• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi14
Bugün Toplam687
Toplam Ziyaret3154195

Âşık Mahzuni Şerif


Âşık Mahzuni Şerif

17 Mayıs 2017


Âşık Mahzuni Şerif, 17 Kasım 1940 tarihinde Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinin Berçenek Köyü'nde dünyaya gelir. Âşık Mahzuni Şerif, çileli bir hayattan sonra, 17 Mayıs 2002 tarihinde Hakk'a yürür. 

Âşık Mahzuni Şerif’i ve onun en bilinen ve en güzel türküsü olan ''İşte gidiyorum çeşm-i siyahım’’ türküsünü anlatarak Âşık Mahzuni Şerif’i anmak istiyorum.


Âşık Mahzuni Şerif

Bizim bildiğimiz Âşık Mahzuni Şerif adı ozanın mahlasıdır. Bu mahlasın da anlamını kısaca açıklamak istiyorum:


Hz. Peygamber’in (asm) torunlarından Hz. Hüseyin’den gelen nesle, ’’efendi, bey, beyefendi’’ anlamına gelen ‘’Seyyid’’, Hz. Hasan’dan gelen nesle de ‘’şerefli, şanlı, şanı yüce’’ anlamına gelen ‘’Şerif’’ unvanı verilirdi. (‘’Seyyid’’ ve ‘’Şerif’’ unvanları için böyle bir ayırım olmasına rağmen ancak günümüzde ne yazık ki bu ayrım unutularak her iki nesli birden ifade etmek için sadece ‘’Seyyid’’ unvanı kullanılmaktadır.) ‘’Mahzun’’ ise ‘’üzgün, üzüntülü, hüzünlü, duygulu, gönlü üzgün, tasalı, neşesiz, gamlı, kederli’’ anlamındadır. Âşık Mahzuni Şerif;  ‘’Hz. Peygamber torunu Hz. Hasan’ın soyundan gelen, gönlü üzgün, hüzünlü, duygulu, gamlı ve kederli âşık’’ anlamındadır.  Âşık Mahzuni Şerif adı ozanın mahlasıdır demiştik. Ozanın Asıl adı Şerif Cırık’tır. 

Şerif Cırık 1955 yılında, sonradan Ankara'ya nakledilen Mersin Astsubay Okulu'na kaydolur. Öğrenci iken eşi Suna'yı kaçırır ve altı ay köyünde kalır. Bu sırada okulu Balıkesir'e nakledilir. Balıkesir’deki Okul Komutanı’nın çabası ile yeniden okula döner ancak altı ay devamsızlık yaptığına ilişkin bir ihbar üzerine okuldan ilişiği kesilince yeniden köyüne dönmek zorunda kalır. (Okul Komutanı deyince, yıllaaar yıllar sonra bu okulun komutanlığının bana da kısmet olduğunu -hem de iki ayrı zamanda toplam dört yıl- burada gururla ifade etmek istiyorum.)

Müzik dünyasına Âşık Mahzuni Şerif mahlasıyla atılır. 1964 yılında ilk plağı çıkar. 1989-1991 yılları arasında Halk Ozanları Federasyonu tarafından Dünya'nın en büyük üç ozanı arasında gösterilir. Çağımızın Pir Sulta Abdal’ı diye anılır. Son halk şairidir.

Kendi deyimiyle ömrünün ilk yarısını hapishanelerde, ikinci yarısını ise hastanelerde geçirir. Hapiste olduğu dönem türkülerinden uzak kalır. Bu uzaklığı da şöyle anlatır: "Bir balığı denizden çıkartın, kuma atın. O balık o denize nasıl baktıysa ben de türkülerime uzaktan öyle baktım." Başka nasıl izah edilirdi, başka anlatılırdı ki bu özlem!

Âşık Mahzuni Şerif, 17 Mayıs 2002 tarihinde Almanya’nın Köln şehrinde "ağaç olacağım, toprak olacağım, su olacağım, geleceğim yine geleceğim" diyerek Hakk’a yürür. Vasiyeti üzerine naaşı Hacı Bektaş Veli Külliyesi'nin yakınındaki Çilehane adı verilen bölgeye defnedilir.

Mahzuni Şerif’in mezar taşında kendisinin bu yalan dünyaya tamah etmediğini gösteren şu dizeleri yazılıdır:

‘’Eğer bana gel gel olsa yüceden,
çırpar kanadımı uçar giderim,
isteğim yok gündüz ile geceden,
ben bir Mahzuni'yim naçar giderim.’’

Devr-i daim ve kaim olsun.

