• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi22
Bugün Toplam1178
Toplam Ziyaret3203502

General Jacques de Guibert


General Jacques de Guibert

24 Temmuz 2017


Fransızların 1743 ve 1790 yılları arasında yaşamış çok özel geçmişi olan bir generalleri bulunuyor: Guibert Kontu General Jacques Antoine Hippolyte. Fransızca aslı ile: Jacques-Antoine-Hippolyte, Comte de Guibert. Kısaca ‘’General Jacques de Guibert’’ olarak anılıyor.

General Jacques de Guibert, Avrupa'nın güçlü devletleri arasında, 1756-1763 yılları arası yaşanan bir dizi askerî çatışma olan Yedi Yıl Savaşları'nın pek çok askerî seferine katılıyor, 1785'te askerî akademide hocalık yapıyor ve bundan üç yıl sonra da mareşal oluyor. Şöhretini savaşlardaki başarılarından çok, bir kuramcı olarak yapıyor.

General Jacques de Guibert, kendisinden önceki dönem ve yaşadığı yüzyılın savaşlarını çok iyi irdeleyerek bunlardan pratik sonuçlar çıkarıyor. Öngörüleri ve önerileri başta II. Federic ve Napoléon Bonaparte olmak üzere birçok komutanı derinden etkiliyor, yaptığı analizlerin sentezini de XIX. Yüzyılda Clausewitz oluşturuyor.

Sonrasında Clausewitz'in sentezi daha ön plana çıkınca, Jacques de Guibert’in popülaritesi azalıyor ancak etkileri yurttaş - asker / modern ordu / profesyonel ordu kavramlarının fikir babası olarak Jacques de Guibert’in etkisi günümüze kadar geliyor.

General Jacques de Guibert , Fransız ‘’Büyük Ordu'nun Babası’’ unvanını kazanıyor.

General Jacques de Guibert üzerine yazılmış fazla bir kitap bulunmuyor. Sadece Araştırmacı Jonathan Abel’in yazdığı ‘’Guibert: Father of Napoleon’s Grande Armée’’ (Guibert: Napolyon'un Grande Armée'sinin babası) (Norman, University of Oklahoma Press, 2016) Ne yazık ki bu kitap Türkçe’ye çevrilmiyor.

General Jacques de Guibert, askerî bir teorisyenden daha fazlasını temsil ediyor. Aydınlanma toplantıları yapıyor, şiirler ve oyunlar yazıyor, ‘’Académie française’'e kabul ediliyor. Döneminin ateşli bir figürü olarak biliniyor, iktidara yükseliyor, iktidardan düşüyor, seviyor, âşık oluyor ve "adaleti bulacağına" yemin ederek 1790 yılında vefat ediyor.

General Jacques de Guibert ve Julie de Lespinasse

Dönemin Fransız aydınlanmasının sembol isimlerinden Jeanne Julie Éléonore de Lespinasse (kısaca Julie de Lespinasse olarak biliniyor)’yı seviyor. Julie de Lespinasse, Aydınlanmanın Fransız Salonniére'si (Julie de Lespinasse war eine französische Salonnière der Aufklärung) olarak biliniyor. Bu noktada ‘’Salonnière’’ sözcüğünü açıklamam gerekiyor: O dönem Fransa’da kadın ev sahipleri tüm davetleri üstleniyor ve salonda edebiyat, felsefe, sanat ve müzik sohbetleri yapılıyor. O dönemde bir kadının hem kontrol sahibi olması hem de erkeklerin egemen olduğu dünyada edebiyat, felsefe, sanat ve müzik üzerine ifade özgürlüğüne sahip olması ve önemli fikirlerin alışverişinin merkezinde olması kendisine bu sıfatı veriyor.

İşte General Jacques de Guibert, bu kadını (Julie de Lespinasse) seviyor. Onunla mektuplaşıyor. Bu mektuplardan oluşan kitaplar bugün hala Avrupa’da kitapçı raflarını süslüyor. Örneğin; ‘’Die Liebesbriefe der Julie de Lespinasse’’, Gutenberg, 2010) ve ‘’Briefe einer Leidenschaft. 1773 bis 1776. (de Gruyter Akademie Forschung, 2014) bu kitaplardan sayılıyor. Bu mektuplarında General Jacques de Guibert, Halil Cibran’ın Mey Ziyâde’ye yazdığı mektuplarından (Halil Cibran, ‘’Aşk Mektupları’’, Kaknüs Yayınları, 2000) ve Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektuplardan (Kafka, ‘‘Sevgili Milena’’, Say Yayınları, 2000) hiç de aşağı kalmıyor. Hatta onlardan daha duygulu, daha içten ve daha bir derinlikli yazıyor. Yine bu kitapların hiçbirisi Türkçe’ye çevrilmiyor.

