Psikolojide geçen bazı terimler
22 Temmuz 2020
Psikolojide geçen bazı terimler var. 06 Mart 2020 tarihinde bu sayfada bu terimlerden ''Yansıtma'' konusunu anlatmaya çalışmıştım... Bugün psikolojide geçen diğer önemli terimleri anlatmaya çalışacağım... ''Yansıtma'' terimi ile ilgili yazımı beğenmişseniz eğer bu yazımı da kaçırmayın derim!
Sadizm
Sadist, Fransızca kökenli bir kelimedir. Başkalarına acı çektirerek zihnen doyum sağlayan kimse anlamına gelir. Sadist sözcüğü, sadizmin fikir babası Fransız aristokrat ve yazar Marquis de Sade’nin (1740 - 1814) isminden türetilmiştir.
Marquis de Sade yaklaşık 29 yılını hapishanede, 13 yılını akıl hastanesinde geçirir ve en önemli eseri ‘’Sodom'un 120 Günü'’ (Chiviyazıları Yayınevi, 2010)’nü hapishanede yazar... Bir diğer önemli eseri de ‘’Justine'’ (Chiviyazıları Yayınevi, 2000) dir.
Yazılarında ahlakı, yasayı, dini öğeleri dikkate almadan aşırı özgürlüğü (hatta ahlaksızlığı) ve en iyinin zevk olduğunu savunur... Yazılarının çoğunu tutuklu olduğu dönemde yazar. Sadizmin kökeninin onun yazdıklarına dayanır ve "sadizm" kavramı adından türetilmiştir.
Her türlü otoritenin yanlışlıklarını eleştirmekten hayatı boyunca yılmamış olan Marquis de Sade, Bastille zindanına atıldığında, çağlar boyunca geçerliliğini koruyacak şu sözü söyler: “Ey insanlar! Asıl şimdi korkun benden, çünkü beni düşüncelerimle baş başa bıraktınız!”
Mazoşizm
Sadizmin acıyı duyan taraf açısından karşıtı olan olgu ise mazoşizm (doğrusu ‘’mazohizm’’ şeklindedir, ancak bir galatı meşhur olarak ‘’mazoşizm’’ olarak bilinmektedir) olup kendisine acı verilmesinden, eziyet edilmesinden seksüel bir zevk alma duygusudur. Genellikle, dövülme, aşağılanma, bağlanma, işkence edilme, vb. seksüel fanteziler içerir. Mazoşizmin isim babası Avusturyalı yazar Leopold Ritter von Sacher-Masoch’tur (1836-1895).
Leopold akademisyen olmasına rağmen yoğun bir edebiyat ilgisi ve becerisi vardır. Bu nedenle bir süre sonra akademik hayatını sonlandırıp yazmaya başlar, çeşitli öykü derlemeleri ve romanlar kaleme alır. Adının ünlü psikiyatrist Krafft-Ebing tarafından mazoşizme verilmesine neden olan onun edebi eserlerindeki yoğun mazohist kurgulardır.
Sadomazoşizm
Sadomazoşizm ise Marquis de Sade'in adından alınmış olan "sadizm" ve Sacher-Masoch'un adına izafe edilen "mazohizm" sözcüklerinin her ikisinin de aynı patolojik süreçte geliştiğinin ve sık sık birbirinin yerine geçtiğinin kabul edilmesinden dolayı, birlikte anılması tercih edilen bir davranış bozukluğudur.
Narsisizm
Narsisizmin kökeni Yunan mitolojisine dayanır. Yunan mitolojisindeki hikâye şu şekildedir: Kendine âşık olanlara aldırmayıp, onları karşılıksız bırakan ve çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün avlanan bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte âşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne eriyerek, kara sevda ile içine kapanarak ölür. Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda '’eko’' dediğimiz yankılara dönüşür.