62 yıllık yaşamı boyunca 453 plak, 58 kaset ve 8 kitap yayımlar. Hakkında belgeseller yapılır, kitaplar yazılır. Toplumcu, özgürlükçü bir şairdir. Bu görüşleri savunduğu, türkülerine konu edindiği için her zaman başı derde girer. Defalarca saldırıya uğrar, evi yakılır, hakkında davalar açılır, mahpuslarda yatar. 2001 yılının sonunda, ölümünden birkaç ay önce “Elhamdülüllah Kızılbaşım ve laikim. Ben değil yedi sülalem Kızılbaştır. Bir suç varsa o da dedemdedir!” dediği için Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde ağır ceza talebiyle dava edilir. Ölmeseydi belki ceza yiyip hapsedilecektir. 

Hakkında çok kitap yazılır. En son Ali Öztunç’un ''Devr-i Mahzuni’'' (Doğan Kitap, 2017) adlı kitabı içlerinde en güzel olanıdır. Ayrıca Âşık Mahzuni’nin 30 eserinin 32 sanatçı tarafından yeni yorumlarla seslendirildiği,  “Mahzuni’ye Saygı'' (Arda Müzik) albümü yayımlanır.

Şimdi de Âşık Mahzuni Şerif’in en bilinen o muazzam türküsü ‘’İşte gidiyorum çeşm-i siyahım’’ türküsünü anlatmak istiyorum. 

İşte gidiyorum çeşm-i siyahım

Âşık Mahzuni Şerif'in insana hüzün şırınga eden ‘’İşte gidiyorum çeşm-i siyahım’’ türküsünü Edip Akbayram’dan Sabahat Akkiraz’a, Kardeş Türküler’den İlkay Akkaya’ya, Feryal Öney’e pek çok sanatçı seslendirir. Ama hiç bir sanatçı Mahzuni Şerif gibi içten, dolu dolu, kalbe işleyen bicimde söyleyemez bu türküyü. Dinlerken insanın düğüm düğüm boğazı düğümlenir, yüreği, yağmur yağmış, güneş vurmuş kar gibi erim erim erir. 


''İşte gidiyorum çeşm-i siyahım'' türküsü; bu toprakların en güzel eserlerinden, en güzel seslerinden birisidir, bir şaheseridir. Bu garip, bu sahipsiz, bu yalnız, bu güzel, doğası gibi insanları da talan edilen bu mahzun toprakların türküsüdür.  Yine bu sayfalarda yazdığım ‘’Tutunamayanlar’’ın, barınamayanların, gitmek zorunda olanların türküsüdür. Ötekileştirilenlerin ve dışlananların, isyan içermeyen kabullenişlerin türküsüdür. ‘’Güzel ve yalnız ülkemin’’ türküsüdür. Gidenlerin, terk edenlerin, terkedilenlerin türküsüdür. Vizontele filmindeki Deli Emin’in mezardaki annesine radyodan dinlettiği türküsüdür. ''İşte gidiyorum çeşm-i siyahım'' türküsü; bir mekândan, bir diyardan, bir yurttan gidenlerin değil; bir gönülden, bir yürekten, bir kalpten gidenlerin, gitmek zorunda olanların, zamanı gelip de gitmesi gerekenlerin türküsüdür. Zaten türküdeki bu terkedilmişlik duygusu kafesteki yabani bir kuş gibi insanın yüreğinde çırpın çırpın çırpınır.

‘’Çeşm’’ Farsçada ‘’göz’’ demektir. ‘’Çeşm-i siyahım’’ ise ‘’siyah gözlüm’’ demektir, ‘’kara gözlüm’’ demek değildir. ‘’Kara’’ sözcüğü siyahı değil; büyüklüğü, iriliği, gücü, zorluğu ifade eder. Kara gözlüm; iri, büyük gözlüm demektir.

"Sermayem derdimdir, servetim ahım" derken sanki Anadolu’nun bin yıllık tarihini, geçmişini gözlerinizin önüne serer. Bu dizeler, ömrünüzden seneler eskitir.

Cennet'i bırakıp da viran bağlara gidiş

"Ötmek istiyorum viran bağlarda / ayağıma cennet kiralansa da" dizeleri cenneti bile her şeyi bırakıp gitme isteğini kararlı, sessiz ve derinden anlatır. İnsanın cenneti bırakıp da gidecek ne gibi bir gerekçesi olabilir ki? Viran bağlarda baykuşlar öter. Hem de cenneti bırakarak duyulma imkânının olmadığı viran bağlar da bir baykuş gibi ötmek bir nasıl duygudur ki? Böylesine, bir nasıl mecburiyettir ki gitmek?


