Bu da geçer yâ hû
16 Mayıs 2021
Uğur Mumcu, “Tarikat, Siyaset, Ticaret” (um:ag Yayınları, 2018) adlı kitabında; Amerikan emperyalizmini, Arap emperyalizmini ve bu iki emperyalizmin din ekseninde buluşması ve ittifakını ve bu ittifakın el ele içerdeki işbirlikçileri ile demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin altını bir nasıl oyduklarını anlatırdı. Ancak görüyoruz iki Uğur Mumcu eksik yazmış! Uğru Mumcu yaşasaydı da bu kitabını günümüzde yazsaydı sanırım adı ‘’ “Mafya, Tarikat, Siyaset ve Ticaret” olurdu. Görüyoruz ki bu ittifaka mafya da katılmış…
Devletin altını oyan mafya, tarikat, siyaset ve ticaret ortaklığı, yönetilemeyen salgın, dibe vurmuş ekonomi, dibe vurmuş dış ve iç siyaset umudunuzu kırıyor, sizi ümitsizliğe düşürüyor değil mi? Ama bütün bunlar umudunuzu kırmasın…
Niye mi? Anlatayım o zaman…
Umutsuzluğa düşmememiz gerektiğini Osmanlıca bir deyimden bahsederek örnek vermek istiyorum: ’’Bu da geçer yâ hû’’.
Bu da geçer yâ hû
‘’Bu da geçer yâ hû’’ sözünün aslı bundan bin küsur sene önceye, Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar, fena bir işe uğradıkları zaman ‘‘Bu da geçer’’ mânâsına gelen ‘‘k’afto ta perasi’’ derlermiş. İbare, Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer; ama Farsçalaşıp ‘’in niz beguzered’’ olur; Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘’bu da geçer’’ haline getirilir. Derken, tekkelerde ve dergâhlarda da benimsenir ve sonuna ‘’yâ Allah’’ mânâsına gelen bir ‘’yâ hû’’ ilave edilip ‘‘Bu da geçer yâ hû’’ haline gelir. (Arapça da ‘’hû’’ ‘’O’’ anlamındadır ve Allah’ı kasteder. Mezar taşlarında yazan ‘’Hû-vel Baki’’ sözü ‘’O -Allah- kalıcıdır, biz öldük, bu cihandan geçtik, gittik lakin Allah kalıcıdır'' anlamındadır.)
‘’Bu da geçer yâ hû’’ sözü her şeyin fani olduğuna dair özlü bir sözdür. Bu söz; üzüntünün, gamın, kederin, derdin, tasanın, bela ve musibetin; şansın, sevincin, hazzın, talihin, ikbalin, mevkiin ve makamın hep geçici olduğu anlamında kullanılır.
Bu söz işgal altındaki İstanbul’da halkın arasında gizli bir slogan olarak da kullanılır. İstanbul 1918 yılında işgal edilip düşman savaş gemileri Boğaziçi'ni doldurunca, hattat İsmail Hakkı Altunbezer bir kâğıda '’Bu da geçer yâ hû’' yazıp atölyesine asar. Kısa sürede işyerleri, kahvehaneler, vapurlar, bu yazıyla donatılır. Halkın işgale karşı tepkisini dile getirmek üzere her yere astığı bu yazı o acı günlerin, mütareke döneminin bir simgesi haline gelir.
Bugün müze olarak kullanılan Atatürk'ün Çankaya'daki konutuna da astığı tek hat yazısı da "Bu da geçer yâ hû" sözüdür.
Tarihçi yazar Cengiz Özakıncı'ya göre, ABD Başkanı Abraham Lincoln, Wisconsin'de yaptığı bir konuşmada bu söze duyduğu hayranlığı şöyle dile getirmiş: "Doğu'da bir padişah, danışmanlarından, her okunduğunda bulunulan durumu tüm gerçekliğiyle anlatacak bir söz bulmalarını istemiş. Bulmuşlar; 'Bu da geçer!' Öyle anlamlı bir sözdür ki bu, hem böbürlenmeyi dizginler; hem acılara dayanma gücü verir!"
Ferîdüddîn-i Attâr’dan bir hikâye
Burada ABD Başkanı Abraham Lincoln’ün bahsettiği ‘’Doğudaki Padişah’’ konusu; Horasanın en önemli dört şehrinden biri olan Nişabur´da doğan ve Moğollar tarafından şehid edilen mutasavvıf, şair, hekim ve eczacı Ferîdüddîn-i Attâr’ın (1120 – 1229) ‘’Mantıku’t-Tayr -Kuş Dili’’ (Ravza Yayınları, 2011) adlı eserinde geçen hikâyeye dayanır…
Bu kitapta geçen hikâye şu şekildedir:
Uzun bir yolculuktan sonra çok yorulan bir derviş, geldiği köyün zenginlerinden biri olan Şakir isimli ev sahibinin çiftliğinde misafir olur. Köydeki diğer bir zenginin ismi Haddad´dır. Çok iyi karşılanıan ve misafir edilen derviş tekrar yola koyulacağı zaman Şakir´e “Böyle zengin olduğun için hep şükr et.” der. Şakir şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir.''
