Katar'a dair! (2)
Dünden kısa bir özet..
ABD Başkanı Donald Trump’ın Ortadoğu’ya yaptığı ziyaretinden hemen sonra Suudi Arabistan önderliğindeki yedi ülke Katar ile diplomatik ilişkilerini “Katar’ın Müslüman Kardeşler Örgütüne ve Terör Örgütlerine yardım ettiği” gerekçesiyle kestiler, yaptırım ve izolasyon kararı aldılar. Tabii ki ABD’nin dahli olmadan bu mümkün değildi…
Ancak ABD’nin Katar’da 10 bin Amerikalı askerinin bulunduğu Al-Udeid hava üssü var… Teorik olarak bu üssün ve geçmişteki Körfez krizlerinde, Afganistan operasyonlarında ve Irak savaşındaki katkısı ve Katar’ın ABD yandaşlığı yüzü suyu hürmetine Katar’ın ABD tarafından korunmasını ve himaye edilmesini bekliyorsunuz değil mi? Heyhaaattt!! Bizzat bu izolasyonu ve yaptırımları teşvik eden ABD! Geçmişte ve halen ABD yandaşlığı olmak demek ki yetmiyormuş!
ABD Başkanı Trump 6 Haziran 2017 günü Twitter hesabından, söz konusu yaptırım ve izolasyonu; "terör vahşetinin sonunun başlangıcı olacaktır" diye yorumlayarak şöyle devam etmiş; ‘’Ortadoğu'ya ziyaretim sırasında, radikal ideolojinin daha fazla fonlanmaması gerektiğini söyledim. Liderler Katar'ı işaret etti." Demek ki işaret parmaklarının ne zaman nereyi göstereceği hiç belli olmuyormuş!
Bugüne gelmeden –mutat olduğu üzere- kısa bir tarih turu yapalım… İkinci Dünya Savaşına gidelim... Önce Romanya sonra da Türkiye’den iki örnek vermek istiyorum…
Hitler Romanya üzerinden Moskova’ya giderken işgal ettiği bölgelerde kahvelerde duvarlarda Hitler’in fotoğrafı vardır… Hitler Moskova’da bozguna uğrayıp çekilirken ve arkasından da Rus askerleri gelirken yine aynı kahvelerdeki duvarlarda da bu sefer Stalin’in fotoğrafı vardır. Burada tuhaf olan bu fotoğrafların arkalı önlü olmalarıdır; bir yüzünde Hitler’in fotoğrafı, diğer yüzünde ise Stalin’in fotoğrafı. Çünkü bazı bölgeler birkaç kez el değiştirirler.
Yine Hitler Moskova’ya ilerlerken Türkiye’de ise ne kadar solcu varsa tutuklanırlar… Hitler Moskova’da bozguna uğrayıp çekilirken ve Ruslar karşı taarruza geçmişken de bu sefer de solcular serbest bırakılıp ülkede ne kadar milliyetçi varsa onlar tutuklanırlar.
Tarihin hep tekerrürden ibaret olduğunu söyler, yazar ve çizerim ya…
2000’li yılların başı, özellikle Bush ve Obama dönemleri ABD’nin ılımlı İslamla dansı ile geçti… Bu Türkiye’den Mısır’a, Tunus’tan İran’a, AKP’den Mursi’ye, İhvan-ı Müslimin’den Hamas’a kadar tüm bölgede kurum ve kuruluşlarla yaşandı… Bu çerçevede ülke içinde ABD'nin kucağına oturmuş sümüklü bir vaiz bozuntusunun çetesiyle içeride onun ne istediyse veren iktidardaki işbirlikçileri tarafından Cumhuriyetçi, laik ve ulusal karakterde ne kadar kişi, kurum ve kuruluş varsa kumpaslarla tarumar edildi...
Dünyadaki radikal İslam’ın yükselmesi ve dünyadaki ılımlı İslam’ın ABD tarafından kendisine biçilen rolü oynayamaması ile beraber şimdi ABD’de rüzgârlar ters yönde esmeye başladı… Şimdi Trump ile beraber ABD’nin baş düşmanı ılımlısı ılımsızı ayrılmaksızın siyasal İslam’ın ta kendisi oldu. Bu çerçevede ABD ılımlı İslam'la dans döneminde ve özellikle Obama zamanında İran ile uzlaşırken, Trump ile beraber ABD hedefine İran'ı oturttu.
