‘’25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’’ ve Türkiye’de kadına yönelik şiddet...
25 Kasım 2020
1999 yılında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararıyla, kadına yönelik şiddete karşı toplumda farkındalık yaratmak amacıyla 25 Kasım günü ‘’Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'' olarak ilan ediliyor. O günden beridir her yıl 25 Kasım günü, ’Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'' olarak tüm dünyada kutlanıyor...
Tarihin, 25 Kasım olarak belirlenmesinin nedeni de 1960 yılında Dominik Cumhuriyetleri’nde meydana gelen üç kız kardeşin tecavüz edilerek vahşice öldürüldüğü kara gün olması. Bu kara gün de tarihe bu şekilde “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'' olarak geçiyor.
‘’Kadına Yönelik Şiddet’’ tanımı
Günümüzde kadına yönelik fiziksel ve psikolojik şiddet giderek artan önemli bir toplumsal sorunlardan birisi haline geliyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şiddetin tanımını “fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma ihtimali bulunması” olarak yapıyor…
WHO, görüldüğü gibi şiddetin tanımını ‘’Fiziksel Şiddet’’ ve ‘’Psikolojik Şiddet’’ olarak ikiye ayırıyor…
Fiziksel şiddet içeriğinde; dayak, kesici ve vurucu maddelerle bedene zarar vermek, sağlıksız koşullarda yaşamaya mecbur bırakmak ve sağlık hizmetlerinden yararlanmasını engelleyerek bedene zarar gelmesine sebep olmak olarak yer alıyor...
Psikolojik şiddet içeriğinde ise; kişiyi aşırı denetleme ve kontrol altında tutma, aşağılamak, cezalandırmak, mahrum bırakmak, küçük düşürmek amacıyla yapılan sistematik şiddet davranışları bulunuyor…
Psikolojik şiddette, kişinin benlik değerine, kimliğine, dünyaya karşı bakış açısına savunmalarına zarar verme söz konusu olduğu için kişide ruhsal hastalıklara sebep olabiliyor… Psikolojik şiddet, bireyin kişilik yapısını ve benlik saygısını hedef aldığından, fiziksel şiddete göre çok daha büyük sürdürülebilir hasarlara neden olabiliyor.
Türkiye’de kadına yönelik şiddet
Günümüzde kadına yönelik her iki şiddetin ülkemizde ne kadar yaygın olduğu konusunda sağlıklı rakamlar ne yazık ki elimizde mevcut bulunmuyor. Bunun nedeni psikolojik şiddet çoğunlukla kayıtlara girmezken fiziksel şiddette ise intihar süsü verilerek üstünün kapatılması ve her iki şiddet mağduru kadınların sessiz kalıp kendini kaderine mahkûm etmeleri olarak gösteriliyor…
2020 yılı rakamlarına ulaşamadım. Ancak İçişleri Bakanlığı verilerine göre; 2014’te cinsel şiddet nedeniyle mağdur sıfatıyla güvenlik birimlerine getirilen kız çocuğu sayısında 2017 yılında yüzde 96 artıyor. Son on yılda kadın cinayetlerinde yüzde 1400, kadına şiddet davalarında yüzde 366, cinsel taciz davalarında ise yüzde 449 artış yaşanıyor.
(TBMM İnsan Hakları Komisyonu tarafından yayınlanan ‘’Kadına ve Aile Bireylerine Yönelik Şiddet İnceleme Raporu’’nda Türkiye’de kadın cinayetlerinin son 10 yılda %1400 arttığı ileri sürülüyor…)
2019 yılı ‘’Kadın, Barış ve Güvenlik Endeksi’’ araştırmasına göre; 167 ülke arasından kadınlar için hayat kalitesinin en yüksek olduğu ülke Norveç olurken, Türkiye bu sıralamada 114. sırada yer alıyor. ‘’Küresel Cinsiyet Eşitsizliği’’ raporuna göre de Türkiye 153 ülke arasından 130. sırada bulunuyor.
