Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı varmış…
24 Şubat 2020 Saat: 00.10
Zemheri (22 Aralık – 31 Ocak) aylarının bitip de Karakış’ı (1 Şubat – 21 Mart) yaşadığımız bu günlerde eğer açıksa hava geceleri berrak bir gökyüzü vardır, şehir dışındaysanız eğer soğuktan tir tir titreyen ve bütün parlaklığı ile epil epil ışıldayan yıldızları görürsünüz.
Böyle zamanlarda sonsuz ve boyutsuz gökyüzünü kendisiyle barışık bir insanın ruhu gibi pırıl pırıl izlersiniz.
Böyle gecelerde yıldızlar, galaksiler, evrenler arasında beni mutlu edecek neler neler tahayyül ederim neler bilir misiniz? Kant derdi zaten; “Mutluluk aklın değil, tahayyülün bir idealidir”.
Böyle bir gecede Fransız yazar Marcel Proust’un Almancasından okuduğum bir deyişini anımsıyorum; ''Daima hayatının üzerinde bir parça gökyüzü bulundurmayı dene...'' (Versuche stets, ein Stückchen Himmel über deinem Leben freizuhalten.)
Bu deyiş de bana Almanya'da Königsberg'de Kant'ın mezar taşında yazılı ve beynimde mıh gibi çakılı şu sözlerini hatırlatır; "Üzerinde düşündükçe iki şey ruhumu daima yeni ve giderek artan bir hayranlık ve saygı ile dolduruyor: Üstümdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası." (Zwei Dinge erfüllen das Gemüt mit immer neuer und zunehmender Bewunderung und Ehrfurcht, je öfter und anhaltender sich das Nachdenken damit beschäftigt: Der bestirnte Himmel über mir und das moralische Gesetz in mir.)
Marcel Proust’un ‘’Daima hayatının üzerinde bir parça gökyüzü bulundurmayı dene’’ sözüne uyarak zaten tüm ömrüm boyunca - biraz da mesleğimin de gereği olarak - hayatımın üstünde hep bir parça gökyüzü bulundurmuştum… Bu sayede bu sonsuz ışıl ışıl, bu pırıl pırıl, bu epil epil parlayan gökyüzü altında anlatılması imkânsız, tarifi bir mümkünsüz huzur bulmuştum…
Derdi zaten hep, önemli Stoacı filozoflardan biri olarak kabul edilen Roma İmparatoru Marcus Aurelius: "Durmadan dönüp duran yıldızları, sanki sen de onların arasında geziniyormuşsun gibi hayranlıkla seyret ve varlıkların içinde bulunduğu değişimi düşün, hiç durmaksızın birinden diğerine dönüşmelerini izle. Bu gibi olaylar üzerinde düşünerek, yeryüzündeki yaşamı tozlarından arındırırsın."
Ben de Marcus Aurelius’un sözüne uyarak gökyüzünün bu sonsuz, bu uçsuz ve bu bucaksız derinliklerine sanki ben de onların arasında geziniyormuşçasına daldığımda yeryüzündeki yaşamımın tozlarını arındırırken sanki bu tozların kentin üstüne göklerden sağanak sağanak yağdığını görürüm… İşte üzerimdeki açık gökyüzünden kentin üstüne sağanak sağanak yağan bu tozlar da bana Alman lirik şiirinin en önemli temsilcilerinden birisi olan Reiner Marie Rilke’nin ''Einsamkeit'' isimli bir şiirinin ilk bölümünü hatırlatır:
‘’Yalnızlık bir yağmura benzer,
Yükselir akşamlara denizlerden
Uzak, ıssız ovalardan eser,
Ağar gider göklere, her zaman göklerdedir
Ve kentin üstüne göklerden düşer.’’
(Einsamkeit ist wie ein Regen.
Sie steigt vom Meer den Abenden entgegen;
von Ebenen, die fern sind und entlegen,
geht sie zum Himmel, der sie immer hat.
Und erst vom Himmel fällt sie auf die Stadt.)
Ve yine gökyüzünün bu sonsuz, bu uçsuz ve bu bucaksız derinliklerine dalıyorum… Bu sefer boyutsuz bir karanlık içindeki gökyüzüne yapışmış pırıl pırıl parlayan ancak soğuktan üşümüş tir tir titreyen salkım salkım yıldızları görüyorum… Ve Attila İlhan aklıma geliyor… Attila İlhan’ı da aklıma getiren onun bir dizesi:
‘’Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
Bu gece dağ başları kadar yalnızım’’
Başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda; sonsuz bir karanlık içinde aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım yıldızları görüyorum…
Yaşadığım ancak adını bir türlü koyamadığım bir duyguyu Attila İlhan'ın şiirinden öğreniyorum; ''Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı varmış…''
Ve gecenin bu vakti kentin üstüne göklerden sağanak sağanak bir şeyler yağarmış…
Ve yağan her ne ise beni sırıl sıklam ıslatırmış...
Osman AYDOĞAN