ABD’inde Trump’ın seçim kampanyası esnasında ve seçildikten sonra sözcüleri ve danışmanlarının açıklamalarını ve Trump’ın ilk icraatlarını takip etmişseniz başka söze gerek yok diye düşünüyorum…
Nasıl ki ülke içinde - FETÖ’yu kullananlar hariç - FETÖ iltisaklı kişi ve kurumlarla amansız bir mücadele ediliyorsa, bundan sonra da ABD tarafından, Ortadoğu’da geçmişte ve halen siyasal İslam’la ve bu bağlamda İhvan, Hamas, El Kaide, El Nusra ve İŞİD ile içli dışlı kişi, kurum, kuruluş ve organizasyonlarla amansız bir mücadeleye girişileceği değerlendirilmektedir.
Yeni dönemde ABD'nin siyasal İslam ile bizzat kendisinin mücadele edeceği de düşünülmemelidir. Emperyalizmin mutat davranışı olduğu üzere maşalar kullanılıp, yumurtalar tokuşturulacaktır. Bu mücadelenin de en basit yolunun da bölgede bir Şii - Sünni çatışmasının fitilini ateşlemek olacağı değerlendirilmektedir. Zaten bölgede var olan lokal, küçük çapta ve vekâleten yürütülen Şii - Sünni çatışmasının daha büyük bir çatışmaya, daha net ifadelerle bölgede Suudilerin başını çekeceği bir Sünni ittifakla, İran'ın başını çekeceği bir Şii ittifak arasındaki çatışmaya yönlendirileceği ve evrileceği kıymetlendirilmektedir.
Bu çerçevede; zaten ABD yanlısı ve Sünni olan, ancak ABD'deki değişimi kavrayamayıp duvardaki fotoğrafı henüz değiştirmeyen, hala siyasal İslam'la flörtüne devam eden ve Basra Körfezinden petrol ihracı için İran'a muhtaçlığı nedeniyle de İran'a yakın duran Katar'a yapılan bu baskının Sünni safları sıklaştırmak için yapılan bir manivela olduğu değerlendirilmektedir.
Burada dikkati çeken husus; Suudi Arabistan önderliğindeki yedi ülke Katar ile diplomatik ilişkilerini “Katar’ın Müslüman Kardeşler Örgütüne ve Terör Örgütlerine yardım ettiği” gerekçesiyle kesmesinden dört gün önce Türkiye’nin Katar ile “Terörizmin Finansmanı” konulu muhtırayı imzalamasıdır. Dün de (07 Haziran 2017) -önceden alınan karar doğrultusunda- TBMM'den Katar’a üç bin Türk askeri gönderme kararı onaylandı. Ancak bu krizde Türkiye'nin şu veya bu şekilde Katar'ın yanında yer almasının, Suudileri küstürmesi, ABD'yi kızdırması ve Katar'a olan diyet borcunun ödenmesi dışında pek bir önemi de yoktur. Çünkü eninde sonunda Katar pes edip Suudi safındaki yerini alacaktır. Burada önemli olan Türkiye'nin gözü açık veya kapalı Suudi güdümündeki Sünni ittafaka balıklama atlamamasıdır.
Böylesi bir ortamda Türkiye'nin Sünni bloka balıklama atlamasının veya İran'a veya Şii cephesine doğrudan cephe almasının kendi sonunu hazırlayacağını ve bin yıldır Batı tarafından parçalanamayan ve elde kalan son vatan toprağı Anadolu'nun paramparça olacağını tahmin etmek için derin stratejik bilgilere ihtiyaç olmadığı aşıkardır...
Geçmişte ve halen ABD ile kol kola olmak, Trump huzurunda Türkçesi başka İngilizcesi başka mesajlar vermek, duvarlara farklı farklı fotoğraflar asmak Katar örneğinde olduğu gibi gelecek için güven içinde olmayı sağlamayacaktır. AB'den uzaklaşıp Putin ile dansa kalkarken parmakların kimi ne zaman işaret edeceği bilinmemektedir.
Görünen köylerin hiçbir zaman kılavuz istemediğini bize tarih baba öğretmiştir.
Benden söylemesi!
Osman AYDOĞAN