Ayrıca bu istatistiğe intihar süsü verilmiş kadın cinayetleri dâhil edilmiyor. Türkiye'de kadın intiharlarının erkek intiharlarından yüksek olmasının nedeninin kadın intiharlarının çoğunun intihar süsü verilmiş töre cinayeti olduğu değerlendiriliyor.
Ülkemizde kadın cinayetlerindeki bu artış gibi kadına yönelik olarak yapılan şiddet, taciz, tecavüz ve mobbing gibi farklı alanlarda da benzer oranlarda kadına şiddet artarak devam ediyor…
Türkiye’de kadına yönelik artan şiddetin kaynağı
Ülkemizdeki kadına yönelik artan bu şiddetin psikolojik, sosyolojik, kültürel, geleneksel ve ekonomik nedenleri başta olmak üzere çeşitli sebepleri bulunuyor. Ancak kadına yönelik bu artışın dört nedeni var ki üzerinde önemle durulması gerekiyor…
Bunlardan birincisi; toplumda kullanılan ve medyada sergilenen erkek egemen dilinin hâkim olduğu kültürün yol açtığı kadınlara yönelik nefret söylemidir.
Toplumda kullanılan ve medyada sergilenen erkek egemen dilinin hâkim olduğu kültürün yol açtığı kadınlara yönelik nefret söylemleri ve kadın düşmanlığına, kadına ve kadın bedenine hakarete dönüşen sözcükler, erkeklerin zihninde her zaman için patlamaya hazır bombalar gibi yer alıyor…
Türk medyası, kadını “namus” ve “ahlak” gibi son derece kişisel ve muğlak terimler çerçevesinde; “ev kadını”, “vefakâr anne”, “özverili eş”, “cinsel obje”, “seksi güzel”, “güçsüz / itaatkâr”, “kötü kalpli”, “hırslı”, “cüretkâr” gibi sıfat ve rollerin altında ele alarak onu cinsellik, iktidar, aşk, aldatma / aldatılma, intikam, kıskançlık gibi konuların merkezine yerleştiriyor… Türk medyası ayrıca “annelik” ve “ev kadınlığı” gibi rolleri, bir kadının birincil vasıfları ve görevleri olduğu şeklinde sunuyor…
Kadınlar hakkında dilde yer alan ve günlük hayatta kullanılan bu tür sözcüklerin toplumda nasıl bir tahribat yarattığını Kıpti kökenli Mısırlı yazar ve dilbilimci Selâme Mûsâ’nı yazdıkları örnek olarak gösteriliyor. Prof. Dr. Bedrettin Aytaç ‘’Selâme Mûsâ ve Arap Dili Üzerine Görüşleri’’ (Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, II, Ankara 2001, s. 120-128) isimli çalışmasında Mûsâ‘nın ‘‘El-Belâga’l-Asriyye ve’l-Luga’l-Arabiyye‘‘ isimli kitabında yer alan görüşlerinden bahsediyor...
Selâme Mûsâ’ya göre, dildeki “fosilleşmiş” kelimelerin varlığı toplumda çeşitli zararlara neden oluyor. Mûsâ, bu görüşlerini şöyle dile getiriyor: “Dildeki fosiller içinde Yukarı Mısır’ın bazı ilçelerinde kullanılan ‘kan’, ’öç’, ‘ırz’ kelimeleri bulunuyor. Bu kelimeler, her yıl yaklaşık üç yüz kadın ve adamın öldürülmesine neden oluyor.” Ülkemizdeki onca kadın cinayeti ve kadına yönelik şiddetin sebebi üzerinde dil konusunu hiç düşündük mü acaba?
