Atatürk'ün ''uygarlık'' ve ''Batı'' hakkındaki düşünceleri
27 Ağustos 2018
Yazılarımda çok sık kullandığım bir söz vardır: ‘’Her şey tanımla başlar, araçlarla devam eder’’ diye… Bu nedenle Atatürk'ün ''uygarlık'' ve ''Batı'' hakkındaki düşüncelerini aktarmadan önce bazı tanımlar hakkında kısa bir açıklama yapmam gerekiyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, yazılı veya sözlü olarak, hiçbir demecinde “Batılılaşmak” kavramı yer almıyor. Atatürk’ün söz ve demeçlerinde hep “muasır medeniyet seviyesi”ni, günümüz Türkçesiyle ‘’çağdaş uygarlık seviyesi’’ni dile getiriyor.
Mustafa Kemal Atatürk, bazı demeçlerinde çağdaş uygarlık olarak ‘’Batı Uygarlığı’’ndan bahsetse bile bu uygarlık Batılıların veya Hıristiyanlığın değil, bütün insanlığın ortak ürünü bir uygarlık oluyor. (İsmet Giritli, “Atatürkçülük-Kemalizm Neden Demokratik ve Pragmatik Bir Düşünce Sistemidir?”, s. 46.) Mustafa Kemal Atatürk, bu uygarlıktan da bünyemize uygun olan iyi şeylerini alalım diyor.
‘'Uygarlık'' nedir?
Bu dünyada tek bir uygarlık bulunuyor. Bu uygarlığın maddi temeli bütün insanlığa ait oluyor. Bu tek olan uygarlığın içinde de çoğul olarak da kültürler yer alıyor. Ayrı ayrı Batı uygarlığı veya Hristiyan uygarlığı veya Arap, Alman, Rus, Türk uygarlığı olmuyor. Ulusal kültürler oluyor ancak ulusal uygarlıklar olmuyor.
Dinler ise uygarlığın değil kültürün alan ve kapsamına giriyor. Dinler uygarlıkların değil kültürlerin oluşturucusu oluyor. Dinler, kültürün parçalarından sadece birisi oluyor.
‘’Uygarlık’’ tanımında ırkın da yeri bulunmuyor. Atatürk, kendisinin yazdığı ‘’Medenî Bilgiler’’ ders kitabından ırk ögesini çıkartıyor ve “ulus”u “dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların siyasal ve toplumsal kuruluşu” diye tanımlıyor. Ders kitabında ayrıca “insanlığın ilerlemesinde ırkın değil, aklın egemen olduğu ve ulusların çeşitli ırkların karışmasından meydana geldiği” (S.26) belirtiliyor. Atatürk ve Cumhuriyet, ‘’ırk’’ temeline değil “ulus” ve “uygarlık” temeline oturuyor.
Mustafa Kemal Atatürk’e göre uygarlaşmanın ön koşulu ve birinci adımı da bilimin ve aklın yöntemini kabul etmekle başlıyor. Ancak Doğu kültürü hala bilim ve felsefe öğrenip soru sormaya başlamadığından uygarlık merdivenini bir türlü çıkamıyor.
Uygarlığın gerçekten uygarlık olabilmesi için seçkin azınlıkla sınırlı kalmayıp uygarlığın halka yayılıp halk tarafından özümsenmesi ve sindirilmesi gerekiyor.
Biraz uzun bir giriş olduysa da bu giriş ve bu tanımlar olmadan Atatürk’ün ''uygarlık'' ve ''Batı'' hakkındaki düşüncelerini anlamak biraz müşkül oluyor…
Mustafa Kemal Atatürk’ün asıl savaşı
Falih Rıfkı Atay bütün milli mücadele döneminde İstanbul’dadır… 30 Ağustos 1922’den, yani zaferden hemen sonra İzmir’e gelip Mustafa Kemal Paşa ile tanışıyor. Ve bir daha yanından hiç ayrılmıyor. Atatürk’e yakınlığı nedeniyle de çok önemli olaylara tanıklık ediyor ve Cumhuriyet döneminin en etkin gazetecilerinden birisi oluyor.