General Jacques de Guibert ve Napolyon

Napolyon'un dışında Napolyon Savaşları'nın gidişatını belirleyen tek bir kişi varsa, o da 1770'ten 1790'daki ölümüne kadar Fransa'nın önde gelen askeri teorisyeni olan General Jacques de Guibert oluyor. İmparator Napolyon'un savaş sanatında hayata geçireceği derin gelişmelerin temelinde General Jacques de Guibert yer alıyor.

General Jacques de Guibert’i bu kadar uzun anlatmamın nedeni General Jacques de Guibert’in derinliğini ve önemini anlatmak amacını taşıyor.

Taktik üzerine genel bir deneme

İşte bu Fransız General Jacques de Guibert’in ‘’Essai général de tactic’’ (Taktik Üzerine Genel Bir Deneme) (Hachette Bnf, 2013) adlı bir eseri bulunuyor. Bu kitap, yayınlanır yayınlanmaz İngilizce, Almanca hatta Farsça tercümeleri yapılıyor. 

Bu kitap hakkında şunlar söyleniyor:

"Kont Jacques de Guibert'in Taktik Üzerine Genel Bir Deneme adlı eseri, büyük adamlar yetiştirmeye özgü bir kitaptır." Napoléon

"Albay Jacques de Guibert'in eserleri, benim zaferlerinin silah arkadaşlarıdır." Washington

"Taktik Üzerine Genel Bir Deneme, dahice bir eserdir." Voltaire

" XVIII. Yüzyılda alabildiğine yükselen ateş gücünden, savaş sanatında yeni bir dönem açan öyle bir öğreti çıkacaktır ki, bunun peygamberi Guibert, dahi çocuğu Napoleon ve kuramcısı da Clausewitz olacaktır." Fransız General Menand

Askerî Yazılar

Bu kitap Türkçeye ‘’Askerî Yazılar 1772 – 1790’’ diye çevriliyor. (‘’Askerî Yazılar 1772 – 1790’’, Anahtar Yayınları, İstanbul 2005)
Adı üstünde ‘’askerî yazılar’’, dolayısı ile kitap askerî konulardan, savaş sanatından bahsediyor.


Ancak bu kitabın ilginç bir özelliği bulunuyor: Bu kitabında General Jacques de Guibert, savaş sanatını anlatırken arka planda devrim öncesi Fransa’yı ve bu dönemdeki Fransız politikacılarını, Fransız halkını ve Fransız Ordusunun gözden düşmesini ve aşağılanmasını anlatıyor.

İşte bu noktada da Türkiye ile ilginç bir benzerlik bulunuyor.

1789 öncesi Fransa ile günümüz Türkiye’si arasındaki benzerlikler

Ortada 1789 öncesi Fransa ile günümüz Türkiye’si arasında paralellik kuracak nesnel veriler de olmamasına rağmen, General Jacques de Guibert’in kitabında anlatılan devrim öncesi Fransa ile günümüz Türkiye’sinin özellikle ordunun aşağılanması, gözden düşmesi arasında büyük benzerlikler bulunuyor. 1789 öncesi Fransa ile olan bu benzerlikler 1919 öncesi Osmanlı ile ve 1960 öncesi Türkiye’de de bulunuyor. Bu benzerlik günümüzde de bulunuyor.

Ancak, tabii ki bu tarihler öncesi olan benzerliklerin aynı zamanda bu tarihler sonrası da benzerlikleri olacağı anlamına da gelmiyor.

1919 öncesi Osmanlı Ordusu Balkan Bozgununu yaşıyor, Osmanlı Ordusu, Trablusgarp’ta savaşıyor, Birinci Dünya Harbinde Kafkasya’dan Galiçya’ya, Basra’dan Mısır’a kadar olan cephelerde kahramanca savaşmasına rağmen kapasitesinin üstündeki bir hırsın kurbanı olarak Anadolu evladı bu cephelerde harcanarak mağlup ilan ediliyor, bu cephelerden döndüğünde askerlerinin, subaylarının yüzüne kimsecikler bakmıyor, hatta bu askerler aşağılanıyor, hatta hatta yaralılar, gaziler bile ortada bırakılıyor.

Ordunun benzer bir aşağılanma süreci Türkiye'de 1960 öncesinde de yaşanıyor. Örnek çoktur ama bir örnekle yetineyim: O zamanki Başbakan Adnan Menderes, 1957 yılında, yüksek rütbeli subaylara şu sözleri söylüyor: “Sizin şövalye burunlarınızı kıracağım. Ben orduyu yedek subaylarla da idare ederim.”

