Dil ve Türkçe üzerine - 2: Türkçeye Farsçadan geçen sözcükler
29 Mart 2020
Şu ifadeyi çoğu yazılarımda kullanıyorum: Türkçemiz aziz bir dil… Başta Arapça ve Farsça olmak üzere her dilden Türkçemize sözcükler girmiş… Bazıları bunu bir zafiyet olarak görse de ben bunu bir zenginlik olarak değerlendiriyorum…
Bu konu yanlış anlaşılmaya müsait bir konu… Çünkü ne zaman yazsam itirazlar yükseliyor… Ancak dil konusunda Humbolt’u, Wittgenstein’i okumuş, bu konuda yazılar yazmış, konferanslar vermiş birisi olarak kendimi bu konuda yetkin hissediyorum. Neden Oxford Sözlüğünde 171.000 sözcük var da niye bizim TDK Sözlüğünde 30.000 sözcük var diye kendi kendime sorduğumda kimse bilmez ama benim zihnim, dimağım, yüreğim, içim cayır cayır yanıyor, kalbim kümesine sırtlan girmiş tavuklar gibi çırpın çırpın çırpınıyor……
Bu yazımda ise sadece Türkçeye Farsçadan geçen sözcüklere yer veriyorum...
Türkçedeki Farsça sözcüklerden örnekler
Tavla oynayanlar Farsça altıya kadar saymasını biliyor: Yek, du, se, cehar, penç, şeş. Ancak onlara Farsça ''Yedi'' nedir diye sorsam bilmezler. Onu da ben söyleyeyim, Farsça yedi: ''heft'' dir (veya hefte). Yedi günlük, ''hafta'' ismi de buradan geliyor.
Halen Türkçe'de kullandığımız gün isimlerininin çoğu Farsça’dan geliyor:
Pazar: Ba (yemek), zar (yer), Bazar, Pazar. Pazartesi: Pazar'ın ertesi, Pazartesi. Çarşamba: ‘’Cehar’’, ‘’dört’’ demek, ‘’şenbe’’ ise gün, Ceharşenbe (dördüncü gün), Çarşamba. Perşembe: Pençşenbe (beşinci gün), Perşembe. (Haftanın günleri Farsça ve Arapçada pazardan itibaren başlarlar),
Bu örneklerden yola çıkarak Farsçadan Türkçeye geçen sözcüklerden bir kısmını açıklamak istiyorum:
Farsçada rüzgâr, hava anlamındaki ''bâd'' ile çıkış yeri demek olan ‘'cah'’ birleştirilerek ‘’Bâdcah'' (Baca),
Aynı şekilde Farsça ''bâd'' kelimesini aynı anlamdaki Arapça '’heva'’ ile yan yana getirip '’bâdheva'' (bedava),
Farsça ‘’dört’’ anlamına gelen '’cehar‘’ (çar) kelimesini 'kemer’' anlamına gelen '’tag'’ ile birleştirip '’çardak’’ (dört kemerli),
Yine aynı şekilde '’cehar‘’ (çar) kelimesini çivi anlamına gelen '’mıh’' ile birleştirip '’çarmıh’’ (dört çivili),
Yine aynı şekilde '’cehar‘’ (çar) kelimesini ‘'köşe, duvar’' anlamına gelen ‘'su'’ ile birleştirip '’çarşı’',
Yine aynı şekilde '’cehar‘’ (çar) kelimesini ‘'tek, bir’' anlamındaki ‘'yek’' ile birleştirip '’çaryek’’ (çeyrek, dörte bir),
Yine aynı şekilde '’cehar‘’ (çar) kelimesini ‘'sopa'’ anlamındaki '’çube’' ile birleştirip '’çerçeve’’ (dört sopalı),
'’Sol'’ anlamındaki ‘'çep'’ ve '’sağ’’ anlamındaki ‘'rast' birleştirilerek sol-sağ anlamındaki '’çapraz'’,
