç mi hiç anımsamazlar. Mehmet Ali Paşa’nın, oğlu önderliğindeki ordusunun Kütahya’ya kadar geldiğini akıllarına bile getirmezler. Balkan Savaşına giren Osmanlının 47 tümeninden 16’sının tamamen imha olduğunu geri kalan otuzunun da etkisiz insan yığını olduğunun farkına bile varmazlar.
Görüldüğü gibi “Sykes-Picot” Anlaşması ölmüş bir imparatorluğun cenaze töreni gibiydi…
Ancak anlatıldığı gibi bu da uygulanamadı.. Çünkü Ortadoğu’da modern ulus devletlerin sınırlarına, Birinci Dünya Savaşı sonrası bir dizi anlaşma ile şekil verildi. Paris, San Remo, Kahire, Sevr bunların en önemlileri. Nitekim Türkiye sınırı, sonuçta Sevr ile değil, Lozan ile değişti. Antakya ve Musul’un statüleri ancak otuzlu yıllarda belli oldu vs.
Amacım tarih dersi değil, bunlar zaten Ortaokul tarih ders kitapları bilgileri. Benim amacım bugüne bakmak:
Tarihçi Eric John Hobsbawm “Kısa 20. Yüzyıl, 1914 - 1991 Aşırılıklar Çağı'' (Everest Yayınları/Siyaset Dizisi, 2006) adlı eserinde şöyle yazar:
“İnsanlığın anlaşılabilir bir geleceği olacaksa, bu geçmişin ya da şimdiki zamanın sürdürülmesiyle olamaz. Üçüncü bin yılı bu temelde kurmaya çalışırsak başarısızlığa uğrarız. Ve başarısızlığın bedeli, yani değişmiş bir toplumun alternatifi, karanlıktır.” (787-788)
‘’Bugünün en acı hüznü dünün sevinçlerinin yâd edilmesidir’’ derdi Halil Cibran. Çünkü bugün için övünülecek bir şeyi olmayanlar hep düne sığınırlar. Bugün için edebi, felsefi, sanatsal, maddi ve manevi bir birikimi olmayanlar, bugünü iyi geçmeyenler teselliyi dünde, geçmişlerinde ve atalarında bulurlar.
Hobsbawm’ın bir de ‘’Tarih Üzerine’’ (Agora Kitaplığı, 2009) isimli güzel bir kitabı daha var. Hobsbawm bu kitabında dünün, geçmişin ve tarihin nasıl kötüye kullanıldığını ve nasıl istismar edildiğini şöyle anlatır (s. 6-7):
“Nasıl haşhaş, eroin müptelalığının hammaddesiyse tarih de milliyetçi, etnik ya da fundamentalist ideolojilerin hammaddesidir. Geçmiş bu ideolojilerin asli öğelerinden birisi, belki de asli öğesidir. Eğer amaca uygun bir geçmiş yoksa böyle bir geçmiş her zaman için yeniden icat edilebilir. (...) Geçmiş, meşrulaştırır. Geçmiş, övünülecek fazla bir şeyi olmayan şimdiki zamana daha şerefli bir arka plan sunar (...). Bizim, genel olarak tarihsel olgulara karşı bir sorumluluğumuz bulunduğu gibi, özelde tarihin siyasal-ideolojik açıdan istismar edilmesini eleştirmek gibi bir görevimiz de var.”
Hobsbawm hiçbir yoruma yer vermeyecek kadar açık ve net söylemiş.
Ben yine sözü Halil Cibran’a bırakacağım. Derdi ki Cibran: ‘’Dün bir rüya, yarınsa bir hayaldir. Rüyayı mutlu, hayali umutlu yapan bugündür. Bugüne iyi bak.’’
Bugüne iyi bakamayanlar, bugünü iyi olmayanlar bir aciz gibi, bir meczup gibi düne sığınırlar. Dünleri yoksa da sığınılacak bir dün yaratırlar. Tıpkı Kût-ül Ammâre’de, Sykes-Picot’da olduğu gibi, tıpkı Lozan'da, Musul'da, Yeni Osmanlıcılık oyununda olduğu gibi..…
Osman AYDOĞAN