Günümüzde de Türkiye Cumhuriyeti Ordusu; Balyoz, Ergenekon, Amirallere Suikast, Causluk vb. kumpas davaları ile yıllarca ‘’darbeci’’ diye aşağılanarak şerefi ile oynanıyor. Pırıl pırıl, gelecek vaat eden subayları ve generalleri harcanıyor. Bu generallerin ve bu subayların kadroları göstere göstere FETÖ denen bir terörist grubunun eline veriliyor. 15 Temmuz 2016 günü yine bu FETÖ denen teröristin sözde asker müritleri tarafından silah arkadaşlarına silah doğrultarak kendi milletine bombalar yağdırıyor. Sonrasında da bu olay da bahane edilerek askerin okulları, akademileri, hastaneleri elinden alınıyor, komuta yapısı dağıtılarak ordunun genetiği bozuluyor.

Egenekon ve Balyoz kumpas davalarıyla TSK'ya kumpaslar kurulduğu dönemde 4 Temmuz 2008 tarihinde, FETÖ’ya her daim salya sümük övgüler düzen, ABD’ye her gittiğinde FETÖ’ye arzı endam eden iktidarın has adamı üst düzey bir siyasetçi de TV'lerde Ergenekon ve Balyoz kumpas davalarıyla savunarak; “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diye demeçler veriyor. Bununla da yetinmiyor aynı siyasetçi 11 Mart 2009 tarihinde Van’da yaptığı bir konuşmada da TSK’yı kastederek; ‘’Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Yoksa bunların savaşacak halleri yok. Askerlikten başka her şeyi yapmışlar’’ diye orduyu aşağıliyor. O zat ki FETÖ’ye övgüler düzerken, teee ABD’ye kadar gidip FETÖ’ye arzı endam ederken "İyi ki savaşmamışız" dediği ordunun 12 generali, aynı anda geceleri Kuzey Irak dağlarında savaşıyor. Yine bu sözlerden önce Şırnak Bestler - Dereler'de, yerel adı Mergümer Tepe olan Uğur Tepe'de bir tümgeneral komutasında beş tuğgeneral 05 Mayıs 2007 tarihinden itibaren elde silah birlikleriyle beraber günlerce uykusuz operasyon yönetiyor.

Günümüzde de 15 Temmuz yıldönümünde hazırlanıp her tarafa asılan afişlerde Türk Ordusu salya sümük, pejmürde Patagonya ordusu gibi acziyet içerisinde resmediliyor.

Bu liste uzar gider. Burada keseyim istiyorum. Sadece Fransız General Jacques de Guibert’in kitabında anlattığı Fransız Devrimi öncesi Fransa’daki ordunun aşağılanmasıyla günümüzdeki Türk ordusunun aşağılanması arasındaki benzerlikleri ortaya koymak istiyorum.

Ancak yukarıda da yazdığım gibi tekrarlayacak olursam; bu tarihler öncesi olan benzerliklerin aynı zamanda bu tarihler sonrası da benzerlikleri olacağı anlamına gelmediğini belirtmek istiyorum.

Bir taraftan ordu böylesine aşağılanırken aynı zamanda ülke doğasını, gücünü ve kapasitesini aşan politikalarla ülke Ortadoğu’ya bulaştırılıyor, maksadı, süresi ve siyasi hedefi belirsiz olarak Suriye’ye askerî harekâta girişiliyor, aynı şekilde Libya’ya askerî yönden taraf olunuyor.

Sonuç

Etrafımızdaki ateş çemberinin giderek daraldığı, ülkenin dünyada ve bölgede giderek yalnızlaştığı ve bunlardan dolayı iç barışa ve güçlü bir orduya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyacağımız bu günlerde, akademik ve askerî dehası şüphesiz tartışılmaz olan General Jacques de Guibert’in bahsettiğim kitabında geçen şu müthiş tespitinin üzerinde önemle düşünülmesi gerekiyor:

‘’Ulusların kendi güç ve doğalarıyla tamamen çelişen güvenlik kurgulamaları, askerlik mesleğinin kentli kesimin en yoksul kesimine bırakılması, bayraklarının altında şerefle yürüyüşlerini sürdüren askerlerin aşağılanmaları ve mutsuzlukları, yurtseverlik ve erdem duygularının kalmayışı bir ülkenin bekâsını olumsuz etki eden hayati derecedeki faktörlerdir.’’

Gerisi, etrafımızdaki gelişmeleri okuyabilecek ve General Jacques de Guibert’in bu tespitini anlayabilecek siyasilere kalıyor. Ancak yakılan kâfir Giordano Bruno, üzerine basa basa ''anlamak zordur'' diyor.

Gerçek ‘’Bekâ’’ tehdidi ise işte burada yatıyor. Çünkü tarihin çöplüğü, kendi ordusunu aşağılarken hırsları ülke kapasitelerinin çok çok üstünde olan liderlerin kendileri ile beraber ülkelerini de harcadıklarının örnekleriyle dolu bulunuyor.

Bu hassas konuyu arz etmek de naçizane bana kalıyor.

Osman AYDOĞAN


Yorumlar - Yorum Yaz