Olimpos dağında yaşayan tanrılar bu duruma çok kızar ve Narkissos'u cezalandırmaya karar verirler. Günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine âşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar sevmiştir kendi görüntüsünü. O şekilde orada ne su içebilir ne de yemek yiyebilir, aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra da vücudu nergis çiçeklerine dönüşür. Bundan dolayıdır ki Narsisizm; kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine âşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Bir başka ifade ile kendini kusursuz görme, sadece kendi düşündüklerinin doğru olduğuna kendini inandırma, karşısındaki insanda sürekli hata arama, tanıdığı tanımadığı insanlara hakaret etme, kendini yüceltme, hakaret ile eleştirmeyi bir sanma gibi nezaket yoksunu insanların genel ruh halini yansıtmaktadır.
Narsisizmin çok özel bir türü de; Roma Sezarları, Mısır Firavunları, diktatörler gibi çok güçlü kişilerde bulunan türüdür. Bu insanlar adeta nefes alıp yürüyen yeryüzü tanrıları gibidirler kendi gözlerinde. Yaşam ya da ölüm gibi önemli doğa olaylarına bile bir tek cümleyle karar verebilmekteydiler. En büyük korkuları güçlerini kaybetmeleri, ölüm, etraflarındaki herkesin kendilerine düşman olmasıydı. Güçlerinin ve şehvetlerinin bir sınırı yokmuş gibi davranmaya çalışırlar, sayısız insan öldürüp, sayısız şatolar kurarlardı. Varlıklarının kendilerinin de çözemediği sorununu insan değilmiş gibi çözmeye çalışsalar da aslında durumları düpedüz deliliktir. Dış dünya '’ben’' olmadığı için, narsisist kişi dış dünyayı anlayamaz/algılayamaz ve bu durum kişide korku yaratır. Diktatör gitgide daha yıkıcı, daha yalnız ve korkak olur.
Hübris
Narsisizmin bir adım ötesi daha vardır Yunan mitolojisinde. Onun adı da ‘’hübris’’tir. Antik Yunan düşüncesinde ‘’hübris’’ kavramı, kendini beğenmişlik ve gururun uç noktasını anlatır. Hübris; genellikle kibir ile birleştiren gerçeklik kaybını ve bir kişinin kendi yeteneklerini, başarılarını ve becerilerini ve güç pozisyonlarının abartılmış halini ifade eder. Bir başka deyimle hübris; çok şiddetli tutkulardan, en çok da kibirden kaynaklanan bir ölçüsüzlük, bir hadsizlik hali olarak anlatılır. İtidalin, ılımlılığın, ölçülülüğün karşıtı olarak konan ve en büyük suç olarak kabul edilen hübrisin en uç noktası, kibir nedeniyle tanrılara ve kutsallığa karşı işlenen suçlardır.
Aslında hübris, ölçüsüzlükten kaynaklanan sınır ihlallerinin toplamıdır. Dolayısıyla hübrisin tanrılar tarafından verilen kaçınılmaz cezası olan nemesis, suçu işleyen canlı veya cansız varlığın ihlal ettiği sınırların içine çekilmesiyle sonuçlanır. ‘’Nemesis’’ ismi Yunancada “hak ettiğini vermek“ anlamındadır.
''Tarihçilerin babası” diye de anılan Bodrumlu Herodotos hübris-nemesis ilişkisini şöyle anlatır: “Görmüyor musun ki tanrılar, başkalarından büyük olanları kurum taslamaya bırakmaz, yıldırımıyla çarpar? Ama küçüklere bir şey olmaz. Ve görmüyor musun ki yapıların ve ağaçların en yüksekleri, her zaman yukarının gazabına uğrarlar? Zira tanrılar çizgiyi aşanları budamaktan hoşlanır.” Budananlar, olmaları gereken sınırların içine çekilmiş olurlar.