Bunlardan ikincisi kadına ve çocuklara yönelik şiddetin cezasız kalması veya verilen cezaların caydırıcı olmamasıdır…
Tecavüzde hâkim karşısında kravat takmak iyi hal indirimi olarak değerlendiriliyor… Değişik kurslarda, yurtlarda ve vakıflarda çocuklara yapılan toplu tecavüz vakalarının üstü örtülüyor. Bir bakan, hem de kadın bir bakan bir vakıftaki 45 öğrenciye tecavüz edilmesi ile ilgili olarak "Bir kere yaşanmış bir olay" diyebiliyor… Sonuç olarak kadına yönelik şiddet ve taciz ve tecavüz suçları ülkemizde caydırıcı olarak cezalandırılmıyor.
Bunlardan üçüncüsü ülkenin siyasi atmosferine hâkim olan şiddet kültürüdür…
İktidarı ile muhalefeti ile siyaset meydanlarında, meclis kürsülerinde, TV’lerde, haber kanallarında ve açık oturumlarda sarf edilen kötü ve sert tondaki ağıza alınamayacak sözler, çirkin ifadeler, hakaretler, aşağılamalar ve buralarda sergilenen çatık kaşlar, parmak göstermeler, şiddet ve celâl tüm ülke sathına dalga dalga ve katlanarak yayılıyor, bu şiddet, caddelere, sokaklara, evlere, odalara ve kuytu yerlere ulaşıyor ve bu şiddet, buralarda kim kimi zayıf bulmuşsa onun ve özellikle toplumdaki en savunmasız olan kadınların bedenlerinde somutlaşıyor…
Şiddete kaynaklık teşkil eden siyasetteki dil sorunu
Siyasetin temelinde ‘’dil’’ kavramı yatıyor. Bu nedenle de sadece ‘’eril dil’’ değil genel olarak ‘’siyaset dili’’ büyük önem taşıyor. İster iktidarda, ister muhalefette olsun siyasetçi dilinin, oraya buraya çekilmeyecek, kutuplaşmaya zemin hazırlamayacak ölçüde düzgün, açık, net ve anlaşılır biçimde “sağlıklı” olması gerekiyor.
Siyasette yanlış anlamalara, alınganlıklara zemin hazırlayan, kutuplaştıran, öfke ve şiddet içeren sözler ve davranışlar; yerini, akılcı ve gerçekçi çizgide söylemlere, tutum ve davranışlara bırakması gerekiyor.
Siyasetçinin, ‘’insanı merkeze alarak’’ halka anlayış, saygı ve sevgi ile yaklaşması, içten ve olumlu sözlerini beden dili ile bütünleştirmesi gerekiyor. Siyasetçinin, ağzından çıkacak her sözü yerinde ve zamanında kullanması, böylece halk ile sıcak ilişki kurma becerisini gösterebilmesi gerekiyor… Siyasetin, aklı kullanarak, dil ve beden dili aracılığı ile problemleri zor kullanmadan tatlılıkla çözme sanatı olduğunun unutulmaması gerekiyor.
Politikada tartışma mutlaka olacaktır ama siyasetçinin, siyasi terbiye ve nezaket sınırlarını aşan, olumsuz sözler ve davranışları halk sağlığını fazlasıyla tehdit ediyor…
Siyasetçinin, toplumda ‘’rol-model’’, yani örnek olma görevini üstlenmiş kişi olması gerekiyor. Bu bakımdan, zaman zaman siyasetçinin dilinde ifadesini bulan öfke yüklü söylemler ve buna bağlı olarak sergilenen nefret söylemleri, itici, kışkırtıcı jestler, mimikler ve davranışlar anlattığım gibi hiç de olumlu sonuçlar doğurmuyor…
Bu bağlamda, hiçbir siyasetçinin olumsuz sözleri, tutum ve davranışları kendisiyle sınırlı kalmıyor hatta dalga dalga ülke sathına yayılarak bir domino etkisi yaratıp, toplumsal ve sosyal huzuru ve barışı bütünüyle tehlikeye düşürüyor… .
