Geçme kapım önünden yüreğim yaralıdır
07 Ekim 2017
Bu sitemde ''sanat'' bölümünde çooook türkü anlattım. Bugün de bir Balkan türküsünü anlatayım. Biliyorsunuz, her şeyi, ama her şeyi, türküleri bile tarihe bağlamasam olmaz! Öyleyse her zaman olduğu gibi önce kısa bir tariih turu.
Osmanlının anayurdu Balkanlar ve bir fay hattı
Çoğumuz üzerinde düşünmemişizdir ama ''Anadolu'', Selçuklunun bir anayurdu iken ''Balkanlar'' da Osmanlının anayurdu oluyor. (Balkanların neden Osmanlının anayurdu olduğu konusu ayrıca incelenmesi gerekiyor.) Bu nedenle de Osmanlı tüm yatırımlarını, okullarını, medreselerini, camilerini, hanlarını, hamamlarını, yollarını ve üretim tesislerini hep Balkanlar'a yapıyor. Anadolu’daki bütün eserler, köprü, yol, cami, medrese ne varsa hepsi Selçuklu eseri oluyor. Başkenti Bursa'daki ve şehzadelerin eğitildiği Amasya ve Manisa’daki cami ve türbeler hariç Osmanlının Anadolu’da doğru dürüst bir tane dahi eseri bulunmuyor. Özellikle Osmanlı eğitim kurumlarının hemen hemen tamamı Balkanlarda bulunuyor.
İşte bu nedenledir ki, bu eğitim nedeniyledir ki Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran neslin, sivil ve asker bürokrasisi ile sanat ve edebiyat camiasının nerdeyse hemen hemen tamamı Balkan kökenli oluyor. Osmanlı tarafından ihmal edilmiş, cahil bırakılmış Anadolu insanının bir kısmı ise kıskançlıktan mıdır nedir bu eğitimli Balkan kökenli insanları pek hazzetmiyor. Bu kıskançlık ve hazzetmeme durumu, muhtemel, genlere kadar işlemiş olacak ki Osmanlı tarafından ihmal edilmiş, eğitilmemiş, cahil bırakılmış bu insanların torunlarına kadar da bir damar halinde, bir fay hattı halinde günümüze kadar da devam eder hale geliyor. Aslında Anadolu’daki bu fay hattı, bu damar tarihte Osmanlı – Türkmen çekişmesine dayanıyor. Bu durum günümüz Türkiye’sinin sosyo-politik yapısına net bir şekilde yansıyor. Bugün birtakım siyasilerin bahsettikleri, dile getirdikleri ''kin ve nefret'' söyleminin, ‘’suyun (Meriç) ötesinden gelenler’’ söyleminin kökeni teee oralara kadar gidiyor. Bu ''kin ve nefret'', Osmanlının has evladının anayurdundan Anadolu'ya getirdikleri bilime ve aydınlığa karşı oluyor. Zira Galileo söylüyor zaten; ‘'Hiçbir kin, cahilin bilime duyduğu kinden daha büyük olamaz.’'
Burada iki büyük paradoks, iki büyük oksomoron, iki büyük tenakuz da bulunuyor. Paradoks olan, oksomoron olan, tenakuz olanın birisi şu ki Osmanlı’nın hor gördüğü, hakir gördüğü, yoksul bıraktığı, kılıçtan geçirdiği Türkmenlerin torunlarının günümüzde Osmanlıya öykünüyor olmasıdır. İkincisi ise; zamanında Osmanlı’nın hor gördüğü, hakir gördüğü, yoksul bıraktığı, kılıçtan geçirdiği Türkmenlerin torunlarının, hem Osmanlıya öykünüp hem de gerçek Osmanlının torunu olan ‘’Evladı Fatihan’’a ‘’suyun ötesinden gelenler’’ diye nefret duyup, sırt çevirip kendilerinden olmayan Arap diyarlarından gelenlere ise kucak açması oluyor.
Neyse dönelim konumuza, konumuz Türkiye'nin sosyo-politik durumunun analizi değil, konu sosyologların konusu, zaten ben de konunun uzmanı değilim, konumuz tarih, kaldığımız yerden devam edelim.
Balkan Harbi’nde kaybedilen anayurt
Ve biz Balkan Harbi’nde anayurdumuzu kaybediyoruz. Nedense bu husus tarih öğretilerinde pek dile gelmiyor, getirilmiyor!