'’Çarşaf'’ın ‘'örtü'’ anlamındaki '’çadur'’ ve '’gece’' anlamındaki ‘'şeb'’ den '’çadurşeb’' (Çarşaf),
‘’Şeb'’,‘’gece’’ anlamındaydı, buradan da '’gecenin nemi’' anlamındaki '’şebnem’’,
Farsça ‘’aynı’' anlamına gelen '’hem’' ile '’süt’' anlamındaki ‘'şir'’ birleştiğinde '’aynı sütü emen’' anlamındaki '’hemşire'’, (kız kardeşe hemşire dendiğini hatırlatırım) (Aynı şekilde ‘'hemşehri'’; '’aynı şehirli’', '’hemhal'’; ‘'aynı halde bulunan’', '’hemzemin’'; de '’aynı zeminde’' anlamında)
Farsça ‘’Ab’’; su, ‘’dest’’ ise el demek. ‘'Ab-u dest'’; '’el suyu, avuç suyu’'nun ''abdest'',
Farsça ‘’erre’’; ‘’bıçkı’’, ‘’dest’’ el demekti, ''dest-erre'’; '’el bıçkısı’' anlamındaki ‘’testere’',
Farsça ‘'alu’'; ‘’erik’’ demek, '’şeft-alu'’; ‘’semiz erik’’, ‘'zerd-alu’' ise ‘’sarı erik’’,
'’Emir-ul ahr'’ padişah ahırının üst düzey görevlisi olan '’ahır emiri'’ anlamındaki ‘'İmrahor’',
Farsçada üç ayak demek olan ‘’Se-pa'’’nın dört ayaklı küçük masa; ''sehpa'',
'’Çorba’'nın da tuzlu '’şûr'’ ve yiyecek '’bâ'’dan ‘’şûrbâ’’ (çorba) olduğunu, türediğini söyleyebiliriz.
Türkçedeki Farsça kökenli dini sözcükler
Ayrıca Türkler İslam’ı Farslar (İranlılar) yoluyla kabul ettiği için dini terimlerin çoğu da Farsça kökenden geliyor… ''Peygamber'' kelimesi Farsçadır, Arapçası ''resul'', Türkçesi ise ''elçi''dir. ''Namaz'' kelimesi Farsçadır (Farsçaya da Hint kökenli bir yoga türü olan ''Namas'' sözcüğünden geçiyor), Arapçası ise ''Selah''dır. ''Bayram'' kelimesi Farsça kökenlidir; ''badram'', ''beyrem'' kelimelerinden dönüşüyor… .
İslam’ı yaşarken ve anlatırken kullanılan temel sözcüklerden; Huda, Rabbena, sahabe, Mevla, hoca, molla, derviş, pir, dergâh, çile, türbe-türbedar, ney, niyaz, günah-günahkâr, kâfir, dua, beddua, şakirt, külah, postnişin, keramet, tespih, kehribar, çarşaf, tülbent, kaftan, takke, muska, kalender, münzevi, hurma, ebru, güllaç, destur, rayiha, kerime, sancak, cihan, destan, kervan, hattat, aşk, meşk ve şadırvan sözcükleri Arapça değil Farsçadan geliyor… Ve daha niceleri…
Bu liste uzayabilir ama ben devam etmeyeyim. Sadece şunu söyleyeyim Türkçe’de İslam ile ilgili, din ile ilgili, ibadet ile ilgili peygamber gibi, namaz gibi, oruç gibi, abdest gibi, bayram gibi İslam’ı yaşarken ve anlatırken kullandığımız temel sözcüklerin nerdeyse tamamı Arapça değil Farsçadan geliyor…
Türkçedeki Farsça kelime sonu ekleri
Türkçeye Farsçadan sadece sözcükler girmiyor. Kelime sonlarına gelen Farsça bazı ekler vardır ki kelimelere başka anlamlar yüklüyor… Bunlardan en çok kullandığımız üç tanesini örnek olarak vermek istiyorum.