Bu nedenle her siyasetçinin, önce iyice düşünmesi sonra dikkatli bir şekilde konuşması ve nihayet özenli, olgun, örnek oluşturacak olumlu tavırlar sergilemesi gerekiyor…
Bunlardan dördüncüsü siyasetçilerin kullandığı kadın düşmanı, cinsiyetçi, ayrımcı eril dildir…
Eril dil ve kadın düşmanı açıklamalar her partinin siyasetçilerince yapılıyor. Ancak bu konuda birinciliği iktidar partisi mensupları kimseye kaptırmıyor. İktidar partisine mensup siyasetçilerin son senelerde kullandığı kadına yönelik cinsiyetçi ve ayrımcı eril dile örnekler verecek olursam değil bu sayfa sitemin tamamı yetmiyor. Ancak bu konuda bazı örnekleri yazımın sonunda sunuyorum.
Ancak bütün bu söylemler bana, kadının ahlak ve namusu hakkında konuşan herkesi anlatan Frida Kahlo’nun bir sözünü hatırlatıyor: “Ahlak ve namus denince sadece kadından konuşmaya başlayan herkes, ahlaksız ve namussuzdur.”
Siyasetçinin bu eril dilinin sonuçları
Doğan Kuban ‘´Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji´´ Dergisi´nin 28 Mart 2008 tarihli nüshasında ise şöyle yazıyor; Le Monde Diplomatique dergisi yıllarca önce ‘'Kendi Kültürleriyle Hasta Olan Toplumlar’' adlı bir küçük kitapçık yayınlamıştı. Bu kitapçıkta yer alan Fransız gazeteci, yazar ve Le Monde Diplomatique dergisinin direktörü Claude Julien'in makalesinde Pétain’in başbakanlığı ve başkanlığı döneminde Fransa’da Pétain’in kişiliğinin ve egemen olan ruh halinin bütün bir Fransa’yı etkilemiş olduğunu yazıyor...
İşte siyasetçilerin de bu eril düşünce, söylem ve davranışları Claude Julien'in söylediği gibi dalga dalga artan bir şekilde bütün bir ülkeyi etkiliyor…
Boğaz için ‘’dokuz boğumdur’’ deniyor. Bu; konuşmak için, boğazdan bir ses çıkarmak için dokuz kere düşünmek anlamını taşıyor. Söz konusu eğer siyaset ise dokuz değil doksan dokuz kez düşünülmesi gerekiyor. Hele hele konuşanlar iktidara mensup kişiler ise doksan dokuz değil yüz doksan dokuz kez düşünülüp öyle konuşulması gerekiyor. Çünkü devlet yönetimi ciddiyet gerektiriyor...
Kadını ihmal
Günümüz dünyasında kadına yönelik şiddetin bir başka boyutu daha bulunuyor. Onu da yazmadan geçmek istemiyorum… Kadına yönelik şiddette gözardı edilen ve görmezden gelinen hassas bir konu bulunuyor: İhmal!... Psikologlar ''ihmal''in ''şiddet''ten daha tahripkâr olduğu konusunda uyarı yapıyor…
Toplumda şöyle bir önyargı yer alıyor: Eğitimsiz, cahil ve kültürsüz erkekler kadına ''şiddet'' uygular... Ancak şöyle de bir tespit bulunuyor: Eğitimli, bilgili ve kültürlü erkekler de kadına ''ihmal'' uyguluyor… ..
Kadına yönelik şiddetin en tahripkâr hali ''ihmal'' oluyor... Görmezden gelmek, beğenmemek, bir teşekkürü, bir güler yüzü, bir demet çiçeği çok görmek, nezaketi, iltifatı ve sevgi sözcüklerini esirgemek, kıskanmak, yardımdan uzak durmak vb. konular ihmalin en büyük göstergesi oluyor..
