Çıngırak
01 Nisan 2019
Rahmetli babam mahallemizin hatırı sayılan büyüklerindendi... Özellikle kış aylarında bu nedenle hemen hemen her gece evimiz komşu ve akrabalarımız tarafından dolup taşardı... Tabii o zamanlar insanları evde konuşturmayan televizyon yoktu... Ayrıca o zamanlar zaman da boldu ve zaman yavaş işliyordu.... Rahmetli babam da hoşsohbet bir insandı, aynı zamanda da iyi bir masal ve fıkra anlatıcısıydı… Babam bu yavaş işleyen zamanda bizlere masallar ve fıkralar anlatır, bizler de merakla ve huşu içerisinde dinlerdik… Evimizin kış aylarında geceleri bu şekilde dolup taşmasında rahmetli babamın bu hoşsohbetiydi aslında...
Rahmetli babamın anlattıkları bu masal ve fıkraların nasıl birer kültür hazinesi olduğunu yıllar sonra fark ettim… Brezilyalı yazar Paulo Coelho’nun 2000’li yıllarda yazdığı ‘’Simyacı’’ isimli kitabında anlattıklarını rahmetli babamdan ben teee 1960’lı yıllarda dinlemiştim… İstanbul'un Topkapı semtinde sur dışında Topkapı Şehir Parkı dâhilinde bulunan Arakiyeci (Takkeci) İbrahim Ağa Camii’nin yıllar sonra öğrendiğim gerçek hikâyesini de rahmetli babam teee o zamanlar bu kış gecelerinde anlatmıştı…Bu sitemde yazdığım fıkralarda, masallarda ve hikâyelerde rahmetli Babamın anlattığı bu hikâyelerin, masal ve fıkraların izleri vardır...
Rahmetli babamın yine tee o zamanlar karlı ve soğuk bir kış gecesinde odun sobasının etrafında komşu ve akrabalarımıza anlattığı bir ‘’Kurt’’ hikâyesini de yıllar sonra Yaşar Kemal’den okumuştum…
Rahmetli babamın tee o zamanlar anlattığı bu kurt hikâyesini Yaşar Kemal, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ndeki fahri doktora töreni için hazırladığı konuşmada benzer şekilde şöyle anlatıyordu:
Anadolu’da kurtlar bir beladır. Bir kurt bir koyun veya keçi sürüsüne dalar, kurt sadece bir tanesini alır götürür ancak bütün sürüyü parçalar. Kurt dalmış sürüden artık hayır yoktur... Koyundan, keçiden başka geçimi olmayan Anadolu köylüsü, eğer sürüsüne böylesine kurt girmişse çöker, biter, açlıkla karşı karşıya kalır. Bu nedenle kurt gittikten sonra, sabah olduğunda sürü sahipleri gördükleri manzara karşısında donar kalır ve içleri kurda karşı kinle, öfkeyle dolar…
Bu durumda köylü, kurttan öcünü almak ister. Atlarına binerler, köpeklerini, iplerini alırlar, kurt avına çıkarlar. Kurtları intikam için diri yakalamaktır en büyük amaçları. Usulünü de bilirler ve sonuçta kurtları diri diri yakalarlar. Kin bağladıkları, öç almak istedikleri kurda bir fiske bile vurmazlar. Kurdu hiç incitmezler. Yalnız sağlam bir telle ya da kirişle kurdun boğazına bir çıngırak takarlar ve kurdu okşayarak, sırtını sıvazlayarak ve sevecenlikle öperek salıverirler.
Boğazı çıngıraklı kurt sevinerek, koşarak ayrılır köylülerden. Ancak çıngıraklı kurt hiçbir canlıya yaklaşamaz çünkü çıngırak sesini duyan her hayvan önceden kaçar, kurt ise boğazında çıngırak, bozkırlar boyunca, dağlar boyunca boşu boşuna koşar durur. Zavallı çıngıraklı kurt dağlarda ve kırda av bulamadığı, aç kaldığı zamanlarda da köylerdeki, ağıllardaki sürülere yaklaşır ama boynundaki çıngırak sesi hemen kurdu ele verir, sesi duyan çoban köpekleri hemen çıngıraklı kurdu kovalarlar...
Sonunda kurt dağlarda açlıktan önce yavaş yavaş zayıflar, sonra zayıflıktan güçsüz düşer ve sonunda bağıra, bağıra, bağıra ölür. Bu, insan aklına gelen işkencelerin, zulümlerin en korkunçlarından birisidir. Çünkü boynuna çıngırak takılan kurdun artık yaşama imkân ve ihtimali olmadığı gibi ölümlerin de en zorunu yaşar; açlıktan ölür...
Şimdi düşünüyorum da; rahmetli babam bu tür hikâyelerle günlük yaşama ilişkin olarak bizlere bir şeyler mi anlatmak ister, bizlere ‘’kıssadan hisse’’ diyerek dersler mi verirdi?
Kurt, ancak aç kalınca anlar, boynuna çıngırak geçirilirken kendisini okşayanların, sırtını sıvazlayanların ve kendisini sevecenlikle öpenlerin niyetini...
Osman AYDOĞAN