‘’Kâr’’ eki…
Bunlardan birincisi Farsça ‘’kâr’’ ekidir. Farsça ‘’kâr’’ eki isimleri sıfat yapıyor, ‘’eden, edici, yapan’’ anlamına geliyor ve -li, -lı, -cı, -ci gibi eklerin de karşılığı oluyor. Hilekâr, sahtekâr, riyakâr, hizmetkâr, kanaatkâr, itaatkâr, tamahkâr vb. kelimeler işte bu şekilde türüyor…
‘’Baz’’ eki…
Bunlardan ikincisi Farsça ‘’baz’’ ekidir. “Baz” eki Farsça “oynayan” anlamına geliyor. Farsça oynamak demek olan ‘’bâhten’’ fiilinden gellen “bâz”, hangi sözcüğün sonuna eklenirse ona ‘’oynayan’’ anlamı veriyor...
Türkçemizde sonu ''baz'' ile biten o kadar çok kelime bulunuyor ki! Kumarbaz (Kumar oynayan), canbaz (canı ile oynayan), sihirbaz (sihir ile oynayan), hokkabaz (hokkalarla oynayan), madrabaz (insanları değeri düşük mal ile kandıran, aldatan ve çıkar sağlayan, hileci), dilbaz (dili ile oynayan, bir yığın lafa ebeliği yaparak tartışmalarda üste çıkan), dinbaz (din ile oynayan, dini siyasetine alet eden) vb. kelimeler bunlardan bazıları oluyor…
Düzenbaz!...
Ancak bu kural “Düzenbaz” sözcüğünde işe yaramıyor. Bu sözcükteki ‘’baz’’; “düzen’’ ile oynayan anlamına gelmiyor. Çünkü Farsça “baz”ın önüne konacak sözcüğün de Farsça olması gerekiyor. Çünkü “düzen” Türkçe bir sözcük… Baz ise Türkçe değil, Farsça… Dolayısıyla bu sözcük Türkçe değil tamamen Farsça… O zaman bu ''düzenbaz'' sözcüğü ne anlama geliyor?
İşte Farsçadaki bu “dü-zen-baz” sözcüğünün açıklaması: “Dü” malum, “iki” demek. “Zen” ise “kadın” demek. “Baz” da “oynayan” anlamına geldiğine göre… Buradaki “düzenbaz”, “iki kadınla oynayan, oynaşan” anlamına geliyor. Yani hem karısı hem de metresi, sevgilisi olan veya birden fazla sevgilisi olan anlamına geliyor…
(Bunu açıklamışken şu sözcüğü de açıklayayım: ‘’Zen'’ kelimesi farsça ‘’kadın’’ demek olduğuna göre, buna '’koşan'’ anlamındaki '’bare'’ eklendiğinde kadın peşinde koşan anlamındaki ‘'zambare’' (zampara) kelimesi ortaya çıkıyor.)
Başta da dedim ya Türkçemiz aziz bir dil… Bu anlam Farsçada böyle diye Türkçede de böyle olacak değil. Türkçede “düzenbaz” daha çok, siyasette her kesimden görüş sahiplerini idare eden, sahtekâr, hilebaz, madrabaz ve dilbaz anlamında kullanılıyor. İşte bu tipler Türk siyasetinde her devirde bulunuyor. Ve bu tipler Turhan Selçuk’un çizgi roman kahramanı ‘’Abdülcanbaz’’ tiplemesindeki Gözlüklü Sami Bey’dirler. Şeytani bir zekâya ve süngülü bir bastona sahiptirler. İşrete, kadına düşkün, düzenbaz, hilebaz, madrabaz ve dilbaz bir adamdırlar. Sahtekardırlar, hilebazdırlar, madrabazdırlar, dilbazdırlar, yalancıdırlar, hırsızdırlar... Bunlar hazırlopçudurlar.. . Hem İsa’cı hem Yehuda’cıdırlar. Hem Musa’cı hem Firavun’cudurlar. Hem Nemrut’cu hem İbrahim’cidirler. Hem Sezar’dan yana hem de Brütüs’ten yanadırlar… Onlar ''düzenbaz''dırlar...
‘’Dâr’’ eki…
Bu eklerden bahsetmek istediğim üçüncü ek ise ‘’dâr’’ ekidir. Farsça “dâşten” fiilinden gelen “dâr” eki de sonuna geldiği her ne ise onu ‘’sahiplenen’’i tanımlıyor. Örneğin: ‘’Mühürdar’’: Mühür sahibi. ‘’Alemdar’’: Bayrağı veya sancağı sahiplenen, (taşıyan). ''Serdar'': ''Ser'' kafa, baş demek, Serdar; kafayı, başı sahiplenen, yani askerin başı, başkomutan. ‘’Hükümdar’’: Hükmün sahibi, sultan, padişah. ‘’Dindar’’: Dine sahip olan, dine sahip çıkan, dini koruyan, dini hakkıyla yaşayan...
