Habib Baba
07 Mayıs 2021
Bugün de yolumu Erzurum’a düşüreyim ve ‘’Habib Baba’’dan bahsedeyim... Yazımı Erzurum'dan başlayıp İstanbul'da bitireyim...
Ama önce her zaman olduğu gibi birazcık yerel tarih bilgisi...
Timurtaş Baba ve türbesi
Önce bir kanaatimi paylaşayım. Görevim gereği adım adım ülkeyi gezdim… Çok yakın bir zamanda da Malatya’daydım… Malatya’da yerlisi, yabancısı, bürokratı kime sorduysam Malatyalı Niyâzî-i Mısrî’yi, tanıyana, bilene rastlayamadım… Hoş ben Malatya'da iken hayatta olan ve 19 Nisan 2020 tarihinde 36 yaşında iken kaybettiğimiz ''Mercedes Kadir'' lakaplı Fatih Kaydı'yı bile bilen yok tu ki Niyazî-i Mısrî'yi bilsinler!... Ne hazindir ki, ne şehrin yerlileri ne de o şehirde görev yapanlar o şehrin tarihini, tarihi mekânlarını ve tarihi kişilerini biliyorlar… Hoş göresiniz ama yine kanaatim odur ki; bir Anadolu kentine bir Alman turist gelse ve iki gün kalsa, o şehir hakkında, yerlilerinden ve o şehirde yıllarca görev yapmış bürokratlarından daha fazla bilgiye sahip olur!
Neyse biz gelelim Erzurum’a... Muhtemel ki aşağıda anlatacağım mekânı Erzurumlular da orada yıllarca görev yapan bürokratlar da bilmiyorlardır…
Erzurum ilinin Kasımpaşa Mahallesi’nde, Taş Mağazalar Caddesi'nin sonuna doğru, Gürcükapı'ya giderken yolun sağ tarafında yer alan gayet mütevazı bir türbe vardır... Erzurum'daki askerî komutanlardan Müşir Hacı Kâmil Paşa bu türbeyi 1844 yılında kim olduğu hakkında yeterli bilgi bulunmayan Timurtaş Baba adına yeniden yaptırır.
Timurtaş Baba hakkında da; M. Sadi Çöğenli ve Ali Bayram isimli araştırmacıların beraber hazırladıkları "Erzurum'da Bulunan Meşhur Ziyaretgâhlar ve Kabir Ziyaretinin Adabı" (Sevinç Matbaası, 1973) isimli eser dışında bilgi alınabilecek başka bir kaynak da yoktur…
Hacı Kâmil Paşa, Timurtaş Baba Türbesi'ni yeniden yaptırırken, kitabelerini de yazdırır. Bunlardan bir tanesi de Yavuz Sultan Selim'e ait şu kitabedir:
‘’Padişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş
Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş."
(Cihan padişahı olmak çabası bir boş kavga imiş. Hepsinden iyisi, bir Allah dostuna bağlanmak imiş.)
Habib Baba türbesi
Önceleri Timurtaş Baba olarak isimlendirilen bu türbe,1847 yılında vefat eden Habib Baba'nın da türbeye defnedilmesiyle Habib Baba Türbesi adını alır. Türbenin ayak taşında ise Ankaralı Ali Namık Efendi tarafından Habib Baba için yazılmış bulunan: "Yediler eşkimle tahrir etti tarihin; Habib Baba yürüdü geçti zâr-i kulb-i lâhute" kitabesi bulunur.
Bu türbede bulunan kitabelerden bir diğeri de yine Habib Baba'nın özelliklerini anlatan 12 satır halinde yazılmış Farsça bir kitabedir. Abdulbaki Gölpınarlı'nın Osmanlıcadan tercüme ettiği kitabede şu ifadeler yer alır: "Marifet cihanı, tarikat piri, olgun mürşid, birlik sırrının da emini; Hazret-i Mevla'nın sırrını bilen; birlik ashabının başı, birlik ashabı halkasının başında oturan zat… Yaşadığı müddetçe bir geceyi bile, ona ibadetle meşgul olmadan geçirmedi. Bir adım attıysa, mutlaka ibadete attı, bir söz söylediyse mutlaka hakkı andı. Bu yokluk yurdundan usanıp da cennete yönelince Rıdvan'dan: ‘Merhaba, yücel’ diye bir ses geldi. Gayb âleminden biri geldi de tarihini okudu: Habib Baba tesbih ederek cennetler gül bahçesine geçip gitti.’’