Füruzan’ın ‘’Balkan Yolcusu’’ (Yapı Kredi Yayınları, 2016) adlı güzel bir kitabı bulunuyor. Füruzan bu kitabında eski Yugoslav topraklarında kalmış yaşlı bir nine ile sohbet ediyor. Füruzan, yaşlı nineye soruyor; ‘’teyzem’’ diyor ‘’sen neden göç etmedin?’’ Yaşlı nine cevap veriyor; ‘’evladım'' diyor, ''bir vakitler burada bir umman vardı, o umman çekildi gitti. Bırak da bari buralarda o ummanın hatırası bu küçücük göletler kalsın.’’
Ninenin kastettiği o ummanın ne olduğunu anlıyorsunuz değil mi?
O umman o yataklardan çekilirken ne acılar çekilmiştir bilir misiniz?
İşte bu acılar hep Rumeli türkülerinde ses buluyor. Bu nedenle hep hüzünlü oluyor Rumeli türküleri, hep hazin oluyor Rumeli türküleri, hep insanın yüreciğini sızlatıyor Rumeli türküleri.
Saba makamında bir Balkan türküsü: Mendilimin yeşili
Bugün size sadece bu Rumeli türkülerinin değil, dünyanın en hüzünlü, en hazin, en dokunaklı türküsünü anlatmak istiyorum.
‘’Saba’’ makamındadır bu türkü. İnsanın tüylerini diken diken eden ‘’Saba’’ makamından, tıpkı sabah ezanı gibi, tıpkı şafak vakti gibi, tıpkı seher rüzgârı gibi. Balkan türkülerinin aynı zamanda da en güzeli oluyor türkü.
Seferberlik ilan ediiyor, oğlan tam sevdiceğiyle evlenecekken silah altına alınıyor, kızımız oğlan gitmeden ona kenarında bir parça yeşil işlemesi olan mendilini veriyor. Ve gidiş o gidiştir. Oğlan bir daha da geri dönemiyor.
Sonra sonra, zihinlerden, yüreklerden, gönüllerden bir türkü ortaya çıkıyor; çaresiz dertlere düşenlerin türküsü oluyor bu türkü: ‘’Mendilimin yeşili’’. Bazı yörelerde bu türkünün adı ''Aman doktor'' olarak da biliniyor. Bizler genellikle bu türkünün ilk iki kıtasını biliyoruz. Son iki kıta nedense hiçbir yerde de yer almıyor. Ve bu türkü Mustafa Kemal Atatürk'ün en çok sevdiği türkülerin başında geliyor.
Bu türkünün sözlerinin tamamını yazımın sonunda veriyorum. Türkü, şöyle başlıyor:
''Mendilimin yeşili
Ben kaybettim eşimi
Al bu mendil sende dursun
Sil gözünün yaşını
Aman doktor canım gülüm doktor derdime bir çare
Çaresiz dertlere düştüm doktor bana bir çare''
Bu türkü TRT kayıtlarına göre 02.11.1949 tarihinde Muzaffer Sarısözen tarafından derleniyor.
Bu türküyü bizim zamanımızda uzun dalga 1648 m Ankara radyosundan Nezahat Bayram söylüyor. Nezahat Bayram kendi sesinden bu türküyü dinlerken bazen için için, bazen hıçkırık hıçkırık ağlarmış. Bu türküyü Nezahat Bayram’ın sesinden olan bağlantısını ve diğer yorumlarını yazımın sonunda veriyorum. Bütün yorumlarını dinlemeniz arzu ederim.
Balkan Harbi’ni neden kaybettik
1912 yılında Osmanlı ile Balkan devletleri arasında yaşanan savaş, Osmanlının anayurdu olan Rumeli’deki topraklarını kaybetmesi ve beraberinde milyonlarca Türkün Anadolu coğrafyasına göç etmesi sonucunu doğuruyor. Balkan Savaşı o kadar seri ve kesin cereyan ediyor ve Osmanlı ordusunun mağlubiyeti o kadar net oluyor ki, Osmanlıya savaş açmış olan Balkan devletleri bile bu duruma şaşırıp kalıyor. Alınan bu utanç verici mağlubiyet, “moral bozulmasın” diye konuşulmaktan, sorgulanmaktan da kaçınılıyor. Osmanlının Balkan Savaşı mağlubiyetinin sebepleri konuşulsaydı, bu mağlubiyetten dersler çıkarılsaydı, belki bugün dünya tarihinin çok farklı bir şekilde resmedilmesi gerekiyordu.