Dindar, dinbaz ve düzenbaz…
‘’Dindar’’ insanlar Allahü teâlânın öyle kullarıdır ki, halk onları bilemez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değildirler. Hulûs-u kalp ile boyun büker ümmet-i Muhammed'e dua ederler. Samimi niyazları ile zırh olurlar iyi insanlara. Onlar adsız şansız Allah dostlarıdırlar, onların bir seher vakti gözyaşıyla yaptıkları dua binlerce topun yapamadığını yapar, kralları, sultanlıkları yıkar, kaleleri paralar.
‘’Dinbaz’’ insanlar ise dini iyi bilirler ancak bu özelliklerini masivaya (dünya, kainat, Allah’tan başka her şey) tamah ve tenezzül doğrultusunda seferber ediyorlar… ‘’Dinbaz’’ insanlarda din, amaç değil araçtır, özne değil nesne oluyor… ‘’Dinbaz’’, dini iyi bilse de onunla oynuyor, onu oyuncak yapıyor… Din, dindarın seciyesi ancak dinbazın sermayesi oluyor… Dinbaz insanlar dini siyasete alet ediyor, kutsal mekânları siyaset meydanına çeviriyor. Bu insanlar Giordano Bruno’nun; "Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar" diye bahsettiği kötü insanlar oluyor…
Ancak Türkçedeki ‘’Düzenbaz’’ kelimesi ile ‘’Dinbaz’’ kelimesi arasında bir anlam korelasyonu bulunuyor: Bütün dinbazlar aynı zamanda da düzenbaz oluyor… En başta da söyledim ya; Türkçemiz aziz bir dil…
Yazım içerisinde Türkçe’de İslam ile ilgili, din ile ilgili, ibadet ile ilgili İslam’ı yaşarken ve anlatırken kullandığımız temel sözcüklerin neredeyse tamamının Arapça değil Farsça olduğunu örnekleriyle anlattım. Ancak İslam’ı yaşarken ve anlatırken Farsça yerine Türkçe sözcük kullansam dinbazlar hemen bana saldırıyor…
Daha yeni bu ortamda kısa bir süre önce ‘’Kisrâ’’ başlıklı bir yazı yazdım. Yazımın özü şuydu: ‘’İslam’da şatafat, gösteriş ve lüks haramdır.’’ Osmanlıdan da örnek vermiş ve yazmıştım ki: ‘’Osmanlı devleti en kudretli olduğu zamanda bile mütevazı Topkapı Sarayından idare edilmiştir. Padişahların niteliği düştükçe Osmanlı saraylarının da şatafatı artmıştır.’’ Buna örnek olarak da Osmanlı çökerken inşa edilen ve şimdi valilik binası olarak kullanılan Bab-ı Âli binasından altın varaklarla kaplı bir salonunun fotoğrafını koymuştum. Aman Allah’ım, bana saldıran, küfreden, hakaret eden dinbazların haddi hesabı bulunmuyor. Daha okuduğunu bile anlamamış dinbaz adam…
Anlıyorsunuz değil mi ‘’dindar’’ kim, ‘’dinbaz’’ kim, ‘’düzenbaz’’ kim? Son iki tanımdan etrafımızda o kadar çok bulunuyor ki, açın TV’yi, bakın gazetelere, sosyal medyanıza bunlardan mebzul miktarda görülüyor… Bunlar en çok hulûs-u kalp ile dua eden Allah dostu dindar insanlara ve dine zarar veriyor… Allah bu devleti, bu milleti ve bu kutsal dini; bu dinbaz ve bu düzenbazların şerrinden korusun. Amin!...
Türkçemiz aziz bir dil... Görüyorsunuz ya Farsçadan ne kadar da sözcük geçmiş dilimize değil mi?
Yazı dizim devam edecek...
Osman AYDOĞAN