Kadına yönelik şiddete karşı mücadelede en başta eğitilmesi gerekenler eğitimli, bilgili ve kültürlü erkekler oluyor... Çünkü kadına yönelik şiddette en tehlikeli erkek tipi kadının bedenini değil ruhunu örseleyen erkekler oluyor…
Sonuç
Kadına yönelik şiddete karşı toplumda farkındalık yaratmak için 25 Kasım gününü bekleyerek sadece bu günü bir mücadele günü olarak anmak kadına yönelik şiddetin gün be gün arttığı ülkemizde pek bir anlam ifade etmiyor…
Öncelikle iktidarıyla, muhalefetiyle siyasetçinin çatışma ve şiddet kültürünü ve eril dili terk etmesi gerekiyor. Siyasetçinin dilinin, uzlaşıcı, kapsayıcı, kucaklayıcı olacak şekilde düzgün, açık, net ve anlaşılır biçimde “sağlıklı” olması gerekiyor…
İktidarıyla, muhalefetiyle siyasetçinin; kadın konusundaki ilkel düşüncesini, eril dilini ve maço davranışlarını düzeltmesi gerekiyor. Kadın - erkek eşitliği konusunda siyasetçinin topluma örnek olması gerekiyor…
Sözlüklerde yer alan, erkek egemen dilinin hâkim olduğu kültürün yol açtığı kadınlara yönelik fosilleşmiş, kadın düşmanlığına, kadına ve kadın bedenine hakarete dönüşen nefret sözcüklerinin tamamı ayıklanarak bir daha kullanılmaması gerekiyor…
Kadına yönelik şiddette verilen cezaların da caydırıcı olması gerekiyor…
Acil uygulanması gereken yasalar
Bu kapsamda;
* Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 19 Aralık 1979 tarih ve 34/180 sayılı kararıyla kabul edilen ve Türkiye tarafından 1985 yılında çekinceleriyle kabul ettiği, ancak 2008 tarihinde 29. maddenin 1. fıkrasına ilişkin çekince hariç diğer çekincelerini kaldırdığı “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’’;
* Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nun ‘’Kadınların ve erkeklerin insana yakışır işlerde çalışıp insana yakışır kazanç sağlayabilmeleri için gerekli fırsatların artırılması’’ strateji hedefleri;
* Birleşmiş Milletler Dünya Kadın Konferanslarında yer alan Kadının Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmeler;
* 2011 yılının Mayıs ayında İstanbul’da gerçekleşen, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan, Türkiye’nin de imzaladığı ve 1 Ağustos 2014 itibarıyla Türkiye’de resmen yürürlüğe giren kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesini konu alan ve hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge niteliğinde olan ‘’İstanbul Sözleşmesi’’,
* 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu;
* 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun;
* T.C Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ‘’Kadının Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Planı (2018 - 2023)’’
Bu mevzuatın derhal uygulanması gerekiyor… Zaman, mazeret üretme değil, zaman eylem zamanı olarak yer alıyor… Bu konuda eyleme geçmeyen sözlerin konuya hiçbir katkısı olmuyor…
Arz ederim…
Osman AYDOĞAN
İktidar partisine mensup siyasetçilerin son senelerde kullandığı kadına yönelik cinsiyetçi ve ayrımcı eril dile örnekler:
TBMM Başkanı Arınç, eşinin adının 23 Nisan davetiyesinde neden olmadığını soran gazeteciye: “Bu nedir? Şeyini şey ettiğimin şeyidir” (Nisan 2004)
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, partisinin Kocaeli İl Kadın Kolları Teşkilatı’nca düzenlenen Dünya Kadınlar Günü Dayanışma Çayı’nda: "Türk hanımları evinin süsüdür, erkeğinin şerefidir, Batı kadınları ise maalesef ezilmektedir.’’ (Mart 2005)