Hübriste sınır ihlali, sadece kutsallığa veya tanrılara yönelik hakaret manasına gelmez. Bir kişinin hak etmediği bir yere gelmeye çabalaması, kendinde aslında sahip olmadığı kudretler vehmetmesi de ciddi bir sınır ihlali sayılır. Sadece antik Yunan mitolojisi değil, dünya üzerinde çeşitli halkların mitleri, destanları, efsaneleri gerekli vasıflara sahip olmadan hak iddia edenlerin başlarına gelenlerin örnekleriyle doludur.
Hübris Sendromu
Bir de psikolojide ‘’Hübris Sendromu'' vardır. Popüler Psikoloji dergisinde Türkçesi yayınlanan Oxford’un akademik psikiyatri dergilerinden olan Brain Dergisinde 12 Şubat 2009 tarihinde David Owen ve Jonathan Davidson tarafından yazılan makaleye göre, demokratik ülkelerde tekrarlayan seçim zaferleri liderlerin Hübris Sendromu'na yakalanma olasılığını arttırıyormuş. David Owen ve Jonathan Davidson’a göre sendrom bir “güç zehirlenmesi” ve diktatörler Hübris Sendromuna özel bir eğilim taşıyorlarmış.
Bu hastalarda; kriz dönemleri, savaşlar ve ekonomik felaketler daha fazla kibire yani hübrise neden oluyormuş. Makaleye göre bu hastalığa yakalanan bazı siyasetçileri şu şekilde sıralıyor; Oğul George W. Bush, Tony Blair ve Margaret Teacher.
Makaleye göre tanı koyabilmek için aşağıdaki sayılan 14 dört bulgudan, üç veya daha fazlası bir liderde mevcutsa; o kişi hasta demekmiş.
* Dünyayı, güç kullanımı yoluyla kendini yücelteceği bir yer olarak görür.
* Öncelikle kişisel imajını geliştirmek amaçlı hareket etme eğilimi vardır.
* Görüntüsü ve ifadeleri ile orantısız bir endişe içindedir.
* Mevcut faaliyetleri ile ilgili konuşurken, bir mesih gibi yücelme eğilimi taşır.
* Kendisini ulus veya kuruluşla bir tutar.
* Konuşmalarında kraliyet ailesine özgü bir “biz” ifadesi kullanır.
* Aşırı özgüven gösterir.
* Kendisi için öteki olan grubu açıkça hor görür.
* Diğer insanlar ya da iş arkadaşları gibi sıradan bir mahkemeye değil de sadece tarih ya da Tanrı gibi bir üst iradeye karşı hesap verebilir olduğu duygusunu taşır.
* O üst iradenin yargılamasında, haklı olacağına dair sarsılmaz inancı vardır
* Gerçeklik ile bağı kopmuştur.
* Pervasız, tezcanlı, vesveseli, huzursuzdur, dürtüsel eylemler sergiler.
* Uygulamaların, sonuç ve maliyetlerinin dikkate alınmasını önlemek için, uygulamalarını ahlak, dürüstlük hakkında “geniş tasavvurlarına” dayandırır.
* Aşırı özgüven, işlerin ters gidebileceği düşüncesinden yoksun, uygunsuz politikalar oluşturmasına neden olur.
Bu terimlerin mucitleri Batı’dandır, anlattıkları da bizi değil Batı’yı ilgilendirir… Bu anlattığım tanımların, psikolojisi sağlam, sapasağlam ülkemizle ve ülkemizdeki kişilerle heç bir ilgisi yoktur. Ben sadece psikolojide geçen bu terimleri ve onların kökenlerini anlatmak istedim… Hepsi o kadar...
Ancak psikologlar; sadistlerden, mazoşistlerden, sadomazoşistlerden, narsistlerden ve hübris sendromuna sahip kişilerden uzak durun diyorlar. Benden söylemesi... İki gün önce Gustave Le Bon'ün "Kitleler Psikolojisi" isimli kitabını tanıtmıştım. Bir düşünsenize; öyle bir kitleye böyle bir lider, ne güzel gider değil mi?
Osman AYDOĞAN