Falih Rıfkı Atay, 30 Ağustos 1922 tarihindeki Başkomutanlık Zaferi’nin hemen ardından Mustafa Kemal Paşa’yla buluşmak için İzmir’e geldiğinde beklenmedik bir durumla karşılaşıyor. Ve izlenimlerini şöyle kaleme alıyor:
“İzmir’e gittiğimiz zaman ‘işini bitiren’ değil, ‘henüz işine başlayacak olan’ bir liderle buluştuk. Erzurum’dan İzmir’e bir düşmanla dövüşerek gelmişti. Onun denize döküldüğünü görüyorduk. Rahattık. Kurtulmuştuk. O ise bu defa İzmir’den Erzurum’a doğru iç düşmanla, uygarlık düşmanı ile dövüşmeye hazırlanıyordu.” (Falih Rıfkı Atay, Niçin Kurtulmamak?, Varlık Yayını, 1953, s. 6.) Falih Rıfkı Atay’ın ‘’iç düşman’’ ve ‘’uygarlık düşmanı’’ ifadesinden kastettiği Anadolu’nun Osmanlı tarafından bile isteye içine sürüklediği ‘’cehalet’’ ve ‘’yoksulluk’’ oluyor.
İşte Atatürk'ün bu mücadelesinde ''uygarlık''tan ve ''Batı''dan ne anladığı kendi sözlerinde şu şekilde yer alıyor:
“(...) Derler ki: Biz adam değiliz ve olamayız! Kendi kendimize adam olmamıza imkân yoktur. Biz kayıtsız şartsız mevcudiyetimizi bir ecnebiye tevdi edelim. Balkan muharebesinden sonra milletin, bilhassa ordunun başında bulunanlar da başka tarzda fakat aynı zihniyeti takip etmişlerdir.”
“Türkiye’yi böyle hastalıklı yollarla tükeniş ve yok oluş vadisine sevk edenlerin elinden kurtarmak lazımdır. Bunun için, keşfolunmuş bir hakikat vardır, ona itaat edeceğiz. O hakikat şudur: Türkiye’nin köhne düşüncesini büsbütün yeni bir imanla donatmak. Bütün millete taze bir maneviyat vermek.” (Nutuk, AAM Yayını, 1989, s. 424–425.)
“İnkılâbın temellerini her gün derinleştirmek, desteklemek lazımdır. Birbirimizi aldatmayalım. Uygar dünya çok ilerdedir. Buna yetişmek, o uygarlık dairesine dâhil olmak mecburiyetindeyiz.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 223.)
“Ülkeler çeşitlidir. Fakat uygarlık birdir ve bir ulusun yükselmesi için de bu biricik uygarlığa katılması gereklidir.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III, s. 14.)
“Biz Batı uygarlığını bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya uygarlık seviyesi içinde benimsiyoruz.” (Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara, İş Bankası Yayını, 1959, s. 176.)
“Gözlerimizi kapayıp herkesten ayrı ve dünyadan uzak yaşadığımızı düşünemeyiz. Ülkemizi bir sınır içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız. İleri ve uygar bir ulus olarak çağdaş uygarlık alanı içinde yaşayacağız. Bu yaşama da ancak bilgi ile teknik ile olur. Bilgi ve teknik nerede ise orada olacağız ve ulusun her bir insanının kafasına koyacağız. (...)” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III, s. 45.)
“Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye’de asri, binaenaleyh Batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Uygarlığa girmeyi arzu edip de Batıya yönelmemiş millet hangisidir? Bir istikamette yürümek azminde olan ve hareketinin ayağında bağlı zincirlerle işkâl edildiğini gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür. Fakat ortaya çıkan hadise, Türkiye’nin kayıtsız şartsız millî egemenliğine sahip olması neticesidir. (...)” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt I-III, ss. 90–91.)