AKP Çankırı Milletvekili Hikmet Özdemir, içinde ''Cehennemlik olanlar da bana gösterildi, çoğunun kadın olduğunu gördüm'' yazılı kitapçık dağıttı. (Temmuz 2006)
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Ankara İl Kongresinde Münevver Karabulut cinayeti ile ilgili olarak: "yalnız bırakılan ya davulcuya, ya zurnacıya" dedi. (Temmuz 2009)
Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, kapatılan DTP’li Mardin Milletvekili Emine Ayna’yı kastederek, “Çok garip bir yaratık. Allah akıl fikir versin” (22 Aralık 2009)
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Büyük Anadolu Otelinde düzenlenen Türk Metal Sendikası 16. Kadın Kurultayında: ‘’Kadınlara yönelik şiddet olayları, muhalefetin ve medyanın istismarıyla artıyormuş gibi bir havada takdim edilmektedir.’’ (Mart 2011)
Ordu'nun Ünye ilçesinde, AKP Ünye İlçe Tanıtım ve Medya Başkanı Süleyman Demirci, başı açık kadınlar için: "Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır." (Mart 2011)
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün danışmanı Yusuf Müftüoğlu: "Ne yalan söyleyeyim, yılbaşının hemen ertesi günlerinde gazetelerde kutlamalar sırasındaki taciz haberlerini okumak hoşuma gidiyor." (Mayıs 2011)
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek: ‘’Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek" (Kasım 2011)
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bir Konya mitinginde, Hopa'daki olayları protesto etmek için tank üzerine çıkan ve polis müdahalesi sonucu kalçası kırılan Halkevleri Merkez Yürütme Kurulu üyesi Dilşat Aktaş hakkında “O kadın, kız mıdır kadın mıdır?" (11 Haziran 2011)
Sağlık Bakanı Recep Akdağ: “Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar.” (Mayıs 2012)
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP milletvekili Aylin Nazlı Aka'nın kürtaj tartışmasında dile getirdiği "Başbakan vajina bekçiliğini bıraksın" sözlerine karşılık, "evli bir 'bayan'ın cinsel organı hakkında açıkça konuşmasının yüzümü kızarttı" (12 Aralık 2012)
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, kürtajın yasaklanmasıyla ilgili tartışmalar sırasında tecavüz sonucu gebeliklerde kürtaj konusu tartışılırken; "Anası olacak kişinin hatasından dolayı çocuk niye suçu çekiyor. Anası kendisini öldürsün" (Haziran 2012)
Dönemin başbakanı Erdoğan, Gezi protestoları sırasında verdiği bir röportajda Dolmabahçe’deki ofisinden kadınların kıyafetleri hakkında: “Değerlerine önem veren anne, baba kızının birilerinin kucağına oturmasını ister mi? Dolmabahçe’de ofisimin önünden Kadıköy’den gelenlerin filan orada durumunu görüyorum. Bütün bunları gördüğüm zaman, bunlar benim aslında kendi değerlerimle uyuşan şeyler değil. Buna rağmen benim toplumumun insanıdır diyorum, giyimine kuşamına şusuna busuna karışamam diyorum…” (Haziran 2012)
AKP Tokat milletvekili Zeyid Aslan, kadın gazetecilere "Ben sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam, bunların gerçeği bu diye ahlaksız olurum değil mi?" (Temmuz 2013)
Bir TV programa katılan Bakan Hüseyin Çelik, “Dün bir kanaldaki, yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki olmaz bu yani. Kimseye karıştığımız yok ama çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez.” (Eylül 2013) Çelik’in açıklamasından sonra sunucu Gözde Kansu işten çıkarılıyor!…
AKP Milletvekili, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün: “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur.” (Aralık 2013)
