TTC’ye doğru!
Son yılda genellikle gazetelerde vaka-ı adiye olarak verilen yaşadığımız olaylara bir bakalım:
Minibüste şortlu bir genç kadına saldıran bir sapık, felsefe öğretmeni olup beden eğitimi dersinde eşofman giyen kızlardan tahrik olan bir başka sapık, üç yaşındaki kendi küçücük kızının don gömlek dolaşmasından tahrik olunabileceğini, dinen caiz olmadığını söyleyen bir başka sapık, annesinin dizinden tahrik olunabileceğini söyleyen bir başka sapık, genellikle dinci vakıfların yurtlarında yaşanan çocuklara tecavüz olayları, bu tecavüzlere ‘’bir defalık’’ diyen kadın devlet bakanları…
Hadi bunları sübyana, kızına, annesine şehvet duyacak kadar cinselliğini ehlileştirememiş bir varlık olarak alalım, hadi bunların topuna sapık diyelim de 9 yaşındaki kız çocuğunun evlenebileceği, çocuk doğurabileceği fetvasını veren Diyanet İşleri Başkanlığına ne diyelim?
Bizim bu dünyaya ait olduğumuzu ancak bu dünyanın bize ait olmadığından bi haber olup korumasız hayvanlara kötü davranan, onlara işkence eden nice sapıklar var daha…
Doğayı katleden, yeşili talan eden sapıklara yer versem her halde burada sayfalar dolusu yazı yazmam gerekecek...
Denetimsizlikten öğrenci yurtlarında cayır cayır yayan çocuklarımızı, iş güvenliği olmadığı için diri diri toprağa gömdüğümüz madencileri, iş kazalarını, trafik kazalarını, artan kadın cinayetlerini saymıyorum daha…
Bunlar da bir tarafa…
İktidarıyla muhalefetiyle TV’lere çıkan herkeslerde bir şiddet bir celâl! Sokaklar, caddeler de aynısı… Trafikte kimsenin kimseye tahammülü yok… Gişelerde, sıralarda, evlerde herkesler gergin, herkesler barut fıçısı, herkesler dokunsan patlayacak saatsiz bombalar sanki...
Yaklaşık iki sene önce İstanbul’da bir ödül töreninde Güneri Civaoğlu ile tanışmıştım... Trafikte gecikirim korkusuyla tören terine bir saat erken gelmiştim... Güneri Civaoğlu’da erken gelmiş… Hemen kendimi tanıtmış, tanışmıştım kendisiyle… Burası Türkiye olduğu için tören de belirtilen saatten bir saat daha geç başlamıştı... Bu vesile ile kendisi ile iki saat kadar sohbet imkânı bulmuştum… Güneri Civaoğlu’na şu teklifte bulunmuştum: ‘’Güneri Bey’’ demiştim, ‘’Cumhurbaşkanlığına adaylığınızı koyun, sizi Cumhurbaşkanı seçelim’’ demiştim... ‘’Ama bir şartım var’’ demiştim… ‘’Her sabah saat 08.00’de TV’lere çıkıp ‘Şeffaf Oda’ programındaki gibi güler bir yüzle sadece ‘Günaydın Türkiye! Günaydın vatandaşlarım!’ diyeceksiniz. Başka hiçbir şey yapmayacaksınız. İnanıyorum ki o gün Türkiye’de olabilecek kazaların, belaların, kavgaların %90’ı olmaz… Çünkü duygular bulaşıcıdır’’ demiştim... Gülmüş geçmişti tabi Güneri Bey…
Hadi bahsettiğim trafikteki, sokaklardaki, caddelerdeki bu hır gürü de geçelim… Bunlar da bir tarafa…
Hani ya binlerce yıllık devlet geleneğimiz var diye övünüyoruz ya…
15 Temmuz menfur darbe girişimi bahane edilerek 696 sayılı KHK ile darbe günü olaylara katılan tüm siviller için af getirilirken, sonrasında da hiç bir tarih ve sınırlama koymaksızın oluşacak benzer darbe girişimleri ve terör eylemleri için de sınırsız bir af ve cezai sorumsuzluk getiriliyor... Başbakan da bu 696 sayılı KHK’yi eleştirenleri darbecilikle suçluyor…
Ülkenin İçişleri Bakanı “Okulun çevresinde bir uyuşturucu satıcısını gördüğümüz zaman, beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmaya polis görevlidir. Suçunu bana atsın. Bunun suçu neyse, 5 yıl içeride yatmaksa yatarız, 10 yıl içeride yatmaksa yatarız, 20 yıl içeride yatmaksa yatarız” diyebiliyor…
Ülke zaten hiçbir zaman bir ‘’hukuk devleti’’ olmamıştı… Şimdiye kadar da kör topal bir ‘’kanun devleti’’ idi… Artık bu 696 sayılı KHK ve böylesi bir İçişleri Bakanından sonra ülke kanun devleti olmaktan da çıkmaktadır. Ülke sanırsınız ki Ortaçağın karanlıklarındaki bir aşiret devletine dönüyor…
‘’La Monde Diplomatique dergisi yıllarca önce ‘'Kendi Kültürleriyle Hasta Olan Toplumlar’' adlı bir küçük kitapçık yayınlamıştı. Yazar Claude Julien 'in makalesinde Petain Dönemi'nde egemen olan ruh halinin bütün bir toplumsal sınıfı etkilemiş olduğunu anımsatıyordu...
Claude Julien’in Fransa için teee o zamanlar örneklediği ve söylediği gibi bu ülkeye de egemen olan bu ruh hali, yukarıdaki şiddet, celâl, gerginlik görüldüğü gibi ülkenin bütün bir toplumsal sınıflarını, bütün caddelerini, bütün sokaklarını, bütün evlerini etkiliyor…
Geçen haftaki yazımda Avusturyalı Filozof Ludwig Wittgenstein’den bahsetmiş ve onun bir sözüne yer vermiştim: ’’Tanrı beni zihin sağlığından korusun!’' diye. Ve yazımı şu cümleyle bitirmiştim: ‘’Tanrı düşünen insanları zihin sağlığından korusun! Çünkü bu ülke zihin sağlığına sahip insanların yaşayabileceği bir ülke olmaktan çoktaaaaan çıkmıştır.’’
Ülkede bütün bu yaşananlar bana Uğur Mumcu'nun 1980 öncesi ve sonrası ülkenin içine düştüğü siyasal, toplumsal bunalımları anlatırken kullandığı bir tanımlamasını hatırlatıyor: “Burası Türkiye Tımarhane Cumhuriyeti” (TTC)dir.
Korkuyorum, gidişatın buraya doğru olmasından korkuyorum…
Fatih Erkoç’un kulakları çınlasın; ‘’Oynatmaya az kaldı!’’
Osman AYDOĞAN