Yeni bir devlet kurulurken!
05 Ağustos 2017
İbn-i Haldun (1332 – 1406), modern historiyografinin, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisidir. Arnold Toynbee, aradan geçen yüzyıllardan sonra onun için şöyle derdi: "Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi."
Mukaddime ise İbn-i Haldun'un en ünlü eseridir. (Dergâh Yayınları, 2013) İbn-i Haldun, Mukaddime'yi büyük tarih kitabı ‘’Kitâbu’l-İber’'in birinci cildi olarak tasarlar. ‘’Kitâbu’l-İber’’ yedi ciltlik bir kitap olur. Ancak bu yedi ciltlik kitabın birinci cildi olarak planlanan "Kitab-ı Evvel" İbn-i Haldun, henüz hayatta iken ‘’Mukaddime’’ adıyla sanki ayrı bir esermiş gibi anılmaya başlanır ve Haldun'un kendisi de bunu benimser.
İbn-i Haldun, Mukaddime’de şöyle bir tez ortaya atar:
Devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler. İslam coğrafyasında kurulan devletler ortalama 100 ila 120 yıl yaşarlar. Bir devlet kurulduğunda, şehirleşmiş medeni unsurlar yönetir, onun dışındaki bedeviler devlete karşıdır. Şehirleşenler zamanla mücadele etmeyi bırakır ve bedevilere yenilirler. Devlet yönetimine gelen bedeviler zamanla medenileşir, onların dışında yeni bedevi gruplar oluşur. Sonra yönetime yeniler gelir. Bu döngü her 20-25 yılda bir tekrarlanır. En çok dört ya da beş kez sürer, devamında devlet çöker.
İbn-i Haldun bu süreci teorik kavramlarla bir sistem oluşturduğu tarihselci devlet kuramında detaylı şekilde anlatır ve devleti kuruluştan çöküş aşamasına kadar beş safhada inceler ve son safhasını da; sefahat, israf ve çöküş safhası olarak niteler.
Benzer şekilde Thomas Hobbes de ünlü eseri Leviathan’da (Yapı Kredi Yayınları, 1993) bir devletin çöküşünü kısaca şu şekilde tarif ederdi:
‘’Yönetim ilkeleri zaman içinde değişebilir, hükumetler değişebilir, bakanlar değişebilir, insanların karakterini değiştiren gelişmeler olabilir, insanların tutkuları, düşünceleri, yaşları, sağlıkları değişebilir, egemenleri ve bakanları hep değişebilir. Bir yönetim bu değişimlerle, kimi zaman gururlu ve güçlü, kimi zaman ise zayıf, bazen aydınların, bazen ise cahillerin elinde olabilir; bir yükselir, bir alçalır, yeniden yükselir, baş aşağı gider ve bütün bu düzensiz git-gellerden sonra atılım gücünü kaybeder, duraklar, sonunda da dağılır ve biter.’’
Gelin isterseniz Cumhuriyeti, kuruluşunu,1950, 1960, 1971, 1980, 2002 ve 2016 yıllarını, yaşadığımız güncel olayları ve iktidar sözcülerinin ‘’yeni bir devlet kuruyoruz’’ söylemlerini tarihin bu diyalektik sarkacı içerisinde düşünelim. 2023 ise Cumhuriyet’in yüzüncü yılıdır. Tıpkı İbn-i Haldun’un ‘’İslam coğrafyasında kurulan devletler ortalama 100 ila 120 yıl yaşarlar’’ dediği yıl gibi… Tıpkı Thomas Hobbes’un ünlü eserinde anlattığı gibi…
Bahsettiğim bu tezler ve dünyadaki ve bölgemizdeki yaşanan siyasi ve sosyal gelişmeler ışığında 2023’de Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’ten bambaşka bir Cumhuriyet ile ve bambaşka sınırlar ile karşılaşmamız olasıdır. Ve bu bir şaka ve basit bir öngörü de değildir. Ülkeyi yönetenlerin sözcülerinin ‘’yeni bir devlet kuruyoruz’’ söylemi de bir meczuba atfedilerek geçiştirilecek bir söylem de değildir.
Ülke içinde bu çalkantılar devam ederken dünyada da muazzam değişiklikler olmuştur. Bu değişikliklerin en başında da Türkiye'yi en çok ilgilendiren konu olarak Sovyetlerin dağılması gelmektedir.