Kadın ve Demokrasi Derneği'nin (KADEM) düzenlediği I. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi'nde konuşan CB Erdoğan: "Kadın erkek eşit değil fıtrata terstir. Tabiatları, bünyeleri farklıdır" (24 Kasım 2014)
AKP Bursa teşkilatının düzenlediği bayramlaşma töreninde konuşan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç; "Kadın iffetli olacak. Mahrem-namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak. Nerede öyle yüzüne baktığımız zaman yüzü hafifçe kızarabilecek, boynunu öne eğebilecek kızlarımız." (Temmuz 2014)
Bülent Arınç ‘’kahkaha’’ açıklamasının ardından gelen eleştirilere cevap olarak: “O konuşmamdan bir kısım alınmış. Sadece kadınlar kahkaha atmasın dediysem akıl dışı bir iş yapmışımdır. Ama orada ahlak kurallarıyla ilgili bir konuşma yaptım. Kocasını bırakıp tatile çıkanlar, direği gördüğünde dayanamayıp direğe çıkanlar... Böyle bir hayatın içinde siz olabilirsiniz, size kızmanın ötesinde acıyabilirim.” (Temmuz 2014)
Daha sonra AKP İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan olan Vali Hüseyin Aksoy: ‘’Eskiden ‘Kocandır, sever de döver de’ derdik, artık demiyoruz.’’ (Ocak 2015)
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu üç çocukları olduğunu söyleyen bir bebeğin babasına "O zaman sen söz dinleyenlerdensin. Anneler, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir. Merkeze iyi nesiller yetiştirmeye almalılar". (02 Ocak 2015)
Hükümet sözcüsü Bülent Arınç, Meclis’te düzenlenen bir toplantıda HDP vekili Nursel Aydoğan’a hitaben: “Bir kadın olarak sus” (29 Temmuz 2015)
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun eşi Doktor Sare Davutoğlu, kadına şiddetle ilgili olarak “Ben kadına şiddet dememizin de bu konuyu büyüttüğü kanaatindeyim. Şiddeti bir bütün olarak ele almamız lazım” (Temmuz 2015)
AKP İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan Ayhan Sefer Üstün: ‘’Tecavüze uğrayan doğurmalı’’ (Eylül 2015)
AKP’nin Urfa mitinginde konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Şimdi işiniz, maaşınız var, aşınız var. Ne kaldı? Eş kaldı eş. Biz bu toprakların insanlarının bereketlenmesini istiyoruz, çoğalmasını ama aynı zamanda iş güç sahibi olmasını da istiyoruz. Eş lazım dediğinizde önce annenize, babanıza gideceksiniz inşallah onlar size hayırlı bir eş bulacak. Bulamazsa bize başvuracaksınız.” (23 Ekim 2015)
Trabzon'un Of İlçesi'nde AKP'li Belediye Başkan Vekili Halil Alireisoğlu, afet ve acil durumlarla ilgili eğitim veren müftülük çalışanı Ayşe Yılmaz’a bağırarak: ““Sen kimsin de bize vaaz veriyorsun? Bu kadın nereden çıktı? Bu ne iş? Erkekler kadınlardan vaiz mi alırmış? Bizim kadınlardan alacağımız eğitime ihtiyacımız yok.” Aliresioğlu tepkiler üzerine: “Temelde bayan olduğu için tepki gösterdim. Bayanların konuşacağı yer vardır, erkeklerin konuşacağı yer vardır.” (3 Nisan 2016)
Meclis’te boşanmaları araştırmak için kurulan komisyonun toplantısında AKP Isparta vekili Sait Yüce, sunum yapmak için davet edilen ‘’Eşitlik İzleme Kadın Grubu’’ (EŞİTİZ)’ndan avukat Hülya Gülbahar’a “Ben sana haddini bildirmeye çalışıyorum.” (19 Şubat 2016, Cuma)
AKP'li Gaziantep Şahinbey Belediyesi, "Aile Saadeti" isimli bir kitap dağıtıyor. Bu kitapta, ‘’Kadınların nasıl dövülmesi gerektiği’’ anlatılıyor. (Şubat 2017 )
Bu örneklere devam etsem buradan Merih gezegenine yol oluyor… En iyisi ben bu örnekleri burada keseyim…