• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Aşka Dair
Kitaplar
Hikayeler
Kendime Düşünceler
Fotoğraflar
Videolar
İletişim
Site Haritası
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi19
Bugün Toplam744
Toplam Ziyaret3154252

Git Bahâr


Git Bahâr

30 Eylül 2016


19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerinden Charles Baudelaire (1821-1867); “Ekmek yemeden üç gün hayatta kalabilirsiniz. Şiirden mahrum kalarak bir gün bile yaşayabilmeniz imkânsız ve bunun aksini her kim iddia ederse hata içindedir’’ derdi… Öyleyse şiire devam…

Hâlide Nusret Zorlutuna

Hâlide Nusret Zorlutuna, "Kadın yazarların annesi" (ümmül muharrirat) olarak anılıyor… Hâlide Nusret Zorlutuna, romancı Emine Işınsu'nun annesi ve yazar Pınar Kür'ün teyzesi oluyor…

Hâlide Nusret ipek kalpli bir şair olarak tanınıyor. Zaten hangi şair ipek kalpli değildir ki? Hâlide Nusret, sevdiği gençle nişanlanıyor fakat ailelerin anlaşmazlıkları sonucu nişan yüzüğünü iade etmek zorunda kalıyor. Bu kadar narin ve nahif ruhlu olan sanatkâr ve şair Hâlide Nusret; yıkılışlar, devrilişler ve savaşların eşliğinde şahsiyetini inşa ediyor. 1926 yılında Süvari Yarbay (sonra da General) Aziz Vecihi Zorlutuna ile evleniyor… 

Hâlide Nusret Zorlutuna’nın güzel bir şiiri bulunuyor: ''Git Bahâr''...

Önce şiiri okuyalım:

Git Bahâr

Çekil bu gölgeli yolda gezinme, 

Bahar bakışların yine pek sarhoş 
Yanılıp gönlüme misafir inme. 
Kapısı kilitli, mihrabı bomboş.

Mâbettir orası, meyhane değil!

Ziyalar, kokular, sesler, çiçekler... 
Ömrünün her günü bir başka düğün! 
Bülbüller koynunda açtı çiçekler ,
Güller dökülürler göğsüne bütün.

Gerçekten güzelsin, efsane değil. 

Altınlı başında papatya niçin? 
Sarı saçlarına pembe gül takın!
Git bahar, gönlümde ibadet için 
Diz çöken kızları ürkütme sakın!

Kalbime girme, o kâşane değil!.. 

Git bahar, git bahar… Uzaklarda gül 
Denize renginden bırak hediye;
Ufuklarda gezin, semaya süzül, 
Kalbime sokulma "Peymâne!" diye,

Gördüklerin kandil… Peymâne değil!

(‘’Peymâne’’: Osmanlıca bir sözcük ‘’Kadeh’’ demek, ‘’Kâşane’’ ise ‘’süslü köşk’’, ‘’saray’’ demek.)

Hâlide Nusret Zorlutuna’nın bu şiirle beraber, bu şiir başlangıç olarak birbirinin devamı dört şiiri bulunuyor: ‘’Git Bahâr’’ (1919); ‘’Ağla Bahâr’’ (1921), ‘’Gel Bahâr’’ (1936) ve ‘’Bahâr Geldi’’ (1949) isimli şiirleri bir birinin devamı niteliğinde oluyor…

Şiiri okuduğumuzda ilk olarak bu şiirin buruk bir ‘’aşk şiiri’’ olduğu akla geliyor…

Ama öyle olmuyor…


Şair, birbirinin devamı bu şiirleriyle Mondros mütarekesiyle başlayan makûs kaderi, tedrici olarak esaretten kazanımlara, kurtuluşa uzanan ulusal başarıları anlatıyor… Bu şiirler; “Esaret’’ (Git Bahâr), ‘’Yas’’ (Ağla Bahâr), ‘’Çağrı’’ (Gel Bahâr) ve ‘’Muştu” (Bahâr Geldi) olarak sıralanıyor.

Hâlide Nusret Zorlutuna, yukarıda  verdiğim ‘’Git Bahâr’’ isimli şiirinde, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesiyle memleketin içine düştüğü karanlık halini anlatıyor… Bahârın saadet duygusunu yok eden, vatanın esareti oluyor… Şair, burada bahârı mevsim olarak, ilkbaharı değil, sonbahar mevsimini kastediyor…

‘’Kapısı kilitli, mihrabı bomboş 
Mâbettir orası, meyhane değil.’’

Şair bu dizeleriyle Türk yurdunu, kutsiyetiyle bir mabede benzetiyor… Şaire göre mâbed ehli, uyanıyor, gaflet perdesini aralıyor… Şaire göre mâbet, miskinlerin, sarhoşların pineklediği bir mekân, yani meyhane olarak görülmüyor…

‘’Kalbime girme, o kâşane değil!..’’ derken şair yurdun işgaliyle kalbinin, kırık, karanlık ve harap olduğunu anlatıyor... O kalbinin kâşane olabilmesi için ülke üzerindeki kara esaret bulutunun kalkması gerektiğini dile getiriyor.

‘’Çekil bu gölgeli yolda gezinme, 
Bahar bakışların yine pek sarhoş.’’ 

Şair bu şiiriyle (Git Bahâr) sanki günümüzdeki; ülkenin o karanlık günlerini ve o karanlık günlerden nasıl kurtulduğunu, bu yüce Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu anlamayan, tarihini bilmeyen, bilmeden ahkâm kesen, tarihini çarpıtan, olmadı yalan söyleyen, Arap hayranı, bu çağdaş Cumhuriyeti bir çiftliğe, bu köklü devleti bir aşirete, bu milleti bir ümmete dönüştürmek isteyenlere sesleniyor gibidir: ''Tamam.. Git artık!''

Şair bu seslenişte, ''Mâbeddir orası, meyhane değil!'' diyor… ''Cumhuriyettir burası, çiftlik değil!'' diyor…''Devlettir burası, aşiret değildir’’ diyor… ''Meclistir burası, saray değil!'' diyor… ''Millettir burası, ümmet değil!'' diyor… Ve ardından cesurca haykır haykır haykırıyor:  ''Tamam... Git artık!''

Bunları dedikten sonra da kara kışın habercisi o ‘’sonbahâr’'a isyan ediyor şair; ''Tamam... Çekil bu gölgeli yolda gezinme!'' artık diyor şair...

Sanki şair günümüzdeki hoyratlığa, kabalığa, sığlığa, kumpaslara, yalana, dolana, riyaya, iftiralara, sahtekârlıklara, kof bir gurura, fır döndülere, ilkesizliklere, betona, ranta, çıkara, haksızlıklara, hukuksuzluklara, adaletsizliklere, vefasızlıklara, yeteneksizlere, beceriksizlere, ham ervaha hepsine birden sesleniyor:  ''Tamam!... Git artık git!...'' diyor şair... ‘’Tamam git artık git!...’’

Osman AYDOĞAN

''Git Bahâr'' şiirinin orijinal Osmanlıca yazılmış hali:


Yorumlar - Yorum Yaz