Batı dünyasında Sovyetlerin dağılmasından sonra Türkiye artık müttefik olmaktan çıkmıştır. Bu tarihten sonra Atatürk Türkiye’si ve bu Türkiye’nin temeli olan Lozan emperyalizmin açık hedefi haline gelmiştir. Graham Fuller’in ‘’Ilımlı İslam’’ ve ABD’nin BOP projelerinin hedefinde Atatürk Türkiye’si ve Lozan vardır. ‘’Ilımlı İslam’’ ve BOP projelerinin müttefikleri ise yine hedefinde Atatürk Türkiye’si ve Lozan olan emperyalizmin işbirlikçisi sözde Müslümanlar olmuşlardır tıpkı emperyalizmin hedefindeki Irak, Libya ve Suriye yıkılırken emperyalizmin en büyük müttefiklerinin ve işbirlikçilerinin yine sözde Müslümanlar olduğu gibi… Emperyalizmin işbirlikçisi sözde Müslümanların hedefi de aynıdır: Atatürk Türkiye’si ve bu Türkiye’nin temeli olan Lozan.
Tehdit Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar ciddi boyutlara ulaşmıştır. Emperyalizmin en büyük temsilcisi ABD artık çok uzaklarda değil, yanı başımızda güneyimizde Irak’ta ve Suriye’de ülkeye komşu hale gelmiştir. Emperyalizmin işbirlikçilerinin de nerelerde oldukları ise malum! ABD ve Batı bölgede ‘’Büyük Kürdistan’’ yumurtası üzerinde kuluçkaya yatmışlardır. ABD ve Batı bölgeden çekildiğinde ise gerisinde yumurtadan ve kontrolden çıkmış ‘’Büyük Kürdistan’’ yavrusunu bırakarak çekilecektir.
Ayrıca böylesi bir tehlike karşısında olmamıza rağmen günümüzde uluslararası ilişkilerde ulaşmış olduğumuz ‘’değerli yalnızlığımız’’ı ve mahalle kabadayısı edası ile sağa sola attığımız afrayı, tafrayı; tarihin aktörü ve tanığı Ebû Müslim Horasanî’nin Emevîlerin yıkılışı ile ilgili ve her türlü ittifaklar konusunda bir strateji ilkesi olan şu sözü ile beraber düşünmeliyiz diye değerlendiriyorum;
''Onlar (Emevîler); zararından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Düşmanlarını kazanmak için yakınlarına aldılar. Yanlarına aldıkları düşmanları dost olmadığı gibi, uzakta tuttukları dostları da düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu.''
Görülüyor ki zaman; ülkeyi yönetenlerin sözcülerinin, çocukların evcilik oyunu gibi ‘’yeni bir devlet kuruyoruz’’ gibi gayri ciddi söylemleri zamanı değildir. Zaman; ülkeyi yönetenlerin en kısa zamanda ülke dışında bütün komşu ülkelerle dostluk ilişkilerini kurmaları, büyük güçlerle dostane ilişkiler gerçekleştirmeleri ülke içinde ise; sosyal ve siyasal bir uzlaşmaya varmaları ve ülkeyi boğmakta olan dışlayıcı, ayırımcı, dinci, kinci ve muhanned söylemlerinden uzaklaşarak toplumun tüm kesimlerini kucaklayıcı ve kapsayıcı politikalarla tekrar çağdaş, laik, sosyal ve hukuk devletine geri dönme zamanıdır.
Aksi takdirde bunların sürekli öykündükleri Osmanlı, cihangirâne bir devlet çıkarırken bir aşiretten, bunlar ‘’devlet kuracağız’’ diye diye bu gidişle çağdaş bir devleti bir Ortadoğu aşiretine ve bir Arap Rabia Cumhuriyetine dönüştüreceklerdir. Çünkü bunların gidişleri, yolları, çap, kapasite ve tahayyülleri ancak bu kadardır.
Artık savrulan bir sarkacın sağında veya solunda olmanın, İbn-i Haldun’un söylemi ile bedevi veya medeni olmanın, daha açık bir ifade ile A partisini veya B partisinin taraftarı olmanın hiçbir değeri ve önemi yoktur. Artık tehdit altında olan ülkenin bekâsıdır. Artık Tarihin sarkacı, geçmişte hiç olmadığı kadar insafsızca karanlığa doğru savrulmaktadır.
Hayat ileriye doğru yaşanır, ancak geriye doğru anlaşılırmış... Geleceğe ilişkin öngörüler kökleri tarihte olan ve buradan beslenen bitkiler gibiymişler... Tarih insana ne olduğunu öğrettiği gibi, ne olacağını da öğretirmiş... Zaten haber verirdi geleceği İbn-i Haldun bahsi geçen Mukaddime’sinde: “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzerler.” Âkif'in söylediği gibi; ‘’Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!’’ değil mi? Ancak tarihten anlayan, ders alan kim?
Böyle giderse eğer, ''Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak misali'' değil yeni bir ''devlet kurmak'', elde kalan son Türk devletini de kaybedeceğiz...
Çünkü İbn-i Haldun'un söylediği gibi safha; sefahat, israf ve çöküş safhasıdır...
Osman AYDOĞAN