Habib Baba
İşte bahsedilen Habib Baba 19. yüzyıl mutasavvıflarındandır. Kadiri şeyhlerinden olan Habib Baba, Buhara Müftüsünün oğludur. Prof. Dr. İbrahim Hakkı Konyalı Habib Baba'nın pederi ile birlikte Hindistan'dan Bitlis'e geldiğini ve daha sonra Erzurum’a geçtiğini anlatır.
Habib Baba hakkında Prof. Dr. Şener Dilek’ın küçücük bir kitabı var: ‘’Habib Baba’’ (Feyza Yayıncılık, 2010) Bu kitapta Habib Baba hakkında Erzurum’da geçen hikâyeler anlatılır… Bu kitapta geçen hikâyelerden birisi de şu şekildedir:
Habib Baba ve ‘’Ekmeğimin tuzu yok’’ deyişi
Habib Baba zamanında Erzurum da vazife yapan Devleti Âliye’nin memurları vazife yapmaya geldiklerinde kaldıkları süre içinde halktan gerekli hürmet ve ikramı gördükleri halde daha sonraları vazifeleri bitip gittiklerinde gittikleri yerde Erzurum'u kötülerlermiş. Bu hadise Habib Baba’ya anlatılır ve nedeni sorulur.
Habip Baba müridini çağırır ve derki: “Evladım yarın gün doğmadan İstanbul kapıya git bekle içeri ilk giren kim olursa olsun al getir.” Mürit aynen Hocasının dediğini yapar ve gidip İstanbul kapıda beklemeye başlar. (O zamanlar şehirlere kapılardan girilirmiş) İlk giren tüyleri dökülmüş uyuz bir köpektir. Yapacak bir şey yoktur emri öyle almıştır alır ve Habip Baba’ya götürür.
Hocasına sıkıla sıkıla durumu anlatır. Hocası gayet sakin şekilde “evladım bu hayvanı 40 gün mükemmel şekilde besle ve 41. günü aldığın yere sal gitsin ve olup biteni gel bana anlat” diye tembih eder.
Mürit, aynen Hocasının dediği gibi yapar köpeği besler... 40 gün sonra o uyuz köpek tanınmaz haldedir... Besili olmuştur... Küheylan gibi olmuştur... 41. gün, mürit tarafından İstanbul kapıdan sabah erkenden salınır köpek. Köpek, elli metre gider ve döner geri gelir, üç beş kere kendisini besleyen müride havlar ve bunu birkaç kez yeniler sonra da arkasına bakmadan çeker gider.
Durum Habib Baba’ya aynen anlatılır. Habib Baba aynen söyle der: “Ahhhh... Evladım ah... Bu şehir hoş bir şehirdir ama ekmeğinin tuzu yoktur.”
Anadolu’da bazı yörelerde de ‘’elimin tuzu yoktur’’ diye kullanılan ‘’ekmeğimin tuzu yok’’ sözü; iyiliğe karşı nankörlük yapıldığı veya iyiliğin itibar görmediği durumlarda söylenen veciz bir sözdür…
Memleketim Kayseri Yeşilhisar. Orada şöyle bir deyim vardır: ‘’Elimin tuzu yoktur.’’ Rahmetli anacığım da çok söylerdi; ‘’evladım, benim elimin tuzu yoktur’’ diye… Ben o zamanlar çocuktum, anlamazdın ne demek istediğini anacığımın... Zaman geçti, yaşadım, gün gördüm, sonunda anladım anacığımın ne demek istediğini; deyim nereden geliyor, anlamı ne!... Hani dün Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerini anlatırken, ‘’Sahnenin Dışındakiler’’ kitabında geçen bir söze yer vermiştim ya… Aynen öyleydi: "Biz evvela kelimeleri öğreniriz, sonra yaşadıkça teker teker manalarını."