Atatürk’ün yabancı basın mensuplarıyla yaptığı söyleşi
Atatürk, 27 Eylül 1923 günü Avusturyalı Neue Freie Presse muhabirine şöyle konuşuyor:
“(...) Doğu ve Batı’dan, birbirine düşman iki ülke ve birbirine zıt iki düşünce biçimi olarak söz edilecekse, bu düşmanlığın kaynaklarını Avrupa’da aramak yerinde olur. Türk halkına daha iyi hükmetmek ve her türlü hür iradenin baskısı altına almak istedikleri için, imparatorluk döneminde padişahların, halkın Avrupa ile olan en ufak temasını gayretli bir biçimde engellemeye çalıştıkları doğrudur. Ama biz Türk milliyetçileri çevremize bulanık olmayan gözlerle bakıyor, yurt içinde dışındaki tüm olayları ve gelişmeleri dikkatle izliyoruz. Halkımızın diğer kültür toplumlarıyla olan bağını mümkün olduğunca sağlamanın kendi lehine olacağının bilincindeyiz. Biz Avrupa ile olan karşılıklı ilişkilerimizi hiçbir şekilde engellemek niyetinde değiliz, aksine bu ilişkilerin hızlı ve zamanında gelişmesini sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapmak istiyoruz. Bizim bu tutumumuz Türk eksenofobisinin büyük bir yanılgı olduğunu açık seçik ortaya koyuyor.” (Hans-Jürgen Kornrumpf, “Mustafa Kemal Paşa ile Yapılan Söyleşi”, Ankara AAM Yayınevi., 1997, s. 23.)
Bu söyleşinin Almanca orijinalini yazımın sonunda veriyorum.
Atatürk, 29 Ekim 1923 günü Fransız Gazeteci Maurice Pernot’ya da şunları söylüyor:
“(...) Yabancı düşmanlığı noktasına gelince; şu bilinsin ki, biz ecnebilere karşı herhangi düşmanca bir his beslemediğimiz gibi onlarla dostça ilişkide bulunmak arzusundayız. Türkler, bütün medeni milletlerin dostlarıdır. Yabancılar memleketimize gelsinler, bize zarar vermemek, hürriyetlerimize müşkülat çıkarılmasına çalışmamak şartıyla burada daima hüsnü kabul göreceklerdir. Maksadımız yeniden dostluk kurmak, bizi başka milletlere bağlayan bağları güçlendirmektir. Memleketler muhteliftir, fakat uygarlık birdir ve bir milletin terakkisi için de yegâne uygarlığa iştirak etmesi lâzımdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun sükûtu, Batıya karşı elde ettiği zaferlerden çok mağrur olarak, kendisini Avrupa milletlerine bağlayan ilişkileri kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi, bunu tekrar etmeyeceğiz.” “(...) Biz daima doğudan batıya doğru yürüdük. Eğer bu son senelerde yolumuzu değiştirdikse, itiraf etmelisiniz ki, bu bizim hatamız değildir. Bizi siz mecbur ettiniz. Ricat arızî ve gayrı ihtiyarî oldu. (...) Vücutlarımız doğuda ise fikirlerimiz batıya doğru yönelik kalmıştır.”
Asri olmak ne demek?
‘’Gazi, bir gün Meclis kürsüsünde asrileşmekten söz ederken, bir mebus biraz da itiraz anlamına gelecek şekilde, ‘Paşam asri olmak ne demektir?’ diye sorduğunda, derhal, ‘Asri olmak demek, adam olmak demektir!’ cevabını veriyor.’’ (Kazım Özalp-Teoman Özalp, Atatürk’ten Anılar, s. 69.)
Atatürk, asri olmanın ne demek olduğunu işte bu veciz sözle kısaca anlatıyor: ‘’Asri olmak demek, adam olmak demektir!’’ Atatürk, nasıl asri olunacağını da yukarıda verdiğim gibi demeçlerinde anlatıyor...
Asri olmak demek, adam olmak demek oluyor! Adam olmak demek ise asri olmak demek oluyor!
Muasır medeniyet seviyesinin de ötesinde ve üstünde bir devlet adamı olan Atatürk’ü anlamak ve anmak ne yazık ki her faninin harcı olmuyor.
Osman AYDOĞAN
Bir not: Bu yazı içinde yer alan Mustafa Kemal Atatürk’e ait sözler için Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in Harp Akademileri 2008-2009 Eğitim ve Öğretim Yılı açılışı nedeniyle verdiği “Atatürk’ün liderlik sırları” adlı konferanstan faydalanılmıştır.
Atatürk, 27 Eylül 1923 günü Avusturyalı Neue Freie Presse muhabirine şöyle konuşuyor:
http://diepresse.com/home/165jahre/1424462/1923_Seit-Jahrhunderten-zuechten-Feinde-Gefuehle-des-Hasses-gegen