Çığlık…
02 Mart 2020
‘’İki arkadaşımla yürüyordum
Güneş batıyordu
Melankolinin nefesini hissettim
Birden gökyüzü kan kırmızısına döndü
Durdum ve korkuluğa yaslandım
Ölümüne yorgundum
Alev almış bulutlara bakıyordum
Kan ve bıcak gibi, derin mavi fiyort ve şehrin üzerinde asılı
Arkadaşlarım yürümeye devam etti
Endişeden tir tir titreyerek orada durdum
Evrenden gelen muazzam ve sonsuz çığlığı duydum.’’
Edvard Munch
''Çığlık'' veya orijinal adıyla ''Skrik'', Norveçli ressam Edvard Munch’un 1893 tarihli bir tablosunun adı oluyor... Sanat Tarihi'nde orijinal adı ''Boğuntu'’ olarak tanınıyor. Birçok eleştirmene göre bu tablo, Munch'un en önemli çalışması olup Leonardo da Vinci’nin ‘’Mona Lisa’’sının ardından sanat tarihinin ikinci en ünlü eseri kabul ediliyor…
Aslında Edvard Munch’un yaptığı dört tane ‘’Çığlık’’ tablosu bulunuyor... 1893’te yaptığı bu tablo yağlı boya ilk versiyonu oluyor. Bu tablo Oslo’daki Ulusal Galeri’de, Munch’un aynı tarihte yaptığı pastel versiyonu ile 1910’daki diğer yağlı boya versiyonları yine Oslo’da Munch Müzesi’nde sergileniyor...
Munch'un ayrıca 1895’te yaptığı aynı adlı bir başka pastel tablo daha bulunuyor... Bu tablo özel şahıs elinde bulunuyor... Bu tablo 2012’de ABD’de 120 milyon Dolara satılarak en pahalı sanat eseri unvanını alıyor…
Resim orijinali 84 cm x 66 cm boyutlarında bulunuyor. Resimde ön planda ıstırap çeker gibi görünen bir figür, arka planda ise Ekeberg tepesinden Oslofjord'un görünümü yer alıyor, Oslofjord göğü kan kırmızısı renginde gözüküyor...
Yukarıdaki dizelerde Edvard Munch tabloyu nasıl yaptığını anlatıyor...
Ressam günlüğünde anlattığına göre iki arkadaşıyla yürüyor, bu sırada ise kan kırmızısı rengiyle güneş batıyor. Ressam kendini yorgun hissediyor ve trabzanlara yaslanıyor. İki arkadaşı ise yürümeye devam ediyor. Ressam bu sırada ‘’doğanın çığlığını’’ hissettiğini günlüğünde dile getiriyor. Gerçekten de resmin Almanca orijinal adı bu durumu yansıtıyor: “Der Schrei der Natur” (Doğanın Çığlığı) Bu ad sanat literatüründe tablonun ilk adı olarak yer alıyor... Ressam bu resmi yaparken hastadır ve bu yorgunluğunun oradan geldiği düşünülüyor. Çığlık tablosunun kahramanının, ressamın kendi portresi olduğu söyleniyor…
Munch, bu tabloyu çizgisiyle, duygusuyla var olan tüm korkuların bir temsili adına yapıyor... Munch’un bu ekspresyonist tablosu sadece görsel değildir, sadece göze hitap etmiyor, bir çaresizliğin feryadı olarak ruhunuzda fırtınalar koparıyor, çığlıklar attırıyor, çığlık çığlığa feryadınızı kimselerin duymadığı, sanki bu evrende yapayalnızsınız duygusunu veriyor.
Bu haliyle Munch’un ‘’Çığlık’’ tablosu bir çaresizliğin feryadı oluyor; ağzı bir karış açık, kendi çığlığını duymamak için kulaklarını kapamış, kolu kanadı kırık bir çaresizliğin, sadece bu dünyada değil, sanki tüm bu evrende bir tek başınalığın ve çaresizliğin feryadı oluyor...
Munch’un tablosundaki ön planda ıstırap çeker gibi görünen figür sanki biziz ve figürün çığlığı sanki bizlerin çığlığı oluyor...
Bu ekonomik girdapta aşsız, işsiz kalanların çığlığı oluyor...
Suriye köylerinde, Libya çöllerinde harcanan Anadolu evladının çığlığı oluyor...
Ülke sorumlularının esprilerden, gülücüklerden, tebessümlerden, alkışlardan salonları çın çın çınlattığı esnada evlatlarını kara toprağa verirken feryâdları arş-ı âlâyı saran anaların, babaların, bacıların, evlatların çığlığı oluyor...
Gel deyip kapıları sonuna kadar açıp, sonra da küffarla pazarlık için bir çuval moloz gibi sınır kapılarına bırakılan, Akdeniz’in, Ege’nin dalgalarının, Yunan’ın, Bulgar’ın insafına terk edilen Suriyeli anaların, babaların, bebelerin çığlığı oluyor...
Depremlerde çürük binaların, denetimsiz maden ocaklarının altında canlı canlı kara toprağa gömülen insanların, çocuklarının, ana babaların çığlığı oluyor...
Denetimsiz, güvenliksiz yurtlarda cayır cayır, diri diri yanan kızlarımızın, yavrularımızın, analarının, babalarının çığlığı oluyor...
Tecavüz edilen, tecavüzcüsü ile evlendirilmek istenen kızlarımızın, şiddet gören, ihmal edilen, katledilen kadınlarımızın çığlığı oluyor…
Kesilen ağaçların, işkence gören hayvanların, kurutulan derelerin, kirletilen havanın, denizin, suyun çığlığı oluyor…
Hodbinliğe, kabalığa, bilgisizliğe, görgüsüzlüğe, kurnazlığa, ilgisizliğe, vefasızlığa ve sevgisizliğe karşı çaresiz kalan bir naifliğin, bir zarafetin, bir inceliğin çığlığı oluyor...
Haksızlığa, hukuksuzluğa maruz kalan insanların çığlığı oluyor…
Elinden terazisi alınan, elbisesi parçalanan, tecavüze uğrayan, ırzına geçilen ve bu nedenle feryâdı arş-ı âlâya çıkan ‘’adalet’’in çığlıkları oluyor…
Sanırsınız ki tablodaki arka planda görülen kara dumanlar; ülkemizin, insanlarımızın kara bahtı oluyor, bir yangın yerine dönen ocaklardan çıkan kara dumanlar oluyor, ''aydın!'' karanlığında alev alev yanan ülkemden semalara, arş-ı âlâya yükselen kara dumanlar oluyor...
Şair Orhan Veli ‘’Sabaha Kadar’’ adlı şiirinde şöyle diyor:
‘’Şeytan diyor ki: ‘Aç pencereyi;
Bağır, bağır, bağır; sabaha kadar.’ ‘’
Tüm bu olumsuzluklara karşı, şiirdeki gibi pencereyi açıp içinizden sabahlara kadar çaresizce, umutsuzca ama sessizce çığlık çığlığa çırpınasınız, bir feryâd, bir figân halinde bağır, bağır, bağır, bağırasınız geliyor...
Ve bu çaresizliği resmedecek, tarihe bir kanıt olarak sunacak Edvard Munch gibi sanatçılarımız da bulunmuyor… Asıl bu içinizi daha çok acıtıyor…
Bu çığlığı arzetmek de bana kalıyor...
Osman AYDOĞAN
Edvard Munch, ''Çığlık'' veya orijinal ismiyle ''Skrik'':