Habib Baba ve 4. Murat
Prof. Dr. Şener Dilek’in bahsettiğim bu kitabında Habib Baba ile dönemin Erzurum Valisi arasında hamamda geçen bir keseleme hikâyesi anlatılır… Ancak halk arasında, Habib Baba’nın bu hamamdaki kese hikâyesinin Erzurum’da vali ile değil de, zamanları uymasa da İstanbul’da 4. Murat ile olduğu rivayet edilir… Muhtemeldir ki 4. Murat yakıştırmadır. 4. Murat yerine Sultan II. Mahmut veya Sultan Abdülmecit olsa gerek! Veya tamamıyla halkın yakıştırdığı bir hikâyedir... Veya bu Habib Baba başka bir Habib Babadır...
Habib Baba ile 4. Murat arasında geçen hikâye şu şekildedir:
Habib Baba 4. Murat devrinde, gemiyle Hacca gitmek için Erzurum’dan İstanbul’a gelmiş. Fakat ne yazık ki, Hacca giden gemiye yetişememiş. Bunda da vardır bir hayır demiş içinden. Aylarca yol aldığından toza toprağa batmış, yaralar içinde kalmış. Memleketine dönmeden önce güzelce bir yıkanıp temizlenmek amacıyla bir hamama gitmiş.
Yıkanmak istediğini söylediği hamamcıdan ret cevabını alınca sebebini sormuş. Büyük Sultan Murat Han’ın vezirleri vardır hamamda. ''Kimseyi almamam için emir verdiler'' der hamamcı. Yıkanmadan ibadet edemeyeceğini bilen Habib Baba, adeta yalvarmış hamamcıya. ‘’Ne olursun’’ der, ‘’kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım. Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum.’’ Bin bir dil döker.
Hamamcı ehl-i insaftır… Dayanamaz… Kabul eder… Hamamın en sonundaki odayı göstererek ‘‘Baba şu odada hızla yıkanıp çık, para da istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.’’ Habib Baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar…
Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onun da görünümü fakirdir… Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş 4. Murat’ın bizzat kendisidir. O gün vezirlerinin topluca hamam âlemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir. ‘‘Hele bir bakalım’’ demiştir, ‘’Hele bir bakalım, bizim vezirler, hamamda benden uzakta kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?’’ Ve bu merak Padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir.
Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır… Hamamcı ‘’vezirler’’ der almak istemez… Padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir… Habib Baba’nın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar: ‘‘Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sen de sar peştamalı beline gir yanına… Beraber sessizce yıkanın ve bir an evvel çıkın…’’ Ve ekler: ‘‘Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler.’’
Sonra 4. Murat da Habib Baba’nın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır…
Habib Baba’nın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona… Allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir…
Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib Baba yumuşak bir sesle konuşur: ‘‘Evladım’’ der, ‘‘Evladım, sırtın fazlaca kirlenmiş, müsaade edersen bir keseleyivereyim.’’
Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve büyük bir haz duyar… Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir. Memnuniyetle Habib Baba’nın önünde diz çökerken: ‘‘Buyur Baba’’ der, ‘’ellerin dert görmesin.’’
Bu arada içerideki âlemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib Baba, 4. Murat’ın sırtını bir güzel keseler… Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez... Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir. ‘’‘Baba’’ der, ‘’gel ben de senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.’’
Habib Baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle; ‘’olur evlad’’ deyip, Sultan'ın önünde diz çöker…
Bu arada, Sultan Murat kese yaparken bir yandan da Habib Baba’yı yoklar, ağzını arar… ‘‘Baba’’ der, ‘’görüyor musun şu dünyayı… Sultan Murat’a vezir olmak varmış… Bak adamlar içerde tef, dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi…..’’
Habib Baba Sultan Murat’ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler… Sultan Murat’ın Habib Baba’dan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir:
‘’Ah be evladım’’ der, Habib Baba, ‘‘’Ah be evladım, Sultan Murat dediğin kimdir? Sen asıl âlemlerin Sultanı'na kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murat’a keselettirir…’’
İşte Habib Baba da adsız şansız Allah dostlarından birisidir. Allah rahmet eylesin, ruhu şâd olsun...
Şimdi Habib Baba'ya ait bu iki hikâyeden çıkardığım, sağa sola atılacak mebzul miktarda taş vardır elimin altında da amma velâkin bu mübarek Ramazan ayında bırakın bu taşlar bende kalsın…
Arz ederim…
Osman AYDOĞAN