Ancak buna rağmen mağlubiyetin sebeplerine yönelik çalışmalar yapanlar da çıkıyor. Bu çalışmalardan birisini de Tüccarzâde İbrahim Hilmi Çığıraçan yapıyor. Tüccarzâde İbrahim Hilmi Çığıraçan, 1876 yılında Romanya’da Tuna boyunda bir Romanya kenti olan Tulcea (Tulça)’da doğuyor. Aslen Kazanlı, ailesi oradan Romanya’ya göç ediyor. Cumhuriyet döneminde Kitaphane-i Hilmi ve Hilmi Kitabevi adlarıyla iki yayınevi kuruyor. Tüccarzâde İbrahim Hilmi Çığıraçan, Balkan Harbi’ni Osmanlının neden kaybettiğini anlatan ‘’Balkan Harbi'ni Niçin Kaybettik?’’ (İz Yayıncılık, 2012) adlı bir kitap kaleme alıyor.
Bu kitapta çok şeyler anlatılıyor. Ama özetle: Balkan Savaşı öncesinde Osmanlı yönetimi; kendi ordusunu, kendi subaylarını hırpaladığı, kendi subaylarını aşağıladığı için kaybediyor, ordu ve subaylar, kendi içinde mektepli alaylı diye bölündüğü için kaybediyor, orduya siyaset bulaştırıldığı için kaybediyor, ordu siyasete malzeme yapıldığı için kaybediyor, ordunun yeterli, modern silah ve teçhizatı olmadığı için kaybediyor.
Allah korusun!
Eskilerin ''okula, camiye ve kışlaya asla siyaset sokmayın'' tembihinin geri planını anlıyorsunuz değil mi? Allah göstermesin ki bir yüzyıl sonra Orta Asya bozkırlarından bir yerlerde yine bir başka Şehriyar; ''O zamanki siyasetçiler okula, camiye ve kışlaya siyaset soktukları için, dini ve orduyu siyasete alet ettikleri için, orduyu iktidar destekli Balyoz ve Ergenekon kumpaslarıyla, FETÖ tezgâhlarıyla tarumar ettikleri için, orduyu ve subayları her fırsatta aşağıladıkları için, orduyu 40 - 50 yıllık savaş uçaklarına, 60 yıllık tanklara mahkûm ettikleri için, bilime sırtlarını dönüp yeniden hurafenin peşine düştükleri için, milli egemenliğin tecelli bulduğu TBMM’ni devre dışı bırakıp ülkeyi tek adama mahkûm ettikleri için, siyasi iktidar ülkeyi üretimden koparıp, halkı tüketiciye dönüştürüp, kendileri de lükse, şaşaya ve ihtişama kapıldıkları için, ülkeyi mültecilerle doldurup ülkenin demografik yapısını bozdukları için, bunları yapan siyasi iktidara karşı muhalefetin basiretsiz, dağınık, romantik olduğu ve gerçek bir muhalefet olmadığı, ana muhalafetin ülkenin kurucusunun ilkelerinden saptığı için Balkanlardan sonra Anadolu'da da tutunamadık, anayurdumuz Anadolu'yu da kaybettik'' diye yazmaz inşallah! Allah korusun!
Sonuç
‘’Hayat ileriye doğru yaşanır, ancak geriye doğru anlaşılır’’ deniyor. ‘’Geleceğe ilişkin öngörüler kökleri tarihte olan ve buradan beslenen bitkiler gibidir’’ deniyor. İbn-i Haldun; “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer” diyor. Mehmet Akif; ‘’ "Tarih"i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?'' diye soruyor. Georg Wilhelm Friedrich Hegel de ‘’Bütün tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir’’ diyerek Mehmet Akif gibi tarihin tekerrür ettiğini ifade ediyor. Karl Marx da tarihin tekerrür ettiğini Hegel'e cevap verircesine şöyle diyor: ‘’Evet bütün tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Birincisinde trajedi, ikincisinde komedi olarak…’’
İşte bu nedenledir ki Osmanlı tarihini anlatan on iki ciltlik ‘’Tarih-i Cevdet’’ ve ‘’Tezakir-i Cevdet’’ adlı eserlerin sahibi, Mecelle'yi kaleme alan, Osmanlı’nın on dokuzuncu asırda yetiştirdiği en büyük devlet ve bilim adamı, tarihçi, hukukçu ve şair Ahmet Cevdet Paşa, tarih bilmeyen siyasetçilere şöyle diyor:
‘’Tarih bilmeyen siyasetçi, pusuladan anlamayan kaptana benzer, her ikisinde de karaya oturma tehlikesi, kaçınılmaz sonuçtur…’’
Gerçekten de tarih (Birinci Dünya Savaşı öncesi şartlar) günümüzde birebir yineleniyor. Hem de burnumuzun dibinde yineleniyor. Hem de gözümüzün önünde yenileniyor. Hal böyleyken Balkan Savaşı öncesinde olduğu gibi ordu tarümar ediliyor, subaylar aşağılanıyor, taciz ediliyor, ordu ve din siyasete alet ediliyor. Ordunun uçağı, tankı, topu silahı ihmal ediliyor. Tabii ki, ordusunu her daim aşağılayanlara, subaylarını küçük düşürenlere, orduyu ve dini siyasete alet edenlere, tarihini dizilerde, geçmişini masalda, geleceğini ise falda okuyarak hamasetten beslenenlere diyecek bir sözüm de bulunmuyor.
Geçme kapım önünden, benim yüreğim yaralıdır.
Osman AYDOĞAN
Nezahat Bayram, ‘’Mendilimin Yeşili’’:
https://www.youtube.com/watch?v=dgj6WsvqB8c
Aliye Mutlu, ‘’Mendilimin Yeşili’’:
https://www.youtube.com/watch?v=1-b2NLQPz8A
2010 yılında Toronto'da kurulan ve Türkçe müzik yapan Kanadalı bir müzik grubu olan ‘’Minor Empire’’ tarafından yorumlanan ‘’Mendilimin yeşili’’ (‘’Minor Empire’’ adı Anadolu'nun tarihte kullanılan adlarından biri olan Küçük Asya (Asia Minor) ve Türk müziğinde sık kullanılan minör akorlardan esinlenerek oluşturulmuştur.):
https://www.youtube.com/watch?v=gGu4dtxAkhc
Gaye Su Akyol, ''Mendilimin Yeşili''
https://www.youtube.com/watch?v=RWPDXGd3L14
Tolga Çandar, Seza Kırgız ; ‘’Aman Doktor’’
https://www.youtube.com/watch?v=CvTcauZUfZM
Yaprak Sayar, ‘’Mendilimin Yeşili’’ (Aman Doktor) (Alaturka makamında)
https://www.youtube.com/watch?v=zTBwAACZIZQ
Yasemin Göksu, ‘’Mendilimin Yeşili’’;
https://www.youtube.com/watch?v=FTrkOeblgpw
Oğuzhan Bolbol, ‘’Mendilimin Yeşili’’; (Ud eşliğinde)
https://www.youtube.com/watch?v=jAjK6mWmLGs
Eric Bibb, Ale Moller & Knut Reiersrud, ''Blues Detour'' albümünden (2014); ‘’Doctor Aman’’
https://www.youtube.com/watch?v=vj59TczWJoU
Mendilimin yeşili
Mendilimin yeşili
Ben kaybettim eşimi
Al bu mendil sende dursun
Sil gözünün yaşını
Aman doktor canım gülüm doktor derdime bir çare
Çaresiz dertlere düştüm doktor bana bir çare
Mendilim benek benek
Ortası çarkıfelek
Yazı beraber geçirdik
Kışın ayırdı felek
Aman doktor canım gülüm doktor derdime bir çare
Çaresiz dertlere düştüm doktor bana bir çare
Mendilim turalıdır
Sevdiğim buralıdır
Geçme kapım önünden
Yüreğim yaralıdır
Aman doktor canım gülüm doktor derdime bir çare
Çaresiz dertlere düştüm doktor bana bir çare
Ana dersen ana yok
Baba dersen baba yok
Gurbet elde hasta düştüm
Bir yudum su veren yok
Aman doktor canım gülüm doktor derdime bir çare
Çaresiz dertlere düştüm doktor bana bir çare