Bir kaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı köye düşer. Şakir´i aramak ister, ama Şakir'in iyice fakirleştiğini ve bu yüzden Haddad´ın yanında çalıştığını öğrenir. Ailesi ile birlikte üç yıldır Haddad'ın hizmetkârı olan Şakir´i bulur derviş, bu sefer oldukça mütevazı olan evinde ve sofrasında misafirdir. Derviş Şakir´e başına gelenlerden duyduğu üzüntüyü ifade edince Şakir: “Üzülme!’’ der, “Unutma, bu da geçer…”
Tekrar yola düşen derviş yedi yıl sonra yolu yine o köyden geçmektedir. Bu yedi yıl içinde Haddad ölmüş, ailesi olmadığı için zengin mirasını, hayvanlarını, arazilerini ve tabi konağını da Şakir´e bırakmıştır. Derviş mutlulukla ne kadar sevindiğini söyler Şakir´e ama cevap aynıdır: “Bu da geçer…”
Derken bir zaman sonra yine köye uğrayan derviş eski dostunu bir tepede bulur. Şakir ölmüştür. Mezar taşında şu yazmaktadır: “Bu da geçer…” “Ölümün nesi geçecek?” diye düşünen derviş köyden ayrılır.
Bir sonraki yıl mezar ziyareti için yeniden gelir. Bakar ki ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel sonucunda Şakir´den geriye hiç bir iz dahi kalmamıştır.
O sırada ülkenin sultanının, umudunu tazeleyecek, mutluluğun tembelliğine kaptırmasını engelleyecek bir yüzük yaptırmak istediği konuşulmaktadır. Hiç kimse Sultanı tatmin edecek o yüzüğü yapamayınca bizim dervişi bulurlar. Derviş, Sultanın kuyumcusuna bir mektup yazar ve ulaştırır.
Sonrasında son derece sade bir yüzük Sultan´a sunulur. Yüzüğün üzerinde “Bu da geçer” yazmaktadır.
Hikâye bu kadardır.
Ancak anlı şanlı köşe yazarları, kendisine edebiyatçı payesini veren kimi yazarlar ise bu hikâyeyi Sultan II. Mahmut’a yakıştırırlar... Zülfü Livaneli de ‘’Leyla'nın Evi’’ (Doğan Kitap, 2012) isimli kitabında kaynak göstermeden ‘’Bu da geçer yâ hû’’ ifadesinin hikâyesini detaylıca anlatır. Ancak yukarıda anlattığım gibi hikâyenin kaynağı Ferîdüddîn-i Attâr’ın ‘’Mantıku’t-Tayr -Kuş Dili’’ isimli kitabıdır.
Neyse biz dönelim konumuza, bu onların sorunu…
Sehl-i mumteni bir söz
‘’Bu da geçer yâ hû’’; görüldüğü gibi anlayana ‘’sehl-i mumteni’’ harikası bir sözdür... Katre içinde bir ummandır... (Sehl-i mumteni: kolay görünen, ancak benzeri söylenmeye kalkılınca zor olduğu anlaşılan, derin anlamlı özlü söz söyleme sanatıdır. Katre ise damla demektir. ‘’Umman’’ın da okyanus olduğu malum!)
Kendisi için ‘’Fâni’’ mahlasını kullanan ve vefatı (2007) ile günümüzdeki tasavvuf geleneği kesilen Lütfi Filiz’in çok güzel dört ciltlik bir kitabı var: "Noktanın Sonsuzluğu" (Pan Yayıncılık, 2000) Bu kitap tasavvufun temel kavramlarını, derinlemesine açıklayan bir kaynak kitaptır.
Ve bu kitapta Litfi Filiz’e ait bir şiir yer alır. Şiirin tamamını yazımın sonunda veriyorum. Şiirin ilk ve son iki dizesi şöyleydi:
''Celâliyle zâhir olsa, bu da geçer be yâ hû...
Cemâliyle âyan olsa, bu da geçer de yâ hû...''
Şiirin bu ilk ve son iki dizesi takılmış bir plak gibi zihninizde dönsüüüün dursun:
''Celâliyle zâhir olsa, bu da geçer be yâ hû...
Cemâliyle âyan olsa, bu da geçer de yâ hû...''
Arz ederim...
Bu da geçer be yâ hû...
Osman AYDOĞAN
Lütfi Filiz’in şiiri
Celâliyle zâhir olsa, bu da geçer be yâ hû...
Cemâliyle âyan olsa, bu da geçer de yâ hû...
Bî karardır felek, daim döner durmaz bir an,
dursa bir an, ne yer kalır ne gök kalır be yâ hû...
Kâh-ı zulmet, kâh-ı envâr birbir ardın devreder,
kâh-ı lütuf, kâh-ı kahır, ondan olur be yâ hû...
İmtihan için oluptur daima neş'e, azâb
sen, "sen"i bilmek içindir, kahrı lütfu be yâ hû...
Fâniya vird-i daim et bu sözü her zaman,
gece gündüz hatırından hiç çıkmasın be yâ hû
Celâliyle zâhir olsa, bu da geçer be yâ hû...
Cemâliyle âyan olsa, bu da geçer de yâ hû...