‘’Bağladım canımı zülfün teline’’ derken ozan gerçek bir sevdayı, aşkı anlatır. Zülüf; şakaklardan sarkan saç lülesidir. Zülfüyâr; sevgilinin şakak saçıdır. Bu nasıl bir sevdadır, bu nasıl bir sevgidir ki sevilenin zülfünün bir teline can bağlanır? Bu nasıl sevdadır, bu nasıl bir sevgidir ki bir ömür, bir hayat, bir yaşam, bir benlik sevdiğin kişinin zülfünün tek teline bağlanır? Ve böylesine bir bağ ve böylesine bir sevgili bırakılıp da bir nasıl gidilir ki?

‘’Güldün Mahzuni'nin garip haline / Mervan'ın elinden parelense de’’ dizelerinde bahsedilen ‘’Mervan’’, Hz. Ali’ye düşmanlığı ve zalimliği ile bilinen Emevi Halifesi Mervan’dır. Sevgilinin Mahzuni'ye yaptığı Mervan'ın Hz. Ali'ye yaptığı gibidir.

İşte bir gönülden, bir yürekten, bir kalpten gitmek zorunda kalanların, aslında gitmemek için çırpın çırpın çırpınıp da gitmek zorunda kalanların, giderken bile ayakları geri geri gidenlerin, gayri her ne olursa olsun gidenlerin türküsüdür; ‘’İşte gidiyorum çeşm-i siyahım.’’

İnsan Cennet'i bırakıp da neden viran bağlara gider ki?

Bu kadar sevgiye, bu kadar bir bağlanmaya rağmen insan sevdiğinden neden ayrılmak ister, neden ayrılır? Cenneti terk ederek viran bağlarda insan baykuş gibi neden ötmek ister? Sanırım bunun da cevabı yine bu sayfada yazdığım Oğuz Atay'ın ''Tutunamayanlar'' adlı kitabında gizlidir. ''Tutunamayanlar''da kitabın bir yerinde şöyle bir cümle geçerdi: "İnsani kalbinden tutamadınız mı, görün, nasıl kaybolup gidecek elinizden." Ey sevilenler! Ey sevenler! Anlıyor musunuz? 


Sanırım bu soruya bir başka cevap da erotik edebiyatın pirlerinden Anais Nin'in bir yazısında gizli. Anais Nin bir yazısında şöyle yazardı: "Aşk asla eceliyle ölmez. Kaynağını beslemeyi bilmediğimiz için ölür. Körlükten, hatalardan ve ihanetlerden ölür. Hastalanarak ve yaralanarak ölür; yorularak, solarak, matlaşarak ölür." Anais Nin’in söylediği gibi bu topraklarda, bu kültürde bir türlü aşkın beslenmesinin bilinmeyişinden miydi insanlarımızın cenneti terk ederek viran bağlarda baykuş gibi ötmek isteyişi? Ey sevenler, sevilenler! Anlıyor musunuz?  

Cemal Süreyya bir şiirinde şöyle derdi: ‘’Bahçelerden geç parklardan köprülerden geç git / Aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti.’’ Ey sevenler, sevilenler! Anlıyor musunuz? 

Bu türkü sebepsiz yere aklınıza gelir ve her bir dizesi beyninizde takılmış bir plak gibi döneeeer durur saatlerce, günlerce, gecelerce, haftalarca, hatta aylarca:

''İşte gidiyorum çeşm-i siyahım
Önümüzde dağlar sıralansa da''

Arz ederim.

Osman AYDOĞAN

Kendi sesiyle Âşık Mahsuni Şerif: ‘’İşte gidiyorum çeşm-i siyahım’’
https://www.youtube.com/watch?v=v72Z7weB9aA

Güler Duman; ‘’İşte gidiyorum çeşm-i siyahım’’:
https://www.youtube.com/watch?v=Fhap7fFsqzU

İlkay Akkaya; ‘’İşte gidiyorum çeşm-i siyahım’’:
https://www.youtube.com/watch?v=KWni7AceveE

Edip Akbayram; ‘’İşte gidiyorum çeşm-i siyahım’’:
https://www.youtube.com/watch?v=vJI_jMok64g

Ahmet Aslan; ‘’İşte gidiyorum çeşm-i siyahım’’
https://www.youtube.com/watch?v=eJCDdjOodUE

İşte gidiyorum çeşm-i siyahım

İşte gidiyorum çeşm-i siyahım

Önümüzde dağlar sıralansa da
Sermayem derdimdir servetim ahım
Karardıkça bahtım karalansa da

Haydi dolaşalım yüce dağlarda
Dost beni bıraktı ah ile zarda
Ötmek istiyorum viran bağlarda
Ayağıma cennet kiralansa da

Bağladım canımı zülfün teline
Sen beni bıraktın elin diline (gurbet eline)
Güldün Mahzuni'nin garip haline
Mervan'ın elinden parelense de

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz