Büyüklere Masallar
27 Ocak 2014
Bir varmış, bir yokmuş, bir vakitler bir ülke varmıııışşş… Bu ülkede bir orman ve bu ormanda da sadece hayvanlar yaşarmışşş…Bir gün bu ülkede deprem olmuş. Ve hayvanların bir kısmı telef olmuşşşş… Bir süre sonra, ‘’Kuş Gribi’’, ‘’Domuz Gribi’ derken yine hayvanların bir kısmı telef olmuuuşşş… Efendim orman burası hiç de tekin değilmiş, bir gün de ormanda yangın çıkmııışş…Yine hayvanlar telef olmuuşşş…Bir gün de ormanı sel basmış, yine hayvanlar telef olmuşlarmış… Daha küçük çaplı telefatlar olduğundan trafik kazalarını, kadın cinayetlerini, sübyan cinayetlerini, töre cinayetlerini saymıyorum…
Hal böyle giderken ormanın ileri gelenleri toplanmıışşş… Tartışmışlar aralarında ‘’efendim, neden hep bu felaketler bizi buluyor?’’ diye.. Tartışa tartışa sonunda şu kanaate ulaşmışlaaaarr: ‘’Efendim, aramızda bir günahkâr var, bütün bu musibetler bu günahkâr yüzünden.‘’ Çözüm olarak da şu karara varmışlar: ‘’Özel yetkili bir mahkeme kuralım, herkesi yargılayalım, suçluyu bulup cezalandıralım.’’
Bu fikir herkesin hoşuna gitmiş, ancak ormandaki akil adamların bir kısmı demiş ki: ‘’Ormandaki herkesi yargılayalım ama önce ilkeleri koyalım: Birinci olarak ‘Adil’ olalım. Malumdur ki ‘Adalet Mülkün Temelidir’. İkinci olarak istisnasız herkesi yargılayalım.’’ Bu fikir de kabul görmüşmüş…
Hayvanların kararlaştırdıkları gün Özel Yetkili Mahkeme kurulmuş. Aldıkları ilke kararı gereği herkesi yargılayacakları için Orman Kralı Aslan’dan başlamışlar yargılamaya… Aslan çıkmış sanık kürsüsüne… Mahkeme Başkanı da sormuş Aslan’a: ‘’Söyleyin Sayın Kral’ım, bugüne kadar hangi günahları işlediniz? Siz ve mahdumlarınız!’’
Aslan bu durumdan hiç memnun değilmiş, bu durumu kendisine karşı komplo diye nitelemesine rağmen başlamış saymaya: ‘’Falan yerde bir ceylan sürüsüne rastlamıştım, ikisini yedim, dördünü hakladım. Falan gün de feşmekân yerde bir geyik sürüsüne rastlamıştım, üçünü yedim, beşini haklamıştım, daha başka gün de daha başka bir yerde koyun sürüsüne rastlamıştım….’’ Bu noktada Mahkeme Başkanı Aslan’ın sözünü kesmiş: ‘’Sayın Kralım’’ demiş, ‘’Siz bu ormanın başkanı.., pardon, başkralısınız. Bunlar sizin hakkınız, o koylar, pardon o koyunlar, o parklar size feda olsun. ‘İki ceylan yedim, üç geyik yedim’ ne demek efendim, bu hanı iştaha sizin, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar yiyin.’’
Sıra Kaplan’a gelmiiişşşş… Kaplan da çıkmış sanık kürsüsüne ve başlamış anlatmaya: ‘’Ben de falan yerde bir ceylan sürüsüne rastlamıştım, birisini yemiş, ikisini haklamıştım. Falan gün de feşmekân yerde bir geyik sürüsüne rastlamıştım, ikisini yemiş, üçünü haklamıştım, daha başka gün parkta yedi gencin canını almıştım, onbir gencin de gözünü çıkarmıştım, başka bir gün de….’’ Bu noktada Mahkeme Başkanı Kaplan’ın da sözünü kesmiş: ‘’Sayın Kaplanım’’ demiş, ‘’Siz bu ormanın bakanı.., pardon, kaplanısınız. Bunlar gayet normal, bunlar sizin hakkınız, o saatler, pardon o ceylanlar size feda olsun. ‘İki ceylan yedim, üç geyik yedim’ ne demek efendim, bu hanı iştaha sizin, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar siz de yiyin.’’
Böyle gide gide sıra Kurt’a gelmiş efendiiim… Kurt da çıkmış sanık kürsüsüne başlamış anlatmaya: ‘’Efendim bir gün ormanda giderken bir koyun sürüsüne rastladım, hemen beşini hakladım, ikisini de götürdüm. Başka bir yerde yalnız dolaşan bir koyun görmüştüm, hemen onu da yedim. Başka bir günde ağıla daldım, orada ne kadar koyun…. ‘’ Bu noktada da Mahkeme Başkanı Kurt’un hemen sözünü kesmiş: ‘’Sayın Kurt, bak bu anlattıkların senin fıtratın gereği. O aptal koyunlar yenmeselerdi, sürüden ayrılmasalardı, o aptal çobanlar ağıllarını iyi kapasalardı. Efendim bırakın bu aptal koyunlar yüzünden suçluluk duygusuna kapılmayı, devam edin, bu hanı iştaha da sizin, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar siz de yiyin.’’
Sıra gelmiş Tilki’ye….. Ve çıkmış Tilki kürsüye ve başlamış anlatmaya: ‘’Bir gün bir kümese daldım, ne kadar tavuk, horoz varsa hepsini….’’ Daha der demez Mahkeme Başkanı kesmiş sözünü Tilki’nin: ‘’Sayın Tilki kardeş, bırakın o aptal tavuklar yüzünden siz de Kurt kardeş gibi suçluluk duygusuna kapılmayı, o aptal tavuklar yenmeselerdi, sahipleri kümesi iyi kapatsalardı, bunlar senin huyun, huyun! Sen de bu hanı iştahada tıksırıncaya kadar yemeğe devam et!’’
Böyle böyle giderken efendiiim sıra gelmiş Eşşek’e… Eşşek sanık kürsüsüne çıkınca Mahkeme Başkanı sert bir tonda sormuş hemen: ‘’Anlat bakayım Eşşek, hangi günahları işledin?’’ Eşşek saf saf cevap vermiş: ‘’Efendim’’ demiş, ‘’Benim hiç günahım yok!’’ Mahkeme Başkanı kükremiş: ‘’Ne demek efendim ‘günahım yok!’, hiç günahsız Eşşek olur mu?’’
Eşşek aslında mahcupmuş, kendisinden öncekiler o kadar günahlarını söylerlerken kendisinin bir tane bile günah söyleyememesi karşısında hicap duyuyormuş… ‘’Bir günahımı hatırlayamadım efendim’’ deyince Eşşek, kükremiş Mahkeme Başkanı: ‘’Ne demek hatırlayamadım, bak bende üzerinde oynanmış 5 nolu harddisk, 11 nolu CD’ler, isimsiz imzasız ihbar mektupları, terör örgütü artığı gizli tanıklar, sehven yüklemeler, uyduruk uyduruk belgeler var. İyi düşün!’’
Eşşek düşünmüş, düşünmüş, düşünmüş… Sonunda birden Eşşek kulaklarını dikmiş, gözleri parlamış, heyecanlanmış ve sanki suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet gibi sevinçle haykırmış: ‘’Buldum, buldum, buldum…’’
Anlat demiş Mahkeme Başkanı hemen seyircileri susturarak: ‘’Efendim’’ demiş Eşşek,’’sahibim bana çok sorumluluk verirdi. Sanırdım bu vatanın tek koruyucusu bendim. Sırtımda hep tonlarca yük taşırdım. Gecem gündüzüm, cumartesi pazarım, bayramım seyranım, aile hayatım, çocuklarım yoktu. Ben sadece vazifemi yapardım. Bir gün ki bir yaz günüydü, bir sabah erkenden seminere - pardon değirmene gitmiştim, orada bir çay ile bir simitle kahvaltı yaparım sanmıştım. Ancak sahibim buna da fırsat vermeden sırtıma üç-beş çuval bir den yüklemişti. Yol yokuştu, dağlıktı, yaz sıcağı idi, gün boyu bu yükü taşımıştım, saatler sonra tepede bir düzlüğe çıkmıştık, yol kenarında bir ekin tarlası vardı, acıkmıştım da, efendim o an dayanamadım, o ekin tarlasından bir tutam ekin kopardım….’’
Eşşek daha anlatımına fırsat vermeden Mahkeme Başkanı hemen atılmış: ‘’Tamam tamam, kes, boşver diğerlerini, yok vazifeymiş, yok vatanın koruyucusuymuş, yok bayramının seyranının olmamasıymış, geç bunları geç, geçti bunların devri, sen şu son cümleni bir tekrar et bakalım!’’ Eşşek mahcup tekrarlar: ‘’Efendim o an dayanamadım, o ekin tarlasından bir tutam ekin kopardım….’’
Ve bu an Mahkeme Başkanını bir felaket kükremiş: ‘’Bre mendebur, bre gafil, bre ormanın yüz karası, bre darbeci, bre muhtıracı, sen bilmez misin o bir tutam ekin de kaç tüyü bitmemiş yetimin hakkı var!’’
Ve hemen Mahkeme Başkanı elindeki kalemi kırmış ve idam cezasını vermiş Eşşek’e… Dışarıda da tezgâh hazırmış zaten ve önceden hazırlanan meydanda sessizce ve tepkisizce mahkemeyi izleyen kalabalığın gözleri önünde hemen infaz etmişler Eşşek’i…
Ve bu şekilde de orman günahlardan temizlenmiiişşşşşş… Ve ‘’Adalet’’ gelmişmiş ormana… Bir daha ne o ormanda deprem olmuş, ne ‘’Kuş Gribi’’, ‘’Domuz Gribi’ vakalarına rastlanmış, ne yangın çıkmış ormanda ne de sel basmış ormanı… O gün bu gündür hayvanlar mes’ut ve mutlu bir şekilde bu ormanda yaşayıp gidiyorlarmış…
Gökten üç elma düşmüş… Üçünü de Aslan yemişşş…
Osman AYDOĞAN